Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve İşçi Hareketi (1)

Türkiye Komünist Partisi'nde Sol Kanat - 1. Hareketin Kökenleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve İşçi Hareketi

1889 senesinde, dönemin farklı sosyal demokrat partilerini bir arada toplamak amacıyla Almanya, Fransa ve Belçika gibi Batı Avrupa ülkelerinin sosyalist partileri tarafından başlatılmış bir girişimin sonucu olarak, gelecekte dünya genelinde komünist hareketlerin çoğunluğunun içerisinden çıkacağı İkinci Enternasyonal isimli örgüt kuruldu. Kuruluşundan çöküşüne kadar Batı Avrupa merkezli bir yapı olarak kalsa da ve merkezileşmiş bir yapıdan ziyade ulusal partilerin bir federasyonu olarak tasarlanmış olsa da, Kuzey ve Güney Amerika’dan Uzakdoğu’ya, İkinci Enternasyonal dönemin dünya genelindeki bütün sosyalist hareketleri için bir çekim ve yönelim noktası olacaktı.

Esasında, İkinci Enternasyonal’in kuruluşunun öncesinde de Batı Avrupa dışındaki kimi ülkelerde sosyalist örgütler ortaya çıkmaya başlamıştı. Öte yandan sosyal demokrat partiler ancak Enternasyonal’in kuruluşunun ardından yaygın olarak şekillenmeye başlayacaklardı. 1891’de, Dimitar Blagoev öncülüğünde Bulgar Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. Blagoev’in partisi, 1894’de Yanko Sakazov’un Bulgar Sosyal Demokratlar Birliği isimli örgütüyle birleşerek Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi ismini alacaktı. 1892’de bir yıl sonra Rosa Luxemburg ve Leo Jogiches önderliğindeki Polonya İşçileri Birliği grubunun kendi partilerini kurmak için terk edeceği Polonya Sosyalist Partisi kuruldu. 1896'da Güney Amerika'nın ilk sosyalist partisi olan Arjantin Sosyalist Partisi ortaya çıktı. 1898'de, Rusya'da George Plekhanov, Vera Zasulich, Pavel Axelrod gibi Marksistlerin on beş yıl önce kurdukları Emeğin Kurtuluşu örgütünün attığı tohumlardan, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi doğdu. 1901'de Sen Katayama önderliğinde Japonya Sosyal Demokrat Partisi, 1903'te Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin Erfurt programını benimseyen Sırp Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. 1904'te Azerbaycan'da, Orta Asya'daki işçilere hitap etmesi amacıyla Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi denetiminde Müslüman Sosyal Demokrat Hümmet Partisi kuruldu. Bu partiyi 1905'te kurulan İran Sosyal Demokrat Partisi izledi. 1909'da Platon Drakoulis'in öncülüğünde Yunan Sosyalist Partisi kuruldu.

İkinci Enternasyonal'in kuruluşunun ardından, Batı Avrupa dışında partileşmeye başlayan sosyalist eğilimlerin büyük çoğunluğu, Batı Avrupa'daki partiler gibi işçi hareketinden geliyorlardı ve işçi hareketi temelinde güçlenmekteydiler. 1890 ile 1910 arasındaki dönemin kapitalizminin getirdiği koşullar, kurulan partilerin, Batı Avrupa'daki devasa partiler kadar olmasa da, kimi ülkelerde ciddi bir biçimde kitleselleşmesine olanak tanıdı. Bununla bağlantılı olarak ise, yine Batı Avrupa partilerini etkileyen oportünist, reformist ve revizyonist eğilimler, Batı Avrupa ülkeleri dışındaki partilerde de ortaya çıkmaya başladı ve bu partilerde de bu eğilimlere tepki olarak uzlaşmalara sıcak bakmayan sol kanatlar gelişti. Aynı şekilde, tıpkı Batı Avrupa ülkelerindeki sosyalist partiler gibi, öteki sosyalist partiler de enternasyonalizm sloganını savunduklarını söyleseler de, partilerin içinde hangi unsurların gerçekten enternasyonalizme bağlı olup hangilerinin olmadığı daha keskin bir biçimde sınanmamıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkan işçi hareketi ve sosyalist hareket de temel hatlarıyla bu genel durumun çerçevesinde ortaya çıkacak ve gelişecekti.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Sanayileşme, Kapitalizm ve İlk İşçi Mücadeleleri

Osmanlı İmparatorluğu'nda burjuvazinin doğuşunun ve kapitalizmin Osmanlı topraklarında yayılmaya başlayışının temelinde, şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist Batı ile olan ilişkiler bulunmaktaydı. Yine şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist ilişkileri Osmanlı toplumuna ilk sokanlar, Batı ile ilişkileri daha yakın olan ve toplumun önemli bir kesimini oluşturan gayri Müslim kesimdi. Gayri Müslim burjuvazinin gelişimi özellikle başlangıçta Batı sermayesine, ticaretine ve himayesine doğrudan bağlı bir biçimde gerçekleşmişti. Gayri Müslimler arasından çıkan kapitalizm öncesi dönemin tüccarları ve esnafları, bu kesimin ciddi bir parçası olmasalar da, işlerini büyüterek, zenginliklerin topraktan ve toprağın işlenişinden kaynaklandığı bir ortamda kapitalist sermaye birikimi gerçekleştirmeye başlayarak giderek artan bir önem kazanmaktaydılar[1].

Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, gayri Müslim burjuvazinin ortaya çıkan ve öncelikle gayri Müslim toplum içerisinde kendisini gösteren bu sosyal egemenlik durumu, bilinçsel ve ideolojik bakımdan da kendisini gösteriyordu. Gayri Müslim burjuvazi, köylere kadar uzanan okullar kurarak burada pozitif bilimler öğretiyor, ayrıca liberalizm ve milli ideolojiler gibi yeni burjuva fikirleri yayıyordu. Böylece şehirlerde sanayileşme ve kapitalist ilişkiler başlarken, hem kırsalda hem de şehirlerde ilk defa burjuva ideolojisi yayılmaya başlamış oluyordu. Köyden kente göç yoğunlaştıkça kentlerde oluşmuş olan fabrikalardaki iş gücünü oluşturacak bir işçi sınıfı da meydana gelmeye başlamıştı. Fakat Osmanlı devletinin zirvesi, kendi düzenine ve dünya görüşüne tamamen aykırı gördüğü bu gelişmelerden hoşnut değildi ve çareyi bir hayli baskıcı bir yaklaşım benimsemekte buldu. Bu baskı koşulları da gelişen burjuvazinin ideolojisinin özellikle milliyetçi yanının bilenmesini sağlayarak Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Gayri Müslim burjuvazinin belirli bölgelerde Rumlar gibi kimi kesimleri kendi burjuva devletlerini kurmayı başarırken, çoğunlukla Ermeniler gibi farklı kesimleri, Rumların aksine nüfusta çok yoğun oldukları özel bir bölge olmadığı için, bütün önemlerine rağmen bunu başaramadılar. Bu bağlamda gayri Müslimlerin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sanayi burjuvazisi olma önemi devam etti. Ayrıca bu yükselen gücün siyasi etkisi de Osmanlı İmparatorluğu siyasetine etki etmeye başladı. Hem gayri Müslim burjuvazi, hem de onu destekleyen Batı kapitalizmi, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki baskılar karşısında çeşitli reformlar yapılmasını istemekteydiler[2].

Öte yandan bu güçlerin, şaşırtıcı bir biçimde benzer isteklere sahip, beklenmeyen bir ‘müttefiki' daha vardı. Bu müttefik, Osmanlı devlet bürokrasisi idi. Osmanlı İmparatorluğu'nun son birkaç yüzyılda, diğer devletlerle rekabet etmedeki başarısızlığı sonucunda, devlet bürokrasisi içerisinde Batı ülkeleriyle rekabet edebilmek için yalnızca gelişmiş silahlar değil, ayrıca teknoloji, burjuva idari yöntemleri, sanayi ve bilime gerek olduğu yönünde düşünceler filizlenmeye başlamıştı. Bu bağlamda tarihsel olarak bir hayli ilginç bir biçimde, eski rejimi sembolize eden devletin tabanı mevcut koşullar dâhilinde radikalleşmeye ve eski rejime karşı toplumun kapitalistleşmesini ve hatta modern burjuva demokratik devlet modeline geçilmesini savunmaya başladı. Bu durum Osmanlı Devleti içerisinde de kapitalist ilişkilerin, nüveler halinde olsa da ortaya çıkmaya başlamasına yol açıyordu[3]. Bu genel durumun ciddiyetini gösteren etkileri Yunanistan'ın kurulması (1829), Bulgaristan ve Sırbistan'ın bağımsızlık elde etmesi (1876 ve 1878) ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yönetenlerin mevcut iç ve dış dinamikler doğrultusunda ilk tarihsel öneme sahip taviz sayılabilecek Tanzimat Fermanı (1839) ve sonrasında 1. Meşrutiyet'in ilanı (1876) ile ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar Osmanlı toplumunda kapitalist ilişkilerin, temelde iki koldan (gayri Müslim sermaye ve devlet bürokrasisi) hızla ilerlemekte olduğunu göstermekteydi. Ayrıca 1830'lardan itibaren Müslüman kesimde de özel sanayi zanaatın yerini almaya başlamıştı[4].

Kaçınılmaz olarak, toplumda ortaya çıkan kapitalist ilişkiler kısa süre içerisinde proleterleşmiş binlerce kişinin ortaya koyacağı sınıfsal mücadeleleri de beraberinde getirdi. 1800'lerden itibaren ortaya çıkmakta olan fabrikalarda protestoların yanı sıra yüksek olan vergilere karşı da İmparatorluğun çeşitli yörelerinde protestolar gerçekleştirildi. Fakat işçi hareketinin Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk yaygın biçimi, ilk fabrikalarda yapılmaya başlayan makineleri kırmak gibi sabotaj yöntemleriydi. Bu tür eylemlerden, 20. yüzyıla yaklaşırken yaygınlaşmaya başlayan grevlere kıyasla daha etkisiz oldukları için vazgeçildi fakat o zamana kadar devam ettiler. Hükümetin bu tür eylemlere karşı tavrı ise bir hayli baskıcı idi. Osmanlı Devleti'nde şu ana kadar araştırmalar sonucunda saptanmış ilk grev 1863'te Ereğli kömür madenlerinde örgütlendi. Fakat mevcut kayıtlara göre grevler 1870'lerin başında yaygınlaşmaya başladılar. 1872'de tersanede çalışmak için getirilmiş İngiliz işçilerin bir günlük grev yapmasının ardından, Şubat ayında Beyoğlu telgrafhanesi işçileri greve çıktılar. Nisan ayında ise Haydarpaşa-İzmit demiryolunda çalışan işçilerin grevi vardı. Bu dönemde sanayi hızla gelişmekteydi ve bu gelişim için İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerden pek çok uzman ve işçi getirtilmişti. Özellikle Haydarpaşa-İzmit demiryolu grevinde, bu işkolunda çalışan bütün işçiler birlikte harekete geçtiler. Bu durum, mücadele deneyimi daha az olan yerli işçilerin, Avrupa'dan gelmiş işçilerle iyi ilişkiler kurmasını, görüş alışverişi yapmasını ve Avrupa işçi sınıfının deneyimlerine dair birinci elden bilgi edinebilmesini mümkün kıldı. O dönemde işçilerin çeşitli mahallelerde birlikte oturmaları ve nüfusun çok yoğun olmaması da, bu deneyim ve kazanımların mahalleden mahalleye, kahveden kahveye yayılmasına olanak tanımış oldu. Ocak 1873'te yüzlerce yerli Hıristiyan ve Müslüman Kasımpaşa tersane işçisi birlikte bir hafta grev yaptı. 1875'te bu defa bini aşkın yerli ve yabancı işçi yine birlikte, korkunç sömürü koşullarına karşı greve gitti[5]. 1876 Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbinde önemli işçi eylemlerinin gerçekleştiği bir yıl oldu. Sadece İstanbul'da feshane, darphane, fişekhane fabrikalarında, tersanelerde ve ayrıca tramvay ve demiryolu işletmelerinde çalışan farklı etnik kökene sahip işçiler grevler ve yürüyüşler düzenlediler. Ayrıca Kocaeli demiryolu işçileri de greve gitmişti. İzmir'de gerçekleşen dokuma işçilerinin grevinde ise ilk defa bir işçi komitesi ortaya çıkacaktı. 1876 grev dalgasına binlerce işçi katılmıştı[6]. 1895'e kadarki süreçte de grevler, azalarak da olsa devam ettiler. Öte yandan biraz geç de olsa sınıf mücadelesinin rejime tehlikelerinin farkına varmış olan Sultan II. Abdülhamit'in 1878'den itibaren belirginleşmiş olan baskı rejimi, bu tarihten sonra işçi sınıfını ciddi bir biçimde hedef aldı. Yoğun baskılar grevlerin gerçekleşmesini tamamen durduramasa da, grevleri birkaç yılda bir gerçekleşen nadir olaylar haline getirerek işçi mücadelelerinin gelişimini bir süreliğine de olsa yavaşlatmayı başaracaktı. Ancak, işçi sınıfı 1902'den itibaren daha kitlesel ve militan bir biçimde mücadelelerine devam etti[7]. Ayrıca, bütün bu tecrübelerle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyalist eğilimler ve militan işçi örgütleri de ilk defa ortaya çıkmaya başlayacaklardı artık.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyalizmin Doğuşu

Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk sosyalist partisi, 1890'da kurulan Devrimci Hınçak Partisi'ydi. Devrimci Hınçak Partisi, üç yıl önce kurulan Hınçak (Çan) isimli yayın çevresi temelinde kurulmuştu[8]. Bu yayın, Cenevre'de öğrenim görmekte olan ve Kafkas ve Rus devrimci hareketinden çıkma yedi Marksist eğilimli Ermeni tarafından kurulmuştu. Hınçak yayınının kurucularının isimleri Avetis Nazarbekyan, Maro Vardanyan, Kevork Haraçyan, Ruben Han-Azat, Christopher Ohanyan, Gabriel Kafyan ve Manuel Manuelyan idi[9]. Osmanlı İmparatorluğu'nda Hınçak çevresinin fikirlerini getiren ilk kişi Ruben Han-Azat olacaktı. 1889'da Cenevre'den İstanbul'a taşınan Han-Azat, aynı yıl ilk siyasi Hınçak teşkilatlarını da örgütlemeye koyuldu[10]. Han-Azat'ın giriştiği bu örgütlenme, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk sosyalist örgütlenmesi unvanına da sahip olacaktı. Dolayısıyla, 1890'da kurulacak olan parti de, imparatorluğun ilk sosyalist partisi olma unvanını elde edecekti. Temelleri Avrupa'da atılmış olmasına rağmen Hınçak çevresinin odak noktası Osmanlı İmparatorluğu idi. Öte yandan, Devrimci Hınçak Partisi, bir Osmanlı örgütünden ziyade bir Ermeni örgütüydü, dolayısıyla Kafkaslarda, İran'da ve Avrupa'da da varlık gösterecek ve özellikle Kafkasya sorunlarından ciddi bir biçimde etkilenecekti.

1888'de çevre Hınçak dergisinde azami ve asgari programlarını yayınladı. Hınçak azami programında şöyle deniliyordu:

"Şimdiki toplumsal sistem adaletsizlik, baskı ve kölelik üstüne kuruludur. Ekonomik köleliğe dayanan bu örgüt¬lenme, ancak yumruklarının gerçeğine inanan, işçi sınıfını yağmalayan, böylelikle de insan ilişkilerinde eşitsizlik ve adaletsizlik yaratan kuvvet sahipleri arasında gelişebilir. Bu eşitsizlik, yaşamın ekonomik, siyasal, toplumsal ve maddî bütün alanlarında ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın küçük bir azınlığı, emek gücünün teri ve kanı pahasına iktidarı eline geçirmiş ve pekiştirmiş, toplumsal ve siyasal ayrıcalıklar edinmiştir.

Özel mülkiyet, bütün insanlığın türlü biçimlerdeki köle¬liğine dayanmaktadır. Bugün dünyayı yöneten azınlığın temel ilkesi ve başlıca niteliği, budur.

Bu acıklı ve haksız duruma, ancak sosyalist örgütlenme, halkın doğrudan iktidarını kurup koruyarak, herkese top¬lumsal işlerin düzenlenmesine gerçekten katılma olanağı vererek çare bulabilir. Sosyalist sistem insanların doğal ve yadsınamaz haklarını gerçekten savunur; her bireyin bütün güçlerini, bütün yetenek ve olanaklarını çeşitli biçimler al¬tında tam olarak geliştirmesini destekler; her türlü toplum¬sal ve ekonomik ilişkiyi barış içinde, örgütler, halkın irade¬sinin gerçek ifadesi olur.

Bu temel inançlar doğrultusunda, Hınçak grubu sosyalisttir."[11]

Asgari program ise, Hınçak çevresinin örgütlenme hedefi olarak Osmanlı İmparatorluğu'nu ve özellikle de Türkiye Ermenistan'ını gördüğünü açıkça ortaya koymaktaydı:

"Türkiye Ermenistan'ındaki Ermeni halkı, bugün siyasal ve ekonomik kölelik zincirlerine vurulmuş bir cemaat ha¬linde yaşamaktadır. İktisaden müflis bir hükümetin yöneli¬minde birbirini izleyen her malî bunalımda iki ya da üç katına çıkan çeşitli dolaylı ve dolaysız vergilerle ezilmektedir. Topraklarına hükümet tarafından sürekli olarak saldırıl¬makla, emeklerinin ürünleri de gerek devletin gerekse özel kişilerin yağmasına uğramaktadır. Bu koşulların arasına sı¬kışmış insanlar, ancak hükümeti ve doymak bilmez sınıfları beslemek için çalışmakta ve üretim yapmaktadırlar.
(...)
Halkı yoksullu¬ğundan kurtarmak, doğru yola çıkarmak ve nihai amaç olan sosyalist örgütlenmeyi gerçekleştirmesine olanak sağlamak için, Türkiye Ermenistan'ında her şeyden önce, kısa erimli amaçlar olarak, geniş tabanlı bir demokrasinin ku¬rulması, siyasal özgürlüğün ve ulusal bağımsızlığın olması zorunludur."
[12]

Hınçak çevresinin özellikle azami programında, İkinci Enternasyonal'in aşamalı devrim anlayışının izleri net bir biçimde mevcuttu. Hınçak grubu ilk hedefini Türkiye Ermenistan'ının ulusal kurtuluşu olarak koyuyordu ve şüpheye yer bırakmayacak biçimde, sosyalizmin böylesi bir gelişme olmadan mümkün olmayacağını ifade ediyordu. Ortaya konulan program, dönemin sosyal demokrasisinin sınırlarının dışına çıkmıyordu. Komünist Manifesto'yu Ermenice'de ilk defa yayınlayan da Hınçak grubu olacaktı. Öte yandan Hınçak çevresi her ne kadar Ermeni milliyetçi hareketinde mevcut olan Ermeni sorununun çözümü için Batılı güçlerden medet umma yaklaşımını eleştirse de, çevre Müslüman nüfusun desteğini kazanmaya önem verip Türkçe yayınlar çıkarsa da, görüşlerinde Ermeni milliyetçiliğinin etkisi de mevcuttu. Ayrıca Hınçak grubu, bireysel silahlı eylemlerin gerekliliğini de savunmaktaydı[13]. Bu da Hınçak liderleri arasında Plekhanov kadar, Rus narodnik (popülist) geleneğinin de etkisi olduğunu açıkça göstermekteydi. Zaten çevrenin ismi olan Hınçak da, narodnik geleneğinin babası sayılan Alexander Herzen'in Kolokol isimli dergisinin Ermenice'ye çevirisinden gelmekteydi[14].

1890 yılının yazında Tiflis'te Devrimci Hınçak Partisi temsilcisi olarak bulunan Ruben Han-Azat, kimileri Rus sosyalist-devrimci partisi geleneğinden gelen, kimileri ise sosyalizm karşıtı olan Ermeni milliyetçilerinin oluşturduğu yeni bir örgütlenme girişiminin kuruluş toplantısına katıldı. Bu girişim, toplantıdan sonra Ermeni Devrimci Federasyonu ya da daha iyi bilinen ismiyle federasyon anlamına gelen Taşnaksutyun ismini alacak olan yapılanmaydı. Sosyalist-devrimci parti geleneğinden gelen Christopher Mikaelyan ve Simon Zavaryan gibi Taşnak liderlerinin, sosyalizmden bahsetmeden sosyalizmi savunan bir manifesto üretmedeki insanüstü çabaları sonucunda, Devrimci Hınçak Partisi kısa bir süreliğine yeni partiye dâhil olmayı kabul etti[15]. Öte yandan, bu yeni birliktelik, yalnızca altı ay sürecekti. Kafkasya'da Taşnak örgütlerine dâhil olan Devrimci Hınçak Partisi militanları örgütlenmelerden dışlanmakta ve hor görülmekteydi. Daha da önemlisi, kuruluş toplantısının ardından Taşnak örgütünde ipleri elinde tutan kesimin Mikaelyan ve Zavaryan gibi sosyalistler değil, sosyalizm-karşıtı kesim olduğu ortaya çıkacaktı. Mayıs 1891'de, Devrimci Hınçak Partisi, Taşnaklarla hiçbir alakası olmadığını ifade eden bir açıklama yapacaktı[16].

Kurulduğu 1890'dan 1896'ya kadar Devrimci Hınçak Partisi, ciddi bir faaliyet dönemi içerisinde bulundu. Öte yandan bu faaliyetler, Marksist eğilimli bir sosyal demokrat partinin girişeceği türden eylemler değil, büyük ölçüde milli temelde ve narodnik tarzında gerçekleştirilen eylemlerdi. 1896'ya kadar Hınçaklar, devletin o dönemde Ermenilere yönelik katliamlara varan baskılarına karşı Kumkapı ve Babıali eylemleri gibi kitlesel gösteriler düzenlediler; Sason, Zeytun ve Van gibi yerlerde silahlı direnişlere giriştiler. Öte yandan, 1892'de Tiflis'de kurulan ve Gümrü, Kars, Gence ve Bakü gibi Kafkasya şehirlerinde örgütlenen Devrimci Ermeni İşçileri Derneği'nde belirli bir etkinlik edinmenin dışında, 1888'de yayınladıkları programda vurgulanan işçi ve köylü mücadelelerinde faal bir rol oynama ve katkı sunma görevini yerine getirmekten uzak kaldılar[17]. Devrimci Hınçak Partisi kurulduğu yıllarda, ulusal kurtuluş hareketleri ile işçi sınıfının mücadelesi arasında bir çelişki belirgin bir biçimde ortaya çıkmış değildi. Hınçak dergisinin kurucusu ve Devrimci Hınçak Partisi'nin liderleri konumundaki kişiler, çok net olmasalar da inançlı sosyalistlerdi; fakat partinin asgari programı partiye farklı bir pratiğin hâkim olmasına yol açmaktaydı ve bu pratik, kendisine uygun parti üyeleri yaratmaktaydı. Bu durum çok uzun süre devam edemezdi.

Devrimci Hınçak Partisi'nin sosyalizmi benimsemesinde Rus Marksizmi'nin etkisi olmuştu ve ilk Osmanlı sosyalistleri Ermeniler arasından çıkmıştı. Fakat ne Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyalizmin gelişimine tek etki Rus Marksizmi olarak kalacaktı ne de sosyalist görüşler ancak Ermeniler arasında yaygınlaşacaktı. 1891 Bulgar Sosyal Demokrat Partisi adıyla kurulmuş ve 1894'te Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi ismini almış olan geleneğin, Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyalizmin gelişimine, Rus Marksistlerinden çok daha doğrudan bir etkisi olacaktı. 1894'te, Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin Vasil Glavinov isimli genç ve yeni bir militanı, Osmanlı Makedonya'sının ilk sosyalist örgütlenmelerinin temellerini atacaktı. Glavinov 1872'de Osmanlı Makedonya'sında, Köprülü kentinde doğmuştu. 1887'de, yaşadığı maddi çöküntü nedeniyle Sofya'ya göç etmek zorunda kalan Glavinov, 1892 yılında burada Bulgar Marksistlerinin önderi Dimitar Blagoev'in görüşleriyle tanışmıştı. İki yıl içerisinde Blagoev'in partisinin bir militanı olmuş ve partinin fikirlerini yaymak için doğduğu şehrin yolunu tutmuştu. 1896'da, Glavinov ve yoldaşları, çeşitli yayın çalışmalarına girişmenin yanı sıra bütün Osmanlı Makedonya'sında faaliyet gösterecek olan Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği isimli örgütü kurmuşlardı[18].

Glavinov'un sosyalizmi, Blagoev'in sosyalizmiydi. Blagoev ise her zaman İkinci Enternasyonal'in sol kesiminde yer almış bir kişiydi. Dolayısıyla Osmanlı Makedonya'sında sosyalizmin ilk olarak, uluslararası sosyalist hareket içerisindeki sol kesimin önemli eğilimlerinden bir tanesi tarafından örgütlenmişti. Bu örgütlenme, gelecekte Osmanlı sosyalist hareket içerisinde ortaya çıkacak olan sol kanat için çok büyük bir temel ve merkez oluşturacaktı. Makedonya'da ise Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi çizgisinde örgütlenen sosyalist hareket uzunca bir süre Bulgar sosyalizminin geçirdiği evrimlere paralel bir gelişme gösterecekti. Glavinov ve yoldaşları, Bulgar Partisi'nin genel görüşlerini yansıtmaktaydılar. Buna karşın Makedonya sosyalistlerinin tutumu meselesi Bulgar Partisi içerisinde yapılacak tartışmalarda önemli rol oynayacaktı. Dolayısıyla etki tek yönlü olarak başlamış gibi gözükse de öyle kalmayacaktı. Öte yandan, 1890'lar, sosyalist hareket içerisindeki ayrışmaların netlikten uzak olduğu, tarihsel açıdan bir hayli hareketli bir dönemdi ve ilk Makedonya sosyalistlerinin zayıflıkları da, Bulgar sosyalizminin zayıflıklarını yansıtmaktaydı. Bu durum, özellikle Bulgar sosyalizminin ilk yıllarında ulusal sorun konusundaki zayıflığının Makedonya'daki sosyalist harekete yansıması üzerinden belirgin bir biçimde göze çarpacaktı. Zira nasıl Osmanlı İmparatorluğu genelinde bir Ermeni sorunu vardıysa, Osmanlı Makedonya'sında da bir ulusal sorun vardı. 1893'te gizli hedefi Makedonya'da kurtarılmış bölgeler yaratıp bu bölgeleri Bulgaristan'a katmak, açık hedefi ise Makedonya ve Edirne'nin özerkliği olan, pek çok farklı isim almış ama en iyi Makedonya İç Devrimci Örgütü adıyla bilinen silahlı ulusal kurtuluş hareketi ortaya çıkmıştı[19].

Esasında Blagoev, Rusya'dan Bulgaristan'a döndüğü ve burada Marksist fikirleri savunmaya başladığı 1885 yılından beri, proletarya enternasyonalizmi temelinde oluşturulmuş bir Balkan Federasyonu fikrini savunuyordu ve Makedonya'nın kurtuluşunun ancak bu minvalde gerçekleşebileceği çözümlemesini yapıyordu. Dahası, Blagoev'in kurduğu Bulgar Sosyal Demokrat Partisi'nin 1892'de gerçekleşen ikinci kongresinde, burjuva ve küçük burjuva yapılarla hiçbir şekilde işbirliğine gidilmemesi kararı alınmıştı ki Blagoev bu tutumu bütün gücüyle destekliyor ve savunuyordu[20].Öte yandan tıpkı Ermeni sosyalistleri gibi, Bulgar ve Makedon sosyalistleri de, örgütlendikleri azınlık kesim arasında ortaya çıkmış milliyetçi hareketle karşılaştıkları zaman, ilk başta bu pratiğin bir parçası olmak ile sosyalist görüşler arasında bir çelişki görmediler. Blagoev'in kendisi, partisinin yanı sıra bir dönem Sofya'daki Yüksek Makedonya Komitesi'nin de üyeliğini yapmıştı[21]. Makedonyalı sosyalistler de ilk yıllarda Makedonya İç Devrimci Örgütü'nün çalışmalarına katılmaktan geri durmayacaklardı. Ayrıca hem Blagoev, hem de Glavinov'un yönetiminde çıkartılan ve Makedonya'ya yönelik ilk sosyalist yayın olma özelliğini taşıyan Revolyutsiya (Devrim) isimli haftalık dergi, 1885'de Makedonya'da gerçekleşen milliyetçi ayaklanmayı kayıtsız şartsız ve büyük bir heyecanla destekleyecekti[22].

Öte yandan Glavinov önderliğinde 1896'da kurulan Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği'nin 1898'de çıkartmaya başladığı yayın organı Politiçeska Svoboda, Makedonya meselesine Revolyutsiya'dan çok daha farklı bir yaklaşım geliştirecekti. Glavinov'un bu yayında ortaya koyduğu çizgi, üç yıl önce heyecanla savunduğu görüşlerden çok daha aklı başındaydı ve net bir biçimde proletarya enternasyonalizmi temeline dayanıyordu. Politiçeska Svoboda'da Glavinov, Bulgar Devleti'ni, Makedonya'da yayılmacı emeller izlemekle itham ediyor ve sertçe kınıyordu. Makedonya'nın sosyalist bir Balkan Federasyonu'nun kurucu bir parçası olması gerektiğini, kendi içinde de bulunan hiçbir etnik gruba baskı uygulamayacak, herkesin anadillerini konuşabilecekleri, resmi dillerin ise bölgelerdeki çoğunluklara göre bölgelerde çözüleceği bir düzeni savunuyordu. Politiçeska Svoboda net bir biçimde Makedonya emekçilerinin yapması gerekenin sınıfsal ideolojik görevlerinin bilincine varmak olduğunu vurguluyor, şovenizmi, yurtseverliği ve özellikle de Bulgar şovenizmini her fırsatta kınıyordu[23]. Bununla birlikte, Makedonya'nın bağımsızlığını elde etmesi fikri de hâlâ savunulmaktaydı:

"Makedonya devrimci sosyalistleri, en insani ve ilerici fikirlerin kılavuzluğuyla, Makedonya ve Edirne halklarının tam bir siyasal ve ekonomik özgürlüğe kavuşturulmalarını amaçlıyorlar."[24]

Öte yandan, Devrimci Hınçak Partisi'nin sahip olduğu aşamalı devrim yaklaşımına benzer bir biçimde, böylesi bir özgürlüğün elde edilmesinin ardından, ülkede bir toplumsal devrim savaşımına girilmesi gerektiğini söyleniyordu. Bunun haricinde Politiçeska Svoboda milliyeti ne olursa olsun, aynı nihai kurtuluş hedefini yani sosyalizmi benimseyen herkesle çalışılması gerektiğini savunmaktaydı[25]. Makedonya sosyalistlerinin bu ifadeleri, ulusal meseleye dair hala tamamen net bir tutum geliştirememiş olsa dahi, 1885 ayaklanmasının derslerinin etkin bir biçimde çıkartıldığının bir göstergesi olması açısından ve ayrıca Makedonya sorununa enternasyonalist bir çözüm geliştirme yönünde bir girişim olduğu için önem taşımaktaydı. Öte yandan, ortaya konulan analiz, belirli bir doğrultuya işaret etmekte birlikte, nihai bir sonuç değil, bir geçiş analiziydi. Makedonya sorunu konusunda Makedonyalı sosyalistlerin tutumu meselesi Bulgar Partisi içinde de giderek ciddi bir önem kazanmaya başlamaktaydı.

Müslüman kesim arasında ortaya çıkan ilk örgüt ise 1894 veya 1895 senesinde, İstanbul'da, Tophane savaş sanayisi fabrikaları işçileri tarafından kuruldu. Amele-i Osmanlı Cemiyeti (Osmanlı İşçi Birliği) adını alan yapı, gizli bir örgüttü ve işçileri örgütlemeyi hedeflerken aynı zamanda onları II. Abdülhamit'e karşı ayaklanmaya teşvik etmeye çalışıyordu. Bu örgütlenmenin liderleri bir yıllık bir faaliyetin ardından ciddi bir tehdit olarak algılanıp tutuklandılar, yapılanma dağıtıldı. Örgütün kurucuları 1901-1902'de İstanbul'a geri dönerek örgütü yeniden canlandırmaya çalıştılar. Bu çabalar büyük bir ilgiyle karşılaşmış ve örgütün yeniden yapılanması amacıyla pek çok tartışma toplantısı düzenlenmiş olsa da, devlet baskıları örgüt kurucularını tekrar mahpus ederken örgütü yeniden çökertti[26]. Çeşitli kaynaklara göre Amele-i Osmanlı Cemiyeti, Paris Komünü'nden ciddi bir biçimde etkilenmişti ve Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'sundaki fikirleri yaymak amacındaydı[27].

1890'ların Osmanlı İmparatorluğu için, ulusal kurtuluş hareketleri karşıtı tavrıyla bilinen devrimci militan Rosa Luxemburg şöyle yazabiliyordu:

"Hıristiyan toprakları Türkiye'ye sadece zor yoluyla bağlıdır, buralarda bir işçi sınıfı hareketi yoktur, bunların durumları doğal toplumsal gelişim, hatta çözülme sonucu giderek kötüleşiyor ve bu yüzden özgürlük talepleri burada kendilerini ancak ulusal mücadele biçiminde hissettirebilir, bu nedenle bizim bu yöndeki bir çözüm taraftarlığımız hiçbir şüpheye yer bırakmaz, bırakamaz."[28]

Luxemburg'un Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durum ve işçi sınıfı hareketine dair yaptığı yorumun hatalı olduğu çok kısa bir süre içerisinde ortaya çıkacaktı. Öte yandan ulusal mücadeleleri desteklemeye hiç de hevesli olmayan bir enternasyonalist militanın böylesi bir çıkarım yapması, sosyalist hareketin ilk ortaya çıktığı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda sınıf mücadelesinin ne denli zayıf olduğunu da gözler önüne sermekteydi. Böylesi koşullar altında, yeni filizlenen Osmanlı sosyalist hareketi için ulusal soruna dair net ve pratik bir çözümleme yapmak imkânsız olmuştu. Hareketi bu konu üzerinde netleşmeye itecek olan ise, temelde yeni yüzyılın başlaması ile sınıf mücadelelerinin yine Osmanlı'nın ve çevre ülkelerin gündemine geri dönüşü olacaktı.

Gerdûn


1 "Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1783

2 "Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1784

3 "Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1785

4 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1796

5 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1797, 1798, 1800

6 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1797, 1798, 1802-1805

7 Kırpık, Cevdet. "Osmanlı Devleti'nde İşçiler ve İşçi Hareketleri (1876-1914)". Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2004. Isparta. s. 251-252

8 Turabian, Hagop. "The Armenian Social-Democratic Hentchakist Party Part 1". Ararat No. 34. Nisan 1916. Londra. https://www.hunchak.org.au/aboutus/historical_turabian.html

9 https://en.wikipedia.org/wiki/Social_Democrat_Hunchakian_Party

10 https://en.wikipedia.org/wiki/Ruben_Khan-Azat

11 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" derleyen Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. s. 185

12 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 186

13 Nalbandian, Louise. "The Hunchakian Revolutionary Party 1887-1896" https://www.hunchak.org.au/aboutus/historical_nalbandian.html

14 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 22

15 Nalbandian, Louise. "The Armenian Revolutionary Movement 1890-1896". University of California Press. 1975. Los Angeles. s.153-154

16 Nalbandian, Louise. "The Armenian Revolutionary Movement 1890-1896". s.163-164

17 Nalbandian, Louise. "The Hunchakian Revolutionary Party 1887-1896" https://www.hunchak.org.au/aboutus/historical_nalbandian.html

18 https://en.wikipedia.org/wiki/Vasil_Glavinov

19 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 42

20 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm

21 ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 43

22 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 44

23 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 44

24 Mishkova, Diana. "We, the people: politics of national peculiarity in Southeastern Europe". Central European University Press, 2009. p. 122

25 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 46

26 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 47

27 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1816

28 Küpeli, Yusuf. "Türkiye proletaryasının tarih sahnesine çıkışı, Mütareke yıllarına dek örgütlenme ve mücadele deneyimleri, İştirakçi Hilmi, Mustafa Suphi, İttehat ve Terakki ve diğerleri üzerine kısa notlar". https://www.sinbad.nu/tcprolet.htm

Tags: