EKAonline-2015

Anarşizm ve Emperyalizm: Milliyetçilik mi Enternasyonalizm mi?

Fakat Alman Sosyal Demokrasisi sadece enternasyonalin en güçlü öncü birliği değil aynı zamanda onun düşünsel öncüsüydü. Bu nedenle analizimize yani öz eleştiri sürecimize Alman Sosyal Demokrasisinin çöküşünden başlamalıyız. Onun görevi enternasyonal sosyalizm yolunda kurtuluşu başlatmak olduğundan bu kendisinin en acımasız eleştirisini geliştirmesini gerektirir. Diğer partilerin hiçbiri, burjuva toplumundaki diğer sınıflardan hiçbiri kendi hata ve zayıflıklarının aynasına açıkça ve cesaretle bakamaz çünkü bu ayna onlara tarihsel sınırlılıklarını ve onları bekleyen tarihsel yıkımın bir imgesini yansıtır. İşçi sınıfı ise, gerçeğin yüzüne cesurca bakabilir çünkü onun zayıflıkları sadece kafa karşılıklılıklarıdır. Tarihin mutlak yasası ona gücünü geri verecek ve nihai zaferinin garantisi olacaktır.

Acımasız öz-eleştiri sadece işçi sınıfının varlığı için vazgeçilmez bir unsur değil, aynı zamanda onun başlıca görevidir.’

Rosa Luxemburg yukarıdaki satırları 1915’te, dünya emperyalist savaşı sınavı karşısında ihaneti seçen Alman SPD’si ve diğer sosyalist partilerin içindeki çoğunlukların tavırlarının zorlu bir incelemesini geliştirdiği Alman Sosyal Demokrasisinin Krizi ya da daha iyi bilinen adıyla Junius Broşürü için kaleme almıştı. Bu pasajda Lüxemburg marxist yöntemin temel taşlarından birini ortaya koymaktadır; bu yasa ‘sürekli ve acımasız öz eleştiri’ ilkesidir ki marxizm açısından hem gerekli hem de mümkündür; çünkü marxizm tarihte ‘gerçeğin yüzüne cesaretle bakabilen’ ilk sınıfın teorik ürünüdür. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında İkinci Enternasyonalin çöküşünün köklerini kavramak için gösterilen bu çaba sosyal demokrat partiler içerisinden doğan fakat yeni ve açıkça komünist bir enternasyonal kurmak için yollarına devam eden sol akımların ayrıştırıcı bir özelliğidir. Ve bu yeni Enternasyonal’de savaş sonrası devrimci dalganın geri çekilmesiyle oportünizme sapınca (ki bunun en sembolik ifadesi sosyal demokrat hainlerle Birleşik Cephe kurma taktiğidir), aynı eleştiri çabasını bu sefer Üçüncü Enternasyonal içerisindeki sol komünist fraksiyonlar özellikle Alman, İtalyan ve Rus solları devralmıştır.

1914’te ünlü anarşist Peter Kropotkin ve etrafındaki küçük bir grubun Alman önderliğindeki bloğa karşı Antant emperyalizmi lehine desteğini açıklaması ve aynı politikanın Fransız ‘devrimci sendikalist’ CGT tarafından da benimsenmesiyle birlikte anarşist harekette benzer bir kriz içerisine düştü.1 Anarşist hareket saflarında da enternasyonalizme sadık kalan ve Kropotkin ile diğer ‘anarko-sipercilerin’ tavrını sert bir şekilde yadsıyanlar vardı. Hatta büyük ihtimalle anarşistlerin çoğunluğu emperyalist savaşta saf tutmayı reddetmişti denebilir. Fakat marxist solun verdiği tepkinin tersine anarşist hareketin önemli bir kanadının 1914’te sisteme teslim oluşunun teorik çözümlemesini geliştirmek yönünde ciddi bir çaba anarşist saflardan gelmedi. Dahası marxist sol savaş öncesi bütün bir dönem için sosyal demokrat partilerin yöntem ve pratiğinin derinlemesine sorgulamasını girişebilmişken, tarihsel materyalist yöntemi reddederek kendilerini az çok tarih üstü ve soyut prensiplere dayandıran, Otorite karşısında Özgürlük mücadelesi etrafında birleşmiş bir tür aile oldukları nosyonunu kabul etmeye meyilli anarşistler marxistler gibi bir ‘acımasız öz-eleştiri’ çabası ortaya koymadılar. İstisnalar ve sorunun köküne derinlemesine inme çabaları olmuş olmakla birlikte bunu geliştiren anarşistler genellikle marxist teorik yöntemin kimi unsurlarını çözümlemelerine eklemleyebilenlerdir.

Öz-eleştirideki bu noksanlık, 19. Yüzyıl Avrupa’sında eski feodal toplumların sınıf yapısını çözen proleterleşme sürecine karşı küçük burjuvazi ve özellikle bağımsız zanaatçıların direnişinden doğan anarşizmin özgün sınıf doğasından kaynaklanmakta. Komünizmi eşdeğer ürünlerin takası yoluyla birbiriyle ilişkilenmiş bağımsız üreticilerden müteşekkil bir toplum lehine reddeden Fransız anarşist Pierre-Joseph Proudhon’da bu eğilim an açık ifadesini bulmuştur. Her ne kadar Proudhoncular Birinci Enternasyonal’e katılarak proleter ‘saflara katılmak’ yönünde hareket etmişse bile, 19. Yüzyılın sonunda gelişmiş olan anarko-sendikalizm gibi en proleter anarşist eğilimlerde dahi küçük burjuva dünyasına ait tutarsız, idealist ve tarih dışı politik kavramlar asla tam olarak aşılamadı.

1914’ün gerçek derslerini çıkarmadaki bu başarısızlığın bedelı İspanya’da 1936-37 olayları karşısında anarşist hareketi sarsan yeni bir kriz ile ödendi. 1914’te anarşist hareketin ihanet etmemiş önemli unsurları (özellikle de CNT) 1936’da bir tarafı burjuva solunun egemen olduğu Cumhuriyetçi rejimin diğer tarafı ise Franko’cu sağ kanadın temsıl ettiği, Alman ve İtalyan faşist devletleri ve yeni gelişen SSCB emperyalizmi arasındaki bir emperyalist savaşın içine sürüklendi. Anti-faşist birlik bayrağı altında CNT, Katalan ve Madrid hükümetleri de dahil olmak üzere kendisini hızla Cumhuriyetçi devletin bütün kademelerine eklemledi. En önemlisi, bu süreçte CNT başlangıçta Franko’nun darbesine karşı özgün bir proleter tepki içeren ve sınıf mücadelesini keskinleştiren (darbeye karşı genel grevler, askerler ile kardeşleşme ve onları silahlarını halka vermeye çağırma, fabrika işgalleri ve işçilerin silahlandırılması gibi yöntemler ile gelişen) hareketi kapitalist Cumhuriyetin askeri savunusmasına yönlendirmekte merkezi bir rol oynadı. 1936’da ki proleter tepkinin gücü karşısında, sadece anarşistler değil Stalinizm dışındaki bir çok marxist akımda şu ya da bu biçimde anti-faşist cepheye sürüklendi; ve bunun içerisinde sadece Trotsky etrafındaki açıkça oportünist grup yoktu; bu marxist kampta İtalyan Sol Fraksiyonunun bir parçası olan sol komünist unsurlarda vardı. Öte yandan anarşizm içerisinde CNTnin ihanetine karşı sınıf tepkisi koyan, Durruti’nin Dostları ya da Camillo Berneri’nin Guerra di Classe’si gibi gruplar elbette bulunmaktaydı. Fakat savaşın doğasına dair esas netlik sadece Marksist soldaki küçük bir azınlık içerisinde, özellikle de Bilan’ı yayınlayan İtalyan Fraksiyonu içerisinde gelişti. Bu grup İspanya’daki savaşın proletaryanın çıkarlarına hizmet ettiği iddiasını reddedip, tersine bu savaşın yaklaşmakta olan emperyalist katliamın bir provası olduğunu savunurken neredeyse tamamen yalnızdı. Bilan’a göre İspanya özellikle de anarşistler için yeni bir 1914 idi.2 Ve Bilan’ın tahmin ettiği gibi 1939’da yeni dünya savaşıyla karşı karşıya kaldıklarında anti-faşizme boğulmuş anarşistlerin (bu sefer) çoğunluğu ya ‘Direnişin’ parçası olarak ya da doğrudan ve resmen müttefik orduları içerisinde Müttefiklerin savaşına teslim oldular. Öyle ki 1944’de Paris’deki ‘Özgürlük’ geçit törenlerinde General Leclerc’in yönetimindeki Özgür Fransız ordusu kıtasında savaşmış olan ve CNT sembolleri taşıyan zırhlı bir tank bile vardı. Fakat bu durumda dahi, 1939-45 arasında enternasyonalist ilkelerine bağlı kalan anarşist grup ve bireyler mevcuttu; fakat daha önce olduğu gibi eksik olan şey yine bu anarşistlerin bağlılıklarını ifade ettikleri hareketin çoğunluğunun tarihsel ihanetini sistematik biçimde inceleme yönünde bir çaba gösterdiklerine delalet eden çok az işaret olmasıdır. Tıpkı 1914 ihanetinin sonrasında olduğu gibi sonuç, enternasyonalistler ve anarko-vatanseverler arasında her hangi bir sınıf çizgisi çekmekteki başarısızlıktı; bir çok durumda bu anarko-vatanperverler savaştan sonra işler tekrar ‘normale’ döndüğünde ‘çevreye’ tekrar eklemlendiler. Sınıf prensiplerine tavizsiz savunusunu geliştirme noktasındaki bu yetersizliğin altında derin bir entellektüel zayıflığın yanında, yanlış karşısında ahlaki/moral duruş zayıflığı da yatıyordu. Öyle ki geniş anarşist camia açısından aile içerisinde kalmak koşuluyla her şey affedilebilirdi.

Bugün savaş sorunu bir kere daha dünya proletaryasının karşısında duruyor. Mevcut durum emperyalist bloklar arasındaki bir dünya savaşı değil ama, Afrika’da ki Orta Doğu ve Ukrayna’da ki savaşların örneklerini verdiği gibi daha genel, daha kaotik bir küresel askeri barbarlığa çöküş. Bu savaşlarda daha büyük emperyalist devletlerin rakiplerine karşı çeşitli yerel veya ulusal fraksiyonları beslediği emperyalist savaşlar ve bütün bu savaşlar kapitalizmin intiharının ifadeleri. Bir kere daha anarşist hareketin bir parçası açıkça bu emperyalist savaşlarda saf tutuyor:

  • Rusya ve Ukrayna’da savaşın iki cephesinde de ‘özgürlükçü’ kanatlar olarak hareket eden anarko-milliyetçi veya ‘etno-anarşist’ gruplar serpiliyor. Buna karşılık Otonom İşçi Birliği gibi, libcom’da materyallerini yayınlayan ve İngiltere’deki Kitap fuarında bu sene bir toplantı yapmış olan, daha ‘saygın’ gruplar mevcut savaşa dair muğlak tavırlar sergiliyorlar; bazı resmi deklarasyonlarında bu grubun hem Ukrayna rejimine hem Rusya yanlısı ayrılıkçılara, hem NATO’ya hem de Rusya Federasyonuna karşı tavır aldığı görülürken, aynı grubun önde gelen üyelerinin Facebook’ta ki kimi açıklamaları bunun tersi bir tavır sunuyor; öyle görünüyor ki bu grubun bazı üyeleri Kiev hükümetini ve onun Rus istilasına karşı savaşını destekliyor hatta NATO müdahalesi yanlısı çağrılar yapıyor.3

  • Rojava ya da Suriye Kürdistan’ında, Kürd Anarşist Forumu ve Türkiyeli DAF (Devrimci Anarşist Faaliyet) sözde ‘Rojava Devrimini’ destekliyor, ona katılıyor ve lehinde küresel propaganda yapıyor. Bu grupların iddiası yerel nüfusun kendisini Suriye hükümetine ve özelliklede İslami Devletin vahşi cihatçılarına karşı bağımsız komünlerde örgütlediği. DAF Türkiye sınırındaki kuşatılmış Kobane kentindeki savaşa PYD lehinde katılmak için hizmetini sunuyor. Gerçekte ise bu ‘komünler’ son yıllarda Stalinizmden Murray Bookchin’in ‘özgürlükçü belediyeciliğine’ doğru bir ‘dönüş’ yapmış olan Kürt milliyetçisi PKK tarafından sıkı bir şekilde kontrol ediliyorlar.4 Ve İD’ye karşı mücadelesinde PKK, şu ya da bu ölçüde ama açıkça ABD yönetimindeki ‘batılı’ koalisyon güçlerinin kara kuvveti gibi hareket ediyor.

  • Batıdaki anarşistlerin kimi unsurlarıda pratikte bir PKK ile dayanışma kampanyası olan ‘Kobane ile dayanışma’ kampanyasının içine çekilmiş durumda. Anaşist şöhret David Graeber Guardian’da yayınlanan ‘Neden dünya Suriye’de ki devrimci Kürtleri görmezden geliyor’5 başlıklı makalesinde PKKnın ‘doğrudan demokrasi’ ve ‘toplumsal devrim’ deneyimini tanımlayıp bunu İspanya 1936’daki anarşist kollektifler ile karşılaştırdıktan sonra ‘uluslararası sola’ aynı trajik yenilginin tekrarlanmaması için bir çağrıda bulundu. Benzer bir yaklaşımı Libcom’da ki Ocelot isimli yazar da gösteriyor; Ocelot’un yaklaşımı ise faşizm sorununda ‘Bordigist’ tavır diye damgaladığı ve hararetle karşı çıktığı enternasyonalist tavrın farkında olduğundan dolayı Greaber’ın antifaşizm ve ‘devrimci Kürtler’ yanlısı tavrının daha kompleks bir versiyonunu sunuyor.6 Fakat belki de en ciddiye alınması gereken kimi yerleşik anarşist örgütlerin tavrı. Örneğin Fransa’da CNT-AIT7Kürt direnişini silahlandır, Rojeva umuttur, anarşistlerin dayanışması’ yazılı bir pankart ile ‘Kobane ike dayanışma’ eylemlerine katılıyor. Aynı pankartın arkasında Fransız Federation Anarchiste’nin bayrakları da görülebiliyor ve Fransız FA’sı ile Birleşik Krallık’daki AF’nin üyesi olduğu ve DAF ile KAF’ı dost örgütler olarak kabul eden Anarşist Federasyonlar Enternasyonal’i (IAF) DAF’ın Rojava’daki durum üzerine çoğu makalesini hiç bir eleştirel yorum eklemeden yayınlıyor.

Elbette anarşizm içerisinde milliyetçiliğe verilen bu desteği reddetmekte son derece tutarlı davranmış unsurlarda var. Anarko-sendikalist Enternasyonal İşçi Birliğinin Rus seksiyonu KRAS’ın Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa karşı bildirisini daha önce yayınladık8 ve forıstaruso takma adıyla yazan bir KRAS üyesinin AWU’nun tavırlarına karşı geliştirdiği oldukça güçlü kimi eleştirilere işaret ettik. Orta Doğu’daki duruma dair Libcom’daki ana tartışmalardan birinde yoldaşlar, özellikle de IWA’nın (Solidarity Federation-Dayanışma Federasyonu, anarko-sendikalist) Birleşik Krallık örgütünün üyesi AES isimli yazar, PKK yanlısı çizgiye karşı güçlü eleştiriler geliştirdi. Libcom’un editörlüğünü yapan kolektif sol komünist persketiften PKK ve Rojava üzerine yazılmış iki yazıyı paylaştı; bunlardan ilk EKA’nın PKK’nın yeni liberter maskesine karşı uyaran yazısı diğeri ise Devrim’in Enternasyonal Komünist Eğilim sitesinde yayınlanan ‘Suriye’de Kan Banyosu: Sınıf Savaşı mı Etnik Savaş mı’9 başlıklı yazısıydı. İlk makaleye Türkiye’de ki DAF’ın üyesi ya da destekçisi gibi görünen kişilerin kızgın iftiralar içeren yorumları oldu.

Bu yazı kaleme alındığı sırada, BK’daki Anarşist Federasyon PKK’nın burjuva sol ve milliyetçi doğasına dair hiç bir illüzyon taşımayan ve Bookchizime ve ‘konfederal demokrasiye’ dönüşün daha önce Esad, Türkiye devleti ve İslama dair benzer salvoları da olan örgütün büyük önderi Öcalan tarafından tepeden dayatıldığını gösteren bir bildiri yayınladı.10 AF aldığı bu tavrın ‘Rojava devrimini’ desteklemeye yönelen çok sayıda anarşist arasında pek popüler olamayacağını kabul ederek cesur davrandı. Ama bu noktada bile aynı ‘uluslararası’ eğilim içerisinde tam bir tutarsızlık görüyoruz. AF bildirisi DAF’ın yada IAF’ın hiçbir eleştirisini içermediği gibi bildirinin sonunda önerilen ‘somut’ eylemler listesinde ‘Rojava’ya DAF ile doğrudan bağlantısı bulunan IFA yoluyla insani yardım sağlanması’ bulunuyor. Bu tutarsızlık Türkiye’deki küçük bir grup tarafından bile örgütlense (askeri ya da insani) her hangi bir desteğin PKK gibi daha büyük örgütlerin elini güçlendireceğini göz ardı etme pahasına, anarşist çevrede çok yoğun hissedilen ‘bir şey yapmalı’ baskısına karşı verilen bir taviz gibi gözüküyor. Ve aslında DAF’ın önerdiği tam da bu, çünkü bu örgüt YPG adlı PKK kontrolündeki ‘Halkı Koruma Birliklerinde’ savaşmak için gönüllüler veriyor. AF aynı zamanda şunu hedeflediğini belirtiyor; ‘biz Rojava bölgesinde işçilerin ve köylülerin her hangi bir bağımsız eylemini destekliyoruz. Her tür milliyetçi ajitasyona karşı Kürt, Arap, Müslüman, Hristiyan ve Yezidi işçi ve köylülerin birliğini savunuyoruz. Bu yöndeki her tür inisiyatif kendisini PKK/PYD’den, Batılı müttefikler ve onların taşeronu olan Özgür Suriye Ordusu gibi örgütlerden, Barzani kontrolündeki Kürdistan Demokratik Partisi ve Türk devletinden kendisini ayrıştırmalıdır.’ Ama bunu PKK yanlısı tavırlar alan DAF’ın kendisini eleştirmeden savunması oldukça zor.

Rojava’da ki duruma karşı en tutarlı tavırların sol komünist gelenekten yazılmış olması oldukça önemli. Anarşistlerin daha genel tavırlarını betimleyen ise onların tam bir tutarsızlık içinde olması. IWA’nın, CNT-AIT’in, ya da Solidarity Federation’ın internet sitelerine bakıldığında bunların –tıpkı Lenin’in yüz yıl önce eleştirdiği Ekonomist akım gibi- sürekli olarak kendilerinin de müdahil olduğu anlık ve yerel işçi mücadelelerine odaklandığı görülüyor.11 Dünya genelindeki büyük ekonomik, politik ve toplumsal olaylara ise nadiren değiniliyor ve bu akım içerisinde enternasyonalizmden milliyetçiliğe kadar çok temelden ayrılıklar açıkça mevcut olsa da enternasyonalizm ve emperyalist savaş gibi can alıcı sorunlara dair hiçbir tartışma işareti yok. IAF’ta da görülebilen, bu tartışma yoksunluğu, farklılıklarla yüzleşmekten böylesine kaçınmak, anarşist hareketin saflarında ilkelere ihanetin çok daha büyük bir tepki doğurduğu 1914 ve 1936’de hareketi vurmuş olan krizlere kıyasla çok daha tehlikeli. Anarşizm hala hem burjuva hem de proleter tavırları kolayca içine alabilen bir aile olmayı sürdürüyor ve bu anlamda hala toplumun iki esas sınıfı arasında sıkışmış toplumsal katmanların belirsizlik ve gidiş gelişlerini yansıtıyor. Bu atmosfer en net ve sıkı enternasyonalist bireyler ve grupların bile burjuvaziyle anarşist iş birliğin bu en son örneğinin köklerine inmesine engelleyen, netleşme önünde gerçek bir engel oluşturuyor. Bu tarz birey ve gruplar açısından tavırlarını sonuçlarına taşımak anarşist çevrenin geçmiş krizlerinin, özelliklede (Enternasyonal Bakışın son sayısında12 da iddia ettiğimiz gibi) anarşizmin ölümcül tutarsızlıklarının en net ortaya çıktığı 1936 krizinin derin bir yeniden incelenmesini gerektiriyor. Son tahlilde bu anarşizmin kendisinin temel bir eleştirisini ve marxist yöntemin gerçek anlamda sindirilmesini gerektiriyor.

Amos 3.12.2014


1 CGT üzerine yazımıza şuradan erişebilirsiniz: https://en.internationalism.org/ir/120_cgt.html. Anarko-sendikalizm üzerine yazı dizisimiz için: https://en.internationalism.org/series/271

2 Özellikle bakınız: https://en.internationalism.org/ir/2008/132/spain_1934; https://en.internationalism.org/ir/133/spain_cnt_1936; https://en.internationalism.org/internationalreview/201409/10367/war-spa.... İspanya ve başka yerlerdeki muhalif anarşistlere dair son yazıyı takip eden yeni bir makale yakında yayınlanacaktır.

3 Bakınız, Rus anarko-sendikalist grubu, IWA’nın seksiyonu KRAS’ın bir üyesi olan forıstaruso tarafından libcomda başlatılan tartışmalar için: https://libcom.org/news/about-declaration-awu-confrontation-ukraine-2306... https://libcom.org/news/when-patriotic-anarchists-tell-verity-02072014; https://libcom.org/forums/news/ukrainian-crisis-left-necessary-clarifica...

5 https://www.theguardian.com/commentisfree/2014/oct/08/why-world-ignoring.... EKE’nin tepkisi için: https://www.leftcom.org/en/articles/2014-10-30/in-rojava-people%E2%80%99.... Bu metin Graeber’in solcu ideolojisine karşı açıkça enternasyonalist bir tavır savunmasına ragmen anarşizme karşı bir taviz veriyor: 1936’da İspanya’da bir ‘toplumsal devrim’ olduğu fikrini Kabul ediyor. ‘İkinci İspanyol Cumhuriyetine karşı girişilen 18 Temmuz 1936 askeri darbesi yılların sınıf mücadelesinin ardından geldi. Sosyalist ve liberallerin Halk Cephesi hükümeti nasıl cevap vereceklerini bilemedi ama işçiler bildi. Liberal bakanlar işçileri silahlandırmayı reddetiğinde işçiler rejimin kışlalarına saldırıp kendilerini silahlandırdılar. Bu İspanya’nın bir çok yerinde neredeyse tamamen Graeber’in tanımladığı gibi gerçekleşen bir toplumsal devrimi serbest bıraktı. Ne var ki bu burjuva İspanyol Cumhurıyetinin politik iktidarına dokunmadı. Devlet yok edilmedi.’

Son cümle doğru fakat bir ‘toplumsal devrim’ olduğu fikri zamanında (hem EKA’nın hem de EKE’nin öncülü olarak gördükleri Bilan’ı yayınlayan) Komünist Solun İtalyan Fraksiyonu tarafından paylaşılmamıştı. Aksine bu tavır POUM milisleri arasında ‘İspanyol devrimini savunmak için’ savaşmaya giden Fraksiyon’un bir azınlığının tavrına daha yakın görünüyor. Bilan elbette Temmuz 1936 ve Mayıs 1937’yi işçi isyanları olarak gördü, fakat İspanya’daki eylemleri tanımlarken, bunlar tam da burjuva devleti yok edilmediği ve işçiler iktidarı almadığı gibi bir ikili iktidar durumu bile kurmadığı için, toplumsal devrim terimini kullanmadı. Sonuçta işçi ve köylülerin geliştirdiği (tarla ve fabrikaların kolektifleştirilmesi gibi) ‘toplumsal tedbirler’ hızla emperyalist çatışmaya hizmet eden yeni bir tür savaş ekonomisine entegre oldular. Bu süreçte anarko-sendikalist CNT ilk proleter tepkiyi anti-faşist bir cepheye ve ‘işçi kontrolü altındaki’ bir savaş ekonomisinin idaresine yönlendirmenin temel bir aracı olarak çalıştı. 1937’de Amerikan grubu RWL içinden Eiffel tarafından sunulan ‘İspanya üzerine Çözümleme’ Bilan ile aynı hareket noktasına sahiptir.

Bu sorun önemli çünkü, Orta Doğu’da ki mevcut savaş üzerine anarşist hareket içerisinde net tavır almış bir çok enternasyonalist olmasına rağmen, sol komünistlerin bu yoldaşları anarşizmin neden emperyalist savaş sınavında, özellikle de 1936’da bu kadar çok çaktığını açıklayan derinlemesine bir analizini geliştirmek için cesaretlendirmesi gerekiyor. 1936’da bir ‘İspanya devrimi’ olduğu fikri anarşistler için neredeyse kutsal bir ikon, fakat anarşist hareketin önemli bir kısmının neden bu tarihte sınıf çizgisini geçme nedenlerinin köklerine inmeye karar verene kadar bu yoldaşlar ne bugün ne de gelecekte enternasyonalist tavırları tutarlı olarak savunamayacaklar.

7 AIT (Association International des Travailleurs) Enternasyonal İşçi Birliğinin Fransız seksiyonudur.

11Bu makalede görülen CNT-AIT bayrağı fotoğrafı bu tarz makalelerin bir çoğundaki tarzın tipik bir örneği: mümkünse EİB kortejini mücadelede oynadığı büyük rolü gösterirken verilen pozlar. Bu yaklaşım EİB’nin sınıfı devrimci sendikalara örgütleme nosyonu ile oldukça tutarlı elbette.

 

Tags: 

Rubric: 

Anarşizm

Paris’te Katliam: Terörizm burjuva toplumunun kokuşmuşluğunun bir ifadesi

Paris’te 7 ve 9 Ocak’ta ki saldırılarda öldürülen yirmi kişi arasındaki Cabu, Charb, Tignous, Wolinski dörtlüsü sembol isimlerdi. Bu isimler aynı zamanda bu saldırıların öncelikli hedefleriydi. Neden mi? Çünkü onlar aptallığa karşı zekanın, fanatikliğe karşı aklın, teslimiyete karşı isyanın, korkaklığa karşı cesaretin1, nefrete karşı sempatinin yanındaydılar, ve bağnaz dik kafalılık ile konformizme karşı mizah ve kahkaha gibi temel insani nitelikleri savunuyorlardı. Onların bazısı tamamen burjuvaziye ait kimi politik tavırlarını reddedebilir veya karşı çıkabiliriz.2 Fakat bu saldırıya maruz kalan şey onların en iyi yanlarıydı. Sadece karikatürist olduğu için ya da bir kosher marketinde sadece Yahudi oldukları için insanların bu şekilde barbarca öldürülmesi Fransa’nın da ötesinde bütün dünyada gayet anlaşılabilir bir duygusal tepkiyi tetikledi. Milyonlarca insanı sarıp onları 7 Ocak’ta kendiliğinden bir şekilde sokaklara döken derin üzüntü ve öfkenin bugün burjuva demokrasisinin tescilli temsilcileri tarafından kullanılmaya çalışılması, bu duyguların rezil barbarlık eylemlerine karşı temelde sağlıklı bir tepkiyi ifade ettiği gerçeğini değiştirmiyor.

Kapitalist Çürümenin Katıksız bir Ürünü

Terörizm yeni bir olgu değil.3 Yeni olan şey 80’lerin ortasından beri gelişerek tarihte benzeri görülmemiş bir küresel olgu haline gelen terörizmi yeni formu. 1985-86’da Paris’te gerçekleştirilen ve açıkça küçük izole gruplar tarafından yapılmayıp devletin imzasını taşıyan ayrım gözetmeyen saldırılar dizisi şimdiye kadar görülmemiş düzeylere ulaşan ve artan sayıda kurbanı hedef alan yeni bir terörizm çağını açmıştı.

İslamcı fanatiklerin terör saldırıları da bu açıdan yeni değil. Yeni yüzyılın tarihi buna sıkça şahittir ve 2015 Ocak Paris saldırıları önceki saldırıların yanında küçük ölçekli kalır.

11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan kamikaze saldırıları bu yeni dönemi başlatan ilk saldırılardı. Bize göre ABD gizli servisinin bu saldırıların yapılmasına göz yumduğu hatta belki de bunları mümkün kıldığı açıktır. Çünkü, tıpkı Aralık 1941’de Roosevelt tarafından beklenen ve istenen Japonya’nın Pearl Harbor’a yönelik saldırılarının ABD’nin İkinci Dünya Savaşına girmesi için bir bahane olarak sunulması gibi, böylelikle Amerikan emperyal gücü Afganistan ve Irak’a yönelik savaşları başlatıp meşrulaştırabilmişti.4 Fakat şu da açık ki 11 Eylül saldırılarında uçaklarını kontrolünü ele geçirip onları kulelere yönlendirenler katliamcı feda eylemleriyle cennete giriş hakkını kazanabileceğini düşünen tamamen sanrılı fanatiklerdi.

New York’taki saldırıdan hemen hemen üç yıl sonra, 11 Mart 2004’te Madrid bir başka vahşi katliamın sahnesi oldu; ‘islamcı’ bombalar Atocha istasyonunda 200 ölüme ve 1500’den fazla yaralanmaya sebep oldular. Parçalanan insan bedenleri o denli birbirinin içine geçti ki kimlik tespiti ancak DNA testi yoluyla yapılabildi. Ertesi yıl 7 Temmuz 2005’te bu sefer Londra 56 kişiyi öldüren ve 700 kişiyi yaralayan toplum ulaşım dahil dört ayrı noktadaki patlamayla sarsıldı. 2000’lerde Rusya’da 39 kişiyi öldürüp 102 kişiyi yaralayan 29 Mart 2010 saldırısı dahil olmak üzere bir çok İslamcı saldırıyla sarsıldı. Elbette çeper ülkeler, özellikle de 2003’teki Amerikan işgalinden bu yana Irak, bu saldırılardan muaf kalamadı. En yakında geçtiğimiz Aralık ayında Pakistan Peshawar’daki bir okula yapılan saldırıda 132’si çocuk olmak üzere 141 insan can verdi.5

Çocukların özellikle hedef alındığı bu saldırı ‘Cihatçıların’ gittikçe azgınlaşan barbarlıklarını bütün korkunçluğuyla gösteriyor. Fakat 7 Ocak Paris saldırıları her ne kadar Pakistan’da gerçekleşen saldırıdan daha az ölümcül ve korkunç olsa da, bu yükselen barbarlığın yeni bir boyutunu ortaya koyuyor.

Diğer bütün örneklerde, çocuklar da dahil olmak üzere sivillerin katlinde tamamen aşağılık olmasına rağmen yine de bir ‘mantık’ vardı. Bu örneklerde hedef devletlere ve onların silahlı kuvvetlerine baskı uygulamaya çalışmak ve intikam almaktı. 2004 Madrid katliamı İspanya’yı ABD ile birlikte Irak’ın işgalindeki rolünden dolayı cezalandırmaktı. Aynısı 2005 Londra bombalamaları için de geçerli. Peshawar saldırısı Pakistan ordusunun kadrolarını çocuklarını katlederek baskı altına almaktı. Fakat 7 Ocak Paris saldırılarında en ufak bir ‘askeri hedef’ bile yok. Charlie Hebdo çizerleri ve onların arkadaşları sadece bu gazete Muhammed’in karikatürlerini yayınladığı için, ‘Peygamberin intikamını almak’ adına öldürüldüler. Ve bu olay savaşın mahvettiği ya da dinsel obskürantizmin hüküm sürdüğü bir ülkede değil, ‘demokratik, seküler ve cumhuriyetçi’ Fransa’da gerçekleşti.

Nefret ve nihilizm özellikle olabildiğince çok insanı öldürmek için kendilerini feda eden teröristlerin eylemlerinde her zaman kilit rol oynar. Fakat insanları öldürdükleri masumlara karşı hiç bir şey hissetmeye soğuk ölüm makinelerine döndüren bu nefretin asıl hedefi diğer bir ‘ölüm makinesi’ yani devlettir genelde. Ama Paris saldırısında bu bile yok; bu saldırıda obskürantist nefret ve fanatikçe intikam açlığı en yalın biçimlerinde görülüyorlar. Hedefte başka türlü düşünenler, ve özellikle de düşünenler yatıyor, çünkü eylemi gerçekleştiren düşünme yeteneğinin kendisinden yani insana has bu niteliği kullanmaktan vaz geçmiş durumda.

7 Ocak cinayetlerinin böylesi bir etki yaratmış olmasının nedeni de bu. Bir şekilde nasılsa ‘uygar’ bir ülkede eğitilmiş insanların Yahudileri katledip kitapları yakan fanatik Nazilerle benzer böylesi barbarca ve mantıksız bir hedefe yöneldikleri sorusuyla karşı karşıyayız.

En kötüsü bu da değil. En kötüsü Kouachi kardeşleri, Amedy Coulıbaly’nin ve onlara yardım edenlerin sadece buz dağının görünen yüzü olmaları. Yüzeyin altında ise karikatüristlerin öldürülmesini ‘normal’ karşılayan ve ‘peygambere hakaret ettiği için Charlie Hebdo’cuların bunu hakettiğini’ düşünen gençlerden müteşekkil, özellikle de yoksul mahallelerde gelişen koca bir hareket var.

Bu durum ‘uygar’ toplumların çöküşünün, barbarlığın derinleşmesinin bir başka ifadesi. Sadece göçmenlik çilesini çekmişlerden oluşmayan, gençliğin bir kesiminin bu nefrete ve dinsel obskürantizme kayışı hem kapitalist toplumun yozlaşmasının emaresi hem de mevcut krizin ne derece derin olduğunun can alıcı bir göstergesi.

Bugün art arda gelen başarısızlıklarla, kültürel ve toplumsal sefaletle aşağılanan, kaotik gündelik hayatlar içerisinde yaşayan geleceksiz bir çok genç vicdansız ve ilkesiz insan tacirleri tarafından ‘cihat’ uğruna potansiyel fedailere dönüştüren ağlara kolayca eklemlenebiliyorlar. Ekonomik olduğu kadar toplumsal, ahlaki ve kültürel bir kriz içerisinde olan kapitalizmin mevcut durumuna dair bir perspektiften yoksun, ayakları üstünde çürüyen ve her köşesinden yıkım fışkıran bir toplum ile karşı karşıya olan bu gençlerin bir çoğu için hayat anlamsız ve değersiz görünüyor. Bu gençlerin umutsuzluğu ve çaresizliği sıklıkla intihara teşvik eden bir nihilizmden beslenerek her tür akıl dışı ve aşırı davranışa yönlendiren dinsel tonlu kör ve bağnaz bir fanatizm biçimini alabiliyor. Dünyanın diğer yerlerinde (örneğin 1990’ların başından beri Uganda, Kongo ve Çad’da) binlerce çocuğu askere çeviren çöküş içindeki kapitalist toplum kabusu, şimdi de Avrupa’nın kalbinde tamamen hissizleşmiş ve en kötü şeyi hiç bir ödül beklemeksizin yapabilecek genç psikopatlar, profesyonel soğuk kanlı katiller doğuruyor. Kısacası bu kokuşmuş kapitalist toplum kendi marazlı ve barbarca seyrine bırakıldığında bütün insanlığı kanlı bir kaosa, ölümcül bir delilik ve ölüme doğru itebiliyor ancak. Böylece bu teröristleri ise kendi imgesinde şekillendiriyor. Eğer böylesi ‘canavarlar’ varsa bunun nedeni kapitalist toplumun ‘canavarlaşması’. Ve eğer bu obskürantist ve nihilist akımdan etkilenen gençler doğrudan ‘cihada’ katılmasa bile katılanları ‘kahraman’ ya da ‘adaletin’ sağlayıcısı olarak görüyorlarsa bu durum ancak toplumu işgal eden umutsuzluğun ve barbarlığın ağırlaşan yükünün bir kanıtı olabilir.

Kokuşmus ‘Demokratik’ Tepki

Fakat kapitalist dünyanın barbarlığını gösteren sadece bu terörist eylemler ve gençlik arasında bu eylemlere gösterilen sempati değil. Bunu aynı zamanda burjuvazinin gerçekleşen dramlara verdiği kepaze tepkide de görüyoruz.

Bu yazı yazıldığı esnada, önde gelen ‘demokratik’ liderlerin öncülüğünde kapitalist dünya en sefil hareketlerinden birini gerçekleştirmek üzereydi. 11 Ocak Pazar günü Paris’te Başkan Holland başta olmak üzere ülkenin önde bütün politik liderleri Angela Merklel, David Cameron, İspanyol, İtalyan ve bir çok başka Avrupalı devlet liderleri yanında Ürdün kralı, Filistin Otoritesi Başkan Mahmud Abbas ve İsrail başbakanı Benjamin Netenyahu’nun katıldığı büyük bir eylem düzenlendi.6

7 Ocak akşamında yüz binlerce insan kendiliğinden bir şekilde sokaklara dökülürken, Francois Hollande başta olmak üzere politikacılar ve Fransız medyası da ‘tehdit altında olan basın özgürlüğü ve demokrasidir’, ‘cumhuriyetimizin değerlerini korumak için harekete geçmeli ve birleşmeliyiz’ sloganları etrafında kendi kampanyalarını başlattılar. 7 Ocak’ı izleyen eylemlerde ‘tarlalarımızı kirli kanla sulayalım’ gibi sözleri içeren Fransız milli marşı ‘Marseillaise’i gittikçe daha çok duyar olduk. Egemen sınıfın kafamıza kakmaya çalıştıkları sloganlar aslında yirminci yüzyılda milyonlarca işçinin savaşa sürülmesi ve katledilmesini meşrulaştıran ‘Milli birlik’, ‘demokrasi savunması’ gibi sloganlar. Hollande ilk konuşmasında orduyu Afrika’ya ve özellikle de Mali’ye göndererek Fransa’nın (tıpkı Bush’un 2003’te Irak müdahalesini açıklamaya çalıştığı gibi) terörizme karşı savaşa çoktan başladığını da söyledi. Sanki Fransız burjuvazisinin emperyalist çıkarlarının bu müdahalelerde hiç payı yokmuş gibi!

Zavallı Cabu, Charb, Tiqnous, Wolinski! Onları önce fanatik İslamcılar öldürdü. Ardından burjuva ‘demokrasinin’ temsilcileri, insan toplumunu yağmalayan barbarlıktan sorumlu çürüyen bir dünya sisteminin, kapitalizmin bütün bir devlet ve hükümet başkanları tarafından bir kere daha öldürüldüler. Ve politik liderler iş sistemin ve onun egemen sınıfının, burjuvazinin çıkarlarını savunmaya geldiğinde terör, suikast ve misillemeye başvurmaktan asla geri durmadılar.

Ocak 2015 Paris cinayetlerinin ortaya koyduğu barbarlığa bu barbarlığı üreten ekonomik sistemin savunucuları ve koruyucularının eylemleri kesinlikle son veremez. Buna ancak dünya proletaryasının, yani toplumsal refahın esas üreticisinin bu sistemi yıkması ve yerine kar, rekabet ve insanın insan tarafından sömürülmesine dayanmayan gerçekten evrensel bir insan toplumunu kurması son verebilir. Bu yeni, komünist toplumda, ‘her bireyin özgür gelişimi diğerlerinin özgür gelişiminin bir koşulu’7 olacaktır.

Révolution Internationale (11.1.2014), EKA Fransa Seksiyonu.


1 Bu yazarlar yıllardı ölüm tehditleri alıyorlardı.

2 Wolinski’nin kendisi yıllarca Komünist Parti’nin gazetesi L’Humanite için çalışmadı mı? ‘Mayıs 1968’i şimdi olduğumuz şeye dönüşmemek için yapmıştık’ diye yazmadı mı?

3 Ondokuzuncu yüzyılda Rus popülistler ve bazı İspanyol ve Fransız anarşistleri gibi devlete isyan eden küçük azınlıklar terorist eylemlere kalkıştılar. Bu kısır şiddet eylemleri her zaman burjuvazi tarafından işçilere yönelik baskıyı meşrulaştırmak ve yasallaştırmak için kullanıldı.

5 Paris saldırılarından sadece bir kaç gün once İslamcı Boko Haram grubu Nijerya’da şimdiye kadar giriştiği en kanlı saldırılardan birini gerçekleştirerek Baga kentinde ayrım gözetmeksizin 2000 kişiyi katletti. Elbette bu olay basına neredeyse hiç yansımadı.

6 ‘Ulusal Birlik’ çağrısında bütün medya, sendikalar ve politik partiler (faşist National Front hariç) birleştiler. Spor gazetesi L’Equıpe bile eyleme katılma çağrısı yaptı!

7 Marx, Komünist Manifesto, 1848.

 

Tags: 

Rubric: 

Paris’te Katliam