8. Seçim ve Parlamento Aldatmacası

Parlamento kapitalizmin yükseliş döneminde burjuva örgütlenmesinin en uygun biçimiydi. Özel bir burjuva kurumu olması nedeniyle işçi sınıfı faaliyetlerinin yürütüldüğü temel bir alan değildi. Proleteryanın parlamenter etkinliklerde bulunması ve seçim kampanyalarında yer alması, geçen yüzyılın devrimcilerinin de sürekli uyardıkları gibi pek çok tehlikeyi içinde barındırıyordu. Fakat, devrimin gündemde olmadığı ve proleteryanın sistem dahilinde reformlar için savaşabileceği bir zamanda parlamentoya katılmak, sınıfın, reformlar elde etmek amacıyla sistemi zorlayabilmesini, seçim kampanyalarını propaganda ve ajitasyon için kullanabilmesini ve parlamentoyu burjuva siyasetinin alçaklığını sergileme de bir kürsü olarak kullanmasını sağladı. Bu yüzden on dokuzuncu yüzyılda genel oy hakkı için verilen mücadele pek çok ülkede proleteryanın etrafında örgütlendiği en önemli konulardan biriydi.

Kapitalist sistemin çöküş dönemine girmesiyle parlamento reformların bir aracı olmaktan çıktı. Komünist Enternasyonal'in İkinci Kongresi'nde söylendiği gibi: "Siyasi hayatın ağırlık merkezi sonunda parlamentonun sınırlarının tamamen ötesine çıktı". Parlamentonun oynayabileceği tek rol, onu hayatta tutan tek şeydi: Bir aldatmaca aracı olarak sahiplendiği rol. Böylece proleteryanın parlamentoyu kullanma ihtimali yok oldu. Sınıf, gerçek siyasi işlevini yitirmiş bir kurumu kullanarak imkansız reformlar elde edemez. Proleterya, temel görevi burjuva devletini, parlamentoyu ve meclisi yok etmek olduğu bir zamanda, genel oy hakkı ve burjuva toplumunun diğer izleri üzerine kendi diktatörlüğünü kurmak yerine parlamenter kurumlara ve seçimlere katılıyorsa, ölüm döşeğindeki parlamento ve meclise canlı bir görünüş armağan ediyor demektir.

Seçimlere katılmanın ve parlamentolarda yer almanın geçen yüzyılda sahip olduğu avantaj artık mevcut değildir. Aksine, seçimlere katılım, özellikle parlamentoda çoğunluğun sözde "işçi partilerine" geçmesiyle, sosyalizme "barışçıl" veya "aşamalı" geçişin mümkün olduğuna dair yanılsamaları hayatta tutmak gibi tehlikelerle doludur. 

"Devrimci" delegeler aracılığıyla "parlamentoları içerden yıkma" stratejisi de, bu faaliyetleri yürüten örgütlerin tamamen yozlaşarak kapitalizmin parçalarına dönüşmesinden başka bir sonuç getirmemiştir.

Son olarak, parlamenter etkinliklerin kitlelerin alanı olmaktan çok siyasi partilerin oyun alanı olduğunu söyleyebiliriz. Seçimlerin ve parlamentoların ajitasyon ve propoganda araçları olarak kullanımı genellikle burjuva toplumunun siyasi dayanaklarını korumakta ve işçi sınıfını pasifizme itmektedir. Bu dezavantaj, devrimin kısa zamanda mümkün olmadığı dönemde kabul edilebilir sayılsa bile, tarihsel gündemdeki tek görevin, eski sosyal düzenin yıkılması ve sınıfın tamamının etkin ve bilinçli katılımıyla gerçekleşecek olan komünist toplumun yaratılması olduğu bir dönemde proleteryanın önünde büyük bir engel olarak durmaktadır. 

"Devrimci parlementarizm" taktikleri başlangıçta yalnızca proleterya ve örgütlerinin sırtına binmiş bir ağırlığı ifade ediyordu; ancak çok geçmeden bunların aynı zamanda feci sonuçları olan burjuva taktikleri oldukları da anlaşılmıştır.