Resmi kölelik

TEŞVİK VE İSTİHDAM PAKETİ

Başbakan Erdoğan, 4 Haziran'da açıkladığı Teşvik ve İstihdam paketinin kriz ortamını fırsata çevirmek ve rekabet gücünü artırmak amacıyla yürürlüğe koyulduğunu bu sistemden faydalanacak yatırımların en kısa sürede hayata geçirilmesinin hedeflendiğini belirtti.

Teşvik paketinin ana hatlarına baktığımızda, bu paketle Türkiye'nin gelişmişlik düzeyine göre 4 bölgeye ayrıldığını, kara taşıtı, tekstil, konfeksiyon, deri sektörü, madencilik, tıbbi aletler, ilaç, elektronik hava aracı, makine imalatı, demiryolu, liman, transit boru hattı taşımacılığı ve kimya sektörleri olmak üzere 12 sektördeki büyük yatırımların desteklendiğini görüyoruz. Büyük yatırımlar kurum ve gelir vergisi indiriminde farklı uygulamalara tabi olacak. Yatırım yapılan bölgeye göre değişmek üzere yatırımcılar 2 yıldan 7 yıla kadar işveren primini ödemeyecek. Yine yatırım yapılan bölgeye göre, yatırımcıların kullandıkları TL kredi faizinin 3 ila 5 puanı, döviz kredi faizinin 1 ila 2 puanı Hazine tarafından karşılanacak. 2010 yılı sonuna kadar birinci ve ikinci bölgeden üçüncü ve dördüncü bölgeye taşınacak firmaların en az 50 istihdam sağlamak koşuluyla 5 yıl süreyle SSK işveren primi Hazine tarafından karşılanacak, bu firmalara kurumlar vergisi yüzde 20 yerine yüzde 5 olarak uygulanacak ve nakliye masrafları da devlet tarafından karşılanacak. Paket aynı zamanda gelir ve kurumlar vergisi indirimi, yatırım yeri tahsisi, KDV istisnası, faiz desteği ve gümrük vergisi muafiyetini de kapsıyor.

İstihdam paketi ile ise yaklaşık 500 bin kişiye mesleki uygulamalı ve girişimcilik eğitimi veya doğrudan istihdam imkânı oluşturulacağı iddia ediliyor. İstihdam paketine baktığımızda işsizlere toplum yararına yapılacak işler yoluyla 6 aya kadar iş imkânı sunulduğunu, böylece okul ve sağlık kuruluşlarının bakım ve onarımı, çevre düzenlemesi ve erozyon kontrolü gibi toplum yararına işlerde çalışmak üzere 120.000 işsizin istihdamının planlandığını görüyoruz. İstihdam piyasasının önemli bir eksiği olarak görülen vasıflı işgücünün geliştirilmesi için mesleki beceriler kazandıran kurslar aracılığıyla 200.000 işsizin mesleki beceriler kazanıp istihdam edilmesi planlanıyor. 10.000 işsize ise girişimcilik eğitimi verilerek ve eğitim danışmanlığı sağlanarak, işsiz vatandaşların kendi işlerini kurmalarına destek olunacağı ifade ediliyor.

Lise ve lise üstü eğitim almış 100.000 işsiz gencin ise stajyer olarak işe alınması sağlanarak deneyim kazanması ve iş bulmalarının önünün açılması hedefleniyor. Bu kapsamda özel sektörde staj yapacak gençlere 6 ay boyunca destek sağlanacağı ve başvurdukları takdirde yararlanma sürelerinin 6 aya kadar uzatılacağı taahhüt ediliyor. Geçici iş kurma yetkisi verilecek Özel İstihdam Büroları ise burada aracı kurum rolü oynuyor. Geçici işçiler sosyal güvenlik ve ücret haklarını, Özel İstihdam Bürolarından karşılayacaklar. İşverenler ise bu bürolardan sağlanacak işçilerin hizmetinden geçici olarak sözleşme karşılığında yararlanabilecek. Erdoğan'ın istihdam paketinden beklentisini "işsizlerimizin bir an önce işe dönmeleri ve işgücü piyasasına yeni katılanların işe kavuşma imkânlarını arttırması" şeklinde ifade ediyor. Kamu kaynaklarının işsizler için en verimli şekilde harcanmasının sağlanacağı belirtiliyor. Bu paketlerin ne anlama geldiğine bakmakta fayda var. İçinde bulunduğumuz kriz, devleti bir takım önlemler almaya itti ve bu pakette bu önlemlerin bir parçası. Bu politikaları anlamaya çalışırken devletin işlevi ve sınıf üzerindeki etkisi olmak üzere iki kanalda inceleme yapabiliriz.

Açık ki, büyük oranlarda işsizlik ve yaşam standartlarımızdaki düşüşle kendini açıkça ortaya koyan bir yoksullaşma içindeyiz. Bu koşulların varlığı, işçi sınıfını koşulların kendisini, nedenlerini ve mevcut düzeni sorgulamaya itebilir. Bu da devlet için arzu edilebilir bir durum değil. Sorgulama devletin ve sistemin meşruiyetini sarsacak ciddi bir tehlike oluşturabilir ve sınıf mücadelesinin gelişmesine temel hazırlayabilir. Meşruiyetin sarsılmasından ve sınıf mücadelesinin ortaya çıkmasından duyulan bir korku, devleti bir takım önlemler almaya itiyor. Sınıfa bir takım vaatlerde bulunarak onu sistemin sınırları içinde tutmaya ve politik istikrarın sarsılmasını engellemeye çalışıyor. Bu paketle ortaya çıkan istihdam yaratma, işsizlere sahip çıkma retoriğinin böyle bir ideolojik boyutu da var. Tüm bu istihdam retoriğinin yanı sıra devletin önemli bir aktör olarak ekonominin içinde yer aldığını görüyoruz. Teşvik paketi ile vergi indirimi, yatırım yeri tahsisi, kredi ve faiz indirimi, prim indirimi gibi politikalarla sermayeye doğrudan kaynak aktarmayı planladığını, İstihdam paketinde ise maddi destek gibi kavramlar arkasında sermayedarın işçi maliyetinin bir kısmının devlet tarafından üstlenildiğini geçici ve güvencesiz işçi çalıştırmanın devlet tarafından düzenlendiğini görüyoruz. Güvencesiz çalışma koşullarının hayata geçirilmesinde de Özel İstihdam Büroları kilit rol oynuyor. Bu büroların iş sözleşmesi yapacağı işçiyi başka bir işverene 18 ay süreyle "geçici işçi" olarak kiralaması düzenleniyor. Bu durumda işçi iş sözleşmesi değil, kiralanma sözleşmesi yapmış oluyor. İşçi kiralandığında ise sözleşme Özel İstihdam Büroları ile kiralayan işveren arasında yapılıyor ve işverenin işçiye karşı hiçbir sorumluluğu olmuyor. Burada işçinin çalışma koşullarına dair direniş yollarının açıkça kapatılmaya çalışıldığını ve güvencesiz, geçici iş koşullarının yaygınlaştırılmasının amaçlandığını görüyoruz. Geçici işçilikle ilgili önceden var olan sınırlandırmalar ortadan kaldırılıp ve geçici işçi çalıştırılması 18 aya kadar uzatılması planlanırken bu yolla da düşük ücretli, güvencesiz, esnek işgücü yaratılması hedefleniyor. Sermayedarın işçi ücretleri maliyetini de düşürmeyi amaçladığını görebiliyoruz. Diğer yandan kaynak aktarımının yeni yatırım ve yeni istihdam yaratılmasına yönelik olduğu söylense de iç ve dış talebin bu kadar daraldığı, kapasite kullanım oranlarının düştüğü koşullarda bunun gerçekleşmeyeceği aşikâr. Tüm bu önlemlerin ardından mevcut yatırımların yerleri değişecek ve hâlihazırda çalışmakta olan işçilerin devlet tarafından maddi destek verilen ya da Özel İstihdam Bürolarından kiralanacak düşük maliyetli geçici işçilerle değiştirilecek. Meselenin yeni yatırımlar yapılması değil daha ziyade kaynak aktarımı ve işçi ücretlerinin düşürülmesi yoluyla sermayenin maliyetinin düşürülmesi ve kar oranlarının arttırılması olduğu görülüyor. Burjuvazinin bu paketler karşısındaki tutumu önlemlerin karakterini anlamakta çok yardımcı olabilir. Örneğin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonun (TİSK) 3 Kasım 2008 tarihli "Küresel Krize Karşı Alınması Gereken Tedbirler" başlıklı raporunda da "İş Kanunu'nda değişiklik yapılarak özellikle yeni istihdam imkânı sağlayacak ‘özel istihdam büroları aracılığıyla dönemsel çalışma' yasalaştırılmalı" şeklindeki talebinin harfiyen uygulanmaya çalışıldığını görüyoruz. İstanbul Ticaret Odası (İTO) ise 4 yıl boyumca hükümete sundukları talepleri büyük oranda içeren bir paket olduğunu, bu tedbirlerin krizi fırsata dönüştürebilecek güçte olduğunu ifade etti ve Türkiye İhracat Meclisi Başkanı Büyükekşi devlet ve özel sektör arsında yaşanan bu işbirliğinin ilerisi için büyük umut verdiğini belirtti.
Devletin sermaye emek ilişkisinin içinde, o ilişkiyi düzenleyen ve onu yeniden üreten bir unsur olarak var olduğunu görüyoruz. Fakat uzmanlar tarafından iddia edildiğinin aksine devletin toplumun hayatının tümüne müdahale eden bir güç olarak varlığı yani devlet kapitalizmi uygulaması geçmişte var olan ve bugün tekrar ortaya çıkmış yeni bir durum değil. Buradaki karışıklığın temel sebebi uzmanlarla bizim bu kavramı kullanışı arasındaki farktan kaynaklıyor. Sistemin uzmanları, devlet kapitalizmi politikalarını, açık ekonomik kriz ya da savaş dönemlerinde devletin ekonomiye doğrudan müdahale ettiği ekonomik politikalarla özdeşleştiriyor. 70'lerden başlayıp bugüne gelen serbest piyasa ekonomisinin ve piyasanın gizli elinin egemenliğinin yerini bugün 45-70 arasında olduğu gibi devlet kapitalizminin aldığını öne sürüyorlar.

Ancak devlet kapitalizmi hükümetin uygulayıp uygulamamayı seçebileceği bir ekonomi politikası değildir. Aksine çöküş döneminde, kapitalizmin içsel çelişkilerinin sermaye birikiminin önünde engel olmaya başladığı koşullarda, düzenleyici bir güç olarak devletin müdahalesine gereksinim duyan sistemin aldığı tarihsel yeni biçimdir. Bu dönemde ekonomik krizlerin parçalayıcı etkisine karşı durabilecek ve emperyalist devletler alanında ulusal çıkarları savunabilecek tek güç devletti. I. Dünya savaşında savaş içindeki ülkelerin üretim süreçlerini kontrol altına alıp, toplumun tüm gücünü savaşa kanalize etmesi ile devlet ilk defa böyle bir aktör olarak ortaya çıktı. Fakat devlet kapitalizmi sadece savaş süresince ya da krizin patlak verdiği zamanlarda uygulanan bir ekonomi politikası değildir.

Çöküş döneminde, devlet sürekli toplumsal ilişkilerin tümünü kendi bünyesinde toplama eğilimi içinde oldu. Ekonomik olarak bunun anlamı metaların üretim ve dağıtımının kontrolü iken, politik olarak anlamı ise politik gücün tümünün toplumsal hayatın tümünü kontrol edebileceği şekilde bürokrasinin elinde toplanması oldu. Toplumsal muhalefetin iç edilmesi devlet kapitalizminin en önemli özelliklerinden biridir. Önceki dönemden kalan kitle örgütlerinin, partilerin ve sendikaların devletle bütünleşmesi sonucunda, işçi sınıfı muhalefeti bastırıldı. Bu temel karakterlerine rağmen devlet kapitalizmi ülkenin ya da konjonktürün tarihsel özgünlükleri içinde farklı biçimler alabilir. Sözde sosyalist Rusya ve Doğu Bloğu ülkeleri, bugün Çin, 3. Dünya ülkelerinde görülen darbeler ve serbest piyasa ekonomisi söylemine rağmen Batı Demokrasileri devlet kapitalizmi biçiminin örneğidir çünkü devlet kapitalizmi bir seçim meselesi değil kapitalizmin aldığı tarihsel biçimdir.

Bu çerçevede bakıldığında keynezyen politikaların sadece devlet kapitalizminin uygulama biçimlerinden biri olduğu, kendisi olmadığı anlaşılabilir. Hem keynezyen politikalar hem de neoliberal politikalar devlet kapitalizminin farklı uygulanma biçimleridir. Tarihsel olarak baktığımızda 70'lerde uygulanan keynezyen politika, ekonomiye doğrudan devletin müdahale etmesi temelinde devletin borçlanması idi. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan kontrolden çıkmış enflasyon piyasayı istikrarsızlaştırarak uluslararası ticareti sekteye uğratma eğilimindeydi. 80'lerde devletin enflasyonu düşürmeyi hedefleyen ekonomi politikalarının sonucu olarak neoliberalizm ortaya çıktı. Yani neoliberalizm, genel kanının aksine piyasanın içinden kendiliğinden çıkmadı. Bizzat devlet politikalarının sonucu ve ürünü olarak ortaya çıktı. Bu anlamda neoliberalizmin devletin ekonomiden çekilmesi ve piyasayı kendi işleyişine bırakması ile tanımlanması en iyi ihtimalle büyük bir yanlıştır. Bugün devlet ekonomide belki de hiç olmadığı kadar baskın: dünya ticaretini düzenliyor, faiz oranlarını, gümrük tarifelerini belirliyor. Gayri Safi Milli Hâsılanın büyük bir kısmını oluşturan kamu harcamaları ile hala temel ekonomik aktör. Önemli bir rolü oynamadığı ekonomik, politik ya da sosyal bir alandan söz etmek mümkün değil. Başka bir deyişle devlet hayatın tüm alanlarına nüfuz etmiş durumda.

Bu krizin sebebi neoliberal politikalar olmadığı gibi çözümü de keynezyen politikalar değil. Keynezyen ya da neoliberal devlet kapitalizmi sistemin krizine bir çözüm oluşturmaz. Aksine sistemin krizde olduğunun bir ifadesidir. Kapitalist üretim ilişkilerinin, toplumsal üretici güçler için bir engel haline geldiğinin göstergesidir. Devlet kapitalisti politikaları, I. Dünya savaşından itibaren uygulanıyor fakat sorunu çözemiyor ancak erteleyip derinleştiriyor. (Örneğin devlet kapitalizmi politikaları 30'lardaki krizin ardından hafifletici ve erteleyici bir önlem olarak kullanıldı ama her geçen yıl uzun erimli krizin derinleşip II. Dünya Savaşının patlak vermesine neden oldu.) Bu anlamda içinde bulunduğumuz kriz de genelde öne sürüldüğü gibi 2008'in sonunda başlamadı. 60'larda başlayan ve tüm iyileştirme çabalarına rağmen gittikçe kötüleşen ekonomik krizin patlak verdiği anlardan biri. Bu durum devlet kapitalizminin krize bir çözüm olmadığını, aksine krizin bir ifadesi olduğunu gösteriyor. Bugün Türkiye özelinde devlet kapitalisti önlemlerin bir örneği Teşvik ve İstihdam Paketleri fakat bu önlemlerin çözüm getirmesi mümkün değil. Bu paketlerin işçi sınıfı açısından ne ifade ettiğine baktığımızda, bu paketle işsizlerin çeşitli kategorilere ayrılıp buna göre düzenlemeye tabi tutulduğunu görüyoruz. Vasıflı ve vasıfsız işçiler için getirilen bu düzenlemelerin ortak keseni güvencesiz çalışma koşullarının ve asgari ücretin altında çalıştırmanın yaygınlaştırılacak olması. Çalışma koşullarının sınıfın geneli için kötüleştiğinin görebiliyoruz. İşçi sınıfının geneline yönelik saldırılar, krizin derinleştiğinin, devlet kapitalizminin kendisinin de krize girdiğinin, burjuvazinin hareket alanın kalmadığının bir ifadesi. Sınıfın geneline yönelik bu saldırıya burjuvazinin yaptığı ayrımlar üzerinden baktığımızda, bu durumun vasıfsız işçiler için basbayağı kısa süreli iş sözleşmesi olarak, vasıflı genç işçiler içinse staj olarak düzenlendiğini görüyoruz. Devletin maddi destek vereceği işçilerin şu anda çalışmakta olan işçilerle değiştirileceğini görmek hiç zor değil. Bu koşullar altında çalışanların büyük bir kısmı için her altı ayın sonunda işsizler ordusuna dahil olma ihtimali var bu da iki kategori arasında sürekli bir dolaşım olacağını anlamına geliyor. Yani işsizlerle çalışanlar arsında net bir çizgi kalmadı. İşsizler artık toplumun en yoksul tamamıyla izole edilmiş kesimini oluşturmuyor. Krizin derinleşmesiyle, işçilerin ve işsizlerin mahkûm edildiği koşullar ortaklaşıyor ve bu sefalete karşı dayanışma kurulması ihtimalini yaratıyor.

 

Burjuvazinin sınıfı bölme çabalarına rağmen kriz sınıfın genelinin yaşam standartlarına ve çalışma koşullarına saldırıyor, sefaleti ve yoksulluğu genelleştiriyor. Bu anlamda krizin sınıfın yaşam koşullarını aynılaştırmasının, kimse için ayrıcalıklı bir durumun olmadığını göstermesinin ve sistemin çelişkili doğasını netleştirmesinin önemli olduğu söylenebilir. Ancak sınıfın aniden krizle yüzleşmesi hemen tepki verebileceği anlamına da gelmez. Böylesi durumlarda işsizlikle savaşmak için yeteri kadar güçlü olmadığını düşünüp korkuya kapılabilir. Krizin her koşulda sınıf mücadelesine doğrudan yol açacağını söylemek doğru olmaz, bu ilişki içinde genel olarak sınıfın ne kadar güçlü olduğu oldukça önemli. Yenilgiye uğradığı ve yenilginin etkilerini üzerinden atamadığı dönemlerde tepki geliştirmesi güçleşebilir. Ancak bugün işçi sınıfı dünyanın her yerinde krizin etkileriyle yüzleşiyor ve birçok yerde bu etkilere karşı mücadele ediyor. Önemli olan bunların yaygınlaşması ve enternasyonalist bir karaktere bürünmesi.
Sonuç olarak, Teşvik ve İstihdam paketinin krize karşı devlet kapitalisti bir önlem olduğunu biliyoruz. Ancak bu politikaların uygulanması sistem için yeni bir durum değil. Neo-liberal ya da Keynezyen devlet kapitalisti politikaların farklı türleri I. Dünya savaşından beri uygulanıyor. Bugünü farklı kılan ise şimdiye kadar kullanmış olduğu araçların borçlanma ve para politikası gibi artık kendilerinin sorunun bir parçası haline gelmiş olması nedeniyle devletin müdahale alanının daralmış olması. Fakat bu devlet kapitalisti politikaların bir zamanlar başarılı olduğu ama şimdi kıllanılamadığı anlamına gelmiyor. Çöküş döneminde, yani 20. ve 21. yy boyunca devlet kapitalizmi politikaları politik rejimi ne olursa olsun tüm devletler tarafından uygulandı fakat bu politikalar sorunu çözmedi sadece erteledi ve büyüttü. Buna paralel olarak unutmamamız gereken şey bu krizin 2008'in sonunda başlamadığı. 40 yıllık ekonomik düşüş boyunca her on yılda bir, bir kriz patlak verdi ve bugün yine yeni bir krizin patlak verdiğini görüyoruz. 60'ların sonunda başlayan ekonomik bunalıma bir türlü çözüm bulunamadı. Bir şekilde geçiştirildi ve belli aralıklarla fakat gittikçe derinleşerek yeniden ortaya çıktı. Bu anlamda 60'larda uygulanan devlet kapitalisti politikalar sistemin krizine bir çözüm olmadı. Krize karşı uygulanan her önlem bir sonraki krizin temelini oluşturdu ve onu derinleştirdi. Fakat kapitalizm ne kendi kendine yok olacak ne de burjuvazi çözümsüzlüğünü kabullenip iktidarı kendiliğinden terk edecek. Yüzyıldan sonra, sefaletin ve felaketlerin ardından tüm uygulanma biçimleriyle devlet kapitalisti ekonomi politikalarının sadece sorunu derinleştirdiğini biliyoruz. Şimdi krizden çıkmak için bulunacak çarelere dair bir umudumuz yok. Bizim yaşam standartlarımızı, çalışma koşullarımızı iyileştirmeyecekler sadece daha fazla yoksulluk ve eziyete neden olacaklar. Bundan sonrası için çok daha büyük saldırılara hazırlıklı olmalıyız. Biliyoruz ki burjuvazinin bir çözümü yok. Toplumu gittikçe daha yıkıcı krizlere ve emperyalist savaşlara sürüklemekten başka bir önerisi yok.

Bu koşullarda, krize çözüm olduğunu, kapitalizmin "insani" yönünün devreye gireceğini düşünmek, burjuvaziden medet ummak bir hayal. Gerçekçi olan ise proletaryanın kendine güvenini yeniden kazanmak için gösterdiği çabaya dahil olmak sınıfın çürümüş sisteme devrimci bir alternatif geliştirmesini sağlayacak tartışmalara, mücadelelere ve kendi öz örgütlenmelerini oluşturma çabasına katılmak ve tüm bunları enternasyonalist perspektifle güçlendirmeye çalışmak. Unutmayalım ki bizi bu sefaletten ve barbarlıktan ancak sınıf kardeşlerimizle dayanışma içinde girdiğimiz mücadele kurtarabilir.

İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!

Kardelen

 

Tags: