Paris’te Katliam: Terörizm burjuva toplumunun kokuşmuşluğunun bir ifadesi

Paris’te 7 ve 9 Ocak’ta ki saldırılarda öldürülen yirmi kişi arasındaki Cabu, Charb, Tignous, Wolinski dörtlüsü sembol isimlerdi. Bu isimler aynı zamanda bu saldırıların öncelikli hedefleriydi. Neden mi? Çünkü onlar aptallığa karşı zekanın, fanatikliğe karşı aklın, teslimiyete karşı isyanın, korkaklığa karşı cesaretin1, nefrete karşı sempatinin yanındaydılar, ve bağnaz dik kafalılık ile konformizme karşı mizah ve kahkaha gibi temel insani nitelikleri savunuyorlardı. Onların bazısı tamamen burjuvaziye ait kimi politik tavırlarını reddedebilir veya karşı çıkabiliriz.2 Fakat bu saldırıya maruz kalan şey onların en iyi yanlarıydı. Sadece karikatürist olduğu için ya da bir kosher marketinde sadece Yahudi oldukları için insanların bu şekilde barbarca öldürülmesi Fransa’nın da ötesinde bütün dünyada gayet anlaşılabilir bir duygusal tepkiyi tetikledi. Milyonlarca insanı sarıp onları 7 Ocak’ta kendiliğinden bir şekilde sokaklara döken derin üzüntü ve öfkenin bugün burjuva demokrasisinin tescilli temsilcileri tarafından kullanılmaya çalışılması, bu duyguların rezil barbarlık eylemlerine karşı temelde sağlıklı bir tepkiyi ifade ettiği gerçeğini değiştirmiyor.

Kapitalist Çürümenin Katıksız bir Ürünü

Terörizm yeni bir olgu değil.3 Yeni olan şey 80’lerin ortasından beri gelişerek tarihte benzeri görülmemiş bir küresel olgu haline gelen terörizmi yeni formu. 1985-86’da Paris’te gerçekleştirilen ve açıkça küçük izole gruplar tarafından yapılmayıp devletin imzasını taşıyan ayrım gözetmeyen saldırılar dizisi şimdiye kadar görülmemiş düzeylere ulaşan ve artan sayıda kurbanı hedef alan yeni bir terörizm çağını açmıştı.

İslamcı fanatiklerin terör saldırıları da bu açıdan yeni değil. Yeni yüzyılın tarihi buna sıkça şahittir ve 2015 Ocak Paris saldırıları önceki saldırıların yanında küçük ölçekli kalır.

11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan kamikaze saldırıları bu yeni dönemi başlatan ilk saldırılardı. Bize göre ABD gizli servisinin bu saldırıların yapılmasına göz yumduğu hatta belki de bunları mümkün kıldığı açıktır. Çünkü, tıpkı Aralık 1941’de Roosevelt tarafından beklenen ve istenen Japonya’nın Pearl Harbor’a yönelik saldırılarının ABD’nin İkinci Dünya Savaşına girmesi için bir bahane olarak sunulması gibi, böylelikle Amerikan emperyal gücü Afganistan ve Irak’a yönelik savaşları başlatıp meşrulaştırabilmişti.4 Fakat şu da açık ki 11 Eylül saldırılarında uçaklarını kontrolünü ele geçirip onları kulelere yönlendirenler katliamcı feda eylemleriyle cennete giriş hakkını kazanabileceğini düşünen tamamen sanrılı fanatiklerdi.

New York’taki saldırıdan hemen hemen üç yıl sonra, 11 Mart 2004’te Madrid bir başka vahşi katliamın sahnesi oldu; ‘islamcı’ bombalar Atocha istasyonunda 200 ölüme ve 1500’den fazla yaralanmaya sebep oldular. Parçalanan insan bedenleri o denli birbirinin içine geçti ki kimlik tespiti ancak DNA testi yoluyla yapılabildi. Ertesi yıl 7 Temmuz 2005’te bu sefer Londra 56 kişiyi öldüren ve 700 kişiyi yaralayan toplum ulaşım dahil dört ayrı noktadaki patlamayla sarsıldı. 2000’lerde Rusya’da 39 kişiyi öldürüp 102 kişiyi yaralayan 29 Mart 2010 saldırısı dahil olmak üzere bir çok İslamcı saldırıyla sarsıldı. Elbette çeper ülkeler, özellikle de 2003’teki Amerikan işgalinden bu yana Irak, bu saldırılardan muaf kalamadı. En yakında geçtiğimiz Aralık ayında Pakistan Peshawar’daki bir okula yapılan saldırıda 132’si çocuk olmak üzere 141 insan can verdi.5

Çocukların özellikle hedef alındığı bu saldırı ‘Cihatçıların’ gittikçe azgınlaşan barbarlıklarını bütün korkunçluğuyla gösteriyor. Fakat 7 Ocak Paris saldırıları her ne kadar Pakistan’da gerçekleşen saldırıdan daha az ölümcül ve korkunç olsa da, bu yükselen barbarlığın yeni bir boyutunu ortaya koyuyor.

Diğer bütün örneklerde, çocuklar da dahil olmak üzere sivillerin katlinde tamamen aşağılık olmasına rağmen yine de bir ‘mantık’ vardı. Bu örneklerde hedef devletlere ve onların silahlı kuvvetlerine baskı uygulamaya çalışmak ve intikam almaktı. 2004 Madrid katliamı İspanya’yı ABD ile birlikte Irak’ın işgalindeki rolünden dolayı cezalandırmaktı. Aynısı 2005 Londra bombalamaları için de geçerli. Peshawar saldırısı Pakistan ordusunun kadrolarını çocuklarını katlederek baskı altına almaktı. Fakat 7 Ocak Paris saldırılarında en ufak bir ‘askeri hedef’ bile yok. Charlie Hebdo çizerleri ve onların arkadaşları sadece bu gazete Muhammed’in karikatürlerini yayınladığı için, ‘Peygamberin intikamını almak’ adına öldürüldüler. Ve bu olay savaşın mahvettiği ya da dinsel obskürantizmin hüküm sürdüğü bir ülkede değil, ‘demokratik, seküler ve cumhuriyetçi’ Fransa’da gerçekleşti.

Nefret ve nihilizm özellikle olabildiğince çok insanı öldürmek için kendilerini feda eden teröristlerin eylemlerinde her zaman kilit rol oynar. Fakat insanları öldürdükleri masumlara karşı hiç bir şey hissetmeye soğuk ölüm makinelerine döndüren bu nefretin asıl hedefi diğer bir ‘ölüm makinesi’ yani devlettir genelde. Ama Paris saldırısında bu bile yok; bu saldırıda obskürantist nefret ve fanatikçe intikam açlığı en yalın biçimlerinde görülüyorlar. Hedefte başka türlü düşünenler, ve özellikle de düşünenler yatıyor, çünkü eylemi gerçekleştiren düşünme yeteneğinin kendisinden yani insana has bu niteliği kullanmaktan vaz geçmiş durumda.

7 Ocak cinayetlerinin böylesi bir etki yaratmış olmasının nedeni de bu. Bir şekilde nasılsa ‘uygar’ bir ülkede eğitilmiş insanların Yahudileri katledip kitapları yakan fanatik Nazilerle benzer böylesi barbarca ve mantıksız bir hedefe yöneldikleri sorusuyla karşı karşıyayız.

En kötüsü bu da değil. En kötüsü Kouachi kardeşleri, Amedy Coulıbaly’nin ve onlara yardım edenlerin sadece buz dağının görünen yüzü olmaları. Yüzeyin altında ise karikatüristlerin öldürülmesini ‘normal’ karşılayan ve ‘peygambere hakaret ettiği için Charlie Hebdo’cuların bunu hakettiğini’ düşünen gençlerden müteşekkil, özellikle de yoksul mahallelerde gelişen koca bir hareket var.

Bu durum ‘uygar’ toplumların çöküşünün, barbarlığın derinleşmesinin bir başka ifadesi. Sadece göçmenlik çilesini çekmişlerden oluşmayan, gençliğin bir kesiminin bu nefrete ve dinsel obskürantizme kayışı hem kapitalist toplumun yozlaşmasının emaresi hem de mevcut krizin ne derece derin olduğunun can alıcı bir göstergesi.

Bugün art arda gelen başarısızlıklarla, kültürel ve toplumsal sefaletle aşağılanan, kaotik gündelik hayatlar içerisinde yaşayan geleceksiz bir çok genç vicdansız ve ilkesiz insan tacirleri tarafından ‘cihat’ uğruna potansiyel fedailere dönüştüren ağlara kolayca eklemlenebiliyorlar. Ekonomik olduğu kadar toplumsal, ahlaki ve kültürel bir kriz içerisinde olan kapitalizmin mevcut durumuna dair bir perspektiften yoksun, ayakları üstünde çürüyen ve her köşesinden yıkım fışkıran bir toplum ile karşı karşıya olan bu gençlerin bir çoğu için hayat anlamsız ve değersiz görünüyor. Bu gençlerin umutsuzluğu ve çaresizliği sıklıkla intihara teşvik eden bir nihilizmden beslenerek her tür akıl dışı ve aşırı davranışa yönlendiren dinsel tonlu kör ve bağnaz bir fanatizm biçimini alabiliyor. Dünyanın diğer yerlerinde (örneğin 1990’ların başından beri Uganda, Kongo ve Çad’da) binlerce çocuğu askere çeviren çöküş içindeki kapitalist toplum kabusu, şimdi de Avrupa’nın kalbinde tamamen hissizleşmiş ve en kötü şeyi hiç bir ödül beklemeksizin yapabilecek genç psikopatlar, profesyonel soğuk kanlı katiller doğuruyor. Kısacası bu kokuşmuş kapitalist toplum kendi marazlı ve barbarca seyrine bırakıldığında bütün insanlığı kanlı bir kaosa, ölümcül bir delilik ve ölüme doğru itebiliyor ancak. Böylece bu teröristleri ise kendi imgesinde şekillendiriyor. Eğer böylesi ‘canavarlar’ varsa bunun nedeni kapitalist toplumun ‘canavarlaşması’. Ve eğer bu obskürantist ve nihilist akımdan etkilenen gençler doğrudan ‘cihada’ katılmasa bile katılanları ‘kahraman’ ya da ‘adaletin’ sağlayıcısı olarak görüyorlarsa bu durum ancak toplumu işgal eden umutsuzluğun ve barbarlığın ağırlaşan yükünün bir kanıtı olabilir.

Kokuşmus ‘Demokratik’ Tepki

Fakat kapitalist dünyanın barbarlığını gösteren sadece bu terörist eylemler ve gençlik arasında bu eylemlere gösterilen sempati değil. Bunu aynı zamanda burjuvazinin gerçekleşen dramlara verdiği kepaze tepkide de görüyoruz.

Bu yazı yazıldığı esnada, önde gelen ‘demokratik’ liderlerin öncülüğünde kapitalist dünya en sefil hareketlerinden birini gerçekleştirmek üzereydi. 11 Ocak Pazar günü Paris’te Başkan Holland başta olmak üzere ülkenin önde bütün politik liderleri Angela Merklel, David Cameron, İspanyol, İtalyan ve bir çok başka Avrupalı devlet liderleri yanında Ürdün kralı, Filistin Otoritesi Başkan Mahmud Abbas ve İsrail başbakanı Benjamin Netenyahu’nun katıldığı büyük bir eylem düzenlendi.6

7 Ocak akşamında yüz binlerce insan kendiliğinden bir şekilde sokaklara dökülürken, Francois Hollande başta olmak üzere politikacılar ve Fransız medyası da ‘tehdit altında olan basın özgürlüğü ve demokrasidir’, ‘cumhuriyetimizin değerlerini korumak için harekete geçmeli ve birleşmeliyiz’ sloganları etrafında kendi kampanyalarını başlattılar. 7 Ocak’ı izleyen eylemlerde ‘tarlalarımızı kirli kanla sulayalım’ gibi sözleri içeren Fransız milli marşı ‘Marseillaise’i gittikçe daha çok duyar olduk. Egemen sınıfın kafamıza kakmaya çalıştıkları sloganlar aslında yirminci yüzyılda milyonlarca işçinin savaşa sürülmesi ve katledilmesini meşrulaştıran ‘Milli birlik’, ‘demokrasi savunması’ gibi sloganlar. Hollande ilk konuşmasında orduyu Afrika’ya ve özellikle de Mali’ye göndererek Fransa’nın (tıpkı Bush’un 2003’te Irak müdahalesini açıklamaya çalıştığı gibi) terörizme karşı savaşa çoktan başladığını da söyledi. Sanki Fransız burjuvazisinin emperyalist çıkarlarının bu müdahalelerde hiç payı yokmuş gibi!

Zavallı Cabu, Charb, Tiqnous, Wolinski! Onları önce fanatik İslamcılar öldürdü. Ardından burjuva ‘demokrasinin’ temsilcileri, insan toplumunu yağmalayan barbarlıktan sorumlu çürüyen bir dünya sisteminin, kapitalizmin bütün bir devlet ve hükümet başkanları tarafından bir kere daha öldürüldüler. Ve politik liderler iş sistemin ve onun egemen sınıfının, burjuvazinin çıkarlarını savunmaya geldiğinde terör, suikast ve misillemeye başvurmaktan asla geri durmadılar.

Ocak 2015 Paris cinayetlerinin ortaya koyduğu barbarlığa bu barbarlığı üreten ekonomik sistemin savunucuları ve koruyucularının eylemleri kesinlikle son veremez. Buna ancak dünya proletaryasının, yani toplumsal refahın esas üreticisinin bu sistemi yıkması ve yerine kar, rekabet ve insanın insan tarafından sömürülmesine dayanmayan gerçekten evrensel bir insan toplumunu kurması son verebilir. Bu yeni, komünist toplumda, ‘her bireyin özgür gelişimi diğerlerinin özgür gelişiminin bir koşulu’7 olacaktır.

Révolution Internationale (11.1.2014), EKA Fransa Seksiyonu.


1 Bu yazarlar yıllardı ölüm tehditleri alıyorlardı.

2 Wolinski’nin kendisi yıllarca Komünist Parti’nin gazetesi L’Humanite için çalışmadı mı? ‘Mayıs 1968’i şimdi olduğumuz şeye dönüşmemek için yapmıştık’ diye yazmadı mı?

3 Ondokuzuncu yüzyılda Rus popülistler ve bazı İspanyol ve Fransız anarşistleri gibi devlete isyan eden küçük azınlıklar terorist eylemlere kalkıştılar. Bu kısır şiddet eylemleri her zaman burjuvazi tarafından işçilere yönelik baskıyı meşrulaştırmak ve yasallaştırmak için kullanıldı.

5 Paris saldırılarından sadece bir kaç gün once İslamcı Boko Haram grubu Nijerya’da şimdiye kadar giriştiği en kanlı saldırılardan birini gerçekleştirerek Baga kentinde ayrım gözetmeksizin 2000 kişiyi katletti. Elbette bu olay basına neredeyse hiç yansımadı.

6 ‘Ulusal Birlik’ çağrısında bütün medya, sendikalar ve politik partiler (faşist National Front hariç) birleştiler. Spor gazetesi L’Equıpe bile eyleme katılma çağrısı yaptı!

7 Marx, Komünist Manifesto, 1848.

 

Tags: 

Rubric: 

Paris’te Katliam