Ereğli’de olanları biliyor musunuz?

Ereğli’de Olanları Biliyor musunuz?

Geçen hafta içinde yaşadığımız krizde milyonlarca işçinin yaşadığı durumun bir örneği Ereğli’de de gerçekleşti. Ereğli’deki bir fabrikanın patronu kriz dolayısıyla düşen karlarını telafi etmek için işçilerin bir kısmının ekmeğini ellerinden almaya karar verdi. Bunun üzerine sendika patronu fabrika patronuna daha karlı bir teklifle gitti. Buna göre işçilerin ücretinden yüzde 35’lik bir kesinti yaparsa patron, hem işçi kovmak zorunda kalmayacak, hem de krizin bedelini işçilere ödetebilecekti. İşçiler ise bu durum karşısında sessiz kalmadılar ve sendika binasına doğru bir protesto yürüyüşü yaptılar. İşte 1 Mayıs’a girerken sadece Türkiye değil bütün dünyada da işçi sınıfının durumu Ereğli’deki işçilerle aynı. Kriz karşısında karları düşen ve işçi çıkararak toplumu daha yoksullaştırarak içlerinde bulundukları borç batağından kurtulmaya çalışan patronlar her yerde devletçi çözümlere, işçi düşmanı sendikalara ve sözde solcu ideologlara sarılıyorlar. Peki, bu krizin doğası nedir?

Kapitalizm aslında şu anda yeni bir krize girmiş değil. 1960’ların sonundan beri teklemeye başlayan ekonomi, kredi ve borçlarla ayakta durmaya çalışıyordu. Çünkü biz emekçilerin emeği o kadar üretken hale gelmiş ve o kadar bolluk yaratıyordu ki artık pazarda bollaşan malların değeri yok pahasına düşmek zorundaydı. Bunun karşısında sermaye, yoktan para var ederek yani spekülasyonla, çok düşük faizli kredilerle dünyayı geri ödenemeyecek miktarda borca boğdu. Bugünkü sorun ise bu borçların asla geri ödenemeyecek olması.

İşte şimdi tam da bu yüzden kapitalistler işçi sınıfının onlara geri veremeyecekleri borçları alabilmek için yalvar yakar devlete başvuruyorlar. Çünkü ancak devlet işçi sınıfının yaşam standartlarını bu derece düşürüp onu bu derece dilencileştirip yine onun bu sefalete boyun eğebilecek şiddet araçlarına sahiptir. Bunun örneklerini bütün dünya çapında bulabiliriz.

Nüfusun %35’inin saatlik 3,25 TL veya daha az para ile geçindiği Çin’de, hükümete göre krizin ‘geri dönüş’ünün ardından on iki milyondan fazla kişi işsiz kaldı. ABD’de geçtiğimiz sene 2,6 milyon insan işsiz kaldı ve bu sene, bu rakama iki milyon kişi daha eklendi. Krizin ‘teğet geçtiği’ iddia edilen Türkiye’de ise resmi rakamlara göre işsizlik %15,5 gibi rekor bir orana ulaştı ki gerçek durumun çok daha kötü olduğunu herkes biliyor. Kriz karşısında burjuvalar ‘hepimizin sıkı çalışması gerek’ diyor. Fakat kastettikleri aslında şu: ‘işçi sınıfının sıkı çalışması gerek’!

Peki, işçi sınıfı içine düşürüldüğü bu duruma nasıl cevap verebilir? Bunun cevabını ancak işçi kardeşlerinin dünya çapında yürüttüğü mücadele örneklerinde arayabilir.

Aralık’ta Yunanistan’da Ne Oldu?

Yunanistan’da anarşist bir gencin polis tarafından öldürülmesinden sonra işçiler ve öğrenciler tarafından bir dizi grev ve işgal gerçekleştirildi. En önemlisi işçiler ve öğrenciler kendileri için hareket ettiler ve kendi mücadelelerini kontrol etmek için kitle meclisleri oluşturdular. Burada işçilerin yaptığı en önemli eylem onların mücadelelerini lanetleyen devlet güdümlü sendika konfederasyonunun binalarını işgal etmek oldu. Buraları bütün işçilerin birbirleriyle tartışabileceği ve mücadele içerisindeki dayanışmayı kurabilecekleri özörgütlenme zeminine dönüştürdüler. Çünkü Yunanistan’daki işçiler kendilerine şunu sordular; Yıllardır aidat ödediğimiz sendikalar neden şimdi bize hiçbir şey yapmamamızı söylüyorlar? Neden sendikalar onları sadece hiçbir sonuç vermeyen ‘demokratik’ eylemlere yöneltmekle yetiniyordu? İşçilere göre bunun cevabı net ve açıktı. Yaşam koşullarının ve yaşam standartlarının korunması için onları umursamayan sendikalara değil kendi kitlesel güçlerine ve kitle grevlerine güvenmeleri gerekiyordu. İşçiler işgal ettikleri sendika binasından şu duyuruyu yaptılar;

“Tüm bu yıllar boyunca her türden kurtarıcıya güvendik ve sonunda şerefimizi kaybettik. İşçiler olarak artık sorumluluklarımızı almalı ve umutlarımızı akıl hocalarına, 'yetkili' temsilcilere vermeyi bırakmalıyız. Bir araya gelmek, birleşmek, karar vermek ve eylemek için kendi sesimizi kazanmalıyız. Süre giden saldırılara karşı; Tek yol kolektif 'taban' direnişinin oluşturulması.”

İşte bize göre 1 Mayıs’ın gerçek anlamı budur. Sermayenin dünya çapında gerçekleştirdiği saldırılara karşı, bizler de dünya çapındaki sınıf kardeşlerimizle birlikte dayanışarak ve onların deneyimlerinden faydalanıp güç alarak kendi mücadelemizi kendi elimize almalıyız.

YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ! YAŞASIN DÜNYA DEVRİMİ!

Tags: