Gazze: Savaş Mağdurlarıyla Dayanışmak Demek Bütün Sömürücülere Karşı Sınıf Savaşı Yürütmek Demektir

Gazze ekonomisini iki yıl boyunca -gıda ve yakıt aktarımını engellemek, ihracatı durdurmak ve işçilerin sınırın öte yanına geçip İsrail'de iş aramalarını engellemek yoluyla- boğarak, çaresiz Filistinlilerin Mısır sınırını aşarak kaçmaya çalıştığı, bütün Gazze'yi, tam bir tutsak kampına çevirdikten sonra Israil savaş aygıtı bu yoğun nüfuslu yoksul bölgeyi , açık bir biçimde bir hava bombardımanının bütün barbarlığına tabi tutuyor. Yüzlerce insan şimdiden öldürüldü ve çoktan tükenen hastaneler bitmez tükenmez yaralı seliyle baş edemiyor. İsrail'in sivil kayıpları sınırlandırmaya çalıştığı iddiaları, bütün "askeri" hedeflerin bir yığın evin yanında olduğu bir durumda meşum bir yalandan ibaret. Camiler ve İslam üniversitesinin açıkça hedef seçildiği bir durumda, sivil ile askeri hedefler arasındaki ayrım tamamen anlamsızlaşıyor. Sonuç çok açık: çoğu çocuk olan siviller öldürüldü ya da sakat bırakıldı, daha da fazlası bitmek bilmez saldırılar nedeniyle terörize oldu. Bu satırlar yazıldığı sırada İsrail başbakanı Ehud Olmert'te bir yandan bu saldırının ilk aşama olduğunu açıklıyordu. Tanklar sınırda bekliyor ve tam bir işgal ihtimali hala mevcut (4.1.2008 günü itibariyle İsrail birlikleri karadan işgali başlatmış durumda).

-ABD'de ki Bush idaresinin de desteğini alan- İsrail'in bu gaddarlık için mazereti, Hamas'ın sözde ateşkese rağmen İsrailli sivillere roket atmayı bırakmamış olması. İki yıl önce de güney Lübnan'ı işgal etmek için aynı argümanlar kullanılmıştı. Ve şu da bir gerçek ki hem Hizbullah hem de Hamas Filistin ve Lübnan nüfusunun arkasına saklanıyor ve onları aşağılıkça İsrail intikamına açık bırakıp, bir kaç İsrail'li sivilin öldürülmesini İsrail'in askeri işgaline bir ‘direniş'miş gibi yansıtıyor. Fakat İsrail'in tepkisi tam anlamıyla işgalci bir gücün yapabileceği şey oluyor; bir silahlı savaşçı azınlığının etkinliği karşısında bütün nüfusu cezalandırmak. Bunu Hamas'ın Gazze idaresinin kontrolünü El Fetih'in elinden alması karşısında, ekonomik abluka yoluyla yaptılar. Bunu Lübnan'da yaptılar ve bugün'de Gazze'yi bombalıyarak yapıyorlar. Bu, sivillerin hem kalkan hem de hedef olarak kullanıldığı ve neredeyse istisnasız biçimde üniformalı askerlerden çok daha fazla sayılarda öldükleri emperyalist savaşların barbar mantığıdır.

Ve bütün emperyalist savaşlarda olduğu gibi, insanlara çektirilen acılar, evlerin, hastanelerin ve okulların sebepsizce yıkımı, sadece gelecekteki yıkım döngüleri için zemini düzlemekten başka bir sonuç vermiyor. İsrail'in açıkladığı hedef Hamas'ı ezmek ve Gazze'de daha "ılımlı" bir Filistin liderliğine kapıyı açmak olsa da, eski İsrail gizli servis subayları bile bu yaklaşımın faydasızlığını görebiliyor. Eski Mossad subayı Yossi Alpher, ekonomik ambargodan bahsederken şöyle diyor; "Gazze'nin ekonomik olarak ambargoya tabi tutulması istenilen politik sonuçların hiçbirini doğurmadı. Bu durum Filistinlileri Hamas'ı karşılarına almaya itmekten ziyade tam ters etki yaratmıştır. Bu sadece işe yaramaz bir toplu cezalandırmadır." Bu hava saldırıları için çok daha geçerlidir. Bir İsrail tarihçisi Tom Segev'in belirttiği gibi "İsrail her zaman Filistinli sivillere acı çektirmenin onları ulusal liderlerine karşı isyan ettireceğine inanmıştır. Bu varsayım sürekli olarak yanlışlanmıştır" (iki alıntı da 30.12.08 tarihli The Guardian'dan). Lübnan'da Hamas 2006'da ki İsrail saldırılarından güçlenerek çıktı. Gazze saldırısıda Hamas için aynı sonucu doğurabilir. Fakat güçlensin ya da güçlenmesin Hamas hiç şüphe yok ki İsrail'li sivillere karşı roketlerle olmasada, tekrar intihar bombacılarıyla daha da artan saldırılarıyla karşılık verecektir.

"Şiddet Sarmalı" Kapitalizmin Çürüdüğünü Gösteriyor

Papa ya da BM genel sekreteri Ban Ki-Moon gibi "kaygılı" dünya liderleri sıklıkla İsrail'in ki gibi eylemlerin nasıl da sadece Orta Doğu'da milliyetçi öfkeyi alevlendirip "şiddet sarmalı"nı döndürdüğünden bahsedip duruyorlar. Bütün bunlar doğru olmasına doğru. İsrail/Filistin'de ki bütün bu terörizm ve devlet şiddeti döngüsü, toplumları ve iki taraftaki savaşçıları gaddarlaştırıyor ve yeni fanatikler ve "şehitler" nesilleri yaratıyor. Fakat Vatikan ve BM bize bu etnik nefret cehennemine düşüşün her yerde derin çöküş içerisindeki bir toplumsal sistemin ürünü olduğunu söyleyemiyor. Sunni ve Şii'lerin birbirinin gırtlağına yapıştığı Irak'ta, Sırpların Arnavutlar ve Hırvatlarla savaştığı Balkanlar da, Hindu'ların Müslüman'lara karşı konumlandığı Hindistan/Pakistan'da, ya da vahşi etnik ayrılıkların sayılamayacak kadar çok olduğu Afrika'da ki sayısız savaşlarda hep aynı durum söz konusu. Bu çatışmaların dünya çapında patlaması insanlığa hiç bir gelecek öneremeyen bir toplumun ifadesi.

Ve, eğer emperyalist rakiplerin bir diğeri bunu söylemediği taktirde, bize anlatılmayan bir başka şey de bu insancıl, düşünceli, demokratik dünya güçlerinin bu çatışmaları bizzat körüklediği. İngiltere'de basın, 1994'de Rwanda'da Fransa'nın Hutu çetelerine verdiği destek konusunda sessiz kalmamıştı. Orta Doğu'da Amerika'nın İsrail'e, İran ve Suriye'nin ise Hizbullah ve Hamas'a arka çıktığı açık fakat, Fransa, Almanya, Rusya ve diğer güçlerin daha "adilane" rolü hiçte daha az çıkarcı değil.

Orta Doğu'da ki çatışmanın kendisine has yönleri ve nedenleri olsa da, bu sadece tehlikeli bir biçimde kontrolden çıkmış küresel kapitalist çerçeve içerisinde anlaşılabilir. Gezegenin her yanında artan savaşlar, kontrolden çıkmış ekonomik krizler ve hızla büyüyen çevresel felaketler bu gerçeğin kanıtları. Fakat kapitalizm bize hiç bir barış ve refah ümidi önermese de dünyada hala bir umut kaynağı var. Bu da sömürülen sınıfın sistemin vahşetine karşı isyanıdır. Bu isyan son haftalarda Avrupa'da, özellikle de İtalya, Fransa, Almanya ve hepsinden öte Yunanistan'daki genç proleterlerin hareketlerinde ifadesini bulmuştur. Bu hareketler doğaları gereği sınıf dayanışması ihtiyacını, bütün ulusal ve etnik ayrımların aşılması ihtiyacını ortaya atmış hareketlerdir. Her ne kadar hala olgunlaşmamış olsalarda bu hareketler dünyanın sömürülen sınıf içerisindeki ayrımlardan dolayı en çok yıkıma uğradığı yerler için en nihayetinde bir örnek oluşturmaktadırlar. Bu bir ütopya değildir. Geçen bir kaç yılda Gazze'de ki kamu sektörü işçileri ücretlerinin ödenmemesine karşı greve gittiği hemen hemen aynı zamanlarda, İsrail'in ağır savaş ekonomisinin doğrudan bir ürünü olan yoksullaşmaya karşı İsrail kamu sektörü işçileri de greve gitmiştir. Bu hareketler birbirlerinin pek az farkındadır, fakat yinede emperyalist zıtlaşmanın iki yanındaki işçiler arasındaki maddi bir çıkar birliğini göstermektedirler.

Kapitalizmin savaş bölgelerindeki ıstırap içerisinde yaşayan toplumlarla dayanışmak demek, ABD ya da İsrail gibi açıkça daha saldırgan güçler karşısında "kötünün iyisi"ni seçmek ya da Hamas ve Hizbullah gibi "daha zayıf" kapitalist çeteleri desteklemek demek değildir. Hamas kendisinin bir burjuva gücü olduğunu Filistinli işçileri ezerken göstermiştir. Hamas, kamu sektörü grevlerini "ulusal çıkarlara" karşı diyerek mahkum edip, El Fetih ile birlikte Gazze nüfusunu bölgenin kontrolü için ölümcül bir fraksiyon kavgasına maruz bıraktığında, bu yönünü açıkça sergilemiştir.Emperyalist savaş içerisinde sıkışıp kalanlarla dayanışmak savaşan kampların ikisini de reddetmek ve dünyanın bütün egemenlerine ve sömürücülerine karşı sınıf mücadelesini geliştirmekle olur.

Tags: