TEKEL Mücadelesinin Dersleri

 

ANKARA DENEYİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 

 

2007'de gerçekleşen Türk Telekom grevinin ardından, yayın organlarımızda bu mücadelenin işçi sınıfı için ne ifade ettiğine dair açık bir tartışma yürütmüştük. Bu defa da, aynı şeyi, TEKEL grevinin ortaya attığı meselelere dair yapmak istiyoruz. İşçilerin, böylesi deneyimlerden nasıl dersler çıkartılabileceğini ve bu derslerin gelecek mücadelelere nasıl uygulanabileceğini tartışmalarının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu yazıyı hazırlama amacımız da böylesi önemli bir tartışma açabileceğini umduğumuz bazı soruları ortaya atmaktır.

 

Grevleri kim kontrol eder?

 

Akla gelen ilk soru, sendikaların rolünün mahiyeti ve işçilerin kendi mücadelelerini kontrol edip etmedikleri. TEKEL grevinde pek çok işçi sendikanın kendileri için mücadele etmeyeceğinin farkındaydı. Mücadele, işçilerin sendikaya karşı öfkesinin ifadesine, ayrıca işçilerin sendika kontrolü dışında bir komite kurmak için çeşitli çabalarına sahne oldu (bu süreci yayınımızın bu sayısındaki farklı yazılarda detaylı bir biçimde aktarmaya çalıştık). Öte yandan, 17 Ocak eyleminde, işçilerin sendika patronlarını platformdan indirdiklerini görmek ne kadar güzel olsa da, böylesi eylemler kendi başlarına mücadeleyi kim kontrol ediyor sorusuna bir yanıt teşkil etmiyor. Sendikaların mücadelelerde oynadığı role karşı öfke yaygın bir şeydir. Dünya geneline baktığımızda Türkiye'de gördüğümüzden çok daha fazlasını başka ülkelerde de görüyoruz, fakat kriz derinleştikçe, işten çıkartmalar arttıkça ve yaşam koşulları kötüleşmeye devam ettikçe, ve sendikalar da üzerlerine düşen işçileri patronlara satma görevini yerine getirdikçe, bu öfkenin daha fazlasını da göreceğimizi tahmin ediyoruz.

 

Sendikaya karşı işçilerin öfke duyması ve sendikayı protesto etmeleri ile işçilerin kendi mücadelelerinin kontrolünü almaları arasında büyük bir fark var. Öfke önemli bir adım, ama yalnızca ilk adım. Sendikanın bir mücadeleyi kontrol etmelerinin alternatifi, mücadeleyi işçilerin kendilerinin, kitle toplantıları ve kitle tarafından seçilmiş işçilerden oluşan grev komiteleri aracılığı ile kontrol etmesidir. Öte yandan, bunlar gökten inmezler ve sendikalar kesinlikle onları yaratmayacaktır. Bu nedenledir ki kanımızca komünistlerin görevi, böylesi işçi mücadelelerinde, sürekli kitle toplantılarını, yani insanların pasif bir biçimde oturup sendika patronlarının konuşmalarını alkışladığı gösterileri değil her işçinin konuşabileceği, söz hakkına sahip olacağı ve kararların bizzat işçiler tarafından alınacağı gerçek işçi toplantılarını savunmaktır.

 

Ne tür komiteler?

                                     

TEKEL mücadelesindeki işçiler komiteler kurmaktan bahsettikleri zaman, bahsi geçen biçimde bir komitenin rolünün ne olduğunu değerlendirmemiz gerekli. Militanlar şüphesiz kendi başlarını bir komite kurup grevi yürütmeye başlayamazlar. Yalnızca bir kitle toplantısında işçilerin seçtiği bir komite böylesi bir işi kotarabilir. Komünistler için, militanların bir mücadeledeki amacı, daha radikal bir önderlik tertiplemek değil, işçilerin kendi mücadelelerine faal ve bilinçli katılımlarını teşvik etmektir. İşçilerin kendilerini ifade ediş biçimleri geleneksel olarak kitle toplantısı ve grev komitesi olmuştur. Öte yandan bu demek değildir ki bir komite kurmak isteyen işçiler hatalıydı. Tam aksine çok da haklıydılar. Militan işçilerin faaliyetlerini koordine etmeleri gereklidir. Yalıtılmış olarak, tek bir birey olarak, bir işçi tek başına bütün diğer grevcilerle konuşamaz, ve tek başına bütün 'doğru' fikirlerin sahibi de olamaz. Fikirlermizi başkaları ile tartışma yoluyla geliştiririz ve ufak bir grup, tek bir bireye göre daha geniş işçi çevrelerine hitap etmek açısından çok daha yetkindir.

 

 

 

Bu mücadelenin mevcut durumunu bize gösteren olgulardan bir tanesi, işçiler tarafından TEKEL grevcileri bütününe hitaben yazılmış bir tane bildiri dahi görmemiş olmamız. Tabii ki biz dahil çeşitli sol yapıların verecek pek çok bildirisi vardı, fakat işçilerin kendilerinden gelen ve mücadelenin nasıl ileri götürülebileceğini tartışan bir bildiri ortaya çıkmadı. Başka ülkelerde böylesi işçi bildirileri büyük mücadelelerin bir özelliği olmuştu. Pek çok mücadele örneğinde, militan işçi grupları bir araya gelerek, mücadele eden işçiler geneline mücadelenin nasıl ileri taşınacağı konusundaki düşüncelerini açıklayabilmek için kendi yayınlarını başlatmışlardı. Bu büyük bir grup olmadan da yapılabilecek bir şey nihayetinde ve insanları militan işçiler etrafında birleştirmenin ve daha geniş işgücü içinde kitle toplantıları yapılmasının savunulmasının bir yoludur.

 

Strateji ne idi?

 

Muhtemelen işçilerin kendi bildirilerini ortaya koyamamasının altında yatan neden alternatif bir stratejilerinin olmamasıydı. Mücadelenin ilk günlerinde, işçiler sendikaya bir genel grev örgütlemesi yönünde baskı yapmaya odaklanmışlardı. Bu 'genel grev' gerçekleştiğinde, bizim beklediğimizden bile çok daha kötüydü. 4 Şubat fiyaskosundan sonra genel grev lafı, boş sözlerden başka pek bir şey ifade etmez oldu. Grevler seyrek ve yalıtılmışlardı, grevciler ise dayanışma gösterdikleri için tek başlarına hedef gösterildiler. Sonrasında işçiler demoralize olmuşlardı ve nihayetinde çadırlarda oturup 'yasal sürecin' sonucunu beklemeye koyuldular. Açık olan şuydu ki sendikaya genel grev için baskı yapmak haricinde bir strateji yoktu ortada, o da 'gerçekleştiğinde' kimsenin mücadelenin nasıl ileri taşınacağına dair bir fikri yoktu. Tekrar edecek olursak ortada bir strateji yoktu.

 

İşçiler mücadeleleri nasıl kazanabilirler?

 

Kanımızca mevcut dönemde işçiler mücadeleleri tek başlarına kazanamazlar. İşlere, çalışma koşullarına ve maaşlara yapılan saldırılar bütün işçi sınıfına yapılan saldırılardır ve işçi sınıfının bu saldırıları birlikte karşılamasını gerektirirler. TEKEL mücadelesindeki işçiler de sınıf dayanışmasına ihtiyaç duyduklarının farkındaydı. Başka işçilerden dayanışma talep etmek için farklı işyerlerine gidip doğrudan dayanışma eylemi çağrısı yapacak kitlesel heyetlere ihtiyaç ortaya çıkmıştı. Ancak böyle bir görev, işçilerin bireysel olarak tek başlarına üstlenebileceği bir görev değildir. Daha önce de vurguladığımız gibi işçilerin bir araya gelip zafer için gerekli taktikler üzerine tartışmasını gerektirir, böylesi eylemleri geniş işçi kesimi arasında ortaya çıkacak işçi gruplarını gerektirir.

 

TEKEL mücadelesinden çıkartabileceğimiz olumlu dersler nelerdir?

 

Tekel mücadelesinden çıkartabileceğimiz çok fazla olumlu ders var. İlkin TEKEL mücadelesi, işçilerin hala mücadele etme iradesine sahip olduklarını ve patronların her şeyi istedikleri gibi yapamayacaklarını gösteriyor. Sendikaların işçi sınıfının safında olmadığı anlayışını kuvvetlendiriyor. 1 Nisan eyleminde sendikayı üyelerinden korumak için binlerce çevik kuvvet polisinin görev alması, bu durumu net bir biçimde ortaya koydu. Özellikle TEKEL işçileri arasında ama ayrıca işçiler geneli içinde kazanmak için dayanışmaya ihtiyaç olduğu bilincinin ortaya çıkması da devasa bir öneme sahip.

 

Fakat mesele yalnız mücadelenin olumlu yönlerini yorumlamak değil, yüzleşeceğimiz zorlukları anlamaya çalışmak ve onları nasıl aşabileceğimizi tartışmaktır. Bu konuda bütün okuyucularımızı, ister yazılı ister yüz yüze görüşmelerde katkılarını paylaşmaya çağırıyoruz.

 

Sabri

 

 

Tags: