2011 - Temmuz

Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve İşçi Hareketi (3)

Türkiye Komünist Partisi'nde Sol Kanat - 1. Hareketin Kökenleri

Jön Türklerin Yükselişi ve Sosyalistlerin Tutumu

21 Mayıs 1889 tarihinde, İstanbul’daki Askeri Tıbbiye Mektebi’nde beş öğrenci bir araya geldi. Bu öğrenciler, İshak Sükûti, İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, Mehmed Reşid ve Hikmet Emin’di. Bu beş tıp öğrencisinin bir araya geldiğinden ne hocalarının haberi vardı ne de sınıf arkadaşlarının. Çok önemli gördükleri bir meseleye dair büyük işler yapmak için, tam bir gizlilik içinde buluşmuşlardı. Bu beş öğrenci adlarını tarihin sayfalarına yazdırmayı belki o gün bir araya geldiklerinde umdukları kadar başaramayacaklardı ama o gün temellerini attıkları gelenek çok uzun yıllar yaşayacaktı. O gün, o toplantıda adı geçen beş öğrenci geleneğin yaratıcısı ve sürdürücüsü İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin temelleri atmışlardı.

Aslında II. Abdülhamit’i devirmek amacıyla kurdukları gizli örgütün ilk adı İttihat ve Terakki Cemiyeti değil, İttihad-ı Osmanlı Cemiyeti’ydi, fakat altı yıl sonra bu gizli örgüt, Abdülhamit karşıtı eski Bursa milli eğitim müdürü Ahmet Rıza adlı Abdülhamit muhalifi aydının grubuyla birleşerek tarihte tanınan adını alacaktı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, mutlak gizlilik içerisinde örgütlenmiş, Osmanlıcı ideolojinin mirasını taşıdığını düşünen, liberal eğilime sahip milliyetçi bir örgüt olarak ortaya çıkmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve devlet bürokrasisinde ortaya çıkan böylesi hareketlerin geneline Jön Türkler deniliyordu. Makedonya İç Devrimci Örgütü’nün mücadelesinden de etkilenen ve cesaretlenen Jön Türk hareketi, 1895’ten sonra ciddi bir yükselişe geçerek hızla büyümeye başladı. En sonunda, Şubat 1902’de, Paris’te Jön Türk ismiyle anılan bu hareketin çeşitli unsurlarının inisiyatifiyle özelde bu hareketi, genelde ise bütün Osmanlı muhalefetini bir araya getirmeyi hedefleyen bir kongre düzenlendi. 1. Jön Türk Kongresi, Osmanlı Hürriyetperverler Kongresi, Osmanlı Liberal Kongresi gibi adlarla anılan kongreye, farklı Jön Türk örgütlerinin yanı sıra Ermeni Devrimci Federasyonu, Veragazmiya Hınçak Partisi ve çeşitli Rum ve Bulgar milliyetçi cemiyetler de katıldı. Kongre, Jön Türk hareketi içerisinde kimi bölünmeleri su yüzüne çıkardı. Bölünme azınlıklar ve özellikle de Ermeni sorunu üzerinden gelişti. Kongre’de II. Abdulhamit’in yeğeni Prens Sabahattin’in başını çektiği liberal Jön Türk kanadı, Rum ve Arnavut delegelerle birlikte Ermenilere yaşatılan acıların bir an önce durdurulmasından yana olduklarını belirtmiş ve Ermenilerin huzur ve güvenlikleri için Avrupa’yı yardıma çağırmakta haklı oldukları vurgulanmıştı. Jön Türk hareketi içerisinde Prens Sabahattin’in görüşlerinin destekleyicileri bu noktada ciddi bir çoğunluğu temsil etmekteydiler. Fakat bu yaklaşıma karşı çıkan bir azınlık da vardı ve bu azınlığın görüşlerini İttihat ve Terakki Cemiyeti Paris şubesinin lideri olan Ahmet Rıza çekiyordu[52].

1902 Kongresinin ardından, Prens Sabahattin’in önderliğinde ortaya çıkmış olan çoğunluk grubu Batı destekli bir darbe örgütlemeye girişti. Ancak 1903’te gerçekleşen darbe girişiminin başarısızlığının ardından, çoğunluk grubu çöktü ve Ahmet Rıza’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti öne çıkmaya başladı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gövdesi Osmanlı sınırları içerisinde fakat başı Avrupa’daydı. Cemiyet de kendi içinde bölünmüştü: Ahmet Rıza Osmanlı’da değişimin barışçıl yollardan gerçekleşmesi gerektiğini savunurken, Şehzade Yusuf İzzetin Efendi’nin özel doktoru olan Bahaettin Şakir’in başını çektiği grup II. Abdülhamit’in devrilmesiyle bir değişimin mümkün olacağını savunuyordu. Cemiyet Mısır’da Bahaettin Şakir’in kuruculuğunu yaptığı Şurayı Ümmet adında bir yayın çıkartmaya başlayarak çalışmalarına hız verdi. Fakat 1905’te bu gazete kapatıldı. Bunun üzerine Bahaettin Şakir Paris’e gidip oradaki şubeyi daha radikal ve aynı zamanda merkezileşmiş bir yapı haline getirmeye çalıştı[53]. 1906’da da tarihe Talat Paşa adıyla geçecek olan Selanik’in posta müdürü Mehmet Talat, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni kurarak Jön Türk hareketiyle irtibata geçti. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, kısa bir süre içerisinde bölgedeki devlet yetkililerinden, Celal Paşa adıyla tanınan subay Ahmet Celal’in etkisiyle orduda ciddi bir yaygınlık kazandı. Bu sırada Prens Sabahattin de siyaset hayatına geri dönmüş ve 1906’da Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi Cemiyeti adında bir örgüt kurmuştu. Mısır’da ise Ahd-ı Osmani Cemiyeti adında bir örgüt ortaya çıkmıştı. Öte yandan bütün bu örgütler 22 Aralık 1907’de Paris’te yapılan ve II. Jön Türk Kongresi adıyla anılan toplantıda bir araya geldiler. Cemiyet, toplantıya katılanların, Osmanlı’nın bütünlüğünün korunması ve bir önceki kongrede tartışılan dış yardımların reddedilmesi gibi konularda hassasiyet göstermelerini şart koşmuştu. Hareket, İttihat ve Terakki bayrağı altında birleşmişti[54]. Öte yandan bu toplantının gerçekleşmesi için harekete geçen temel unsur, Jön Türk örgütlerinden herhangi biri değil, Ermeni Devrimci Federasyonu’nun Batı Bürosu idi. Dolayısıyla bu toplantı vesilesiyle Jön Türk hareketi ile Taşnaklar arasında sağlam bir ittifak ortaya çıkmıştı[55].

Hiç şüphe yoktu ki özelde İttihat ve Terakki Cemiyeti ve genel olarak Jön Türk hareketinin büyük bir kısmı, ciddi ve büyük bir milliyetçi akımı teşkil ediyordu. Jön Türklerin aynı zamanda Prens Sabahattin çevresinin görüşleri çerçevesinde zayıf Müslüman Osmanlı özel sermayesinin çıkarlarını ve siyasetini temsil ettiğini söylemek de mümkündür. Ancak bir noktada çoğunluk elde etmiş bu görüşlerin Jön Türk hareketi içerisinde nihayetinde pek tutunamadığını görmek gerekir. Jön Türk hareketi nasıl bir sınıfsal zemine sahipti? Bu konuda en net analiz, dönemin Balkan devrimcileri hareketinin başını çeken, Bulgar dar sosyalistlerine yakın Christian Rakovsky tarafından yapılmıştır:

“Peki, Jön Türk hareketinin toplumsal niteliği nedir? Türk işçileri ve köylüleri hâlâ ruhbanın etkisi altındadırlar. Jön Türklere sempati duyan Müslüman burjuvazinin pek bir önemi olduğu ise söylenemez. Uzun bir tarihsel evrim, Türk burjuvazisini bir askeri ve devlet görevlisi katmanına dönüştürmüştür, Hıristiyan burjuvazi ise sanayi ve ticaretle uğraşmaktadır.”[56]

Jön Türk hareketi, Osmanlı devlet ve ordusunda üst ve orta katmanlarında öbeklenmiş olan radikal milliyetçi Türk burjuvazisinin bir hareketiydi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti 1907 II. Jön Türk kongresinin ardından Türk burjuvazinin sınıf partisi oldu. Zaten Jön Türklerin ideolojisi de sınıfsal niteliklerini ortaya koyuyordu. Nihayetinde ortaya konulan, tipik bir liberal milliyetçi hareketti. Abdülhamit ‘memleketi mahvediyordu’, ‘vatanı ondan kurtarmak lazımdı’, ‘imparatorluğun toprak bütünlüğünü korumaktan acizdi’ . Devlet ve ordu içinde doğup gelişmiş olan Türk burjuvazisi sonuçta padişahın siyasi baskılarından da giderek rahatsızlanmaya başlamaktaydı. Sonuçta ortada pek de olağanüstü bir durum olduğu söylenemezdi.

Öte yandan sosyalist olduğunu iddia eden, hatta II. Jön Türk Kongresi’ne katıldığı 1907’de İkinci Enternasyonal üyesi olan Ermeni Devrimci Federasyonu, neden Jön Türk hareketiyle işbirliğine gitmişti? Bu, tipik bir İkinci Enternasyonal partisinin oportünizminden mi ibaretti yoksa ortada bundan da öte bir durum mu vardı? Kuruluş sürecini göz önünde bulundurarak baktığımız zaman, Taşnakların sosyalizmi benimsemeleri pragmatik temelleri olan bir karardı. Esasında sınıf mücadelesinin fazlasıyla yoğun olduğu Kafkaslarda bile, Taşnaklar sınıf mücadelesini reddediyorlardı. Taşnaklar, Ermeni ulusunun aşırı dağılmışlığını ve karşısında pek çok güç varken sayıca az oluşunu gerekçe göstererek, ulusal kurtuluşun başlangıç aşaması olarak adlandırdıkları dönemde Ermeni toplumundaki bütün sınıfların birlik ve beraberlik içinde hareket etmesinin gerekli olduğunu iddia ediyorlardı[57] Öte yandan, Taşnakların büyük Avrupalı güçlerin Ermeniler lehine müdahale etmesi umutları karşılanacak gibi durmamaktaydı. Ciddi bir güç haline gelmekte olan Avrupa sosyal demokrat hareketinin Ermeni davasına desteğini kazanmak ise kulağa bir hayli cazip geliyordu. Dolayısıyla Taşnaklar, her ne kadar sosyalizmin kuruluşunun Ermenistan’da söz konusu olmadığını bir yandan vurgulasalar da, 1894’ten itibaren kimi sosyalist yayınları çevirmeye başladılar, 1896’da ise İkinci Enternasyonal ile ilişki kurdular[58]. Taşnaklar, içlerinde sosyalist görüşleri savunan kimi militanlar ve hatta Genç Taşnaklar adını alan bir hayli uzlaşmaz sosyalist bir hizip olmuş olsa da, 1907’de İkinci Enternasyonal’e giriş başvurusu yapana kadar Ermenistan için sosyalizm ile alakalı bir program benimsemediler. 1907’de benimsenen program ise azınlıkların yaşadığı ülkelerde sınıf mücadelesinin karmaşıklığından bahsediyor, ezilen ulus işçilerinin kendi milli kültürleriyle ilgilenmeleri gerektiğini söylüyor ve geleceğin sosyalist toplumunda da ulusların var olacağını vurguluyordu[59]. Taşnakların bu tarihten sonra savunduklarını söyledikleri sosyalizm anlayışı ise, teorik olarak Guiseppe Mazzini ve Guiseppe Garibaldi gibi İtalyan sol milliyetçilerinden Rus narodnik geleneğine, Eduard Bernstein ve Jean Jaures’ten Karl Kautsky’e, sosyal demokrasinin merkezinden sağına geniş bir yelpazeye dayanıyordu. Zamanla en fazla belirgin olan Fransız Jean Jaures’in uluslara, anavatanlara ve demokrasiye bağlı sosyalizm anlayışı oldu[60]. Bununla birlikte Taşnakların ulusal programı da değişmekteydi. Artık Türkiye Ermenistan’ı için, ulusal kurtuluş çizgisinden ziyade, yerel özerkliğe dayanan siyasal demokrasi ve Osmanlı İmparatorluğu ile federatif bağlar kurulması savunulmaktaydı[61].

Enternasyonalist Ermeni sosyalistlerinin hepsi, Taşnakların, sosyalist sloganları milli amaçları için kullanan burjuva milliyetçisi bir örgütlenme oldukları konusunda hemfikirdiler. Şüphesiz, Taşnak militanlarından bazıları zamanla gerçekten sosyalist görüşlerden etkilenmeye başladılar, hatta kimileri başından beri içtenlikle sosyalizme inanmaktaydılar. Öte yandan partinin sınıf mücadelesine yaklaşımı onu hem Kafkaslarda, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni küçük burjuvazisinin yoğun ve Ermeni burjuvazisinin özellikle muhalif ve radikal kesiminin mevcut ve etkin olduğu bir yapı haline getirmişti. Taşnaklar 1907’de Jön Türklerle ittifak yaptıklarında bunu Ermeni işçi sınıfının çıkarları uğruna mı yapmışlardı, yoksa Ermeni burjuvazisinin çıkarları namına mı? İttihat ve Terakki’nin iktidarı aldıktan kısa bir zaman sonra Ermenilere uygulayacağı soykırım, Ermeni işçi sınıfının Jön Türklerle ve Türk burjuvazisiyle bir ittifaktan anlık olarak bile elde edebileceği bir çıkarı olmadığını gösterecekti. Taşnakların Jön Türklerle ittifakının altında Ermeni burjuvazisinin çıkarları yatmaktaydı. Aslında, Ermeni burjuvazisinin Taşnaklar içinde ifade bulan kesimiyle, Jön Türk hareketinin ifade ettiği Türk burjuvazisi arasında ciddi tarihsel paralellikler vardı. Nasıl Türk burjuvazisi konumuna rağmen siyasal iktidarı elinde tutmuyorduysa, Taşnaklar içinde öne çıkan radikal Ermeni burjuvazisi ve küçük-burjuvazisi de Ermeni toplumu içerisinde resmi ve siyasi ayrıcalıklara sahip değildi. Ülke genelinde siyasi iktidar monarşideydi. Ermeni toplumu içinde sultanın iktidarına eklemlenmiş, resmi ve siyasi ayrıcalıklara sahip kesimse ruhbandı. Aslında radikal Türk burjuvazisi ile radikal Ermeni burjuvazisinin siyasi çıkarları; daha genel olarak da Osmanlı devlet ve ordu burjuvazisi ile Osmanlı sanayi ve ticaret sermayelerinin çıkarları bir işbirliğini gerektiriyordu. Eğer bir parti olarak Taşnak liderliğinin analizini yaparsak söylemeliyiz ki, Aralık 1907’ye kadar örgütün liderliğinin bir zerresine dahi sosyalist dersek, ittihatçılarla masaya oturulduğu zaman o zerre ölmüştü. İttihatçılarla ittifak, nihayetinde Taşnakları geri dönüşü olmayan bir biçimde Ermeni burjuvazisinin çıkarları için büyük oynayan bir harekete dönüştürecekti.

II. Abdülhamit’in devrilmesi öncesinde Osmanlı burjuvazisinin siyasi temsilcileri bu durumdaydı. Fakat 1908 isyanının tek etmeni Osmanlı burjuvazisi değildi. Yeni yüzyılın başlarından itibaren tekrar Osmanlı gündemine oturan işçi mücadelelerinin de 1908’e giden süreçte ciddi bir etkileri olacaktı. İşçi sınıfı, Abdülhamit dönemi baskılarına rağmen 1902’de tekrar sınıfsal mücadelelerine başlamıştı. 1908’e kadar, dünya genelindeki 1905 grevlerinin etkisiyle özellikle 1904–1906 arasında yoğunlaşan, başta Selanik ve İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında bulunan Kavala, Manastır, Vodenli, Üsküp, Edirne gibi şehirlerde binlerce işçinin katıldığı grevler gerçekleşti. Bu grev dalgasının Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki topraklarında gerçekleşmiş olması da pek şaşırtıcı bir durum değildi; zira burası bürokratik burjuvazinin İttihatçı hareketinin de gayri Müslim sermayenin ve örgütlerinin de güçlü olduğu, sanayileşmiş bir yerdi ve pek çok açıdan imparatorluğun en gelişmiş kesimiydi. Bu grevler dalgası anlık bir patlama olmaktan ziyade otuz yıldır devam eden baskıcı Abdülhamit yönetimine, ağır ve zorlu ekonomik koşullara ve tarımsal üretimdeki sıkıntılara ve kıtlıklara karşı işçi sınıfının hoşnutsuzluğunun, çeşitli makamlara yapılan çaresiz başvuruların sonuç vermemesinin bir ifadesiydi[62]. Grevlerin gerçekleşmesine neden olan en temel mesele, ekonomik sıkıntılardan dolayı hem devletin hem de özel işletmelerin işçilerin maaşlarını ödeyememeleriydi. Bu grevlerin ilginç fakat aslında şaşırtıcı olmayan yanı ise çoğunlukla gayri Müslimlerin elinde bulunan özel işletmelerde oldukları kadar, kamu sektöründe de gerçekleştirilmeleriydi. Kamu sektöründe çalışan işçilerin de greve gitmekte olması Osmanlı devlet yapısının sınıfsal niteliğini net bir biçimde ortaya koyuyordu[63].

1902–1908 arasında her yıl gerçekleşen grevleri 1908 isyanının temel nedeni sayamayız. Öte yandan, eğer bu yıllarda böylesi bir grev dalgası gerçekleşmemiş olsaydı, Osmanlı burjuvazisinin, II. Abdülhamit rejimine karşı harekete geçecek cesareti bulamayacağını söylemek, abartılı bir ifade olmayacaktır. 1902’den itibaren altı yıl boyunca devam eden bu işçi eylemlerinden her biri, Abdülhamit rejimine bir darbe olmuş ve rejimin itibarını zayıflatmıştı. Öte yandan, grevlerin gösterdiği en önemli olgu, geçen on altı yıl boyunca işçi sınıfının mücadele etmesini engellemeyi ve sınıfı pasif bir konumda tutmayı başarmış olan Abdülhamit rejiminin artık işçi sınıfının kontrol edemediğini gözler önüne sermiştir. Rejiminin bütün tehditkâr unsurlarıyla, baskı araçlarıyla ve acımasızlığıyla bile olsa Abdülhamit, sınıf mücadelelerinin önüne geçmeyi başaramamaktadır. İşte bu durumun yaşanması, 1902–1906 grevlerini, 1908’in nasıl gerçekleşebildiğini anlayabilmek için göz önünde bulundurmamız gereken en önemli arka plan yapmaktadır. 1908’de Abdülhamit’i işçi sınıfı devirmeyecektir ama Abdülhamit rejimi çatırdamaya, 1902’de sınıf mücadelelerinin yeniden ortaya çıkması ile başlamıştır. Dolayısıyla rejime karşı ilk darbe, bizzat işçi sınıfının eliyle vurulmuştur.

1908 öncesinde Jön Türkler konusunda Osmanlı sosyalizminin tutumu Taşnakların tutumundan genel hatlarıyla farklıydı. Gerek imparatorluğun batısındaki sosyalist hareketin milliyetçi Makedonya İç Devrimci Örgütü içerisindeki kesimi[64], gerekse Osmanlı’da faaliyet içerisinde bulunan önde gelen Ermeni sosyalist partisi olan Hınçak Sosyal Demokrat Partisi, Taşnaklar gibi Jön Türklere onlarla masaya oturacak kadar yakın olmasalar da giderek yaklaşmaya başlıyorlardı. Bunlara karşılık, Osmanlı sosyalist hareketinin hem batıdaki, hem de doğudaki sol kanadı, Jön Türk hareketine çok daha mesafeli bakmaktaydı. Makedonya’da Glavinov önderliğindeki Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği, Girit olayı üzerinden daha 1897’den beri Jön Türk hareketine ciddi bir mesafeyle bakmaktaydı. 1898’de, örgütün o dönemki yayın organı Politiçeska Svoboda’da Jön Türk hareketinin Girit meselesine yaklaşımıyla ilgili Glavinov’un bir yazısı yayınlandı. Bir hayli sert bir dille yazılmış bir yazıda, Jön Türklerin Girit’te Türk milliyetçiliğini savunan tutumları eleştiriliyordu. Glavinov, Jön Türk’lerin Osmanlı’nın azınlıklara karşı uyguladığı milli baskıdan ve egemenliklerden yana olduğunu savunuyordu[65]. Zaten 1900’lerin başlarından itibaren MİDÖ ve benzeri ezilen ulus milliyetçileri dâhil hiçbir burjuva ve küçük-burjuva eğilimle çalışmama tutumunu benimsemiş olan dar sosyalist geleneğin, Jön Türk hareketiyle herhangi bir yakınlaşmaya girmesi düşünülemezdi. 1905’te (Dar)BDSİP çizgisinde kurulan Makedonya ve Edirne Sosyal Demokrat İşçi Örgütü’nün tutumu da bu şekilde devam edecekti. Bununla birlikte, Abdülhamit’in devrilmesine giden dönemde MESDÖ de ciddi devlet baskılarına maruz kalacaktı[66].

Ermeni sosyalist hareketinin Osmanlı odaklı kesiminin sol kanadı ise yine Kafkaslarda, Tiflis’te 1906’da çıkmaya başlayan Yerkri Tzayn (Ülkenin Sesi) isimli gazete etrafında şekillenmeye başlayacaktı. Bu gazetede, Marksist Ermeni İşçiler Grubu’ndan Hınçak Sosyal Demokrat Partisi’ne, Sosyal Demokrat Ermeni İşçiler Örgütü’nden Genç Taşnaklara kadar bütün sosyalist Ermeni örgütlenmelerden gelen çeşitli unsurları bir araya getirmekteydi. Derginin kurucusu Tigran Zaven’in hem Taşnakların doğu örgütlenmesiyle, hem de Hınçak Sosyal Demokrat Partisi ile iyi ilişkileri vardı. Sosyal Demokrat Ermeni İşçiler Örgütü’nün önemli teorisyenlerinden Bahşi İşhanyan da Yerkri Tzayn’a katkı sunanlar arasındaydı. Ayrıca Ermeni Marksist solunun ilk örgütü Marksist Ermeni İşçiler Grubu’nun kurucularından Yessalem takma adlı militan işçi Karekin Kozikyan da, 1904’te İsviçre’de çıkarttığı ve hem Taşnak hem de Hınçak partilerini eleştiren Banvor (İşçi) isimli yayının ardından bu gazetede çalışmaya başlamıştı[67]. Yerkri Tzayn, ismine rağmen daha ilk sayısında Osmanlı İmparatorluğu’na dair çok net ifade edilmiş olmasa da açıkça enternasyonalist bir yaklaşım sunuyordu:

“İki halkı ne ayırıyor? Hepimiz aynı zorbanın ayakları altında eziliyoruz. Aynı bahtsızlıklara üzülüyoruz. Çevrenize bir bakın. Türkiye, İran ve Rusya’da Türk halkı, katı önyargıları, engin cehaleti ve sonsuz yoksulluklarıyla sömürücülerin pençesindedir; kanlar içindeki bu zavallı yaratıklar Ermeni halkı kadar acı çekmektedir. Türkiye Ermenileri kendi kurtuluş davalarını, aynı boyunduruk altında yaşayan başkalarının kurtuluş davalarından ayırmamalıdırlar (…) Türkiye’de tek bir ihtimal vardır: Büyük Devrim (…) Ermenileri, Türkleri, Kürtleri, Süryanileri, Yezidileri, Dürzîleri, Rumları, Yahudileri, Arapları, Arnavutları ve Makedonları köle eden bu rejim, bütün bu halkların birleşik gücüyle devrilmelidir.”[68]

1907’nin başına gelindiğinde ise, çevrenin görüşü daha da net bir biçimde ortaya konulacaktı. Yerkri Tzayn’ın enternasyonalizmi sınıfsal temelde bir enternasyonalizmdi ve kendilerini ne kadar devrimci göstermeye çalışırlarsa çalışsınlar, farklı sınıfların hareketleriyle işbirliğine karşı çıkmayı bir görev olarak görmekteydi. Derginin Jön Türk hareketine bakışı da bu minvalde şekillenmekteydi:

“Biz ‘Ermeni Milleti’ adına konuşmak istemiyoruz; çünkü bize göre halkları ayıran ırklar ya da diller değildir, sınıflar, toplumsal, ekonomik ve siyasal kategorilerdir. Ermeniler ve Türkler yoktur. Sadece ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürülenler vardır... Jön Türklere karşı tutumumuz ne olmalı? Kendilerini liberal bir sınıf olarak ortaya koydukları için, bizim onlarla organik bir ilişkimiz olamaz (…) Gerçek bir bağlaşma, ancak Türk halkıyla yapılabilir (…) Eğer onlar yalnızca ‘Müslüman Milleti’nin değil, bütün ezilenlerin bir siyasi partisini oluştururlarsa (…) Ancak o zaman Ermeniler Türklerle birlikte bir sınıf partisi kurabilirler"[69].

Yerkri Tzayn Tiflis merkezli bir yayın olsa da, içeriği Osmanlı İmparatorluğu’na yönelikti. Derginin sayfaları dönemin Prens Sabahattin, Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet gibi önde gelen Jön Türklerine dair detaylı biyografiler ve sert eleştiriler içeriyordu[70]. Ayrıca Yerki Tzayn başta Van olmak üzere imparatorluğun Ermeni nüfusun yüksek olduğu kimi şehirlerinde dağıtılıyordu ve derginin yazıları Ermenice, Türkçe ve Kürtçe binlerce bildiri haline getirilip bölgede dağıtılıyordu. Taşnak Partisi önderlerinin Paris’te İttihatçılarla görüşmelerine aylar kala, bölgedeki Taşnak militanları da Yerki Tzayn’ın savunduğu görüşlerden çok ciddi bir biçimde etkileniyordu[71]. Gerek Kafkasya’daki Doğu Bürosu, gerekse Paris’teki Batı Bürosu sınıf mücadelesini reddeden Taşnak partisinin imparatorluğun doğu bölgesindeki kimi militanlarının yayınladığı aşağıdaki bildiri, Yerkri Tzayn’ın görüşlerinin etkisini, dilinin benzerliğiyle dahi doğrulamaktadır:

“Bizim kendimizin kim olduğumuzu, karşıtlarımızın ve düşmanlarımızın kimler olduğunu anlamamızın zamanı geldiğine inanıyoruz. ‘Biz’ derken, ‘Taşnak’ ya da diğer Ermeni devrimci partilerini değil, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan ve zorba hükümetin yıkıcılığına, yağmacılığına ve baskıcılığına uğrayan herkesi, bütün Osmanlıları, yani bütün Türkleri, Ermenileri, Arnavutları, Arapları, Rumları, Süryanileri kastettiğimiz anlaşılmalı. (…) Bizim bayrağımız altına girenlerse, ırk ya da din ayrımı olmadan, özgürlük ve eşitliği isteyenler, müstebit hükümetten nefretle, bütün halkları kölelikten, yağmadan ve haydutluktan kurtarmaya çalışanlardır. Biz özgürlüğüz, bilgiyiz, eşitliğiz, adaletiz. Düşmanlarımız zorbalıktır, cahilliktir, köleliktir, yağmadır, adaletsizliktir. Biz işçileriz, biz ülkemizin lanetlileriyiz, alevleri yükseltenleriz.”[72]

Gerdûn


52 Karasandık, Özlem. "Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Ermeni Hınçak Cemiyeti'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Siyasi Faaliyetleri (1887-1908)". Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2005. Mersin. s. 93

53 Uzun, Cem. "Osmanlı Muhalefet Partileri". https://www.antikapitalist.net/makale/turkiye/84_ksdden_osmanli-muh-isya...

54 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1820

55 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 212-213

56 Rakovsky, Christian. "The Turkish Revolution". Le Socialisme, Paris No.37, 1 Ağustos 1908. https://www.marxists.org/archive/rakovsky/1908/08/01.htm

57 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 53

58 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 28-29

59 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 72

60 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 74

61 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 72

62 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1813

63 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1814

64 MİDÖ'nün kendi sol kanadı ve (Geniş)BSDİP yanlılarını kapsayan bu gruba 1905'te (Dar)BSDİP'den ayrılan ve "Anarko-Liberal" olarak anılacak olan kesimin Makedonya'daki takipçileri de katılacaklardı.

65 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 57

66 Yalımov, İbrahim. "1876-1923 Döneminde Türkiye'de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 143

67 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 208

68 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 209

69 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 209-210

70 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 208

71 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 210

72 "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 19-20

Tags: 

Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve İşçi Hareketi (4)

Türkiye Komünist Partisi'nde Sol Kanat - 1. Hareketin Kökenleri

1908 İsyanı’nın Analizi

Abdülhamit rejimi, 1902’den beri sallanmaktaydı; 3 Temmuz 1908’de, yanından geyiğini ayırmayan Resneli Niyazi adlı eksantrik bir İttihatçı subayın, komutasındaki iki yüz kadar asker ile Makedonya dağlarına çıkmasıyla, saltanat sallanmaya başladı. Üç hafta içerisinde bu ayaklanma Osmanlı ordusu içerisinde hızla büyümüştü. Kıvılcım, kısa zamanda Makedonya’daki Osmanlı ordusunun neredeyse tamamını, imparatorluk genelinde ise ciddi bir kısmını saran bir yangına dönüşmüştü. Arnavut “vatan fedaisi” Resneli Niyazi, 1908 isyanını başlattığı zaman, resmi Osmanlı İmparatorluğu’nu 1. Dünya Savaşı’na götürecek, imparatorluğun sonunu görecek ve Mustafa Kemal Atatürk şahsı etrafında Kemalizm adıyla yeniden doğup gölgesi günümüz Türkiye’sine hâlâ uzanıyor olacak geleneği iktidara getirdiğini bilmiyordu. Çünkü adı yeni başlamış yüzyılda çok iyi bilinecek olan Mustafa Kemal, 1908 yaşanırken Selanik’teki otelinin balkonunda olayları izlemekte olan başka bir İttihatçı subayın arkasındaki bir gölgeden ibaretti. Bu subay, Resneli Niyazi’nin askerleriyle dağa çıktığı haberi geldikten sonra Abdülhamit’in devrilmesi için ve tabii ki kendisi için de muhteşem bir fırsat doğduğuna inanarak görev yaptığı Selanik’teki Osmanlı ordusunda isyanı yaymaya çalışan İsmail Enver’den başkası değildi. Ayaklanma Selanik’e yayıldıktan sonra nüfusun sabahlara kadar sokaklarda kaldığı söylenir. Aynı gecenin sabahında, yani 24 Temmuz’da Selanik’e, isyanı bastıramayan II. Abdülhamit’in yeniden meşrutiyet rejimine geçildiğini ilan ettiği haberi ulaşacaktı[73]. Jön Türkler kazanmıştı. Osmanlı şehirlerinin sokaklarında yankılanan slogan, “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet”ti (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik). İstanbul birkaç ay içerisinde “dünya’nın en özgür şehri” olacaktı[74].

Ya da Jön Türkler, Taşnaklar ve tarihe II. Meşrutiyet olarak geçecek rejime inananlar içinde en iyi niyetlileri böyle düşünüyorlardı. Daha 24 Temmuz’dan birkaç hafta sonrasında devasa işçi mücadelelerinin patlamasıyla durumun böyle kalmayacağı açığa çıkacaktı. Öte yandan gerçekleşen, tarihte hak ettiği ilgiyi göremeyecek olsa da, fazlasıyla önemli bir olaydı. Fakat gerçekleşen neydi? 3 Temmuz’da başlayıp 24 Temmuz’da zafere ulaşanlar kimlerdi? Osmanlı İmparatorluğu’nda ne olmuştu ve bu olayların anlamı neydi? Gerçekleşen olaylar, Osmanlı sosyalizmi için bir hayli büyük bir önem taşımaktaydılar ve Osmanlı ve Balkan sosyalizminin sol kanadı bu tartışma içerisinde en net tavırları takınanlar arasında olacaklardı. Öte yandan uluslararası sosyalist hareketin önemli önderleri için de Jön Türk isyanı bir değerlendirme yapmayı gerektiriyordu ve dönemin pek çok önemli düşünürü gerçekleşenlere dair bir tutum alma ihtiyacını hissediyordu. İsyanın doğasına dair soruyu ortaya ilk atan sosyalist militan, Balkan sosyalizminin önde gelen isimlerinden Christian Rakovski’ydi. Rakovski 24 Temmuz’dan bir hafta sonra, 1 Ağustos’ta yayınlanan yazısında şu değerlendirmeyi yapmaktaydı:

“[B]ir devrim mi, yoksa fazla önemli sonuçlar yaratmayacak bir askerî darbe mi görüyoruz? Bunu, ancak gelecek gösterecek. Ancak diğer yandan, Türk devrimi başladığı günden beri çok tehlikeli bir yoldan çıkma sinyali veriyor.

"Hiç kuşku yok ki, öylesine fazla tutkuyla parçalanmış bir ülke olan Türkiye'de barış ortamını sağlamanın tek yolu özgürlüklerin azamî ölçüde sağlanmasıdır. Ancak imparatorluğun farklı halklarının taleplerinin karşılanmasını sağlayan onları dayanışma ruhu altında toplamayı başarabilir. Ne yazık ki Jön Türklerin gücü bu açıdan bakıldığında tamamen yetersizdir. Talep ettikleri ve elde ettikleri 1876 Anayasası istenecek çok şey bırakıyor. Sultan'ın mutlak gücüne ise neredeyse hiç dokunmuyor.

(…)

"Diğer yandan imparatorlukta karşılaştıkları çürüme durumu karşısında şaşkına dönmüş Jön Türklerin akıllarında sadece tek bir şey var: Merkezî iktidarı olabildiğince sağlamlaştırmak. Mutlakıyetçi sultanın yerini ondan daha az mutlakıyetçi olmayan oligarşi alacak gibi.

(…)

Jön Türklerin içinde ciddi bir şekilde tutulduğu ve desteklendiği tek çevre, ordu ve bürokrasi çevresidir. Bu iki unsur, kısa süreli oldukları kadar kısa ömürlü bir devrimi garanti edebilirler ancak. Sultan'ın mümkün olan en fazla sayıda Jön Türkü iktidara çağıran zekice bir manevrası, tüm hareketi dağıtabilir ve hareketin sonunu getirebilir. Jön Türkler Hıristiyan burjuvaziden ve işçi sınıfından sağlam bir destek bulabilir, ancak böyle bir işe kalkışacak ahlaki cesarete sahipler mi? [75]

Rakovski’nin ortaya attığı sorular kısa süre içerisinde gelişmeler tarafından yanıtlanacak, Jön Türk hareketinin, sultanın zekice bir manevrasıyla dağılmayacak bir yapıda olduğu ve Jön Türklerin ihtiyaç duydukları sürece, işçi sınıfıyla değilse de Hıristiyan burjuvaziyle birlikte çalışmaktan bir çekinceleri bulunmadığı ortaya çıkacaktı. Rakovski’nin genel tutumu ise, desteklediği dar sosyalist akım tarafından da sahiplenilmekteydi. Dar sosyalistler, daha en başından en ufak bir çekinceye veya tereddütte ve en ufak bir yanılsamaya düşmeden, 1908 İsyanı’nı bir askeri ayaklanma olarak nitelendireceklerdi[76]. Dar sosyalistlerin lideri Blagoev de 24 Temmuz’dan kısa bir süre sonra, Ağustos ayında yayınladığı bir kitapçıkta tamamen net bir biçimde proletaryayı burjuva ve küçük burjuva unsurların etkilerinden korumanın önemini vurguluyor; bu görev her zamankinden daha büyük bir önem kazanmışken Jön Türkleri desteklemek için Makedonya’ya koşan sosyalistleri kınıyordu. Blagoev, yalnızca Jön Türklere karşı değil, Jön Türklerin “sosyalist maskesi takmış” destekçilerini de sertçe eleştirmekteydi. Bununla birlikte, Blagoev dar sosyalistlerin olaylardan uzak durması gerektiğini de savunmuyor, Osmanlı sınırları içerisindeki yoldaşlarının olası grevlere katılması gerektiğini de güçlü bir biçimde vurguluyordu[77]. (Dar)BDSİP’nin 2-5 Ağustos arası gerçekleşen 15. Büyük Kongresi de duruma aynı netlikte bakıyordu:

“(Dar)BDSİP Kongresi (…) Türkiye proletaryasının, mutlakıyet rejimini ortadan kaldırmak ve Türkiye proletaryasının tamamıyla kurtulması için yaptığı savaşımı sürdürmesini ve bu savaşımda tam zafere ulaşmasını temenni eder. Türkiye proletaryası tam özgürlüğüne, ancak öz sınıfsal örgütüyle, sosyalizm bayrağı altında, uluslararası sosyal demokrat güçlerle omuz omuza savaşarak erişebilir.” [78]

Uluslararası sosyalist hareketin sol kanadının liderleri de 1908’de gerçekleşen olay ve sonrasındaki gelişmelere dair bir hayli önemli değerlendirmeler yaptılar. Ekim 1908’de kaleme aldığı bir yazısında Lenin, Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleşmiş olan olayı, bir demokratik burjuva devrimi olarak nitelendirdi. Ancak, Lenin’in Jön Türk hareketini desteklediği veya bu harekete dair yanılsamalar içerisinde olduğunu söylemek de pek mümkün değildi:

“Topraklarını ve kolonilerini geliştirmek açısından ‘yutulabilecek’ en büyük lokmayı yutma kaygısı duyan kapitalist güçler arasındaki rekabet, Avrupa’ya bağımlı veyahut Avrupa’nın ‘koruduğu’ ülkelerde bağımsız demokratik hareketlerden duyulan korku ile birlikte, Avrupa politikasının ana pınarlarını oluşturmaktadır. Jön Türkler ılımlılıkları ve ihtiyatlarından dolayı övülmekteler, yani Türk devrimi tam da zayıf olduğu için, halk kitlelerini bağımsız eyleme teşvik etmediği için, Osmanlı İmparatorluğu’nda proleter mücadelelerin baş göstermesine düşmanca yaklaştığı için övülüyor.” [79]

Lenin haricinde Troçki’nin de Jön Türkler ve Osmanlı’da 1908 üzerine yazıları vardır. Troçki’nin 1908’in mahiyetini belirlerken aldığı tutum Lenin’in çok uzağında olmamakla birlikte, özellikle kitle grevinin patlak vermesinin ardından 1908’i, Rusya’nın 1905’ine benzetmesi ve bir devamlılık görmesi farklılığıdır. Ayrıca uluslararası sosyalist hareket önderlerinden, Osmanlı’da sınıf hareketinin önemine en fazla vurgu yapan da Troçki olacaktı. Troçki, Aralık 1908’de yazdığı yazısında şöyle demektedir:

“Rus Devrimi’nin yankıları Rusya sınırlarının dışına taştı. Devrim, Batı Avrupa’da coşkulu bir proletarya hareketinin gelişmesini tetikledi. Aynı zamanda Asya ülkelerini de siyasi bir faaliyet içine çekti. Rusya’da olup bitenlerin doğrudan etkisiyle İran’da, Kafkasya sınırlarında iki yıldan fazla bir süredir çeşitli biçimlerde devam eden devrimci bir mücadele başladı. Kitleler, Çin’de, Hindistan’da, her yerde, hem kendi ülkelerindeki zorbaların hem de Avrupa proletaryasını sömürmekle yetinmeyip Asya halklarını da soyup soğana çeviren Avrupalı yağmacıların (kapitalistler, misyonerler) karşısına dikildi. Rus Devrimi’nin yarattığı en son etki, bu yaz Türkiye’de gerçekleşen devrim oldu.

"Rusya’da devrimin temel savaşçısı proletaryadır. Türkiye’de, daha önce de belirttiğim gibi, ancak başlangıç halinde bir sanayi vardı; proletarya zayıf ve sayıca yetersizdi (…) Bu yılın Temmuz ayında devrim patlak verdiği zaman, Sultan ordusuz kaldı. Askeri birlikler birbiri ardına devrim saflarına geçiyordu. Bilinçsiz askerler hareketin amacını kuşkusuz anlamıyorlardı ama yaşam koşullarıyla ilgili hoşnutsuzlukları, onları subaylarını izlemeye yöneltmişti. Subaylar, talepleri kabul edilmezse sultanı devirmek tehdidinde bulunarak bir anayasa istediler. Abdülhamit’in boyun eğmekten başka yapacağı bir şey yoktu. Bir anayasa ihsan etti (sultanlar boğazlarına bir bıçak dayandığı zaman genellikle böyle jestler yaparlar), liberallerin yer aldığı bir bakanlık oluşturdu ve parlamento seçimlerine gitti. Bu dönemde tüm ülkede büyük bir hareketlilik göze çarptı. Mitingler mitingleri izledi. Çok sayıda yeni gazete çıkarıldı. Genç proletarya, bir gök gürültüsüyle uyanır gibi harekete geçti. Grevler patlak verdi, işçi örgütleri kuruldu. Selanik’te ilk sosyalist gazete yayınlandı.

"Reformcu ‘Jön Türklerin’ çoğunlukta olduğu Türk parlamentosu, bu satırların yazıldığı sırada yeni toplandı. Yakın gelecek bize bu Türk 'Duma'sının yazgısının ne olacağını gösterecek.” [80]

1909’da yazdığı bir yazıda ise Troçki, Osmanlı 1908’ini, genel hatlarıyla geliştirmiş olduğu sürekli devrim anlayışı minvalinde değerlendirecekti:

“Türk devrimi, tamamlamak zorunda olduğu görevler nedeniyle (ekonomik bağımsızlık, devletin ve ulusun bütünlüğü, politik özgürlükler) burjuva ulusun kendi kaderini belirlemesine denk düştü ve bu anlamda 1789–1848 devrimlerinin geleneğini canlandırdı. Öte yandan devrim subaylarının yönettiği ordu, ulusun yürütme organı gibi görev yaptı ve bu da, olayların askeri manevralarla planlandığı izlenimini yarattı. Yine de pek çok insanın yaptığı gibi Türkiye’deki son Temmuz olaylarında yalnızca basit bir darbe görmek ve bu olayları Sırbistan’daki herhangi bir askeri-hanedancı darbeyle eş tutmak son derece aptalcadır. Türk subaylarının gücü ve başarılarının gizi, kusursuzca hazırlanmış bir planda ya da şeytanca bir ustalıkta ve suikast yeteneklerinde değil, toplumun en ileri sınıflarının kendilerine duyduğu sempatide yatıyor: Tüccarlar, zanaatçılar, işçiler, dinsel ve yönetsel kesimler ve nihayet köylülerin temsil ettiği kır kitleleri. Fakat bütün bu sınıflar beraberlerinde yalnızca “sempati”lerini değil, çıkarlarını, taleplerini ve umutlarını da getiriyor. Uzun süredir bastırılmış olan toplumsal özlemlerini, bunları dile getirmek için kendilerine zemin yaratan bir parlamento sayesinde, şimdi açıkça ifade ediyorlar. Türk Devrimi’nin artık tamamlandığını düşünenleri acı düş kırıklıkları bekliyor. Düş kırıklığına uğrayanların arasında yalnızca Abdülhamit değil, öyle görünüyor ki “Jön Türkler” Partisi de olacak.

(…)

Türk endüstrisi söylediğimiz gibi çok zayıf. Sultan rejimi yalnızca ülkenin ekonomik kuruluşlarını aşındırmakla kalmadı, proletaryanın gelişmesi korkusuyla fabrikaların yapılmasına da bilerek engel oldu. Ama aynı zamanda, rejimi bu tehlikeye karşı tamamen korumanın olanaksız olduğu da ortaya çıktı. Türk Devrimi’nin ilk haftalarına, fırınlarda, matbaalarda, tekstilde, toplu taşımacılıkta, tütün imalatında çalışanların, demiryolu ve liman işçilerinin grevleri damgasını vurdu. Avusturyalı marşandizlerin boykotu için, Türkiye’nin henüz çok genç olan ve bu kampanyada kararlı bir rol üstlenen proletaryası (özellikle liman işçileri) esin kaynağı olacak ve onları harekete geçirecekti. Peki, yeni rejim işçi sınıfının siyasi uyanışını nasıl karşıladı? Grevleri zor kullanarak engellemeyi öngören bir yasa çıkartarak. ‘Jön Türklerin’ programında, çalışanların lehine alınacak önlemlere ilişkin tek bir sözcük yer almadı. Fakat Türk proletaryasını önemsiz bir nicelik olarak değerlendirmek, ciddi sürprizlerle karşılaşma riskine girmek anlamına geliyor. Bir sınıfın önemi hiçbir zaman yalnızca sayısıyla değerlendirilmez. Günümüzde proletaryanın gücü, sayıca çok az da olsa, ülkenin yoğunlaşmış üreteci gücünü ve en önemli iletişim araçlarının denetimini ellerinde tutması olgusundadır.‘Jön Türkler’ Partisi, bu basit kapitalist ekonomi politik olgunun karşısında, gerçekliğe sertçe çarpacaktır (...) Bu yüzden geçtiğimiz Temmuz’da Makedonya’da gerçekleşen ve Meclisin toplanmasını sağlayan askeri isyanı, yalnızca devrimin önsözü olarak görüyorum”. [81]

Genel olarak Troçki’nin bu konudaki görüşlerinin dikkat çekici bir özelliği, Osmanlı sosyalist hareketinin sol kanadının tutumuna en yakın görüşleri ifade etmiş oluşudur. Tıpkı Osmanlı dar sosyalistleri gibi, Troçki de olanları genel hatlarıyla nitelendirmek için devrim terimini kullanmakla birlikte, Temmuz 1908’de gerçekleşen ayaklanmayı bir askeri isyan olarak nitelendirmiştir. Aynı zamanda Troçki, Osmanlı sosyalistlerinin netliğine nazaran bir hayli çekinceli, hatta utangaç bir biçimde de olsa, Osmanlı proletaryasının oynadığı role ve önemine dikkat çekerek ve Temmuz 1908’i devrimin yalnızca ‘önsözü’ şeklinde niteleyerek, Osmanlı İmparatorluğu’nda bir proleter devrimin gündemde olabileceğini ifade etmiştir. 1915’te hapisten yazacağı Junius Kitapçığı adlı eserinde Rosa Luxemburg da, ayaklanmanın tahliline kalkışmaksızın Jön Türk hareketinin niteliğini, gidişatını ve Alman emperyalizmi ile ilişkisini net bir biçimde ortaya koyacaktır:

“İlk aşamada, Jön Türk hareketinde hala ideal beklentiler hâkimken, hareket Türkiye’nin gerçekten yeni bir bahar, bir yeniden doğuş yaşayabileceğine dair hırslı planlar ve yanılsamalarla yanıp tutuşurken, hareket siyasi olarak belirgin bir biçimde İngiltere’ye sempati duymaktaydı. Bu ülke, modern liberal yönetimin ideal durumunu temsil etme görüntüsündeydi. Almanya ise, çok uzun bir süre eski sultanın kutsal rejiminin koruyucusu olarak, doğal bir düşman olarak gözükmekteydi. Bir dönem 1908 Devrimi Alman doğu siyasetinin iflasıymış izlenimi verdi. Abdülhamit’in düşüşünün Alman düşüşüyle el ele gerçekleşeceği kesin gibi gözükmekteydi. Öte yandan Jön Türkler iktidarı pekiştirdikçe, büyük çaplı bir endüstriyel, toplumsal veya ulusal reform gerçekleştirmekten tamamen aciz oldukları ortaya çıktı, karşı devrimci tırnakları ortaya çıktıkça, Abdülhamit’in denenmiş ve geçerliliği tescillenmiş yöntemlerine dönmek zorunda kaldılar. Bu da birbirlerinin gırtlaklarına yapışana kadar birbirlerine karşı kışkırtılan ezilen halkların düzenli katliamları ve tarımın gerçek anlamıyla doğu tipi sömürüsünün ülkenin temeli oluşu anlamına geliyordu. ‘Genç Türkiye’nin en önemli özelliği, iktidarın zor kullanılarak yapay bir biçimde tekrar tekrar pekiştirilmesi oldu ve Abdülhamit’in Almanya’yla geleneksel ittifakı, Türkiye dış siyasetinin belirleyici unsuru olarak geri getirildi.” [82]

Öte yandan hem İkinci Enternasyonal hem de Osmanlı sosyalizminin sol kanat dışındaki kesimi, 1908 ayaklanmasını gerçekten eleştirel bir tutum takınmadan büyük bir heyecanla selamlayacaktı. Siyasi köken olarak (Dar)BSDİP’den 1905’te ayrılan anarko-liberal eğilim içerisinde yer alan Selanikli sosyalist Avraam Benaroya, İsyanı şöyle anlatıyordu:

“Günlerce ve haftalarca Sabri Paşa Caddesi ve Beyaz Kule Bahçeleri bayraklar, kutlamalar ve Türkiye’nin kurtuluşu şarkılarından başka bir şey görmedi, duymadı. Bütün konuşmaların ortak bir temposu, ortak bir motifi vardı: ‘33 yıl boyunca, 30 milyon insan despot bir padişahın ve onun 300 hizmetkârı ve ajanlarının baskısı altında inledi. 30 kahraman, devrimin bayrağını yükseltti ve despot düştü; özgürlük gelmişti. Türkler ve Hıristiyanlar; herkes için özgürlük. Şimdi hepimiz kardeşiz. Müslümanlar, Hıristiyanlar, Museviler, Türkler, Arnavutlar, Araplar, Rumlar ve Bulgarlar, anavatan Osmanlı’nın özgür vatandaşlarıyız.” [83]

1908, Makedonya İç Devrimci Örgütü’nü de böldü. Hareketin Bulgaristan Devleti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çıkarlarının uzantısı olan sağ kanadının Jön Türklere tutumunu, ‘Yeni’ Osmanlı ile Bulgaristan’ın ilişkileri belirleyecekti. Bu ilişkinin de pek yakın olmaması sonucu, MİDÖ’nün sağ kanadı Jön Türklere hep daha mesafeli kalacaktı. Öte yandan MİDÖ’nün, bu noktada barındırdığı geniş sosyalistler ve anarko-liberal eğilim tarafından çok büyük ölçüde şekillendirilmiş olan sol kanadı Jön Türklere bir hayli sıcak bakmaktaydı. Geniş sosyalistlerinin Makedonya’daki en önemli temsilcilerinden Dimo Hacıdimov Jön Türklerden yana tavır almıştı. MİDÖ’nün sol kanadının başı çeken silahlı önderi Yane Sandinski komutasındaki fedailer dağlardan inecek, Türk bayrağı önünde Jön Türk önde gelenleriyle pozlar vereceklerdi. [84]

Jön Türklere daha mesafeli bakan Hınçak Sosyal Demokrat Partisi bile, MİDÖ’nün sol kanadı kadar olmasa da, 1908 sonrasında faaliyetlerinin biçimini değiştirmeye razı oldu. Örgüt illegal çalışma pratiğini reddetme kararı aldı. 1890 Sason direnişinin başını çekmiş olan silahlı Hınçak fedaisi, Büyük Murat lakaplı Hampartsum Boyacıyan silahlarını bırakıp seçimlere girmek için İstanbul’a gelmişti [85]. Kısa bir süre sonra böylesi bir yasallaşmanın vahim bir hata olduğu sonucuna varacak olan Stepan Sabah-Gülyan bile, Ağustos 1908’de Beyoğlu Surp Yerrortutyun Kilisesi’nde Hınçak Sosyal Demokrat Partisi’nin düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmada, şunları söyleyebilecekti:

“Biz Hınçaklar, artık devrim faaliyetine son vererek bütün mevcudiyetimizle vatanın ilerlemesi için çalışacağız." [86]

Taşnaklar daha önce de bahsettiğimiz üzere, Jön Türklerin apaçık müttefikleriydi; dolayısıyla yeni rejime destekleri Hınçak Sosyal Demokrat Partisi’nin tereddüt izlerini taşıyan tutumundan çok daha güçlüydü. Taşnakların Hınçak Partisi’nden daha fazla silahlı fedaisi vardı; dolayısıyla hem silahlarını bırakıp dağlardan şehirlere inen Taşnak fedailerinin sayısı, hem de dağlardan inerek meclise giren fedai önderlerinin sayısı az değildi[87]. Ermeni Devrimci Federasyonu’nun önderlerinden olan Arméne Aktoni, Taşnakların İttihatçılara tutumunu şu şekilde açıklıyordu:

“Taşnaksutyu’nun öncelikli görevlerinden biri de Osmanlı meşrutiyetini savunmak, Osmanlı milletlerinin en iyi şekilde birbirine karışmasını temin etmek ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle işbirliği yapmak olacaktır.” [88]

Buna karşın, İttihat ve Terakki Cemiyeti önde gelenleri de, ilk yıllarda, Ermeni Devrimci Federasyonu’na dair hiç de soğuk bir tavır takınmayacaklardı. İlk Meclis-i Mebusan’ın başkanı olacak İttihatçı Ahmet Rıza, meclise giren ilk Ermeni vekiller arasında fedailer olduğunu duyunca sevincini şu sözlerle belirtecekti:

“Ne güzel! Güvenilir dostlarımız meşrutiyetin kurumlarını savunmak için dağlardan inip meclise geliyorlar!” [89]

Kısa bir süre sonra, Osmanlı sosyalizminin sağ kanadının İttihatçılara bağladığı umutların ne derece boş, sol kanadın tavrının ise ne derece haklı olduğu ortaya çıkacaktı. Fakat buna gelmeden önce şu soruya cevap vermemiz gerekir: Bugün baktığımızda Temmuz 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan durumun ne olduğunu söyleyebiliriz? 1908 isyanı Marksist anlamda bir devrim miydi, yoksa bir darbe miydi? Bu sorunun bu ikilem dışında bir yanıtı olduğu kanısındayız. 1908, Marksist anlamda ne yalnızca devrim terimiyle ifade edilebilir ve anlaşılabilir, ne yalnızca darbe sözcüğüyle. Temmuz 1908’de gerçekleşen isyanın, başını subayların çektiği bir askeri ayaklanma olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Nihayetinde Osmanlı’nın başına geçecek olan kişiler ve sonrasında Türkiye’ye hükmedecek gelenek, bu subayların askeri geleneği olacaktır. Öte yandan, bu olgudan 1908’in bir darbe olarak nitelendirilmesi gerektiği sonucunu çıkartmak, 1908 ile bugün İttihat ve Terakki denince akla gelen Enver-Talat-Cemal üçlüsünün iktidara gelişi (1913) arasındaki beş yılı ve bu beş yıl içerisinde gerçekleşen bütün mücadeleleri görmezden gelmek demektir. Ayrıca bu yaklaşım 1908 gerçekleşirken, İttihatçı subay ve bürokrat takımının, başka toplumsal güçlerin ortak mücadelesinin bir parçası olarak hareket ettiği gerçeğini de yadsımaktadır. Dahası, bu yaklaşım, 1908’de gerçekleşenlerde sanayi ve ticaret burjuvazisi, askeri burjuvazi ve bürokratik burjuvazinin siyasi temsilcilerinin meydana getirdiği birleşik burjuva cephenin, devletin tepesinden indirdiği kesimin başka bir sınıfa mensup olduğunu, bir monarşi olduğunu da unutmaktadır. 1908’de burjuvazinin harekete geçmesini mümkün kılan bir diğer gerçek, önceki yıllarda meydana gelen sınıf mücadelelerinin eski rejimi zayıflatmış olmasıdır. 1908 sonrasında esmeye başlayan hava ise, neredeyse burjuvazinin bütün katmanlarıyla karşı karşıya gelecek devasa sınıf mücadelelerinin patlak vermesine neden olmuştur.

Öte yandan, 1908, bir sınıfın devlet iktidarını başka bir sınıfın elinden alması tanımından yola çıkarsak, bir devrimdir. Öte yandan 1908’in Marksist anlamda bir devrim, yani bir toplumsal devrim olduğunu söylemek de mümkün değildir. Troçki’nin iddiasının aksine II. Abdülhamit döneminde ve hatta öncesinde Osmanlı’da sanayinin, işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin gelişmeye başladığı, bugün bilinmektedir. II. Abdülhamit rejimi aynı zamanda batı tipi bir iktisadi gelişimin karşısında değil, böylesi bir gelişimden yana olmuştur; zira Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığı bunu gerektirmiştir. Zaten Osmanlı devletinde kudretli bir askeri burjuvazi ve devlet burjuvazisinin ortaya çıkışının kapitalist ilişkilerin gelişmeye başlayışı ve hâkim hale gelişinin altında bu iktisadi politikalar yatmaktadır. Bu politikalar ister istemez Osmanlı devletinde çalışan bir işçi kesimi de yaratmıştır. Nihayetinde herhangi bir siyasi rejimin proletaryanın gelişmesinden duyduğu öznel korkuyu, iradi olarak kendi çıkarlarının karşısına dayatabileceği düşüncesi abestir. Ayrıca Abdülhamit rejimi gayri Müslim sermayeyi kötü etkileyen işçi grevlerinin de her zaman karşısında yer alarak ülkedeki sanayinin çıkarlarını da, en azından işçi sınıfına karşı korumuştur. Dolayısıyla 1908, Avrupa’daki 1789–1848 burjuva devrimlerinde olduğu gibi, burjuvazi ve monarşinin ekonomik çıkarlarının zıtlaşmasından, burjuvazinin ülkenin ekonomik yapısını dilediği gibi şekillendirebilmede monarşi engelini aşma isteğinden ve bunu yapabilmek için devleti yeniden şekillendirme ihtiyacından doğmamıştır. Osmanlı Devleti, 1908’de yapısı ve işleyişi bakımından, tepesinde monarşi bulunuyor olsa da, zaten kapitalistleşmiş bir devlettir.

Dolayısıyla söz konusu olan, ülkenin veya devletin yapısını değiştirmek değil, devletin tepesinde kimin oturacağının mevcut genel yapıya uyumlu şekilde belirlenmesidir. Burjuvazinin Abdülhamit rejimine karşı böylesi bir işe girişmesi, rejimin siyasal ve kültürel baskılarına bir tepki minvalinde gelişmiştir. Osmanlı burjuvazisinin bütün katmanlarının çıkarlarına zıt düşmekte olan, Abdülhamit rejiminin ideolojisidir. Osmanlı burjuvazisinin Avrupa’nın hasta adamına yeni bir ideoloji getirmek için kapitalist devlete tepeden tırnağa hükmetmesi, onu bir uzvu gibi kullanabilmesi gereklidir. Dahası, 1908 isyanı Troçki’nin bahsettiği ‘ekonomik bağımsızlık, devletin ve ulusun bütünlüğü, politik özgürlükler’ gibi görevleri karşılamak şöyle dursun, bunların tam tersi sonuçları ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan yeni durumdan, Osmanlı İmparatorluğu kapitalizmi için bir atılım dönemi değil, bir baskı, kriz, savaş, soykırım ve imparatorluğun dağılma dönemi gelmiştir. İktidara gelen gelenek ise sonrasında, çöken kapitalizmin batıda ortaya çıkarttığı benzeri militarist ve devletçi bir rejim getirecektir. Bu nedenlerle, 1908’i nasıl tanımlayacak olursak olalım, tanımlamamızı yapmadan önce şunu ifade etmemiz gereklidir: Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan 1908 isyanı, tarihin bir ucubesidir. Devrimse ucube bir devrim, darbeyse ucube bir darbe... Bu durum, 1908’i net bir biçimde tanımlamak için ucube kavramlara başvurmamızı zorunlu kılmakta. Eğer 1908’e bir darbe diyeceksek, bunu ancak sosyal bir darbe, bir sınıf darbesi olarak nitelendirmek mümkündür – ki bu ucube bir tanımlama olacaktır. Öte yandan 1908’e bir devrim diyeceksek, onu ancak ideolojik bir devrim veya bir devlet devrimi olarak net bir biçimde açıklayabiliriz – ki bu da bir o kadar ucube bir diğer tanımlama olur. Bununla birlikte zaten bu iki tanımlama arasında gerçek bir farkın olup olmadığı da şüphelidir. İlk defa Rakovski’nin 1 Ağustos 1908’de sorduğu devrim mi darbe mi sorusunun en makul cevabı, 1908 isyanını dünya kapitalizminin çöküş aşaması arifesinde, Osmanlı koşullarının mümkün kıldığı ucube bir devrim-darbe kırması diye nitelendirerek verebiliriz.

Gerdûn

 


73 https://www.antikapitalist.net/makale/turkiye/83_ksdden_1908-devrimi.htm

 

74 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 213

75 Rakovsky, Christian. "The Turkish Revolution". Le Socialisme, Paris No.37, 1 Ağustos 1908. https://www.marxists.org/archive/rakovsky/1908/08/01.htm

76 Yalımov, İbrahim. "1876-1923 Döneminde Türkiye'de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 135

77 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 59

78 Yalımov, İbrahim. "1876-1923 Döneminde Türkiye'de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 137-138

79 Lenin, Vladimir Ilich. "Events in the Balkans and in Persia". Proletary No. 37, Ekim 16 (29), 1908. https://marxistsfr.org/archive/lenin/works/1908/oct/16.htm

80 Trotsky, Leon. "La révolution en Turquie et les tâches du prolétariat". Pravda n° 2, 17 Aralık 1908 https://www.marxists.org/francais/trotsky/oeuvres/1908/12/081217.htm

81 Troçki, Leon. "Young Turks". Kievskaya Mysl, sayı 3, 3 Ocak 1909. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1909/01/1909-turks.htm

82 Luxemburg, Rosa. "The Junius Pamphlet". Bölüm IV. 1915 https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1915/junius/ch04.htm

83 https://www.antikapitalist.net/makale/turkiye/83_ksdden_1908-devrimi.htm

84 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 65

85 https://en.wikipedia.org/wiki/Hampartsoum_Boyadjian

86 "Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri". Haz. Mehmet Kaynar. Der Yayınevi. İstanbul. 2001. s. 57

87 https://www.izmirizmir.net/bilesenler/koseyazilari/yazdir.php?yazi_no=1097

88 "Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri". Haz. Mehmet Kaynar. Der Yayınevi. İstanbul. 2001. s. 57

89 https://www.izmirizmir.net/bilesenler/koseyazilari/yazdir.php?yazi_no=1097

Tags: 

Türk-İş'i Biliyoruz!

Geçtiğimiz birkaç yılda özellikle Türkiye'deki sınıf mücadelesinin ileri çıkan dinamikleri olarak döneme damgasını vuran TEKEL Direnişi ve Direnişteki İşçiler Platformu gibi örnekler ile karşılaşmıştık. Şimdi de sitemizden Türk-İş Konfederasyonu'na üye 6 sendikanın üye işçilerinin Türk-İş'in geride kalan süre zarfında işçi sınıfı için "ne yaptığını" ifade ettikleri bir basın bildirisini yayınlıyoruz. Her ne kadar işçi sınıfının yararına reformlar (tıpkı son dönemde kıdem tazminatının kaldırılmasına dair spekülasyonları da içeren ve reformlar şöyle dursun, varolan hakların gaspına yönelik dünya çapında bir saldırının gündemde olduğu şu günlerde) mümkün olmadığı gibi bildiride ifade edilen "demokratik", "şeffaf" ve "temiz" sendikaların varlığı olası olmasa da, işçi sınıfının yararına elde tuttukları hiçbir yetileri kalmasa da, sendikaları "içeriden" sorgulayan bu çıkışı anlamlı buluyoruz.


EKA


Türk-İş'i de, 10 Sendika Başkanını da iyi biliyoruz;
Demokratik, Şeffaf, Temiz Sendika İstiyoruz!


Değerli Basın Emekçileri,
Türkiye ekonomisindeki büyümeyi yaratan işçi sınıfı, tarihinin en kötü döneminden geçiyor. Çalışma yaşamı, düşük ücret, uzun ve esnek çalışma ile patronların iki dudağı arasında belirleniyor. Sözleşmeli ve taşeron çalışma biçimi yaygınlaşıyor. Sendikasız, sigortasız, iş güvencesi ve iş güvenliği olmaksızın iş kazalarına kurban gidiyor. Haziran ayında iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 52'dir.


Hal böyleyken sendikalar ne yapmaktadır? En büyük işçi konfederasyonu olarak Türk-İş yönetimi hükümetin ve sermayenin koltuk değneği olmuştur. Hak-İş iktidarın sözcüsü gibi faaliyet yürütüyor, DİSK yöneticileri sendikacılığı milletvekili olmanın bir alt basamağı yapmış durumda. Diğer sendikacıların da düzen partilerinden millet vekili olma çabaları, sendikacıların düzenin koltuk değneği olduğunu ispatlıyor.


Özetle sendikal örgütlülüğün düşürüldüğü durumdan şimdi şikayet etseler de, devlet ve sermaye kadar, sendikacılığı meslek edinen profesyonel sendikacılar da sorumludur.


Değerli Basın Emekçileri,
Türk İş Genel Kurulu öncesi 10 sendika başkanı bir bildirge yayınlayarak "yüzü işçiye dönük" bir Türk İş yaratma amacıyla "bir adım öne çıktıklarını" açıkladılar.


Bu 10 sendika başkanının bu günkü durumla ilgili tespitleri genel olarak doğrudur. Eksik olan şey bu genel başkanların Türk-İş'in bugünkü durumundan Türk İş yönetimi kadar sorumlu olduklarıdır. İşçiye sırtını dönenlerin, "Yüzü işçiye dönük Türk İş" yaratmaları mümkün müdür? Bu konuda samimi bir özeleştiri ile sorumluluklarını kabul edip, bundan sonra farklı bir politika izleyeceklerini de söylemiyorlar. Şimdi birden bire taraftar oldukları "ilke ve hedefler" bugüne kadar tabanlarındaki işçilerin isteğine rağmen, kendi iktidarlarına tehdit görerek uygulamadıkları taleplerdir. Bu yüzden yayınlanan bildirge inandırıcılıktan ve umut yaratmaktan çok uzaktır.


Şeffaf olmayanın şeffaflık talebi, demokratik davranmayanın demokrasi talebi havada kalmaktadır. Sendika çalışanlarını işten atanların işçi kıyımına karşı mücadele etmesi mümkün değildir. Bizzat bu 10 genel başkan, artık "sorunun bir parçası" halindedir.


Her Türk-İş kongresinin öncesinde sadece bir üst yönetime girebilmek için eleştiren, bazı doğruları ifade eden, yer yer soldan konuşanlar aynı kişilerdir. Kongre günü ise, bir biçimde pazarlık paylarını artırarak yönetime kapağı atmaya çalışmaktadırlar.


Şimdi genel kurul öncesi mücadeleci kesilen bu genel başkanlara bir bakalım:


Belediye-İş genel başkanı Nihat Yurdakul geçen kongrede, önce muhalefette yer almış ve ardından kapağı Kumlu yönetimine atmış, yolsuzluk iddialarıyla basına konu olan, kendisine muhalefet eden şubeleri kapatan bir genel başkandır.


4-C'ye zorla geçirilen işçilerle birlikte sonuna kadar mücadele edeceğine dair namusu ve şerefi üzerine yemin eden, sonra da işçileri yüzüstü bırakan dünkü Türk-İş Genel Sekreteri, halen Tek Gıda-İş genel başkanı ve 10 imzacıdan biri olan Mustafa Türkel değil midir? Bugün bile sendika çalışanı engelli işçisini işten attığı için sendikaya karşı direniş yapılan tek sendikanın başkanıdır.


Hava-İş genel başkanı Atilay Ayçin ise, özellikle kadın sendika çalışanlarını gerekçe gösteremeden işten atacak kadar patronlaşmış, ikale sözleşmesini TİS ne yazdıracak kadar bürokrasiye batmış, mali harcamalarıyla ilgili tek satır açıklama yapamayan, 22 yıldır delege sisteminin avantajıyla koltuğunu koruyan bir sendikacıdır. Son Toplu sözleşmeyi 26 mayıs, genel eylem gününde imzalayarak dışarıdaki "sol" söylemlerine rağmen iktidara mesaj gönderen pişkin bir genel başkandır.


Sağlık İş başkanı Mustafa Başoğlu gibi 46 yıl boyunca sendikaların başından ayrılmamak için her türlü oyunu yapanlar kendileridir. Yıllardır işçinin ödediği aidatlarla saltanat süren ve şimdi demokrasiden, katılımdan, şeffaflıktan söz eden bu genel başkanları burada bulunan işçiler sizlere örnekleriyle anlatacaklar...


Değerli Basın Emekçileri,
Sendikal Demokrasiden söz eden bu bildirge, tabanın görüşü alınmadan sadece genel başkanların bir araya gelerek oluşturdukları bir metindir. Tepeden sendika uzmanlarına yazdırılan ilke ve hedefler açıklamak marifet değildir. "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!" Her cümlenin ardından "Öyleyse bunu önce kendi sendikanızda neden uygulamıyorsunuz?" diye sorulduğunda yanıtları yoktur.


Bütün bu gerçekleri bizler gibi sol siyasi partiler, günlük gazeteler, televizyonlar da bilmektedir. Ancak bunların bazıları salt Türk İş yönetimine muhalif göründükleri için, bilinen gerçekleri işçilere açıklamak yerine üstünü örterek, sendika bürokratlarının suçuna ortak olmaktadır. Oysa sendikal hareket içinde "evheni şer" politikalarla, bazı "doğruları" söylemekle işçi sınıfında umut yaratmak mümkün değildir. "Ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür!"


Sonuç olarak 10 genel başkan, 1989 bahar eylemleriyle kendilerine verilen desteği hovardaca harcayarak, zaman içinde karşıtlarına dönüşmüşlerdir. Şimdi tabandan gelen ve kendilerini de hedef alan işçi hareketinin önünü kesip, sisteme ve sendikal bürokrasiye yönelen isyan oklarını sadece Türk İş yönetimine çevirerek aradan sıyrılmak istiyorlar.


Sendikal mücadele bu krizden ve durgunluktan, ehveni şer politikalar ve kişilere bağlı kalmaksızın, işçileri sürece katan bir demokratik işleyişle; kendi dinamiklerini tabandan harekete geçirerek çıkacak ve yeni yapılanmalar gerçekleştirecektir.


Çeşitli iş kollarından sendikalı ve sendikasız işçiler olarak bu amaçla bir araya gelmiş bulunuyoruz. Temel hedefimiz, İŞÇİLERİN YÖNETTİĞİ DEMOKRATİK, ŞEFFAF, TEMİZ SENDİKALAR OLUŞTURMAK VE BAĞIMSIZ İŞÇİ HAREKETİNİ YÜKSELTMEKTİR.


İşçi sınıfının devletten ve sermayeden bağımsız siyasal hattını örgütlemek için Türk-İş ve diğer sendikalardaki işçiler, delegeler, şube yöneticilerini; sendikasız işyerlerinin emekçilerini birleşmeye, yan yana gelmeye, örgütlenmeye, çürüyene değil, yeşerene destek vermeye çağırıyoruz.


Hava-İş, Tek Gıda-İş, Belediye-İş, Tezkoop-İş, Deri-İş Selüloz İş Üyesi İşçi, Delege ve Temsilciler

 

 

Tags: