EKA Uluslararası Açık Toplantı
16 Kasım 2024, Türkiye saatiyle 16:00-19:00
ABD seçimlerinin küresel sonuçları
İşçi sınıfının önünde Trump ya da Harris, Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar gibi bir seçenek yok. Kim kazanırsa kazansın, ekonomik krizin ve savaş ekonomisinin inşasının gerektirdiği üzere, işçi sınıfı kendi yaşam standartlarına yönelik acımasız saldırılara maruz kalacaktır. Kim kazanırsa kazansın, işçiler bu saldırılara karşı kendilerini bir sınıf olarak savunma gerekliliğiyle karşı karşıya kalacaktır.
Ancak bu, seçim kampanyasını ve sonuçlarını görmezden gelebileceğimiz anlamına gelmiyor. Bu sonuçlar, halen dünyanın en güçlü ülkesi olan ABD'nin yönetici sınıfı olan burjuvazi içindeki bölünmelerin giderek keskinleştiğini ve şiddetlendiğini ortaya koymaktadır. ABD, dünya kapitalist sistemdeki çürümenin merkez üssü haline gelmiştir ve 5 Kasım'dan sonra Başkan olarak kim seçilirse seçilsin, seçim bu bölünmeleri daha da şiddetlendirmeye hizmet edecek ve hem ABD'nin kendi içinde hem de küresel sahnede ciddi sonuçlar doğuracaktır.
Dolayısıyla devrimcilerin görevi yalnızca burjuva demokrasisinin sahtekarlığını teşhir etmek değil, aynı zamanda ABD seçimlerinin dünya çapındaki sonuçlarını analiz etmek, bu sonuçları tutarlı bir çerçeveye oturtup ABD egemen sınıfının parçalanmışlığının burjuvazinin insanlığa sunabileceği tek perspektif olan yıkım ve kaosa doğru giderek artan saplanışta nasıl etkin bir faktör olduğunu anlamamızı sağlamaktır. Farklı bir gelecek için mücadele etmek isteyen herkesi bu toplantıya gelmeye ve bizimle tartışmaya davet ediyoruz.
Toplantının ana dili İngilizce olacak, ancak toplantı sırasında diğer dillere de çeviri yapma imkanımız olacak. Katılmak istiyorsanız, [email protected] adresinden bize yazın, İngilizce olarak takip etmekten ve katkıda bulunmaktan memnun olup olmadığınızı veya başka hangi dili kullanmanız gerektiğini belirtin.
Trump, başkanlık seçimlerindeki ezici zaferinin ardından, Beyaz Saray'a geri döndü. Destekçilerinin gözünde o, her türlü engeli ('hileli seçim', 'yargı engizisyonu', 'müesses nizamın' düşmanlığı ve hatta... kurşunlar) aşmış yenilmez bir Amerikan kahramanı. Bir kurşunun kendisini sıyırıp geçmesinin ardından, Trump'ın, kulağı kanar bir şekilde, yumruğunu havaya kaldırdığı o mucizevi görüntü tarihe geçecektir. Ancak, taraftarlarının hayranlıkla karşıladığı bu gösterisinin ötesinde, bu saldırı her şeyden önce şiddetin, nefretin ve mantıksızlığın yeni zirvelere ulaştığı bir seçim kampanyasının en çarpıcı ifadesiydi. Tıpkı megaloman ve aptal bir milyarderin zaferi ile sonuçlanması gibi, hunharca paraların saçıldığı ve küfürlerle dolu bu kampanya, burjuva toplumunun içine düştüğü cehennemi yansıtmaktadır.
Trump kötü bir adamın tüm özelliklerine sahip: homofobik olduğu kadar, ırkçı ve kadın düşmanı da olan tam anlamıyla görgüsüz, yalancı ve alaycı bir adam. Uluslararası basın, tüm kampanya boyunca onun göreve gelmesinin 'demokratik' kurumları, azınlıkları, iklim ve uluslararası ilişkileri nasıl tehlikeye atacağından bahsedip durdu: “Dünya nefesini tutuyor” (Die Zeit), ‘Bir Amerikan kabusu’ (L'Humanité), ‘Dünya Trump'tan nasıl kurtulacak?’ (Público), ‘Ahlaki bir fiyasko’ (El País)
O zaman popülizme giden yolu tıkamak adına 'ehven-i şer' olanı, Harris'i mi seçmeliydik? Burjuvazi bizi tam da buna inandırmak istiyor. ABD'nin yeni başkanı birkaç ay boyunca kendisini popülizme karşı dünya çapında yürütülen bir propaganda kampanyasının merkezinde buldu[1]. “Gülücükler saçan“ Kamala Harris, rakibini ‘faşist ’ olarak tanımlayarak, sürekli olarak ‘Amerikan demokrasisini’ savunma çağrısında bulundu. Trump'ın eski özel kalem müdürü bile onu “müstakbel diktatör” olarak tanımlamaktan geri durmadı. Milyarderin zaferi, burjuva 'demokrasisi' lehine yürütülen bu esrarengiz kampanyayı daha da körüklemiş oldu.
Birçok seçmen sandık başına giderken şöyle düşünüyordu: 'Demokratlar dört yıldır bize zor zamanlar yaşatsa da bunun devamı Beyaz Saray'daki Trump kadar kötü olmayacaktır'. Burjuvazi bu fikri işçileri sandığa götürmek için hep kullanmıştır. Ancak çökmekte olan kapitalizmde seçimler, işçi sınıfının tarihsel hedefleri ve bunlara ulaşma araçları üzerine düşünmesini engellemekten başka bir işlevi olmayan maskeli bir balo, yanlış bir ikilemdir.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki seçimler de bu gerçeğe bir istisna değil. Eğer Trump bu kadar büyük bir farkla kazandıysa, bunun nedeni her şeyden önce Demokratlara duyulan nefrettir. Çizilen 'Cumhuriyetçi dalga' imajının aksine Trump aslında büyük bir destek görmedi. Ona oy verenlerin sayısı 2020'deki seçime kıyasla nispeten sabit kaldı. Bu seçimin asıl fiyaskosu, demokratların itibarsızlığının bir işareti olarak, dört yılda en az 10 milyon seçmen kaybeden Başkan Yardımcısı Harris oldu. Haklı olarak! Biden yönetimi, gıda, benzin ve konut fiyatlarının fırlamasına neden olan enflasyonla başlayarak işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarına yönelik vahşi saldırılar gerçekleştirdi. Ardından, işçileri kitlesel ölçekte mücadeleye iten büyük bir işten çıkarma ve iş güvencesizliği dalgası yaşandı[2]. Göçmenlik konusunda, 'daha insancıl' bir politika vaadiyle seçilen Biden ve Harris, Meksika sınırını kapatacak ve göçmenlerin sığınma talebinde bulunmalarını bile açıkça yasaklayacak kadar ileri giderek, ABD'ye giriş koşullarını sürekli olarak zorlaştırdılar. Uluslararası arenada ise Biden'ın dizginlenemez militarizmi, Ukrayna'daki katliamları cömertçe finanse etmesi ve İsrail ordusunu, ‘savaş ihlallerine’ neredeyse hiç ses çıkarmadan desteklemesi de seçmenleri kızdırdı.
Harris'in adaylığının, geçmişte Obama ve daha az ölçüde Biden'da gördüğümüz gibi, herhangi bir yanılsamaya yol açmasına izin verilmemeli. Proletaryanın seçimlerden ya da burjuva iktidarlardan bekleyeceği hiçbir şey yoktur. 'İşleri kötü yöneten' iktidardaki şu ya da bu klik değil, krize ve tarihi iflasa sürüklenen kapitalist sistemin ta kendisidir. İster Demokrat ister Cumhuriyetçi olsun, kriz derinleştikçe hepsi işçi sınıfını acımasızca sömürmeye ve sefaleti yaymaya devam edecek; hepsi burjuva devletinin vahşi diktatörlüğünü dayatmaya ve dünyanın dört bir yanındaki masum insanları bombalamaya devam edecektir!
Amerikan devlet aygıtının en sorumlu kesimleri (medyanın çoğu ve üst düzey kamu görevlileri, askeri komuta kademesi, Cumhuriyetçi partinin en ılımlı fraksiyonu, vs) yine de Trump ve çetesinin Beyaz Saray'a dönüşünü engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Açılan davalar, neredeyse her alandaki uzmanların uyarıları, hatta medyanın alaya almaya yönelik amansız çabaları bile onun iktidar yarışını durdurmaya yetmedi. Trump'ın seçilmesi, burjuvazinin seçim oyunundaki kontrolünü giderek kaybettiğinin ve sorumsuz bir baş belasının bile devletin en yüksek makamlarına gelmesini artık engelleyemediğinin bir işareti olarak bir tokat gibi inmiştir.
Popülizmin yükselişi yeni bir şey değil: 2016'daki Brexit oylaması ve ardından aynı yıl Trump'ın beklenmedik zaferi bunun ilk ve en çarpıcı işaretleriydi. Ancak kapitalizmin derinleşen krizi ve devletlerin jeo-stratejik, ekonomik, çevresel ya da sosyal açıdan durumu kontrol etmekte giderek güçsüzleşmesi, dünya genelinde siyasi istikrarsızlığı pekiştirmekten başka bir işe yaramadı: koalisyon hükümetleri, popülizm, burjuva klikleri arasındaki gerilimler, hükümet istikrarsızlığı... Tüm bunlar, şu anda dünyanın en güçlü devletlerinin kalbinde işlemekte olan bir ayrışma sürecinin göstergesidir. Bu eğilim, Arjantin'de Milei gibi bir delinin devlet başkanlığına kadar yükselmesini ve birçok Avrupa ülkesinde, yani burjuvazinin en deneyimli olduğu yerlerde, popülistlerin iktidara gelmesini sağladı.
Trump'ın zaferi bu sürecin bir parçasıdır, ancak aynı zamanda önemli bir şeye daha işaret etmektedir. Trump devlet aygıtının büyük bir bölümü tarafından reddediliyorsa, bunun nedeni her şeyden önce programı ve yöntemlerinin yalnızca ABD emperyalizminin dünyadaki çıkarlarına zarar vermekle kalmayıp aynı zamanda ulusal sermayenin işleyişi için gerekli olan toplumsal bütünlük görünümünü sağlamada devletin karşılaştığı zorlukları daha da arttırma riski taşımasıdır. Kampanya sırasında Trump, destekçilerinin intikamcı ruhunu daha önce hiç olmadığı kadar alevlendiren, hatta burjuvazinin işçi sınıfını ideolojik olarak kontrol altına almak için feci bir şekilde ihtiyaç duyduğu 'demokratik' kurumları tehdit eden bir dizi kışkırtıcı konuşma yaptı. Sürekli olarak en gerici ve nefret dolu söylemleri körükleyerek, seçilmemesi durumunda isyan çıkacağı korkusunu yarattı ve sözlerinin toplum dokusunda ne gibi sonuçlara yol açacağını hiç düşünmedi. Demokratların da pek çok açıdan sorumlu olduğu bu kampanyadaki aşırı şiddet, hiç şüphesiz Amerikan halkındaki bölünmeleri derinleştirecek ve halihazırda son derece bölünmüş olan toplumdaki şiddeti daha da arttıracaktır. Ne var ki Trump, kapitalist sistemi giderek daha fazla karakterize eden yakıp yıkma mantığıyla, kazanmak için her şeyi yapmaya hazırdı.
Trump'ın 2016'da zaferi kendisi için bile nispeten beklenmedik olduğundan, Amerikan burjuvazisi hükümete ve idareye milyarderin en çılgın kararlarını frenleyebilecek kişilikler yerleştirerek bunun zeminini hazırlayabildi. Örneğin, Trump'ın daha sonra “hainler” olarak tanımladığı kişiler sosyal koruma sisteminin (Obamacare) yürürlükten kaldırılmasını ya da İran'ın bombalanmasını engelleyebilmişlerdi. Covid pandemisi patlak verdiğinde, Trump'ın akciğerlere dezenfektan enjekte etmenin hastalığı iyileştirmek için yeterli olduğuna inanmasına rağmen, başkan yardımcısı Mike Pence krizi de yönetebildi... İsyancılar Kongre Binası'na yürürken iktidarın Biden'a geçmesini sağlayarak Trump'ı kamuoyu önünde reddeden kişi de Pence'ti. Bundan sonra, ordunun genelkurmayı Trump'a karşı düşmanca tavır takınmaya ve Trump'ın en kötü kararlarını geciktirmek için elinden geleni yapmaya devam edecek olmasına rağmen, yeni başkanın klanı "hainleri" ortadan kaldırarak herkese karşı ve tek başına yönetim için hazırlıklarını yaptı; bu da bizi öncekinden daha da kaotik bir görev süresiyle karşı karşıya bırakıyor.
Kampanya sırasında Trump kendisini bir 'barış' adamı olarak tanıttı ve Ukrayna savaşına “24 saat içinde” son vereceğini iddia etti. Aynı zamanda İsrail devletinin gerçekleştirdiği katliamlara koşulsuz destek vererek ve İran'a karşı çok sert davranarak, barışa olan düşkünlüğünün Ukrayna sınırlarını aşmadığını da göstermiş oldu. Trump o kadar çok yönlü ve kaprisli ki, gerçekte onun Ukrayna'da, Ortadoğu'da, Asya'da, Avrupa'da ya da NATO'da ne yapacağını (ya da yapabileceğini) kimse bilmiyor.
Öte yandan, Trump'ın dönüşü dünyada istikrarsızlık ve kaosun daha önce görülmemiş bir şekilde hızlanmasına işaret edecektir. Netanyahu şimdiden Trump'ın zaferiyle ellerinin Gazze'deki çatışmanın başlangıcından bu yana hiç olmadığı kadar özgür olduğunu düşünüyor. Böylece İsrail stratejik hedeflerine (Hizbullah ve Hamas'ın yok edilmesi, İran'la savaş vb.) çok daha doğrudan bir şekilde ulaşmaya çalışabilecek ve bölge genelinde daha fazla barbarlık yayabilecektir.
Ukrayna'da, Biden'ın az çok ölçülü destek politikasından sonra, çatışma daha da dramatik bir hal alma riski taşıyor. Orta Doğu'dan farklı olarak, ABD'nin Ukrayna politikası, Rusya'yı ve Çin ile ittifakını zayıflatmak ve NATO etrafındaki Avrupa devletlerinin bağlarını güçlendirmek için dikkatle tasarlanmış bir stratejinin parçasıdır. Trump bu stratejiyi sorgulatabilir ve Amerikan liderliğini daha da zayıflatabilir. Trump ister Kiev'i yalnız bırakmaya ister Putin'i 'cezalandırmaya' karar versin, katliamlar kaçınılmaz olarak tırmanacak ve belki de Ukrayna'nın ötesine yayılacaktır.
Ancak ABD emperyalizminin asıl ilgi odağı Çin'dir. ABD ile Çin arasındaki çatışma dünyadaki durumun merkezinde yer almaktadır ve yeni Başkan provokasyonlarını arttırarak Çin'i, örneğin endişelerini dile getirmiş olan ABD'nin Japon ve Koreli müttefiklerine baskı yaparak, sert tepki vermeye zorlayabilir. Ve tüm bunlar, küresel ekonomi için feci sonuçları ticaret savaşları ve korumacılığın tırmandığı bir zeminde gerçekleşiyor, ki bu durum şimdiden dünyanın önde gelen finans kuruluşları tarafından kınanmış halde.
Dolayısıyla Trump'ın öngörülemezliği, her koyun kendi bacağından asılır eğilimini önemli ölçüde güçlendirebilir ve irili ufaklı tüm güçleri, muazzam bir karmaşa ve artan kaos ortamında kendi kartlarını oynamak için Amerikan polisinin 'geri çekilmesinden' yararlanmaya itebilir. Amerika'nın 'müttefikleri' bile hem ekonomik hem de askeri ulusal çözümleri tercih ederek Washington'la aralarına mesafe koymaya başladırlar bile. Fransa Cumhurbaşkanı, Trump'ın zaferi kesinleşir kesinleşmez, Avrupa Birliği ülkelerini ABD ve Çin karşısında kendi çıkarlarını savunmaya çağırdı…
Ekonomik kriz bağlamında, proletaryanın uluslararası ölçekte mücadele ruhunu yeniden kazandığı ve sınıf kimliğini yavaş yavaş yeniden keşfettiği bir dönemde, Trump kliğinin, Amerikan burjuvazisinin gözünde, sınıf mücadelesini yönetmek ve sermayenin ihtiyaç duyduğu saldırıları gerçekleştirmek için en uygun aday olmadığı açıktır. Grevcilere karşı açık baskı tehditleri ve Elon Musk gibi açıkça işçi karşıtı bir adamla kabus ortaklığı arasında, Trump milyarderinin ABD'deki son grevler sırasında (Boeing, liman işçileri, oteller, arabalar, vb.) yaptığı kapsamlı açıklamalar en kötüsünü işaret ediyor ve bu durum burjuvaziyi endişelendirmekten başka bir yere varamaz. Trump'ın düşman olarak gördüğü devlet çalışanlarından 400.000'ini işten çıkararak intikam alma vaadi de seçimlerden sonra yaşanacak sorunların habercisidir.
Ancak Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşünün sınıf mücadelesini teşvik edeceğini düşünmek de hata olur. Aksine, gerçek bir şok etkisi yaratacaktır. Etnik gruplar, kent ve kır sakinleri, mezunlar ve mezun olmayanlar arasındaki bölünme politikasının yanı sıra seçim kampanyasının yarattığı ve Trump'ın kullanmaya devam edeceği siyahlara, göçmenlere, eşcinsellere veya transseksüellere karşı şiddet ve nefret, Evanjeliklerin ve diğer komplo teorisyenlerinin tüm mantıksız saçmalıkları, kısacası tüm çürüme karmaşası, çalışan insanlar üzerinde daha da fazla baskı yaratacak, popülist veya anti-popülist klikler lehine derin bölünmeler ve hatta şiddetli siyasi çatışmalar doğuracaktır.
Trump yönetimi, bölünme zehrini aşılamak ve işçi mücadelelerinin yolundan sapmasını sağlamak için hiç şüphesiz başta 'sosyalistler' olmak üzere burjuvazinin sol kanat fraksiyonlarına güvenecektir. Clintonlar, Obama, Biden ve Harris için kampanya yürüttükten sonra Bernie Sanders hiç utanmadan Demokratları “işçi sınıfını terk etmekle” suçluyor, sanki 19. yüzyıldan beri sık sık iktidarda olan bu militarist, proleter katili partinin işçi sınıfıyla bir ilgisi varmış gibi! Solcu Demokrat Ocasio-Cortez, Temsilciler Meclisi'ne yeniden seçilir seçilmez, işçi sınıfını “topluluklara” bölmek için elinden geleni yapacağına söz verdi: “Kampanyamız sadece oy kazanmakla ilgili değil, bize daha güçlü topluluklar inşa etmek için araçlar sağlamakla ilgili”.
Ancak işçi sınıfı bu yeni engellere rağmen mücadele edecek güce sahiptir. Kampanya tüm hızıyla sürerken ve popülistlerin ekmeğine yağ sürmekle suçlanmalarına rağmen işçiler kemer sıkma politikalarına ve işten çıkarmalara karşı mücadele etmeye devam ettiler. Sendikaların yarattığı izolasyona, Demokratların yoğun propagandasına ve bölünmelerin ağırlığına rağmen, kapitalizmin krizine karşı tek cevabın mücadele olduğunu gösterdiler.
Hepsinden önemlisi, Birleşik Devletler'deki işçiler yalnız değildir! Bu grevler, Britanya'daki işçilerin onlarca yıllık boyun eğişin ardından, işçi sınıfı genelinde yankılanan ve yankılanmaya devam edecek olan “Yeter artık!” şeklindeki öfke çığlığını yükselttikleri 2022 yazından bu yana devam eden uluslararası mücadelecilik bağlamının bir parçasıdır!
EG, 9 Kasım 2024
Günümüz medyası bir yandan Beşar Esad rejiminin dehşet görüntülerini (örneğin şeytani Saydnaya hapishanesini) yayınlarken, diğer yandan da halkın 'kâbusun sona ermesini' kutlamasına seviniyor. Ancak bu terör rejiminin sona ermesiyle yaşanan rahatlama boş bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Gerçek şu ki, halk (hem Suriye'de hem de dünyanın geri kalanında) yeni ve canice bir aldatmacanın, egemen sınıfın sahtekar ikiyüzlülüğünün yeni bir gösterisinin kurbanıdır: insanları terör, savaş ve sefaletin tek sorumlusunun, barış ve istikrarı yeniden tesis etmek için durdurulması gereken bir 'deli' olan Esad olduğuna inandırmak.
Gerçekte, bölgedeki en küçük güçlerden büyük dünya güçlerine kadar tüm emperyalistler, rejimin zulmüne utanmadan dahil olmuşlardır: 'Nobel Barış Ödülü' sahibi Obama'nın 2013 yılında Beşar Esad halkını bombalarken ya da onlara karşı zehirli gaz kullanırken nasıl görmezden geldiğini; ya da bugün 'zalimin düşüşünü' kutlayan 'demokratik' güçlerin birçoğunun bölgedeki kirli çıkarlarını korumak için on yıllardır Esad ailesine nasıl uyum sağladığını, hatta onların patentli suç ortağı olduğunu unutmayalım. Aynı büyük 'demokrasiler', daha birkaç yıl önce 'terörist' olarak nitelendirilen ülkenin yeni liderlerini aklamaya çalışırken bir kez daha utanmadan yalan söylüyorlar: 'barışçıl' bir çıkış yolu bulabilen bu 'ılımlılar', El Kaide ve IŞİD saflarından gelen İslamcılar ve canilerden oluşan bir koleksiyondan başka bir şey değiller.
Bir yıl önce Gazze'de çatışmalar patlak verdiğinde, bu katliamların halihazırdaki barbarlığı daha da büyüteceğini teşhir ettiğimiz bir bildiri dağıtmıştık:
“hem Hamas'ın saldırısı hem de İsrail'in buna verdiği yanıtın ortak bir noktası var: yakıp yıkma politikası. Dünün terörist katliamı ve bugünün sistematik bombardımanı hiçbir gerçek ve kalıcı zafere yol açamaz. Bu savaş Orta Doğu'yu istikrarsızlık ve çatışma dönemine sürüklüyor. İsrail Gazze'yi yerle bir etmeye ve sakinlerini enkazın altına gömmeye devam ederse, Batı Şeria'nın da alev alması, Hizbullah'ın Lübnan'ı savaşa sürüklemesi ve İran'ın da savaşa dahil olması büyük bir ihtimal dahilinde...Çin ve ABD arasındaki ekonomik ve savaşçı rekabet giderek daha acımasız ve baskıcı bir hal alırken, diğer uluslar bu iki devden birinin ya da diğerinin emirlerine boyun eğmiyor; düzensizlik, öngörülemezlik ve kaos içinde kendi oyunlarını oynuyorlar. Rusya, Çin'in aksi tavsiyelerine rağmen Ukrayna'ya saldırdı. İsrail ise Amerikan öğütlerine rağmen Gazze'yi eziyor. Bu iki çatışma, tüm insanlığı ölümle tehdit eden tehlikeyi özetliyor: tek amacı karşı tarafı istikrarsızlaştırmak ya da yok etmek olan savaşların çoğalması; sonsuz bir mantıksız ve nihilist zorlamalar zinciri; her koyun kendi bacağından asılır, kontrol edilemez kaosla eşanlamlıdır"[1].
Cihatçıların yıldırım taarruzu bölgede artan kaostan yararlandı: Esad ve yozlaşmış rejimi pamuk ipliğine bağlıydı çünkü Ukrayna'da batağa saplanmış olan Rus ordusu artık onu destekleyecek durumda değildi ve İsrail'le savaşa batmış olan Hizbullah da Suriye'deki mevzilerini terk etmişti. Suriye'de süregelen barbarlığın yarattığı kaos ortamında, birbirinden farklı milislerden oluşan bu koalisyon fazla bir direnişle karşılaşmadan Şam'a girebildi. Bugün Suriye'de tanık olduğumuz şey, dün Lübnan ve Ukrayna'da olduğu gibi, hasımlardan hiçbirinin sağlam bir mevzi, kalıcı bir nüfuz ya da istikrarlı bir ittifak kazanamadığı, bunun yerine kaosa doğru amansız bir koşuyu körüklediği bu yakıp yıkma savaşlarının yayılması ve güçlenmesidir.
Kimin kesin bir zafer kazandığı iddia edebilir ki? Yeni Suriye rejimi şimdiden Kaddafi sonrası Libya'yı andıran bir parçalanma ve dağılma durumuyla karşı karşıya. Esad rejiminin düşmesi, Hamas ve Hizbullah'ın tükendiği bir dönemde değerli bir müttefikini kaybeden İran için de büyük bir gerileme anlamına geliyor. Bu arada Rusya da Akdeniz'deki değerli askeri üslerinin ve müttefiklerini savunma konusundaki güvenilirliğinin yok olduğunu görebilir... İsrail ya da ABD gibi, Şam'a yeni ve daha uzlaşmacı efendilerin gelmesine sevinenler bile, onlara göreceli bir güvenden fazlasını duymuyorlar. Hele ki İsrail'in cephanelikleri yok etmek ve yeni rejimin eline geçmesini önlemek için yaptığı bombardımanlar ortadayken. Esad'ın düşmesinden en büyük faydayı sağlayacak gibi görünen Türkiye ise ABD'nin Kürtlere verdiği desteğin artmasıyla sınırlarında daha da kaotik bir durumla mücadele etmek zorunda kalacağını biliyor. 'Tiran'ın düşüşü' daha fazla savaş ve kaostan başka bir şey vaat etmiyor!
Eğer kaos, terör ve katliamlar gerçekten de bu dünyanın egemenlerinin, hem otoriter hem de demokratik burjuvazinin işiyse, bunlar her şeyden önce çökmekte olan kapitalizmin mantığının sonucudur. Kapitalizm topyekûn rekabet, yağma ve savaştır. Bu durum savaşın dünyanın giderek daha da fazla bölgesine yayılmasının, anlamsız bir yıkıma ve kitlesel kıyıma neden olmasının, kapitalist sistemin içinde bulunduğu tarihsel çıkmazın bir ifadesidir. Gazze'deki savaş vesilesiyle şunları yazmıştık: “Hangi adım atılırsa atılsın, istikrarsızlaştırmaya yönelik eğilim kaçınılmazdır. Temel olarak bu, küresel kaosun hızlanmasında önemli bir yeni aşamadır. Bu çatışma, her devletin kendi çıkarlarını savunmak için giderek daha fazla “yakıp yıkma” politikası uyguladığını, nüfuz kazanmak ya da çıkarları fethetmek yerine rakipleri arasında kaos ve yıkım tohumları ekmeye çalıştığını göstermektedir. Stratejik mantıksızlık, dar görüşlülük, istikrarsız ittifaklar ve “her koyun kendi bacağından asılır” yönündeki bu eğilim, şu ya da bu devletin keyfi bir politikası ya da iktidardaki şu ya da bu burjuva hizbinin katıksız aptallığının ürünü değildir. Bu, tüm devletlerin birbirleriyle karşı karşıya geldiği tarihsel koşulların, kapitalizmin çürümesinin bir sonucudur. Ukrayna'da patlak veren savaşla birlikte bu tarihsel eğilim ve militarizmin toplum üzerindeki ağırlığı daha da ağırlaşmıştır. Gazze'deki savaş, emperyalist savaşın artık kapitalist toplumun temel istikrarsızlaştırıcı faktörü olduğunu doğrulamaktadır. Kapitalizmin çelişkilerinin ürünü olan savaşın soluğu da aynı çelişkilerin ateşini beslemekte, militarizmin ağırlığıyla ekonomik krizi, çevre felaketini ve toplumun parçalanmasını arttırmaktadır"[2]. Bu dinamik toplumun her parçasını çürütme, en başta ABD olmak üzere her ulusu zayıflatma eğilimindedir.
Kapitalist toplumun bu çürümesinin bir sonucu olarak, 2015 yılında Suriye'deki savaşın tetiklediği ve yaklaşık 15 milyon insanın yerinden edildiği (7 milyonu Suriye'de, 3 milyonu Türkiye'de ve yaklaşık 1 milyonu Almanya ve İsveç arasında) kitlesel mülteci akınları gibi olguların ortaya çıktığını gördük. O zaman, burjuvazinin ikiyüzlü 'mültecilere kapımız açık' söylemini kınamıştık[3]; bu, sömürücülerin artık dayanışmayı savunduğu anlamına gelmiyordu, aksine ucuz işgücünden yararlanarak kaos patlamasını kontrol altına alma girişimiydi. Aynı hayırseverler şimdi mültecileri Suriye cehennemine geri dönmeye zorluyor, çünkü 'baskıcı rejim artık yok' ve 'ülke demokratik normalliğin restorasyonuna doğru ilerliyor'. Bu, sözde kendilerini uzak tuttuklarını iddia ettikleri popülist partiler ve aşırı sağ tarafından savunulan politikaları uygulamaya koyan 'demokrasilerin' iğrenç ikiyüzlülüğüdür. Kapitalizmin varlığını sürdürmesinin yol açtığı insanlık yıkımının alternatifi, uluslararası sınıf dayanışması, küresel kapitalizme karşı mücadele dayanışmasıdır.
Valerio, 13 Aralık
[1] Massacres and wars in Israel, Gaza, Ukraine, Azerbaijan... Capitalism sows death! How can we stop it? (enternasyonel bildiri)
[2] Spiral of atrocities in the Middle East: the terrifying reality of decomposing capitalism, International Review 171
[3] Cf. Prolifération des murs anti-migrants : le capitalisme, c’est la guerre et les barbelés, Révolution internationale 455