Türkiye Komünist Partisi’nde Sol Kanat
2. Komünist Hareketin Ortaya Çıkışı
Avrupa'da Birinci Dünya Savaşı, kitlelere bütün savaşları bitirecek olan savaş olarak anlatılmıştı. Genel olarak 19. yüzyılın temel mantığı çatışıp geri çekilmek olan, dolayısıyla kayıp sayısı az olan savaşlarına alışmış durumdaki Avrupa, bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand'ı öldürmesi sonucu patlak veren savaşın da, öncülleri gibi kısa süreceğini, birkaç haftada biteceğini zannetmişti. Öte yandan durum, kısa süre içerisinde herkesi şaşırtacaktı. Tam dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı, Avrupa'nın hemen her yerinde olduğu üzere, Osmanlı İmparatorluğu'nda da hem genel nüfus, hem de işçi sınıfı için tam bir felaket oldu. Başta Ermeniler olmak üzere, sayıları iki milyona yakın soykırım kurbanı olan gayrimüslimin yanı sıra, Osmanlı Ordusu'ndan da bir buçuk milyon kişi ölecek ya da yaralanacaktı.1 Birinci Dünya Savaşı, toplamda on altı buçuk milyon insanın canına malolacak, yirmi milyon kişi ise sakat kalacaktı.2
Dönemin işçi hareketini teşkil eden İkinci Enternasyonal'in partilerinin büyük çoğunluğu ve sendikalarının neredeyse tamamı, 1914'te savaşı destekleyerek proletarya enternasyonalizminin ilkelerine ihanet etmişlerdi. Hareketi karşı saflara taşıyan milliyetçi dalga karşısında, devrimci ilkelere ancak küçük bir azınlık sahip çıkmıştı. Sosyal demokrasinin ihaneti, Avrupa genelinde kitleleri, heyecanla sınıf kardeşlerinin bağırsaklarını deşmeye itecekti. Öte yandan birkaç yıl içerisinde, savaşın getirdiği korkunç koşullar durumu ciddi bir biçimde değiştirecekti. 1917'de Rusya'da gerçekleşen Şubat devriminin ardından, işçi sınıfının Lenin'in söylediği üzere savaşı bitirmek için emperyalist savaşı devrimci sınıf savaşına çevirmesi ve siyasi iktidarı ele geçirmesi gerektiği netleşecekti. 1917 Ekim devrimiyle, Rus işçi konseyleri, yani sovyetleri burjuva geçici hükümetinin ve parlamentosunun elinden iktidara alarak tarihin gördüğü ilk dünya proleter devrimci dalgasını başlatacaklardı. Gerek Rus işçi sınıfı, gerekse Lenin'in başını çektiği Bolşevikler veya yeni isimleriyle komünistler, gerçekleşen devrimin bir dünya devriminin ilk basamağı olduğunu düşünüyorlardı. Dünya genelindeki enternasyonalist devrimciler, Bolşeviklere ve Ekim devrimine yönelerek, Rus Bolşevikleri gibi komünist ismini benimseyeceklerdi. Çok kısa bir süre içerisinde Rusya'da başlayan yangın dünyanın farklı yerlerinde ciddi yankılar bulacaktı. Kasım 1918'de Alman asker ve işçilerinin savaşa karşı ayaklanmasıyla başlayacak olan devrim, bir bütün olarak Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesini sağlayacaktı. 1918'de Letonya ve Estonya gibi Baltık ülkelerinde işçi konseyleri iktidarı alacak, Bakü'de bir işçi komünü kurulacak, 1919'da Macaristan'da bir devrim gerçekleşecek, İtalya'da yüzbinlerce işçinin ayağa kalktığı Biennio Rosso yani iki kızıl yıl başlayacaktı. Devrimci dalga Kuzey Amerika'da dahi ciddi bir karşılık bulacaktı: ABD'nin savaşa girdiği Ağustos 1917'de, Oklohama eyaletinden sayıları bini bulan farklı etnik kökenlerden işçi ve fakir köylüler silahlanarak savaşı durdurmak ve zorla askere alınmaya direnmek için Washington'a bir yürüyüş başlatmayı denemişlerdi. 1918 ve 1919'da Portland, Butte, Toledo, Tacoma, Buffalo gibi ülkenin farklı yerlerinden pek çok şehirde işçi konseyleri ortaya çıktı, Seattle'da şehri sarsan bir genel grev gerçekleşti. Bu çatışmalar, 1921'de Batı Virginia eyaletinde 15,000 madencinin silahlanarak Blair Dağı'na çıkmaları ve düzen güçleriyle çatışmaya başlamalarıyla üst noktasına çıkacaktı. İran'dan Çin'e, Afrika'dan Güney Amerika'ya, 1917 Ekim devriminin ardından proletarya on yıl boyunca dünyayı sarsacaktı. Gerek komünist fikirlere yönelim dalgası, gerekse sınıf savaşları dalgası Türkiye'yi de es geçmeyecekti.
Kemalizmin Doğuşu: Birinci Dünya Savaşı Sonrası İstanbul ve Anadolu'daki Durum
Avrupa'nın ciddi bir bölümünün aksine, Osmanlı İmparatorluğu'nda savaşa karşı genelleşmiş bir siyasi hareket hiçbir zaman gelişmedi. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, savaş bittiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nda ne bir işçi örgütü ne de etkin bir devrimci yapı mevcuttu. Bununla birlikte, böylesi bir olanağın mevcut olduğunu, 1917'de Ekim Devrimi'nin ardından başlayan ve hakkında ne yazık ki pek az tarihsel veri olan Erzincan Şurası, yani konseyi gösterecekti. Erzincan ve civarında Rus askerleri, aralarındaki Bolşeviklerin ciddi etkisiyle devrimcileşmiş ve burada yaşayan Kürt, Ermeni ve Türk emekçiler arasında ciddi bir tartışma yaratmışlardı. Ekim devrimi ertesinde Rus askerler bölgeden çekilirken, Kürt, Ermeni ve Türk emekçiler, Rus sınıf kardeşlerini, Erzincan Şurası adında bir işçi konseyi kuracak ve şehirdeki yönetim binalarına çektikleri kızıl bayraklar ile uğurlayacaklardı.3 Kısa zamanda bu hareket Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas'a yayıldı. Kurulan konsey hükümeti Ocak 1918'de Osmanlı Ordusu tarafından bastırılana kadar yaşadı.4
Erzincan Şurası gibi bir dinamik, ilerki süreçte İmparatorluk sınırlarının geri kalanında ortaya çıkmamış olsa da, savaşa karşı, siyasileşmeyen fakat inanılmaz bir kitleselliğe sahip bir tepki olduğunu görmek için, firarilerin sayısına bakmak yeterli. Osmanlı ordusu, Birinci Dünya Savaşı'na katılan ülkeler arasında firarın en yoğun şekilde yaşandığı orduydu. Aralık 1917'de, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Alman askerî birliğinin başınu çeken süvari generali Otto Liman Von Sanders "Türk ordusunun mevcut durumu" başlıklı raporunda şunları ifade edecekti:
“Türk ordusunda şu anda 300.000'den fazla asker kaçağı mevcuttur. Bunlar düşmana katılmamakta ancak memleketlerrinin art bölgelerine kaçıp burada yağma ve talan yaparak ülke güvenliğini tehdit etmektedirler. Her yerde birlikler bu kaçakları yakalamak üzere harekete geçirilmelidir.”5
Osmanlı İmparatorluğu artık pek de bir İmparatorluk sayılamayacak halde savaştan çekildiğinde asker kaçağı sayısı yarım milyonu bulmuştu, ki bu sayı çok daha kalabalık olan Alman ordusundaki asker kaçaklarının üç katından daha fazlaydı.6 30 Ekim 1918'de Osmanlı, İtilaf devletleriyle Mondros Ateşkes Anlaşmasını imzalayacaktı. Anlaşma, İmparatorluğun fiili olarak sonunu teşkil ediyordu. Anadolu'nun belli bir bölümü dışında her yer Osmanlı'nın elinden çıkmıştı. Her ne kadar itilaf devletleri görüşmeler esnasında Osmanlı yetkililerine mevcut hükümeti dağıtmak veya İstanbul'u işgal etmek gibi bir niyetleri olmadığını söylemiş olsalar da 13 Kasım'dan itibaren, İngiliz ve Fransız askerleri fiili olarak İstanbul'a girecek ve önemli bölgeleri tutacaklardı.7 Kısa bir süre sonra Fransız orduları Akdeniz kıyısında da belirli bölgeleri ele geçirecekti. 1919'da başta İzmir olmak üzere Ege bölgesinin geniş bir kesimi Yunanistan'ın eline geçecekti.8
Mondros ateşkes anlaşmasının ardından İstanbul'da, savaş öncesi dönemde İttihatçıların rakibi olmuş olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası yeniden kurulacaktı. Mondros anlaşmasından birkaç ay önce, İttihatçı iktidarın tahta çıkardığı Sultan Reşad'ın yerine VI. Mehmed, veya daha iyi bilinen ismiyle Sultan Vahidettin çıkacaktı. Öte yandan, dönemin İstanbul'unun en etkili ismi ne Hürriyet ve İtilaf Fırkası, ne de Vahidettin idi. Öne çıkan şahıs, Damat Ferit Paşa'ydı. Ferit Paşa, savaş öncesi dönemde Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na başkanlık yapmıştı fakat yeniden kurulan partiyle ilişkiler kurmasına rağmen katılmamıştı.9 Vahidettin'in kayınbiraderi olan Damat Ferit Paşa, 10 Mart 1919'da Sadrazam olarak ilk hükümetini kuracaktı. Bir yandan İstanbul'u işgal altında tutan itilaf devletlerini hoşnut etmeye, diğer yandan ise eski İttihat ve Terakki rejiminin kalıntılarını temizlemeye yönelik bir politika izledi. Ermeni soykırımında işlenilen suçlardan dolayı kimi İttihatçılar cezalandırıldı, pek çok İttihatçı tutuklandı. Belirli aralıklarla bir yıldan fazla bir süre iktidarda bulunan Damat Ferit Paşa'nın, bu dönemde İstanbul siyasetinin en öne çıkan şahsı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.10
Savaş esnasında Osmanlı'yı yöneten İttihatçı liderlerden Enver Paşa ile Talat Paşa, Ekim 1918'de ülkeden kaçmışlardı ve Almanya'da bulunmaktaydılar. Bununla birlikte, İttihatçılar, hala bölgedeki en güçlü ve örgütlü yapı konumundaydı. İttihatçılar, gerek ordu kumandanları, gerek bürokratlar gerekse Anadolu'lu sivil tüccar ve zenginler arasında etkinliklerini korumaktaydılar. İttihatçıların Teşkilat-ı Mahsusa ve Karakol Cemiyeti gibi gizli yapılar Anadolu'da, gayriresmi faaliyetlerini sürdürüyor ve yerel milliyetçi gruplar örgütlüyorlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti kendisini feshetmiş görünmekteydi fakat İstanbul'da Teceddüt Fırkası olarak varlığını sürdürmekteydi.11 Teceddüt Fırkasının başını, 1925'ten itibaren Mustafa Kemal'in ölümüne kadar rejime Dışişleri Bakanlığı yapacak olan Tevfik Rüştü (Aras), Kemalist rejiminin en önde gelen ideologlarından olacak Yunus Nadi (Abalıoğlu) ve 1949'da TC Başbakanı olacak Şemsettin Günaltay gibi isimler çekiyorlardı. Bununla birlikte dönemin İstanbul'unda faaliyet gösteren İttihatçı kökenli tek yapılanma Teceddüt Fırkası değildi. Mustafa Kemal'in yakın çalışma arkadaşlarından olacak İttihatçı Ali Fethi Okyar da, Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası isminde bir parti kurmuştu.12 Teveccüd Fırkası İttihatçıların mal varlığını devralırken, Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası İttihatçılara eleştirel bir tutum izleyecekti. Buna rağmen, iki parti de 6 Mayıs 1919'da, Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından kapatılacaktı.13
30 Nisan 1919 tarihinde, eski bir İttihatçı olan Mustafa Kemal isimli bir komutan, Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas bölgelerinde oluşmuş ve Osmanlı ordusu tarafından bastırılmış konsey hareketinin sonrasında durumun yerinde incelemesi ve gereken önlemlerin varsa bunların alınması amacıyla Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından, 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a gönderildi. Bu kararın arkasındaki temel gerekçe, bu komutanın Damat Ferit Paşa hükümetince, hem güvenilir ve nitelikli gözüken, hem de İttihatçılarla arası açık bir sima olduğundan dolayı, hükümetin isteklerine uyacağının düşünülmesiydi. Mustafa Kemal, savaş sırasında, daha Şehzade iken Almanya'ya giden Vahidettin'e bu yolculuğunda yaverlik yapmış, Vahidettin tahta çıkınca İstanbul'a çağrılmıştı. Bu komutana görevi sırasında bütün askeri ve sivil makamlara emretme yetkisi de verilmişti. Kararın arkasında, İngilizlerin baskı ve korkusu vardı: İngilizler, Erzincan merkezli konseylerden tedirgin olmuşlardı ve eğer Osmanlı Ordusu bölgenin problemsiz olduğu teminatını veremezse, bölgeye askeri olarak müdahale edebileceklerini açıklamışlardı.14 Görünen o ki, ne İngilizler ne de Damat Ferit Paşa hükümeti, Mustafa Kemal'in, İttihatçıların 1918'de yeniden toparlanan gizli istihbarat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa'ya katılmış olduğunu bilmiyorlardı.15
Savaş sonrası dönemde İstanbul sosyalist hareket içerisinde bulunmuş, sonrasında Anadolu'da faaliyet gösterecek önemli komünist militanlardan olan ve hayatına ileride değineceğimiz Ufa, Başkırdistanlı Ziynetullah Nevşirvanov, 1922 tarihinde kaleme aldığı Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller isimli yazısında şöyle diyecekti:
“Bugünkü Anadolu hareketi, özellikle İttihat ve Terakki Fırkası tarafından Mondros Anlaşması döneminde, belki de daha önce, Dünya Savaşı'nda yenilgi ihtimali düşünülerek hazırlanmıştır.”16
15 Mayıs 1919'da Yunanistan'ın İzmir'e girmesi ile birlikte, İttihatçı unsurların milliyetçi bir hareketi örgütleme çabalarına ciddi bir ivme kazandırdı. İzmir'de Müslüman nüfusa yönelik kimi katliamlar yapılmıştı ve ciddi bir baskı vardı; dolayısıyla Teşkilat-ı Mahsusa ve İttihatçıların bir başka gizli örgütlenmesi olan Karakol Teşkilatı'nın girişimiyle kurulan İzmir Müdafa-i Hukuk Osmaniye Cemiyeti gibi yapıların güç toplaması da zor olmayacaktı. İzmir'in işgalinden sonra Yunanistan ordusunun bölgedeki uygulamaları nedeniyle daha öncesinde silah alma fikrine tereddütlü bakan Müslüman zenginleri ellerindekileri kaybetme korkusuna kapılacaklardı. 1918 sonları ve 1919'da itibaren, İttihatçıların başını çektiği milliyetçiler, Kars, Ardahan, Balıkesir, Nazilli gibi yerlerde kongreler düzenleyeceklerdi.17 Ziynetullah Nevşirvanov bu hareketi şöyle tanımlamaktaydı:
“Söz konusu dönemde savunma güçleri, Kuvva-i Milliye denen düzensiz çetelerden oluşuyordu. Bu çetelerin komutanlarının bir kısmı muvazzaf ordu subayları ve yedek subaylardı; ama büyük bölümü halktan çıkma savaşçı liderlerden ve savaş sırasında Ermeni kırımlarına katıldıkları için ateşkesten sonra dağa çıkan İttihatçılardan oluşuyordu.”18
İşte Mustafa Kemal'in sahneye çıkacağı nokta buydu. 22 Haziran 1919'da, üçü de kendisi gibi İttihatçı kökenli Mustafa Kemal, Ali Fuat (Cebesoy), Rauf Orbay ve Refet Bele ile birlikte Amasya Genelgesi'ni kaleme alacaktı. Rauf Orbay, eski Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı) idi, Refet Bele ile Ali Fuat Cebesoy ise, Sivas'taki III. Kolordu ve Ankara'daki XX. Kolordu komutanlarıydı. Erzurum'daki XV. Kolordu komutanı Kazım Karabekir de genelgenin yazımı sırasında bilgilendirilenler arasında geliyordu. 19 Amasya Genelgesi, İstanbul hükümetine açıkça muhalefet ediyor, “vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” diyor ve Sivas'ta bir kongre düzenleneceğini bildiriyordu.20 Bu noktada, Mustafa Kemal'in, gerek Vahidettin'le olan kişisel ilişkilerinden, gerekse kendisine yeni verilmiş olan bütün askeri ve sivil makamlara emretme yetkisi nedeniyle bu isimler arasında öne çıkması şaşırtıcı değildir. Diğer isimlerden ise en önde gelenin Refet Bele olduğunu söyleyebiliriz. Refet Bele, İttihatçılar içerisinde Mustafa Kemal 1909'da hareketin önde gelenleriyle fikir ayrılığına düştüğünde onu desteklemişti. Zaten hareketin başına Mustafa Kemal'in geçmesini öneren de o olmuştu. Fakat Refet Bele'nin en önemli özelliği, Talat Paşa'nın en yakın arkadaşlarından biri olmasıydı.21 Talat Paşa'nın, sürgünde olmasına rağmen, Mustafa Kemal'e destek verdiği ve Anadolu'daki İttihatçı teşkilatları Mustafa Kemal'in emrine yönlendirdiği, ve Talat Paşa 1921'de öldürülene kadar Enver Paşa'nın da bu politikaya, istemeden de olsa uymuş olduğu bilinmektedir.22
23 Temmuz'da, Mustafa Kemal ve birkaç yandaşı, Erzurum Kongresi'ne katılacaklardı. Bu noktada Mustafa Kemal, yetkilerini bildirgesini yaymak ve gereken desteği almak için kullanmış ve Osmanlı Ordusu'ndan ayrılmış durumdaydı. Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi'nin seçtiği Heyet-i Temsiliye'ye Başkan seçilecekti. Esasında bu heyet ve ünvan çok büyük önem taşımıyordu, zira daha önce gerçekleşen kimi milliyetçi kongrelerde de benzer kurum oluşturma girişimleri olmuştu ve Erzurum Kongresi'ne katılım bir hayli kısıtlıydı, hatta kongre düzenlenirken Balıkesir'de bir başka milliyetçi kongre düzenlenmekteydi.23 Öte yandan, Mustafa Kemal ve yandaşları için Erzurum Kongresi, hem hazırlığı içinde oldukları Sivas Kongresi için bir sıçrama tahtası oldu, hem de İstanbul hükümetine Amasya Genelgesi'yle olduğundan daha ciddi bir biçimde meydan okuma olanağı sağladı. Bu noktada, Mustafa Kemal ve yandaşlarının, ne saltanata ne de hilafete karşı bir niyetleri yoktu, hedefte yalnızca İstanbul Hükümeti vardı. Erzurum Kongresi'nin 3. ve 7. Kararları şöyleydi:
“İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamış ise, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır(...) Milli irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.”24
4 Eylül ve 14 Eylül arasında ise Sivas Kongresi gerçekleşecekti. Bu kongre, siyasi açıdan Erzurum Kongresi'nde alınan kararlara bir yenilik getirmiyordu. Daha ziyade milliyetçiler açısından örgütsel yönelimlerin belirlenmesi açısından önemliydi. Ziynetullah Nevşirvanov Sivas Kongresi ve sonrasında gelişen süreci şöyle açıklıyordu:
“Sivas Kongresi Anadolu hareketinin ilkelerini açıkladı ve harekatı yönetmek amacıyla her şehirde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne bağlı vilayet komiteleri kurdu. Bu komiteler, sözde Sivas Kongresi'nce oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsilciler Komitesi'nin bir tür kollarıydı. Adı geçen komiteler, yerli halklar, halk arasında etkisi olan büyük çiftlik sahipleri, sanayiciler ve müftü, kadı gibi mollalar, İttihat ve Terakki Fırkası'nın silah kullanmayı bilen üyeleri ve zorba ağalar arasından seçilerek, merkezin ve İttihat ve Terakki Fırkasının yerel 'sorumlu sekreterlerinin' atama ve talimatlarına göre belirlenen kişilerden oluşuyordu. Savaş sırasında bulundukları şu veya bu şehirde kötü çalışan İttihat ve Terakki Fırkası sorumlu sekreterleri, başka şehre gidince oradaki vilayet komitelerinde çalışmaya başlıyorlardı.
Bu vilayet komitelerine, kırsal bölgelerde oluşturulmaya devam eden Kuvva-ı Milliye temsilcileri de katılıyordu. Vilayet komiteleri giderek güç kazanmaya, yetkilerindeki bölgelerde zulüm yapmaya yönelmiş, baskıya ve kaba güce dayanan etkilerini ve ellerindeki kuvva-i milliye birliklerini, işlerine gelmeyen kaza amiri, vali, kadı ve eski İmparatorluk ordusundan komutan ve subayları değiştirmek, hatta bazen tutuklamak ya da kaçmak zorunda bırakmak için kullanmaya başlamışlardı. 1919 yılının Ekim ile Aralık ayları arasında parlamento seçimleri yapıldı. Sivas'ta Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsilciler Komitesi'nin, İstanbul'da Milli Kongrenin atadığı kişiler, kuvva-i milliyenin silahlı tehdidi altında, her biri elli bin vatandaşın oyuyla seçildi.”25
Mart 1920'de, İstanbul'un İtilaf devletlerince işgali resmiyet kazandı. Meclis-i Mebusan feshedildi, Sivas Kongresi'nin ardından Anadolu'da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin iktidara gelmesinin ardından istifa etmiş olan Damat Ferit Paşa yeniden hükümet kurmakla görevlendirildi. Bu noktada İngiliz güçlerinin desteği ile Kuvva-i İnzibatiye isminde, ayrıca Halifelik Ordusu olarak da anılan bir askeri birlik kuruldu. Ayrıca İstanbul'daki İttihatçılara yönelik, daha önceki döneme kıyasla daha kuvvetli bir tutuklama dalgası başladı. Nevşirvanov bu süreci şu şekilde ifade edecekti:
“Mebusların bir kısmı Anadolu'ya geçerek kurtuldu. En sessiz kalanlar veya hareketlerinde en kurnaz davrananlar İstanbul'da kalmayı başardı. İstanbul'dan kaçanlar, artık kendi etrafında birçok subay ve silahlı birliği toplamayı başarmış olan Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşa ile birleşince, Anadolu'da çalışabilecek yeni meclisi toplamak hiç de zor olmadı. Bunun için gerekli teşkilatlar artık hazırdı: Her şehirde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Vilayet Komitesi vardı ve bu komiteler büyük tüccar, sanayiciler, çiftlik sahipleri ve yüksek mevkideki mollalar ve ağır basan komitacılar, onların yanı sıra, henüz dağıtılan parlamento için bu vilayet komitelerince seçilmiş ikinci seçmenlerden oluşuyordu. Paşaların emrinde son derece yetenekli, etkin ve zeki subaylar vardı. 23 Nisan 1920'de çalışmaya başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi, işte bunların büyük bir kısmı, her kazadan beşer kişi olmak üzere, ek milletvekili olarak atanarak ve İstanbul'dan kaçmış mebuslardan oluşuyordu.”26
Gerçekte, Mustafa Kemal'in başını çektiği Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni, TBMM'yi kurmaya iten, İstanbul'un işgalinin resmiyet kazanmasıydı. Bu, ilkin milliyetçilerin İstanbul Hükümeti'ni ele geçirme şansı verilmeyeceğini gösteriyordu. Ayrıca Kuvva-i İnzibatiye'nin kurulması, aynı zamanda halife olan padişahın özellikle Konya gibi geri bölgelerde güçlü olan etkisinin artık kesin olarak İttihatçılara karşı kullanılmakta olduğu, dolayısıyla milliyetçilerin Vahidettin'e karşı da bir tavır almasını gerektiriyordu. Kuvva-i İnzibatiye, milliyetçiler için ciddi bir tehdit teşkil edecekti. Faaliyete geçmeşinin ardından başına Ahmet Anzavur'un geçeceği Kuvva-i İnzibatiye, 10 Mayıs'ta Adapazarı'nı alacak ve buradan Anadolu'ya doğru ilerlemeye çalışacaktı.27 Bu arada, Haziran ayında, Vahidettin'e Sevr Anlaşması sunulacaktı. Anlaşma bir hayli ağır koşullar dayatmaktaydı; zira İngiltere ve Fransa, Kuvva-i İnzibatiye'nin Anadolu genelinde TBMM karşıtı işgallerle karşılaşacağını ve kolaylıkla kazanacağını umuyorlardı.28
Beklendiği gibi Anadolu'nun pek çok yerinde ayaklanmalar patlak verdi fakat Kemal ve kurmaylarının askeri gücünün beklendiği kadar zayıf olmadığı kısa süre içerisinde ortaya çıkacaktı. Dahası, Kemal'in başını çektiği milliyetçi hareket, dağınık çetelerden güçlü bir burjuva hareketi haline gelmişti, ki bu yeni olanaklara kapı açıyordu. En önemli unsur ise Müttefik güçlerin birleşik cephesinin dağılmış olmasıydı. İtilaf devletleri arasında, Osmanlı topraklarının paylaşımında kendisine söz verilen yerleri alamamış bir devlet vardı. Bu devlet, kendisine tüm Ege ve Batı Akdeniz kıyıları sözü verilen, fakat Yunanistan'ın dengeleri değiştirmesiyle Batı Akdeniz ile yetinmek zorunda bırakılmış İtalya'ydı. Ziynetullah Nevşirvanov, alıntıladığımız yazısının bir dipnotunda şu ilginç noktayı vurgulamaktadır:
“Hareketin başlangıcında kendini henüz zayıf hisseden Kuvva-i Milliye ve TBMM isyanlardan, yani gericilik yatağı Konya'nın milli harekete katılmamasından endişeleniyordu. Ama aynı zamanda silaha ve askeri malzemeye çok büyük ihtiyaç vardı. Bu yüzden Konya vilayeti İtalyan askeri birliklerince (milli hükümet güçleninceye kadar) işgal edildi ve İtalya'dan, Antalya üzerinden silah ve cephane getirildi. TBMM hükümeti duruma hakim olmaya başladıktan sonra İtalyanlar birliklerini TBMM'nin 'aracısı'nın bulunduğu Anadolu'ya çekti ve İtalyan hükümetinin Enformasyon Dairesine bağlı Stefani Ajansı ile Anadolu Ajansı arasında anlaşma bağlandı.
1920 yılının ikinci yarısında TBMM hükümetinin eski içişleri kumandanı Sami Bey, resmi hükümetin temsilcisi olarak bulunduğu Roma'da, Roma ile Ankara arasındaki ilişkilerde arabuluculuk ediyordu. Basın müdürlüğü adına imzalanan bu anlaşmayla ilgili açıklamayı Basın Yayın Genel Müdürü Hamdullah Suphi, bir grup mebusun sorusu üzerine meclisin açık oturumunda yaptı ve bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa ile arasında mücadele başladı. Mustafa Kemal anlaşmayla ilgili bu açıklamayı reddetti ve Hamdullah Suphi'yi yalancılıkla suçladı.
(...)
Anadolu Ajansının verdiği haberlerin büyük bölümünü Stefani'nin Rodos adası üzerinden sağladığı malumatlar oluşturuyordu. 1: İttihatçıların elebaşlarından biri olan Cavit Beyin Anadolu hareketinin ta başından beri Roma'da bulunması, 2: İstanbul'dan kaçmak zorunda kalan İttihatçıların çoğunun Anadolu'ya İtalyan yardımıyla geçmesi ve 3: Malta'dan kaçan İttihatçıların Roma'da gizlenmesi ve benzeri hususlar, Anadolu hareketinin çok eskilerden ve özlü bir şekilde İtalya'ya bağlı olduğunu gösteriyor.”29
İleriki süreçte, TBMM'nin karşısındaki sorun, isyanlar ve firariler olacaktı. İfade ettiğimiz üzere, 1. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı Ordusu'ndan yarım milyon asker firar etmişti, ve TBMM'nin kontrolündeki ordularda da firar sorunu çözülmüş değildi. İki sorun da benzer bir çözüm gerektirecekti. Çözüm baskıydı. Temmuz 1920'de TBMM firar sorunuyla ilgilenmek için İstiklal Mahkemelerinin açılmasını tartışmaya başlayacaktı. Bu arada, Kuvva-i Milliye çetelerinin kolaylıkla düz haydutluğa kayan, düzensiz birliklerden oluşması da problemler yaratıyordu. Yaz boyunca ordudan firar edenlerinin sayısının artması sonucu, 1920'nin Eylül ayında İstiklal Mahkemeleri açıldı ve bu mahkemelere firarilerle ilgili sınırsız yetki verildi. İki hafta sonra Hıyaneti Vataniye Kanunu çıkartılarak mahkemelere bu davalara bakma yetkisi de verilecekti. İstiklal Mahkemelerinin uyguladığı terör etkili olduğu kadar korkunçtu. Yüzlerce asker kaçağı idam edildi, binlercesine kürek cezası, hapis cezası ve meydanlarda kırbaçlanma cezası verildi. Kemalistlerle Yunan ordusu arasında gerçekleşen en ciddi savaşlardan biri olan Sakarya Savaşı'nda 120,000 asker toplanacak olması, baskıların sonuç verdiğini gösteriyordu. Buna rağmen, bu savaşta dahi, 10,000 asker firar edecekti.30
1. Dünya Savaşı sonrası koşullar, Anadolu'da Kemalist hareket olarak anılacak bir milli kurtuluş hareketinin oluşumuna yol açacaktı. Tamamen burjuva bir hareket olan, Osmanlı İmparatorluğu'nun eski egemenlerinin bir kesimince yönetilen bu hareket, 20. yüzyıl boyunca dünyanın çeşitli yerlerinde baş gösterecek ulusal kurtuluş hareketlerinin bütün tipik özelliklerini gösteriyordu. Her ne kadar TC'nin kurucu efsanesine göre bu hareket “yedi cedde karşı anti-emperyalist bir destan” olsa da, gerçekte Mustafa Kemal ve arkadaşları, mümkün olur olmaz ilk anlaşabilecekleri emperyalist devletle işi pişirmekten rahatsızlık duymayacaklardı. Kemalist ulusal kurtuluş hareketi, Rosa Lüksemburg'un 1915'te Junius Kitapçığı'nda ifade ettiği görüşleri harfi harfine doğrular nitelikteydi:
“Emperyalizm herhangi bir veya bir grup devletin ürünü değildir. Sermayenin dünya ölçeğindeki gelişiminin belirli bir olgunluk aşamasının bir ürünü, doğal olarak uluslararası niteliğe sahip bir durum, sadece bütün kapitalizmin bütün ilişkilerinde tanınabilecek ve hiçbir ulusun dışında olamayacağı bölünmez bir bütüntür.
(…)
Günümüzde ‘ulus’ kavramı, emperyalist emelleri gizleyen bir pelerinden, emperyalist düşmanlıkların savaş narasından, kitleleri emperyalist savaşlarda yem olmaya itecek son ideolojik araçtan başka hiçbir şey değildir.”31
Gerdûn
1Kivrikoglu, Hüseyin ve Edward J. Erickson. Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War. Greenwood Publishing Group, 2001, s. 211
3 “Erzincan Şurası: Halklar Arasında Savaşa, Sınıflar Arasındaki Barışa Son!” Tarihte Dört Ekim! Bir Muzaffer Devrim! Proleter Devrimci KöZ 29. Aralık 2005
4Dilber, Orhan. “Kemalizm’in Cumhuriyetçilik Diye Bir İlkesi Var mı?” www.peyamaazadi.org/foto/PdfDosyalari/Kemalizm_ve_Cumhuriyetcilik.pdf s. 21
5Zürcher, Eric Jan. “Osmanlı'nın Son Dönemi ve Milli Mücadelede Asker Kaçakları”. https://bianet.org/biamag/ifade-ozgurlugu/129990-osmanlinin-son-donemi-v...
6Zürcher, Eric Jan. “Osmanlı'nın Son Dönemi ve Milli Mücadelede Asker Kaçakları”. https://bianet.org/biamag/ifade-ozgurlugu/129990-osmanlinin-son-donemi-v...
11Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 16
13Burak, Durdu Mehmet. “Osmanlı Devleti'nde Jöntürk Hareketinin Başlaması ve Etkileri”. dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/1271/14637.pdf s. 18
14Dilber, Orhan. Kemalizm’in Cumhuriyetçilik Diye Bir İlkesi Var mı? www.peyamaazadi.org/foto/PdfDosyalari/Kemalizm_ve_Cumhuriyetcilik.pdf s. 21-22
15Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 79
16Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 109
17Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 19-20
18Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 115
19Akşin, Sina. “Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi”, İmaj Yayıncılık, s. 110
21tr.wikipedia.org/wiki/Refet_Bele
22Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 20
23Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 20-21
25Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 115-6
26Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 117
29Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 118
30Zürcher, Eric Jan. “Osmanlı'nın Son Dönemi ve Milli Mücadelede Asker Kaçakları”. https://bianet.org/biamag/ifade-ozgurlugu/129990-osmanlinin-son-donemi-v...
31Lüksemburg, Rosa. Junius Pamphlet. <https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1915/junius/ch07.htm>