EKAonline - 2022

Rubric: 

1968 Devrimci Gençlik Hareketinden, Denizlerden TEKEL işçilerinin mücadelesine…

"1968 Devrimci Gençlik Hareketinden, Denizlerden TEKEL işçilerinin mücadelesine…" başlığıyla 2010 yılında yayımlanan aşağıdaki makaleyi yanlış yönlendirici politik görüşler öne sürdüğü için geri çekiyoruz.

- Makale Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 'devrimci bir kopuş' gerçekleştirdiğinden ve bunun sosyalist hareketi ileri taşımadaki başarısızlığından bahsediyor. Gerçekte ise, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının bunu başarması asla mümkün değildi, çünkü onların eylemleri sendikaların çerçevesini aşmayı asla hedeflemiyor ve işçileri kapitalist Devlete daha sıkı bağlıyordu.

- Deniz Gezmiş ve arkadaşalarının isyanını legalist ve reformist çizgiye bir alternatif olarak sunmak hiçbir şekilde devrimci bir yöntem değildir, bu sadece sahte bir radikalizmdir.

- Yazida "Kürt ve Türk halkını bir araya getirmek" olarak sunulan çizginin onaylanması ise bir tuzaktan ibarettir. Proletaryanın mücadelesini sadece bütün ulusların ve milliyetçiliğin yıkımı, sömürülenleri 'ulusal' ya da etnik temelde değil sınıf temelinde birleşmesi ileriye taşıyabilir. Kürt ve Türk 'halklarının' ortak mücadelesi fikrinin propagandası sınıf mücadelesi önünde duvar çekmektedir ve bir tuzaktır.

- Sendikalar içerisinde"'radikal bir çizgi" kurmak sadece kapitalist devletin elinde birer silah olan sendikaları güçlendirmeye yarar. Sendikalar içerisindeki "radikal güçlerin" kuvvetlendirilmesi Sendikaların itibarını güçlendirir ve işçilerin gerçek anlamda radikalleşmesinin önünde bir engel oluşturur.

- Tekel işçileri, ne kadar mücadeleci ve kararlı olsalar da, sendikal zincirleri kıramadı. İşçilerin bu zayıflığını çözümlemek ve eleştirmek yerine, yazı işçilerin zayıflıklarını önemsiz göstermekte ve Tekel işçilerinin devrimci bir örgütlenmenin eşiğinde olduğu gibi yanlış bir beklentiyi beslemektedir.

- Dahası Türkiye Solu için Deniz Gezmiş ve onun "radikalizmi" esasında silahlı mücadeleye geçişi temsil eder. 1970'lerde Avrupa'da RAF ve diğerleri gibi eğilimlerin temsil ettiği şey, üçüncü dünyadaki sosyal demokrasiye dair umutları bunların uğradığı ağır baskılarla dağılmış, yasal partilere dair hayal kırıklığına uğramış bir gençlik radikalizmidir. Dolayısıyla makalede ifade edilen radikal kopuş üçüncü dünyacı stalinist silahlı mücadele yöünnde bir kopuşu temsil eder ve sadece anti-proleter, burjuva anlamda bir radikal kopuştur: yani silahlı ve milliyetçi bir sosyal demokrasi yönünde bir kopuş.

İşçi Sınıfının bilincini ileri taşımak devrimci bir örgütün görevidir. Bu makale bu bilinci bulandırmaktadır. Bu yüzden yazıyı geri çekmeye karar verdik.

EKA - Haziran 2022

ABD, Rusya, AB, Ukrayna… tüm devletler bu savaştan sorumludur!

Baştan sona çürümüş, derinden hasta olan burjuva toplumu, bir kez daha tüm pisliklerini kusuyor. Her yeni bir gün ile beraber, Ukrayna katliamı, bitmek bilmeyen ateşlerden kaçan mülteci yığınlarıyla, devasa bombardımanlar, pusular, kuşatmalardan oluşan kortejini sergiliyor.

Her ülkenin hükûmetleri tarafından yağdırılan propaganda selinin arasında, özellikle iki yalan öne çıkıyor. Birincisi Putin'i "Ukrayna'nın zenginliklerini" ele geçirmeye çalışırken, yeniden inşa edilmiş bir imparatorluğun yeni Çarı olmaya hazırlanan "çılgın bir diktatör" olarak sunuyor; diğeri, çatışmanın temel sorumluluğunu, "kahraman" Rus askerlerinin kurtarmaya geldiği Donbass'ın Rusça konuşan nüfuslarına karşı yapılan "soykırıma" bağlıyor. Burjuvazi her zaman savaşın gerçek nedenlerini "uygarlık", "demokrasi", "insan hakları" ve "uluslararası düzen" gibi ideolojik örtülerle maskeleme konusunda gayret etmektedir. Ancak savaşın asıl sorumluluğu kapitalizmdedir!

Kaosa doğru bir adım daha

Putin'in iktidara geldiği 2000 yılından bu yana Rusya, kendisine daha modern bir ordu sağlamak ve başta Suriye olmak üzere, hem Orta Doğu'da hem de Libya, Orta Afrika ve Mali'ye paralı asker göndererek Afrika'da nüfuzunu yeniden ele geçirmek için önemli çabalar sarf etti ve böylece daha fazla kaos tohumu ekti. Son yıllarda, sınırlarında büyük istikrarsızlık yaratma riskini göze olarak, etki alanının azalmasını engellemeye çalışmak için 2008'de Gürcistan'da doğrudan bir saldırı başlatmaktan, ardından 2014'te Kırım ve Donbass'ı işgal etmekten çekinmedi. ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin ardından Rusya, özellikle Kiev’in NATO’ya katılma tehdidi karşısında, Avrupa ve dünyadaki konumu için gerekli bir bölge olan Ukrayna'yı etki alanına sokmak için Amerikalıların zayıflamasından kazanç sağlayabileceğini düşündü.

1989'da Doğu Bloku'nun çöküşünden bu yana, Avrupa kıtasında ilk kez patlak veren savaş bu değil elbette. 1990'ların başındaki Balkan Savaşı ve 2014'te Donbass'taki çatışma, kıtaya zaten talihsizlik ve perişanlık getirmişti. Ancak Ukrayna'daki savaşın, kaos dalgasının kapitalizmin ana merkezlerine giderek daha da yaklaştığını göstermesi açısından, önceki savaşlardan çok daha ciddi sonuçları var.

Dünyanın başlıca askeri güçlerinden biri olan Rusya, Avrupa'da stratejik bir konuma sahip bir ülkenin Avrupa Birliği sınırlarına kadar işgaline doğrudan ve geniş ölçüde karışmış durumda. Bu yazı yazılırken, Rusya şimdiden yaklaşık 10.000 askerini kaybetti ve çok daha fazlası yaralandı veya firar etti. Bazı şehirler bombalı saldırılarla yerle bir oldu. Sivil kayıplar muhtemelen azımsanamayacak sayıda. Ve bu savaşın sadece bir ayı![1]

Savaş bölgesinde bundan böyle, her taraftan gelen normal ve paralı askerlerden, gelişmiş askeri malzeme ve teçhizattan oluşan muazzam bir yoğunluk olacak. Aynı zamanda binlerce NATO askerinin konuşlandırılması ve Putin'in tek müttefiki Belarus’un seferber edilmesiyle Doğu Avrupa da benzer konuma girecektir. Birçok Avrupa devleti, yeniden silahlanma programlarını önemli ölçüde artırmaya öncelik verdi; buna Baltık Devletleri ve aynı zamanda “savunma” bütçesini iki katına çıkaran Almanya da dahil.

Rusya ise düzenli olarak dünyayı misillemelerle tehdit ediyor ve utanmazca nükleer cephaneliğini sergiliyor. Fransa Savunma Bakanı da Putin'i  "nükleer güçlerle" yüzleşeceği konusunda uyardı, sonrasında sakinleşip çok daha "diplomatik" bir tona geçiş yaptı. Nükleer bir çatışmadan önce, büyük bir endüstriyel kaza riski söz konusu. Çernobil ve Zaporijya nükleer santrallerinde, bombardımanların ardından binaların (neyse ki sadece idari binaların) alev aldığı bazı şiddetli çatışmalar şimdiden başladı bile.

Tüm bunlara Avrupa'da büyük bir göçmen krizi de ekleniyor. Milyonlarca Ukraynalı savaştan ve Zelenski'nin ordusunda zorla askere alınmaktan kurtulmak için sınırdaki ülkelere doğru kaçıyor. Ancak Avrupa'da popülizmin yükselmesini ve birçok devletin kimi zaman gizlemediği, göçmenleri emperyalist amaçları için utanmazca araçsallaştırma arzusunu hesaba katarsak (son zamanlarda Belarus sınırında veya Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne yönelik düzenli tehditleri aracılığıyla gördüğümüz gibi) bu kitlesel göç zamanla ciddi gerilimler ve istikrarsızlık yaratabilir.

Özetle, Ukrayna'daki savaş, uluslararası düzeyde büyük bir kaos, istikrarsızlaştırma ve yıkım riski taşıyor. Bu çatışma daha da kanlı bir yangına yol açmasa bile, hayal edilemez sonuçlar doğurabilecek kontrolsüz bir “tırmanma” riskiyle birlikte, bu tür tehlikeleri artıracaktır.

Savaşın tek sorumlusu Rusya mı?

Rus burjuvazisinin, kendi sefil emperyalist çıkarlarını savunmak için savaş başlatmasına rağmen, Ukrayna'yı ve batılı ülkeleri “çılgın bir diktatörün” kurbanları olarak sunan propaganda ikiyüzlü, sahte bir gösteridir. Aylardır Amerikan hükûmeti, aynı anda hem ani bir Rus saldırısına karşı uyarıda bulunuyordu, ki bu açık bir provokasyondu, hem de Ukrayna’ya asker göndermeyeceğini iddia ediyordu.

SSCB'nin dağılmasından bu yana Rusya, Kafkasya ve Orta Asya'da olduğu kadar Doğu Avrupa'da da sürekli tehdit altındadır. ABD ve Avrupalı güçler, bir dizi Doğu Avrupa ülkesini AB ve NATO'ya entegre ederek Rusya'nın etki alanını sistemli bir şekilde daralttılar. 2003 yılında, Gürcistan'ın eski Cumhurbaşkanı Shevardnadze'yi görevden çıkaran ve bir Amerikan kliğini iktidara getiren "Gül Devrimleri" de bu bakımdan anlamlıdır. Aynı şey 2004’te Ukrayna'daki "Turuncu Devrim" ve ardından yerel burjuvazinin farklı klikleri arasında devam eden tüm çatışmalar için de geçerlidir. Batılı güçlerin Belarus’taki Avrupa yanlısı muhalefete aktif desteği, Türkiye'nin (NATO üyesi) baskısıyla Dağlık Karabağ'daki savaş ve Kazak devletinin tepesinde yapılan hesaplaşma, Rus burjuvazisinin aciliyet duygusunu daha da pekiştirmiştir.

İster “Çarlık”, ister “Sovyet” Rusya için Ukrayna, dış politikada her zaman merkezi bir paya sahip olmuştur. Moskova için Ukrayna, Akdeniz'e doğrudan erişim için tek yoldur. 2014 yılında Kırım Yarımadası'nın ilhakı, çoğunlukla Amerikalılar tarafından desteklenen rejimlerin kuşatması tehdidi altında olan Rus emperyalizminin bu mecburiyeti sonucunda gerçekleşti. ABD'nin Ukrayna'yı Batı'ya doğru çekme arzusu böylece Putin ve kliği tarafından gerçek bir provokasyon olarak görülüyor. Bu bakımdan, Rus ordusunun taarruzu, tamamen mantıksız ve baştan başarısızlığa mahkum görünse bile, Moskova için bir dünya gücü konumunu sürdürmeye yönelik çaresiz bir "güç kapma" girişimidir.

Rusya'daki durumu gayet iyi bilen Amerikan burjuvazisi, bu konuda fikir ayrılıkları barındırmasına rağmen, provokasyonları çoğaltarak Putin'i harekete geçirmekten geri kalmadı. Biden, herkese Ukrayna'ya doğrudan müdahale etmeyeceği konusunda açıkça güvence verdiğinde, Rusya'nın uluslararası sahnedeki düşüşünü durdurmak umuduyla hemen kullandığı bir açık verdi. Bu, Birleşik Devletler'in amaçlarına ulaşmak için soğuk bir Makyavelizm'e ilk başvuruşu değil. Daha 1990'da Baba Bush, Kuveyt'i savunmak için müdahale etmek istemediğini iddia ederek Saddam Hüseyin'i tuzağa düşürmüştü. Gerisini biliyoruz…

Ukrayna'da hâlihazırda ciddi olan yıkımın süresini ve boyutunu tahmin etmek için henüz çok erken, ancak 1990'lardan beri yapılan Srebrenitsa, Grozni, Saraybosna, Felluce ve Halep katliamlarından haberdarız. Savaşı başlatan taraf, genellikle çıkmaza girmeye mahkûmdur. 1980'lerde Rusya, Afganistan işgalinin ardından ağır bir bedel ödedi ve bu SSCB'nin dağılmasına yol açtı. ABD'nin de, onu hem askeri hem de ekonomik olarak zayıflatan kendi fiyaskoları oldu. Tüm bu maceralar, başlangıçta görünürdeki zaferlere rağmen, sonunda acı başarısızlıklarla sonuçlandı ve savaşan tarafları önemli ölçüde zayıflattı. Putin'in Rusya'sı, aşağılayıcı bir yenilginin ardından bir geri çekilme yaşayacak olmasa bile, büyük Ukrayna şehirlerini ele geçirmeyi başarsa dahi bu çıkmazdan kurtulamayacaktır.

Bütün ülkeler ve bütün savaşlar emperyalisttir

“Yeni bir emperyalizm dünya barışını tehdit ediyor”[2], “Ukraynalılar yüzlerce yıldır Rus emperyalizmine karşı savaşıyorlar”[3].

Burjuvazi "Rus emperyalizmi" diyor, sanki Rusya, çaresiz Ukraynalı civcivin aksine emperyalizmin özüymüş gibi. Gerçekte, kapitalizmin çöküş dönemine girmesinden bu yana, savaş ve militarizm sistemin temel özellikleri haline gelmiştir. Büyük ya da küçük bütün devletler emperyalisttir; "insani", "özgürleştirici" veya "demokratik" olduğunu iddia eden tüm savaşlar, emperyalist savaşlardır. Devrimcilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında tanımlamış oldukları şey buydu. 20. yüzyılın başında, dünya pazarı tamamen ana kapitalist ulusların koruma alanlarına bölünmüştü. Artan rekabetle ve kapitalizmin çelişkilerinin pençesini, yeni sömürgeci veya ticari fetihlerle gevşetmenin imkansızlığıyla karşı karşıya kalan ulus devletler, devasa cephanelikler inşa ettiler ve ekonomik ve sosyal hayatın tamamını savaşın zorunluluklarına tabi kıldılar. İşte bu bağlamda, 1914 Ağustos'unda, insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir katliam olan, yeni bir "savaşlar ve devrimler çağı"nın şaşırtıcı bir ifadesi olan Dünya Savaşı patlak verdi.

Şiddetli rekabetle ve küçük ya da büyük her ulusta her an her yerde patlak veren savaşlarla yüz yüze gelindiğinde, çöküş döneminin ana özelliklerini oluşturan iki olgu gelişti: devlet kapitalizmi ve emperyalist bloklar. “Devlet kapitalizmi [...] her ülkenin, diğer uluslarla yüzleşme, kendi içinde toplumun farklı sektörlerinde azami disiplini sağlama, hem sınıflar arası hem de egemen sınıfın rakip fraksiyonlar arasındaki çatışmaları minimuma indirgeme, özellikle de ulusun tüm ekonomik potansiyelini harekete geçirme ve kontrol etme ihtiyacına cevap verir. Benzer şekilde, emperyalist blokların oluşumu, karşılıklı düşmanlıkları sınırlamak ve iki askeri kamp arasındaki en büyük çatışma için onları bir araya getirmek üzere farklı ulusal burjuvaziler arasında benzer bir disiplini dayatma ihtiyacına tekabül eder.” [4]. Kapitalist dünya böylece 20. yüzyıl boyunca rakip bloklara bölündü. İtilaf güçleri ittifak güçlerine karşı, Batı bloku Doğu blokuna karşı.

Ancak 1980'lerin sonunda SSCB'nin çöküşüyle birlikte, kapitalizmin çöküşünün son aşaması başladı: 30 yıldan fazla bir süredir emperyalist blokların ortadan kalkmasıyla damgasını vuran genelleşmiş çürüme dönemi [5]. Rus "polisinin" konumunun düşürülmesi ve fiili olarak Amerikan blokunun yerinden edilmesi, blokların demir disiplini tarafından şimdiye kadar bastırılan bir dizi rekabetin ve yerel çatışmanın yolunu açtı. “Her koyun kendi bacağından asılır” eğiliminin ve artan kaosun varlığı o zamandan beri tamamıyla doğrulandı.

1990'dan beri tek “süper güç” olan Amerika Birleşik Devletleri, savaşa başvurarak dünyada asgari bir düzen kurmaya ve kendi liderliğinin kaçınılmaz düşüşünü yavaşlatmaya çalışıyor. Dünya, artık iki disiplinli emperyalist kampa bölünmüş olmadığından, Irak gibi bir ülke aynı blokun eski bir müttefiki olan Kuveyt'i ele geçirmenin mümkün olduğunu düşündü. Amerika Birleşik Devletleri, 35 ülkeden oluşan bir koalisyonun başında, ileride Saddam Hüseyin'in eylemlerini taklit etmeye yönelik cezbedici herhangi bir hareketi caydırmak amacıyla kanlı bir saldırı başlattı.

Ancak bu operasyon, toplumun çözülme sürecinin tipik bir tezahürü olan, emperyalist düzeyde her koyun kendi bacağından asılır eğilimini hiçbir şekilde sona erdiremezdi. Balkan savaşlarında, eski Batı blokunun güçleri arasındaki şiddetli rekabetler güpegündüz ortaya çıktı: Kanlı Amerikan ve Rus müdahalelerine ek olarak, özellikle Fransa, Birleşik Krallık ve Almanya, eski Yugoslavya'daki çeşitli savaşan güçlerin aracılığıyla savaş açtılar. 11 Eylül 2001 terör saldırısı da küresel kapitalizmi kalbinden vuran kaosta bir başka önemli adımdı. Bu savaşların başlıca nedeninin Amerikan petrol kazançları hırsı olduğuna dair solcu teoriler, savaşların sarsıcı maliyetleriyle temelden çürütüldü. "Terörizme karşı savaş" adı altında, 2001'de Afganistan ve 2003'te Irak işgalleri, her şeyden önce, ABD'nin küresel otoritesinin ağırlığını koyma çabasının gerekli bir parçasıydı.

Amerika emperyalizmi kendisini gerçek bir aceleciliğin içine soktu: İkinci Körfez Savaşı sırasında Almanya, Fransa ve Rusya artık Sam Amca'nın peşine takılmaktan memnun değillerdi; askerleriyle çatışmaya girmeyi açıkça reddettiler. Her şeyden önce, bu operasyonların her biri öyle bir kaos ve istikrarsızlığa yol açtı ki, Amerika Birleşik Devletleri çıkmaza girdi ve 20 yıl sonra Afganistan'ı aşağılayıcı bir şekilde terk etmek zorunda kaldı; arkasındaysa, görevden düşürmeye geldiği Taliban’ın ta kendisine bir harabe alanı bıraktı. Tıpkı önceden büyük bir kaosun pençesinde Irak'ı terk etmek zorunda kalıp, tüm bölgeyi, özellikle de komşu Suriye'yi istikrarsız hale getirdiği gibi. Çürüme döneminde, tam da birinci dünya gücü olarak safını korumaya çabası yüzünden, ABD kaosun ana üreticisi haline geldi.

ABD, dünya kapitalizminin başlıca merkezlerinden birinin eşiğinde kaosu kışkırtıyor

Bugün ABD, doğrudan müdahale etmek zorunda kalmadan, emperyalist düzeyde yadsınamaz bir şekilde puan kazandı. Uzun zamanın düşmanı Rusya, sonucu ne olursa olsun, büyük askeri ve ekonomik zayıflamayla sonuçlanacak, kazanılması imkansız bir savaşa girişti. Avrupa Birliği ve ABD zaten gidişatı açıkladılar: Avrupa diplomasisinin başkanına göre, bu bir "Rus ekonomisini mahvetme" meselesidir... ve tüm bu misilleme önlemlerinin bedelini ödeyecek olan Rusya'daki proletarya için durum çok daha kötüdür. Ukrayna proletaryası ile birlikte, Rusya'daki proletarya, askeri barbarlığın başlatılmasının ilk kurbanı ve rehinesidir!

Amerika, Fransa Cumhurbaşkanının yakın zamanda "beyin ölümü gerçekleşti" dediği NATO'nun kontrolünü yeniden ele geçirdi, Doğu'daki varlığını önemli ölçüde güçlendirdi ve ana Avrupalı güçleri (Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık) Avrupa'nın doğu sınırlarının savunması için militarizmin ekonomik yükünü daha fazla üstlenmeye zorladı. Bu, ABD'nin özellikle Trump'ın başkanlığında birkaç yıldır uygulamaya çalıştığı ve şimdi Biden’la devam ettirdiği, gücünü ana düşmanı Çin'e karşı yoğunlaştırmaya çalıştığı bir politikadır.

Avrupalılar için durum, birinci dereceden diplomatik bir yenilgiyi ve önemli bir nüfuz kaybını temsil ediyor. ABD'nin körüklediği çatışma, Rus gazına ve bu ülkenin kendi malları için temsil ettiği pazara olan bağımlılıkları nedeniyle, bu çatışmadan hiçbir kazancı olmayan Fransa ve Almanya tarafından istenmiyordu. Savaşın ve Rusya'ya uygulanan yaptırımların etkisiyle Avrupa’da ekonomik krizin daha da derinleşecek. Bu nedenle Avrupalılar, Trump'ın küstahlığının neden olduğu diplomatik zayıflamanın, eski kıtanın uluslararası sahneye güçlü bir şekilde geri dönmesi için umut vermesinden sonra, Amerikan kalkanının arkasında hizaya girmek zorunda kaldılar.

Avrupa'nın başlıca güçlerinin ABD'nin arkasında hizaya girmeye zorlanmaları, yeni bir emperyalist blokun oluşumunun başlangıcı mı? Her koyun kendi bacağından asılır eğilimi bu olasılığı önemli ölçüde engellese de, çürüme dönemi kendi içinde yeni blokların kurulmasını engellemez. Bununla birlikte, bu durumda, her devletin kendi emperyalist çıkarlarını savunma konusundaki irrasyonel arzusu büyük ölçüde güçlenir. Almanya, yaptırımları uygulama konusunda biraz ayak sürüyor ve büyük ölçüde bağımlı olduğu Rus gaz ihracatına daha fazla yaptırım uygulanması konusunda temkinli davranmaya devam ediyor. Üstelik Almanya, Fransa ile birlikte, Washington'un elbette geciktirmeye çalıştığı Rusya'ya diplomatik bir çıkış teklif ederek müdahale etmekten de geri durmadı. Türkiye ve İsrail bile "iyi hizmetlerini" aracılık yaparak sunmaya çalışıyor. Sonunda, askeri harcamalardaki artışla birlikte önde gelen Avrupalı güçler, Macron'un “Avrupa savunması” projesi aracılığıyla düzenli olarak savunduğu bir hırs olan, kendilerini Amerikan vesayetinden kurtarmak üzerine bile çalışabilirler. ABD kısa vadede yadsınamaz bir şekilde puan kazanırken, her ülke de kendi kartlarını oynamaya çalışıyor ve bir blok oluşumundan ödün veriyor. Çin kendi adına önemli herhangi bir gücü arkasında toplayamadığı için bu ödün daha kolay veriliyor. Savaş şu anda Çin'in kendi çıkarlarını ve hedeflerini savunma yeteneğini engelliyor.

Çin, Amerikan stratejisinin nihai hedefidir

Bununla birlikte, Amerikan burjuvazisinin manevraları, yalnızca veya esas olarak Rusya'ya yönelik değildir. Bugün ABD ile Çin arasındaki çatışma, küresel emperyalist ilişkileri belirliyor. Washington, Ukrayna'da bir kaos durumu yaratarak, her şeyden önce, doğudan Avrupa ülkelerinden geçmesi planlanan "ipek yolunu" belirsiz bir süre için bloke ederek Çin'in Avrupa'ya doğru ilerlemesini engellemeye çalıştı. Çin'in Hint-Pasifik bölgesindeki deniz yollarını, diğer şeylerin yanı sıra 2021'de AUKUS ittifakının kurulmasıyla [6] tehdit ettikten sonra, Biden, Çin'in mallarını kara yoluyla taşımasını önleyerek Avrupa'da büyük bir bölünme yarattı.

ABD, Rusya'yı çok zayıf bir şekilde desteklemekten başka seçeneği olmadığı için, Çin'in uluslararası sahnede güvenilir ortak rolü oynamaktaki acizliğini göstermeyi de başardı. Bu anlamda, tanık olduğumuz Amerikan saldırısı, Çin'i kontrol altına alma stratejisinin bir parçasıdır.

Eski Yugoslavya, Afganistan ve Orta Doğu'daki savaşlardan bu yana ABD, gördüğümüz gibi, dünyadaki kaosun ana faktörü haline geldi. Şimdiye kadar, bu eğilim ilk olarak kapitalizmin çevre ülkelerinde doğrulandı, ancak merkezi ülkeler de bunların sonuçlarına katlanmıştı (terörizm, göç krizleri vb.). Ama bugün, birinci dünya gücü, kapitalizmin ana merkezlerinden birinin kapısında kaos yaratıyor. Bu suç stratejisine “demokrat” ve “ılımlı” Joe Biden liderlik ediyor. Selefi Donald Trump, öfkeli biri olarak hak ettiği bir üne sahipti, ancak şimdi Çin'i etkisiz hale getirmek için yalnızca stratejisinin farklı olduğu açıkça görünüyor: Trump Rusya ile anlaşmalar yapmak isterken, Biden ve Amerikan burjuvazisinin çoğunluğu Rusya’nın iliğini kurutmak istedi. Putin ve suikastçı kliği, tıpkı tüm bir nüfusu rehin almaktan ve vatan savunması adına top yemi olarak feda etmekten çekinmeyen Zelenski gibi, onlardan daha iyi değil. Peki ya savaş kurbanları için timsah gözyaşları dökerken olağanüstü miktarda askeri teçhizat sağlayan ikiyüzlü Avrupa demokrasilerine ne demeli?

Soldan sağa, demokrat ya da diktatör, tüm ülkeler, tüm burjuvaziler bizi kaosa ve barbarlığa doğru bir yürüyüşe zorluyor! Her zamankinden daha çok, insanlığın elindeki tek seçenek ya sosyalizm ya barbarlık!

EG, 21 Mart 2022

 

[1] Karşılaştırma için: SSCB Afganistan’ı kasıp kavuran korkunç savaşın dokuz yılında 25 bin asker kaybetti.

[2] “Against Russian imperialism, for an internationalist leap”, Mediapart, 2 Mart 2022. Bir takım çağrışımlar yapan başlığıyla bu makale de, Fransız emperyalizminin büyük savunucusu olan ve açıkça savaş çağrısı yapan yazarı Edwy Plenel de saçmalıktan ibarettir.

[3] “To understand the Ukraine-Russia conflict, look to colonialism”, The Washington Post, 24 Şubat 2022.

[4] https://en.internationalism.org/content/3336/orientation-text-militarism-and-decomposition

[5] https://tr.internationalism.org/content/cuerueme-uezerine-tezler

“Çürüme: çöken kapitalizmin nihai aşaması”.

[6] "AUKUS military alliance: The chaotic sharpening of imperialist rivalries".

 

AnchorÇürüme Olarak Büyüme — EKA

Bir okuyucumuz bize şöyle bir soru yönlendirdi: Kapitalist sistem muazzam bir büyüme eğilimi içerisindeyken, EKA nasıl olur da 1914’den beri kapitalizmin çöküş içerisinde bir sistem olduğunu savunabilir?

Bu soru bize birçok defa farklı şekillerde yöneltildi. Örneğin: İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan muazzam büyüme? Ya da son birkaç on yılda Çin’in dev büyümesi? Bütün bunlar kapitalizmin çöküş içerisinde, çürüyen, çöken bir sistem olduğu fikrinin yanlışlığını göstermiyor mu?

Biz bu soruların yanlış biçimde formüle edildiğini düşünüyoruz, ama yine de tam da bu kadar sık ve çok insan tarafından ortaya atıldıkları için cevaplanmalarını önemli buluyoruz.

Bunu yapabilmek için öncelikle Marx’ın Grundrisse’sindeki şu önemli pasaja bakalım:

‘…Öyleyse sermaye bir yandan ulaşımın, yani değişimin her türlü alansal sınırım yıkmak, tüm dünyayı pazarı olarak fethetmek için çaba göstermek zorundayken, öte yandan da alanı zamanla yok etmek, yani bir yerden ötekine ulaşıma harcanan zamanı en az düzeye indirmek çabası gösterir. Sermaye ne kadar gelişmişse –ve dolayısıyla üzerinde dolaştığı, dolaşımın alansal yolunu oluşturan pazar ne kadar yaygınsa–, eşanlı olarak pazarın daha geniş bir alana yayılması ve alanın zamanla daha çok ortadan kaldırılması yolunda o kadar çok çaba gösterir… Sermayenin, onu bütün önceki üretim aşamalarından ayıran evrensel eğilimi, burada ortaya çıkıyor. Kendi doğasıyla sınırlanmış olmasına karşın, üretici güçlerin evrensel gelişmesi yolunda çaba gösterir, ve böylece yeni bir üretim tarzının koşulu olur, bu yeni üretim tarzı, belli bir durumu yeniden üretmek veya da, en fazlası genişletmek için üretici güçlerin gelişmesine dayanmaz, ama üretici güçlerin bizzat serbest, engelsiz, ilerici ve evrensel gelişmesi, toplumun ve dolayısıyla onun yeniden-üretiminin koşuludur; çıkış noktasını aşmak tek koşuldur. Sermayeye içkin olan, ama aynı zamanda, sermaye sınırlı bir üretim biçimi olduğundan onunla çelişen ve bu yüzden onu çözülüşe sürükleyen bu eğilim, sermayeyi daha önceki bütün üretim tarzlarından ayırır ve aynı zamanda sermayenin salt geçiş noktası olarak konması konumunu içerir.

(Karl Marks, Grundrisse 2, Sol Yayınları sf.29–30)

Bu pasaj elbette farklı biçimlerde yorumlanabilir üstelik Grundrisse bitmiş bir çalışma da değil. Ama bize göre bu kapitalizmin çöken bir sistem haline geldiği noktanın olağanüstü bir öngörüsüdür. İlk olarak, Marx burada sermayenin bütün gezegeni fethetme dürtüsünü ve bu durumda onun ürünleri dünyanın bir ucundan diğerine olabildiğince hızlı şekilde taşıma kapasitesinin artışını vurgular. Bu dinamizm, bu hızlı yayılma ve teknolojik gelişme potansiyeli sermayeyi, daha durağan ve yerkürenin belirli bölgelerinde daha izole kalmaya eğilimli önceki üretim biçimlerinden ayırır. Sermayenin bu evrenselleştirme eğilimi aynı zamanda zorunlu olarak bir dünya proletaryası, bir dünya devrimci sınıf ve dolayısıla da insan toplumunun tarihinde niteliksel olarak yeni bir aşamaya ulaşmasının yaşamsal bir ön-koşulunu yaratır. Grundrisse’nin aynı kısımındaki farklı bir bölümde Marx’ın ortaya koyduğu gibi:

Sermayenin ücretli emekle ilişkisinde, emeğin üretken etkinliği, kendi koşullarında ve kendi ürününde ortaya çıkan ve daha sonra incelenecek olan yabancılaşmanın en aşırı biçiminin zorunlu bir geçiş noktası olması — ve dolayısıyla bu biçim, kendinde, açıkça tersine çevrilmiş, başaşağı bir biçimde bulunması, üretimin bütün sınırlı koşullarının yok oluşunu içerir ve ayrıca, tersine, üretimin zorunlu koşullarını yaratır ve üretir; bundan dolayı bireyin üretken güçlerinin tüm evrensel gelişmesi için gerekli bütün maddi koşullarını oluşturur.

(Age. sf. 10)

Bu anlamda, Marx’a göre, her ne kadar vahşi ve acımasızca da olsa eski üretim biçimlerini yerinden ederek sermaye, üretici güçleri küresel komünist üretim ve dağıtımın mümkün olacağı noktaya kadar geliştirdiği ölçüde, yükselen veya gelişen bir toplumsal sistemin işareti olarak görülebilir. Ama bir kere bu noktaya ulaşılıp, zenginlik artık çalınmış zaman değil de serbest zaman olarak, parasal ya da sabit sermayenin yığılması veya ‘değerin’ soyutlamaları olarak değil de birbirleriyle ilişki içerisindeki her bireyin yaratıcı kapasitelerinin gelişimi olarak ölçüldüğünde, ‘üretici güçlerin daha ileri gelişimi’ tümüyle farklı bir anlam kazanmak zorundadır.

Ama burada söz konusu olan sermayenin tarihinin belli bir noktadan sonraki gelişimine bakıp işlerin ne kadar da farklı olabileceği üzerine bir yakınma değildir. Marx aynı zamanda bu son noktaya ulaşma anının tam da sermayenin kendisini evrenselleştirirken girdiği çelişkili biçimin onu ‘çözülmeye doğru güttüğü’ nokta olduğunu da savunur. 20. yüzyılın başından beri tarihsel evrim bu ‘çözülme’ sürecinin ne tür biçimler alacağını daha da belirginleştirmiştir: bu noktadan itibaren artık sermaye, birbirini izleyen bir dünya ekonomik krizleri, küresel savaşlar ve son birkaç on yılda daha da açıklaştığı gibi, doğal çevrenin artam yıkımı formunda bir yıkım döngüsü yaratmadan üretici güçleri geliştirmeyi sürdüremez. Hatta sermayenin miadının dolduğu bir çağda büyümesi, birikim sürdükçe, bu büyümenin insanlığı yok etme ve komünist bir gelecek imkanını ortadan kaldırma tehlikesini de büyüttüğünü söyleyebiliriz. Bu tehlike son yüzyılda kapitalist ekonominin merkezi bir unsuru haline gelmiş olan askeri üretimin mükemmelleşmesine baktığımızda gün gibi ortaya çıkar. Bu aynı ölçüde kapitalizmin gezegenin en uç köşelerine yayılmasının ekolojik sonuçlarında da barizdir. Ekonomik krizlerin süreklileşme eğiliminde olduğu bir çağda büyümeyi sürdürme araçlarının bizzat sistemin işlevsizleşmesine delil olduğunu da görmemiz gerekir. Bu durum özellikle yapay bir tür pazar yaratmak için dev borçların enjekte edilmesi durumunda geçerlidir. Sermaye kendi yasalarını da çiğneyerek büyür.

‘Çürüme olarak büyümeye’ Çin’in son birkaç on yıldaki büyümesi klasik bir örnek oluşturmaktadır: acımasız totaliter bir devlet aygıtı ile idare edilen, astronomik düzeylerdeki borçla finanse edilen, hem yerel hem küresel çevreye felaket zararlı yeni endüstriyel merkezler ve mega-şehirler inşa eden bu ekonominin çöken bir sistemin alameti farikalarından olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Peki neden 1914 kesin bir dönüm noktası? Bunun EKA’nın retrospektif bir çıkarımı olmadığını, Komünist Enternasyonal’ı kuran devrimcilerin benimsediği bir tavır olduğunu ve bu devrimcilerin 1914 ile birlikte kapitalizmin bir ‘içsel çözülme’ çağına, savaşlar ve devrimler çağına girdiğini savunduğunu hatırlayalım. 1914–18 savaşı kapitalizmin geri dönüşsüz biçimde artan şiddette emperyalist savaşlara savrulduğunu, insanlığı sosyalizm ya da barbarlık tercihleriyle karşı karşıya bıraktığını gösterdi. 1917'den itibaren enternasyonal işçi sınıfının buna cevabı gerçekten de yeni dönemin proleter komünist devrim’ (Mart 1919, Komünist Enternasyonal Platformu) çağı olduğunu ortaya koydu.

Bir kere daha, savaşın kapitalizmin bütün daha ileri genişleme olanaklarının tükenmesi anlamına gelmediğini vurgulayalım. 1913'te yayımlanan Sermaye Birikimi kitabında Rosa Luxemburg, sermayenin hala gezegenin küçük bir kısmına doğrudan egemen olduğunu ve nesnel anlamda hala fethedilecek yeni pazarlar ve emilecek birçok kapitalizm öncesi çevre kalıntıları olabileceğine işaret eder. Ama Luxemburg yine de sistemin salt ekonomik bir çöküşü olmayacağında ısrar etmiştir. Sermaye ülke içi ve dışı kapitalist-olmayan tabakanın yıkımına ne kadar acımasızca girişirse ve bir bütün olarak işçilerin yaşam düzeyini ne kadar daha fazla düşürürse, sermayenin günlük tarihindeki değişme de o kadar büyük olur. Bu tarih siyasal ve toplumsal felaket ve sarsıntılar dizisi haline gelir, dönemsel ekonomik felaketler ya da bunalımlarla noktalanan koşullar altında birikim artık devam edemez olur. Ancak sermayenin kendisinin yarattığı bu doğal ekonomik çıkmaza daha tam ulaşılmadan, uluslararası işçi sınıfının sermayenin egemenliğine karşı başkaldırması gereklilik haline gelir.’ (Sermaye Birikimi, 32. Bölüm)

Özetlersek: kapitalizmin ancak üretici güçlerin gelişiminde tam bir durma noktasına geldikten sonra çöküşe geçeceği ya da çökeceği fikrini her zaman reddettik (1). Kölelik ya da feodalizmin çöküş dönemlerinde bile, toplumu parçalayan çelişkileri bastırmak için dev boyutta şişen devlet gücünün kanserli büyümesi hariç, önemli büyüme anları ve merkezleri olabilmiştir. Ama bu toplumlarda ekonominin krizi üretim-azlığı, kıtlık biçimini almıştır, oysa kapitalizmde krizler aşırı üretim (ya da başka bir ifadeyle aşırı-birikim) krizleri olarak belirirler. Önceki üretim biçimlerinden farklı olarak kapitalizm üretici güçleri ‘devrimcileştirmeden’ duramaz. Ama bilimsel bir yöntem kullanma iddiasındaki devrimciler, komünizm perspektifinin olanaklılık ve gereklilik evrenlerini birleştirdiği noktayı fark edebilmeleri gerekir; diğer bir deyişle, devrimciler mevcut üretici güçlerin daha çok yıkım güçlerine dönüştüğü (2) ve insanlığın kendisini ancak toplumsal üretim ilişkilerinde kökten bir değişimle sürdürebileceği ve ancak böylece üretici güçlerin gelişiminin ‘bireyin üretici güçlerinin gelişiminin total, evrensel gelişimine’ karşılık geleceği noktayı ayırt edebilmelidir.

Amos

 

Çin Üzerine Ek

Çin görece varlığın gelişimine ve bu görece varlığa ulaşmak için harekete geçirilen dev yıkıcı güçlere çok iyi bir örnek.

  • Her yıl binlerce insanı infaz eden Çin’in, ‘dünyadaki en acımasız infazcı’ (Af Örgütü) olduğuna düşünülüyor. Her yıl Çin, dünyanın diğer ülkelerinin toplamından daha fazla insanı infaz ediyor.
  • Sincan bölgesinde binden fazla toplama kampı olduğu ve bu kamplarda 1,5 milyon kadar insanın hapsedildiği ve angaryaya zorlandığı tahmin ediliyor.
  • Çin Halk Cumhuriyeti dünyada yıllık sera gazı ve cıva emisyonlarında önde gidiyor. New Scientist, 2000 yılından beri 30 milyondan fazla insan Çin’deki hava kirliliği yüzünden öldüğünü belirtiyor.
  • Sefalet: 600 milyon Çin yurttaşı hala günlük 5.50 ABD $’na denk bir gelirle hayatına idame ettiriyor.
  • Emek gücünün vahşi sömürüsü: aşırı uzun çalışma saatleri, fiziksel cezalandırmalar, para cezaları, ücretlerin ödenmemesi Çin’de milyonlarca işçinin maruz bırakıldığı suistimaller arasında.
  • Çin’in fabrika patlamaları ve toprak kaymalarından maden çöküntülerine kadar uzun bir endüstriyel afetler tarihi var.

Bunlara Çin’deki askeri sektörün dev ağırlığı ve bunun büyümesinde borcun oynadığı role dair ayrı bir madde de eklenebilir.

 

Notlar

(1) Özellike 70'lerin başında Revolution Internationale’de yayınlanan ve sonrasında İngilizce ve diğer dillerde de broşür olarak basına çöküş üzerine özgün serimizin şu bölümüne bakılabilir: Çöküş: Üretici Güçlerin Gelişiminin Tam Olarak Durması mı? Enternasyonal Komünist Akım

(2) Burada sadece Marx’ın daha erken bir çalışmasında, 1845–6 Alman İdeolojisi’ndeki, materyalist tarih kavrayışından çıkan temel sonuçların özetlendiği bir pasajda öngördüğünü onaylıyoruz. Bu sonuçlardan ilki şudur: ‘’Üretici güçlerin gelişiminde öyle bir aşamaya ulaşılır ki, üretici güçler ile ekonomik ilişki araçları mevcut koşullar altında yalnızca zarara yol açar, üretici olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelir (makineler ve para); ve bununla bağlantılı olarak, toplumun avantajlarından yararlanamadığı halde onun tüm yükünü taşımak zorunda kalan, toplumdan dışlanmış ve öteki tüm sınıflarla kesin bir çelişki içine sokulmuş bir sınıf doğar. Toplum üyelerinin çoğunluğundan meydana gelen ve köklü bir devrimin zorunluluğu bilincine, komünist bilince kaynaklık eden bir sınıftır bu. Elbette bu bilinç, bu sınıfın konumunun idrak edilmesiyle diğer sınıflar arasında da ortaya çıkabilir…’’

Marx ve Engels’i bu eserde ve birkaç yıl sonra da Komünist Manifesto’da bu dönemsel değişimin çoktan gerçekleştiği ve proleter devriminin çoktan güncel olduğu yanlışına düştükleri için suçlamıyoruz. Marx’ın kendisi de 1848'in kahramanca olaylarlarının ardından gelen geri çekiliş döneminde bu yanlışın farkına varmıştır.

Rubric: 

Britanya'da öfke yazı: Egemen sınıf daha fazla fedakarlık talep ediyor, işçi sınıfının yanıtı ise mücadele etmek!

"Yeter artık". Bu haykırış, Birleşik Krallık'ta son birkaç haftadır bir grevden diğerine yankılanıyor. "Hoşnutsuzluk Yazı" olarak adlandırılan ve 1979'daki "Hoşnutsuzluk Kışına"na atıfta bulunan bu kitlesel hareket, her geçen gün daha fazla sektördeki işçileri kapsıyor: demiryolları, Londra Metrosu, British Telecom, Postane, Felixstowe'daki (İngiltere'nin güneydoğusundaki önemli bir liman) liman işçileri, ülkenin çeşitli bölgelerindeki temizlik işçileri ve otobüs şoförleri, Amazon işçileri vb. Bugün ulaşım işçilerinin yaptığını, yarın sağlık çalışanları ve öğretmenler yapabilir.

 

Tüm muhabir ve yorumcular bunun Britanya'da son on yılların en büyük işçi sınıfı eylemi olduğundan bahsediyor; sadece 1979'daki devasa grevler bundan daha büyük ve daha yaygın bir hareket yaratmıştı. Britanya gibi büyük bir ülkede bu ölçekte bir eylem sadece yerel değil, uluslararası öneme sahip bir olaydır ve her ülkenin sömürülenlerine bir mesajdır.

 

Tüm sömürülenlerin yaşam standartlarına yönelik saldırılar karşısında tek cevap sınıf mücadelesidir

 

On yıllardan bu yana, diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, birbirini izleyen İngiliz hükümetleri yaşam ve çalışma koşullarına acımasızca saldırdı ve bunun tek bir sonucu oldu: kârı ve ulusal rekabet gücünü artırmak için bu koşulları daha da güvencesiz ve esnek hale getirmek. Bu saldırılar son yıllarda öyle bir seviyeye ulaştı ki, İngiltere'de bebek ölümleri "2014'ten bu yana eşi benzeri görülmemiş bir artış" gösterdi (tıp dergisi BJM Open'a göre[1]).

 

Enflasyondaki mevcut artışın gerçek bir tsunami olmasının nedeni budur. Temmuz ayında yıllık bazda %10.1, Ekim ayında %13 ve Ocak ayında %18'lik bir fiyat artışı beklendiği düşünüldüğünde, hasar yıkıcı boyuttadır. NHS, "Birçok insan evlerini ısıtabilmek için öğün atlamak ya da bunun yerine soğuk ve nemli bir ortamda yaşamak arasında seçim yapmak zorunda kalabilir" uyarısında bulundu. Gaz ve elektrik fiyatlarının 1 Nisan'da %54, 1 Ekim'de ise %78 oranında artmasıyla birlikte bu durum fiilen savunulamaz hale gelmiştir.

 

İngiliz işçilerinin bugünkü hareketinin boyutu, nihayet karşı karşıya kaldıkları saldırıların denginde. Geçtiğimiz on yıllardaysa, Thatcher'lı yılların gerilemelerinden muzdarip olan İngiliz işçileri, buna karşılık verecek güçte değillerdi.

 

Geçmişte İngiliz işçileri dünyanın en militan işçileri arasında yer almıştır. Kaydedilen grev günlerinin sayısına göre 1979'daki "Hoşnutsuzluk Kışı", Fransa'daki Mayıs 1968'den sonra herhangi bir ülkedeki en kitlesel hareketti, hatta 1969’da İtalya'daki "Sıcak Sonbahar"dan bile daha büyüktü. Thatcher hükümeti, özellikle 1985'teki madenci grevleri sırasında işçilere bir dizi acı yenilgi tattırarak bu muazzam mücadele gücünü kalıcı bir şekilde bastırmayı başarmıştı. Bu yenilgi, Birleşik Krallık'ta işçilerin mücadele gücünün uzun süreli düşüşü ile bir dönüm noktası oldu; hatta dünya çapında mücadele gücünün genel düşüşünün habercisi oldu. Beş yıl sonra, 1990'da, sahtekarlıkla "sosyalist" bir rejim olarak tanımlanan SSCB'nin çöküşü ve yine aynı hile ve aldatmaca içinde "komünizmin ölümü" ve "kapitalizmin kesin zaferi"nin duyurusuyla, dünya çapında işçilere nakavt edici bir yumruk indirildi. O zamandan beri, bir perspektiften yoksun bırakılan, güvenleri ve sınıf kimlikleri aşınan Britanya'daki işçiler, başka hiçbir yerde olmadığı kadar, birbirini izleyen hükümetlerin saldırılarına gerçekten karşılık veremeden acı çektiler.

 

Ancak burjuvazinin saldırıları karşısında öfke birikiyor ve bugün İngiltere'deki işçi sınıfı bir kez daha onuru için mücadele etmeye, sermaye tarafından sürekli talep edilen fedakarlıkları reddetmeye hazır olduğunu gösteriyor. Dahası, bu durum uluslararası bir dinamiğin de göstergesi: geçtiğimiz kış İspanya ve ABD'de grevler görülmeye başlandı; bu yaz Almanya ve Belçika'da da grevler yaşandı; ve şimdi yorumcular önümüzdeki aylarda Fransa ve İtalya'da "sosyal bir patlama" öngörüyorlar. İşçilerin mücadele gücünün yakın gelecekte nerede ve ne zaman kitlesel ölçekte yeniden ortaya çıkacağını tahmin etmek mümkün değil, ancak kesin olan bir şey var: Britanya'daki mevcut işçi hareketliliğinin ölçeği önemli bir tarihsel olaydır. Pasiflik ve boyun eğme günleri geride kaldı. Yeni nesil işçiler kendini gösteriyor.

 

Emperyalist savaş karşısında sınıf mücadelesi

 

Bu hareketin önemi sadece uzun bir pasiflik dönemine son veriyor olmasından kaynaklanmıyor. Bu mücadeleler, aynı zamanda, dünyanın geniş çaplı bir emperyalist savaşla, Rusya ile Ukrayna’yı sahada karşı karşıya getiren, ancak özellikle NATO üye ülkelerinin seferber edilmesiyle küresel bir etkiye sahip olan bir savaşla karşı karşıya olduğu bir zamanda gelişiyor. Bu, silahların yanı sıra ekonomik, diplomatik ve ideolojik düzeylerde de bir taahhüttür. Batılı ülkelerde hükümetler "özgürlük ve demokrasiyi savunmak" için fedakarlık çağrısında bulunuyor. Somut olarak bu, bu ülkelerin proleterlerinin "Ukrayna ile dayanışmalarını göstermek" için kemerlerini daha da sıkmaları gerektiği anlamına geliyor. Aslında beklenen, Ukrayna burjuvazisi ve Batı ülkelerinin yönetici sınıflarıyla bir dayanışmadır.

 

Hükümetler, küresel ısınma felaketini, enerji ve gıda kıtlığı risklerini (BM Genel Sekreteri'ne göre "şimdiye kadarki en kötü gıda krizi") kullanarak ekonomik saldırılarını utanmadan meşrulaştırdılar. "İtidal" çağrısında bulunuyorlar ve (Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un adaletsiz sözleriyle) "bolluğun" sona erdiğini ilan ediyorlar. Ama aynı zamanda savaş ekonomilerini de güçlendiriyorlar: küresel askeri harcamalar 2021'de 2,113 milyar dolara ulaştı! İngiltere askeri harcamalarda ilk beş ülke arasında yer alırken, Ukrayna'da savaşın patlak vermesinden bu yana, 1945'ten bu yana bir ilk olarak Almanya da dahil olmak üzere dünyadaki her ülke silahlanma yarışını hızlandırdı!

 

Hükümetler şimdi "enflasyonla mücadele için fedakarlık" çağrısında bulunuyor. Yaptıkları tek şey savaş harcamalarını arttırarak enflasyonu daha da kötüleştirmekken, bu alay etmekten başka bir şey olmasa gerek. Kapitalizmin ve onun rakip ulusal burjuvazilerinin vaat ettiği gelecek budur: daha fazla savaş, daha fazla sömürü, daha fazla yıkım, daha fazla sefalet.

 

Dahası, işçiler her zaman tam olarak bunun bilincinde olmasalar da, Britanya'daki işçi grevlerinin işaret ettiği şey egemen sınıfın çıkarları için giderek daha fazla fedakarlık yapmayı reddetmek, ulusal ekonomi ve savaş çabası için fedakarlık yapmayı reddetmek, insanlığı felakete ve nihayetinde yıkıma götüren bu sistemin mantığını kabul etmeyi reddetmektir. Alternatifler ortada: ya sosyalizm ya da insanlığın yıkımı.

 

Burjuvazinin tuzaklarından kaçınma ihtiyacı

 

Birleşik Krallık'taki işçi sınıfının son yıllarda, sömürülenleri birbirine düşüren, onları 'yerliler' ve 'yabancılar', siyahlar ve beyazlar, erkekler ve kadınlar olarak bölen popülist ideolojiler tarafından, Brexit'in sorunlarına bir çözüm olabileceğine inandıracak kadar hırpalandığı düşünüldüğünde, işçilerin bu duruşu sergileyebilmeleri daha da önemli hale gelmektedir.

 

Ancak burjuvazinin işçi sınıfı mücadelelerinin yoluna döşediği çok daha ölümcül ve tehlikeli başka tuzaklar da var.

 

Mevcut grevlerin büyük çoğunluğu, kendilerinin mücadeleyi örgütlemek ve sömürülenleri savunmak için en etkili organ olduğunu iddia eden sendikalar tarafından çağrılmıştır. Evet sendikalar en etkili organdırlar, ama sadece burjuvaziyi savunmada ve işçi sınıfının yenilgisini örgütlemede.

 

Thatcher'ın zaferinin, ne ölçüde sendikaların sabotajları sayesinde mümkün olduğunu hatırlamak yeterlidir. Mart 1984'te kömür endüstrisinde 20.000 kişinin işten çıkarılacağı aniden duyurulduğunda, madencilerin tepkisi çok hızlı oldu: grevin ilk gününde 184 ocaktan 100'ü kapatıldı. Ancak çelikten bir sendika korsesi tüm grevcileri hızla kuşatacaktı. Demiryolu işçileri ve denizci sendikaları greve göstermelik destek verdi. Güçlü liman işçileri sendikası, grev eylemi için iki geç çağrıdan başka bir şey yapmadı. TUC (ulusal sendika kongresi) grevi desteklemeyi reddetti. Elektrik ve çelik işçileri sendikaları greve karşı çıktı. Kısacası, sendikalar ortak bir mücadele olasılığını aktif bir şekilde sabote ettiler. Ama hepsinden önemlisi, madencilerin sendikası NUM (Ulusal Maden İşçileri Sendikası) bu kirli işi, madencileri kok kömürü depolarından kömür sevkiyatını engellemek için polisle nafile meydan savaşlarına mahkum ederek tamamladı (bu bir yıldan fazla sürdü!). Bu sendikal sabotaj, polisle girilen bu kısır ve sonu gelmez çatışmalar sayesinde grevin bastırılması yoğun bir şiddetle gerçekleştirildi. Bu yenilgi tüm işçi sınıfı için bir yenilgi olacaktı.

 

Eğer bugün Birleşik Krallık'ta aynı sendikalar radikal bir dil kullanıyor ve çeşitli sektörler arasında dayanışmayı savunuyormuş gibi davranıyor, hatta genel grev tehdidini savuruyorsa, bunun nedeni işçi sınıfının kaygılarının farkında olmaları ve işçileri harekete geçiren şeyin, öfkelerinin, mücadele güçlerinin ve birlikte mücadele etmek gerektiği duygusunun kontrolünü ele geçirmek istemeleridir, böylece bu dinamiği daha iyi kısırlaştırabilir ve yönlendirebilirler. Gerçekte ise grevleri ayrı ayrı düzenliyorlar; herkes için daha yüksek ücret sloganının ardında, farklı sektörler korporatist müzakerelere hapsediliyor ve ayrıştırılıyor. Hepsinden önemlisi, farklı sektörlerden işçiler arasında herhangi bir gerçek tartışmadan kaçınmaya büyük özen gösteriyorlar. Hiçbir yerde gerçek bir sektörler arası genel kurul yok. Dolayısıyla Boris Johnson'ın yerine aday olan Liz Truss'un, Başbakan olması halinde "Britanya'nın militan sendikacılar tarafından fidye için tutulmasına izin vermeyeceğini" söylemesine aldanmayın. O sadece rol modeli Margaret Thatcher'ın izinden gidiyor; işçi sınıfını birlikte daha iyi yenilgiye götürmek için sendikaları işçilerin en mücadeleci temsilcileri olarak sunarak onlara itibar kazandırıyor.

 

Fransa'da 2019 yılında, mücadele gücünün yükselişi ve kuşaklar arasındaki dayanışmanın patlaması karşısında sendikalar, üniter bir hareketin yerine "mücadelelerin birleştirilmesini", yani sokakta yürüyen eylemcilerin sektörlere ve şirketlere göre gruplandırılmasını savunarak aynı taktiği kullanmışlardı.

 

Başka yerlerde olduğu gibi Birleşik Krallık'ta da, yaşam ve çalışma koşullarımıza yönelik yarın daha da şiddetlenecek olan amansız saldırılara karşı koymamızı sağlayacak bir güçler dengesi inşa etmek için, mümkün olan her yerde, işçi sınıfını güçlü kılan ve tarihinin belirli anlarında burjuvaziyi ve onun sistemini sarsmasını sağlayan mücadele yöntemlerini tartışmak ve ortaya koymak üzere bir araya gelmeliyiz:

 

- “Bizim” fabrikamız, “bizim” şirketimiz, “bizim” faaliyet gösterdiğimiz sektör, “bizim” ilçemiz, “bizim” bölgemiz, “bizim” ülkemizin ötesinde destek ve dayanışma arayışı;

 

- İşçi mücadelelerinin özellikle genel kurullar aracılığıyla özerk bir şekilde örgütlenmesi ve mücadelenin, işçi mücadelelerinin örgütlenmesinde "sözde uzman" olan sendikalar tarafından kontrol edilmesinin engellenmesi;

 

- Mücadelenin genel ihtiyaçları, geçmiş mücadelelerden çıkarılacak olumlu dersler üzerine mümkün olan en geniş tartışmayı geliştirmek, ki buna yenilgiler de dahildir, çünkü yenilgiler olacaktır, ancak en büyük yenilgi, saldırılara tepki vermeden acı çekmektir; mücadeleye giriş, sömürülenlerin ilk zaferidir.

 

Birleşik Krallık'ta yaygın grevlerin geri dönüşü dünya proletaryasının mücadele gücünün geri dönüşüne işaret ediyorsa, 1985'teki yenilginin işaretini veren zayıflıkların, korporatizmin ve sendika yanılsamalarının üstesinden gelinmesi de hayati önem taşımaktadır. Mücadelenin özerkliği, birliği ve dayanışması, yarının mücadelelerine hazırlıkta vazgeçilmez kıstaslardır!

 

Bunun için de kendimizi aynı sınıfın, mücadelesi dayanışmayla birleşen bir sınıfın, işçi sınıfının üyeleri olarak kabul etmeliyiz. Bugünkü mücadeleler yalnızca işçi sınıfı saldırılara karşı kendini savunduğu için değil, aynı zamanda dünya çapında sınıf kimliğinin yeniden kazanılmasına, bize yalnızca yoksullaşma ve her türden felaket getirebilecek olan bu kapitalist sistemin yıkılmasını hazırlamaya giden yolu işaret ettiği için de vazgeçilmezdir.

 

Ne gezegenin yıkımına, ne savaşlara, ne işsizliğe, ne güvencesizliğe, ne de yoksulluğa, kapitalizm içinde hiçbirine çözüm yoktur: Sadece dünyanın tüm ezilenleri ve sömürülenlerinin de desteklediği dünya proletaryasının mücadelesi alternatife giden yolu açabilir.

 

Britanya'daki kitlesel grevler, her yerdeki proleterler için bir eylem çağrısıdır.

 

Enternasyonal Komünist Akım, 27 Ağustos 2022

 

1. bmjopen.bmj.com

 

Tags: 

Rubric: 

Sınıf Mücadelesi

Devrimci örgütün işlevi üstüne rapor

Olayların hızlanması ve "hakikat yıllarının" ağırlığı, devrimcileri proletaryanın öncü örgütü, onun doğası ve işlevi, yapısı ve işleyiş tarzı hakkındaki anlayışlarını derinleştirmeye zorlamıştır.

Örgütün doğası ve işlevi hakkındaki bu rapor, Ocak 1982 tarihli EKA Uluslararası Konferansı tarafından kabul edilmiştir. Bir sonraki Enternasyonal Bakış’ta, örgütün yapısı ve işleyiş tarzı hakkında ikinci bir raporu yayınlayacağız.

1. EKA, kuruluşundan beri, dünya çapındaki sınıf mücadelesinin yeni yükselişinde devrimcilerin uluslararası örgütünün önemini vurgulamıştır. Mütevazı bir ölçekte olsa da, mücadeleye müdahalesi ve devrimci gruplar arasında gerçek bir tartışma merkezi yaratmaya yönelik ısrarlı çabalarıyla EKA, kendi varlığının ne gereksiz ne de hayali olduğunu pratikte göstermiştir. İşlevinin sınıfın derin bir ihtiyacına tekabül ettiğine kanaat getirerek, sorumsuzluk ve toyluğun hâkim olduğu devrimci bir ortamın hem yüzeyselliğine hem de megalomanlığına karşı savaşmıştır. Bu kanaat, dini bir inanca değil, bir analiz yöntemine, yani Marksist teoriye dayanmaktadır. Devrimci bir örgütün ortaya çıkış nedenleri, rolü, biçimi, amaçları ve ilkeleri bu teorinin dışında anlaşılamaz ve bu teori olmadan gerçek bir devrimci hareket inşa edilemez.

2. EKA'nın yaşadığı son bölünmeler, örgütün ölümcül bir krizi olarak görülemez. Bu bölünmeler, özünde, devrimci örgütü meydana getiren sınıf hareketinin koşullarını ve yürüyüş çizgisini anlama yetersizliğinin ifadeleridir:

  • devrime giden yol yerel değil, dünya çapındadır;
  • krizin ve mücadelenin genişliği, kaderci bir biçimde, doğrudan devrimci bir dönemi başlatmaz;
  • örgütlenme gerekliliği tesadüfi veya yerel bir ihtiyaç değildir, komünizmin dünya çapındaki zaferine kadar bütün bir tarihi dönemi kapsar;
  • sonuç olarak, örgütün faaliyeti uzun vadeli olarak görülmelidir ve gerçek bir tehlike arz eden hemen-şimdici sabırsızlığın tüm yapay kısayollarından kendini korumalıdır.

3. Devrimci bir örgütün işlevini anlamadaki yetersizlikler, her zaman onun gerekliliğinin inkar edilmesine yol açmıştır:

  • anarşist ve konseyci vizyon, örgütlenmeyi işçilerin kişiliklerinin ihlali olarak görür ve örgütü, tamamen tesadüfi bir bireyler yığınına indirger;
  • sınıfı parti ile özdeşleştiren klasik Bordigizm, devrimci örgütün işlevi ile sınıfın genel örgütlerinin işlevini birbirine karıştırarak devrimci örgütün gerekliliğini dolaylı olarak reddeder.

4. Devrimci örgüt, dün olduğu gibi bugün de büyük bir gerekliliktir. Ne karşı devrim, ne de hiçbir örgütlü devrimci fraksiyonun bulunmadığı devasa mücadele patlamaları (bugün Polonya'da olduğu gibi) bu gerekliliği ortadan kaldırır:

  • 19. yüzyılda proletaryanın bir sınıf olarak oluşumundan bu yana, devrimcilerin yeniden bir araya gelmesi hayati bir ihtiyaç olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Toplumu dönüştürme potansiyelini kendi içinde taşıyan her tarihsel sınıf, tarihsel amaçlarını zafere götürecek mücadelenin hedefleri ve yöntemleri hakkında net bir vizyona sahip olmalıdır;
  • proletaryanın komünist amaçları, teorik (program) ve pratik (faaliyet) olarak tüm proletaryanın genel hedeflerini savunan bir siyasal örgütü meydana getirir;
  • sınıfın kalıcı salgısı olan devrimci örgüt, doğal bölünmeleri (coğrafi ve tarihsel) olduğu kadar yapay olanları da (mesleki kategoriler, üretim yeri) aşar ve reddeder. Tüm anlık bölünmelere karşı çıkarak kendini olumlayan, sınıf içinde üniter bir bilincin gelişmesine yönelik kalıcı eğilimi ifade eder;
  • burjuvazinin, proletaryanın bilincini rayından çıkarmaya ve yok etmeye yönelik sistematik çabası karşısında devrimci örgüt, burjuva ideolojisinin zararlı etkilerine karşı savaşta belirleyici bir silahtır. Örgütün teorisi (komünist program) ve sınıf içindeki militan eylemi, kapitalist propagandanın zehrine karşı güçlü bir panzehirdir.

5. Komünist program ve militan faaliyetin ilkeleri, isminin hakkını veren her devrimci örgütün temel taşlarıdır. Devrimci teori olmadan, devrimci işlev olamaz. Yani, programın gerçekleştirilmesine yönelik herhangi bir örgütlenme olamaz. Bu nedenle Marksizm, komünist örgütün tarihsel rolünü deforme etmeye ve inkar etmeye hizmet eden tüm hemen-şimdici ve ekonomist sapmaları her zaman reddetmiştir.

6. Devrimci örgüt, sınıfın bir organıdır. Organ, canlı bir vücudun canlı bir uzvu anlamına gelir. Bu organ olmadan, sınıf, hayati işlevlerinden birinden mahrum kalacak ve böylece çok geçmeden ufalacak ve sakat kalacaktır. Bu nedenle bu işlev sürekli olarak yeniden doğar, büyür, genişler ve kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyduğu organı yaratır.

7. Bu organ, sınıfın ani dürtülerine uymakla sınırlı, basit bir fizyolojik uzantısı değildir. Devrimci örgüt, sınıfın bir parçasıdır. Ne sınıftan ayrıdır ne de sınıfla aynı şeydir. Ne sınıfın varlığı ve bilinci arasında bir dolayımdır, ne de sınıf bilincinin tamamıdır. Sınıf bilincinin özel bir biçimidir, en bilinçli kısımdır. Böylece sınıfın bütününü değil, en bilinçli ve aktif kısmını yeniden bir araya getirir. Parti nasıl sınıf değilse, sınıf da parti değildir.

8. Sınıfın bir parçası olan devrimcilerin örgütü, ne bileşenlerin (militanların) toplamıdır ne de sosyolojik tabakaların (işçiler, çalışanlar, aydınlar) birliğidir. Canlı bir bütün olarak gelişir ve çeşitli hücrelerinin, bütünün en iyi şekilde çalışmasını sağlamaktan başka bir işlevi yoktur. Ne bireylere ne de belirli kategorilere ayrıcalık tanır. Sınıfın suretinde örgüt, kolektif bir beden olarak ortaya çıkar.

9. Devrimci örgütün tamamen serpilmesinin koşulları, bir bütün olarak proletaryanın devrimci olgunlaşmasına izin veren koşullarla aynıdır:

  • uluslararası boyutu: proletaryanın suretinde örgüt, burjuvazinin dayattığı ulusal çerçeveyi kırarak doğar ve yaşar. Sermayenin milliyetçiliğine karşı, tüm ülkelerde sınıf mücadelesinin uluslararası hale gelmesini savunur;
  • tarihsel boyutu: sınıfın en ileri kesimi olarak örgüt, sınıfa karşı tarihsel bir sorumluluğa sahiptir. Geçmişteki işçi hareketlerinin yeri doldurulamaz deneyimlerini arkasına aldığı için, dünya proletaryasının genel, tarihsel amaçlarının en bilinçli ifadesidir.

Hem sınıfa hem de onun siyasal örgütüne üniter bir form veren tam da bu etkenlerdir.

10. Devrimci örgütün faaliyeti yalnızca üniter bir bütün olarak anlaşılabilir; bileşenleri birbirinden ayrı değil, birbirine bağımlıdır. Bu faaliyet şunları içerir:

  • detaylandırılması sürekli bir çaba isteyen ve asla nihai olarak sabitlenmeyen veya tamamlanmayan teorik faaliyet. Bu hem gerekli hem de yeri doldurulamazdır;
  • sınıfın ekonomik ve politik mücadelelerine müdahale etme faaliyeti. Teorinin propaganda ve ajitasyon yoluyla bir savaş silahına dönüştürülmesi, örgütün mükemmel pratiğidir;
  • organlarının gelişmesini ve güçlendirilmesini, örgütsel kazanımların korunmasını sağlayan örgütsel faaliyetler, ki bunlar olmadan niceliksel büyüme (yeni üyeler) niteliksel bir gelişmeye dönüşemez.

11. Akım'da ifade edilen siyasal ve örgütsel idrak eksikliklerinin çoğu, EKA'nın başlangıçta benimsediği teorik çerçevenin unutulmasına, kapitalizmin çöküş teorisinin ve bu teorinin müdahalemizdeki pratik sonuçlarının yeterli şekilde özümsenememesine dayanır.

12. Devrimci örgütün özsel doğası sabit kalsa da, işlevinin özellikleri, kapitalizmin yükseliş ve çöküş evrelerinde niteliksel olarak farklıdır. Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen devrimci kasılmalar, devrimci örgütün belirli varoluş biçimlerini geçersiz kılarken, on dokuzuncu yüzyılda embriyonik halde ortaya çıkan diğerlerini geliştirmiştir.

13. Kapitalizmin yükseliş dönemi, devrimci siyasal örgütlere kendine özgü ve dolayısıyla geçici bir biçim vermişti:

  • kooperatiflerin, sendikaların ve partilerin aynı örgütte var olabildiği melez bir formu vardı. Marx'ın çabalarına rağmen, sendika mücadelesi ön plana çıkarken örgütün siyasal işlevi arka plana itilmişti;
  • belirli toplumsal kategorilerin (gençler, kadınlar, kooperatifçiler) önemli kesimlerini ve hatta belirli ülkelerdeki işçi sınıfının çoğunluğunu yeniden bir araya getiren kitle örgütlerinin oluşumu, sosyalist örgüte, bir devrimci örgüt olarak asıl işlevini azaltma eğiliminde olan gevşek bir biçim verdi.

Ekonomik ve politik anlık reformların imkan dahilinde olması, sosyalist örgütün eylem alanını değiştirdi. Komünist Manifesto'da kabul edilen, komünizmin daha geniş perspektifi karşısında, aşamacılık ve anlık mücadele ağır bastı.

14. Devrim için nesnel koşulların olgunlaşmamış olması, organik olarak birbirine bağlı olması gereken görevlerin özelleşmesine, örgütün işlevinin atomize edilmesine yol açtı:

  • uzmanlara ayrılan teorik görevler (marksist ekoller, profesyonel teorisyenler);
  • daimi sendikal ve parlamenter temsilciler ("profesyonel devrimciler") tarafından yürütülen propaganda ve ajitasyon görevleri;
  • parti tarafından maaşa bağlanan memurlar tarafından yürütülen örgütsel görev.

15. Çoğunluğu kırsal kesimden ya da zanaat atölyelerinden yeni çıkmış olan proletaryanın toyluğu ve kapitalizmin henüz yeni kurulmuş uluslar çerçevesinde gelişmesi, devrimcilerin örgütlenmesinin gerçek işlevini gizlemişti:

  • siyasal ve örgütsel gelenekleri olmayan, hâlâ dini aldatmacalardan etkilenen, eski bağımsız üretici konumlarına yönelik bir nostaljinin tutsağı olan proleterleşmiş kitlelerin muazzam büyümesi, proletaryayı örgütleme ve eğitme çalışmalarının gereğinden fazla rol almasına neden oldu. Örgütün işlevi, henüz kültürden yoksun olan ve erken döneminin illüzyonlarından muzdarip bir sınıfa bilinç ve "bilim" aşılamak olarak görülüyordu;
  • proletaryanın sanayileşmiş uluslar çerçevesinde büyümesi, sosyalizmin uluslararası doğasını gizledi (uluslararası sosyalizmden çok "Alman sosyalizmi" veya "İngiliz sosyalizmi" hakkında konuşuldu). Birinci ve İkinci Enternasyonaller, tek ve merkezi bir dünya sosyalizminin olmaktan çok, ulusal kesimlerin federasyonu olarak faaliyet gösterdiler;
  • örgütün işlevi ulusal bir işlev olarak görülüyordu: her ülkede sosyalizmin inşası ve bunun birleşik bir 'sosyalist' devletler federasyonu tarafından taçlandırılması (Kautsky);
  • örgüt, görevi halkı seçimler yoluyla sosyalist programa çekmek olan 'demokratik' halkın örgütü olarak görülüyordu.

16. Bu tarihsel dönemin geçici özellikleri, parti ile sınıf arasındaki ilişkileri yanlışladı:

  • devrimcilerin rolü, genelkurmay oluşturacak şekilde bir liderlik rolü gibi görünüyordu. Sınıfın başlıca erdemi askeri disiplin ve liderlere boyun eğmek olarak görülüyordu. Herhangi bir orduda olduğu gibi, hedeflerinin (ikamecilik) ve hatta mücadele yöntemlerinin (sendikacılık) başarıya ulaşması için görevlendirilen "şefler" olmadan, sınıf var olamazdı. Parti, 'sosyalist demokrasi'ye kazanmayı amaçladığı "bütün halkın" partisiydi. Böylece, partinin sınıfsal işlevi, demokrasi bataklığında ortadan kayboldu.

İkinci Enternasyonal'in sol kanadının ve erken dönem Üçüncü Enternasyonal'in savaştığı şey, partinin işlevindeki bu yozlaşmaydı. Komünist Enternasyonal'in, eski iflas etmiş Enternasyonal'in bazı kavramlarını (kitle partileri, cephecilik, ikamecilik) devraldığı gerçeği, günümüz devrimcileri için örnek alınmaması gereken bir gerçektir. Örgütün işleviyle ilgili bu deformasyonlardan kopuş, tarihsel çöküş çağının dayattığı hayati bir zorunluluktur.

17. Savaşı izleyen devrimci dönem, devrimcilerin işlevinde köklü, geri dönüşü olmayan bir değişiklik anlamına geliyordu:

  • örgütün, ister hala küçük çapta, isterse de gelişmiş bir parti olsun, artık sınıfı ve dolayısıyla tüm sınıfın eylemi olan devrimi hazırlama veya örgütleme görevi yoktur;
  • örgüt ne bir eğitimcidir, ne de sınıfın militanlarını hazırlayan ve yöneten bir genelkurmaydır. Sınıf kendisini devrimci mücadele içinde eğitir ve "eğitimcilerin" de bu mücadeleler tarafından "eğitilmesi" gerekir.
  • örgüt artık özel grupları (gençler, kadınlar, kooperatifçiler vb.) tanımaz.

18. Bu nedenle, devrimci örgüt, sınıfın ve işçi konseylerinin üniter örgütü olmasa bile, doğrudan üniter bir niteliğe sahiptir. Daha geniş bir birlik olan ve kendisini doğuran dünya proletaryası içindeki bir birliktir:

  • artık ulusal ölçekte değil, dünya ölçeğinde, farklı 'ulusal' kollarını gizleyen bir bütün olarak ortaya çıkmaktadır;
  • programı tüm ülkelerde, Doğu'da ve Batı'da, gelişmiş ve az gelişmiş kapitalist ülkelerde aynıdır. Eşitsiz kapitalist gelişmenin ve kapitalizm öncesi anakronizmlerin devamlılığının bir ürünü olan ulusal “özgünlükler” bugün hâlâ mevcut olsa da, bunlar hiçbir şekilde örgüt programının birliğinin reddedilmesine yol açamaz. Program ya dünya çapındadır ya da bir hiçtir.

19. Devrimin nesnel koşullarının olgunlaşması (proletaryanın yoğunlaşması, daha birleşik, daha nitelikli, önceki yüzyıllarda olduğundan daha üstün bir entelektüel düzeye ve olgunluğa sahip bir sınıfın bilincinin homojenleşmesi) devrimci örgütün hem biçimini hem de amaçlarını derinden değiştirmiştir:

a) Biçiminde;

  • geçmişe göre daha kısıtlı, ancak programı ve siyasal etkinliği tarafından seçilmiş daha bilinçli bir azınlıktır;
  • on dokuzuncu yüzyılda olduğundan daha kişilerüstüdür ve militan kitleleri yöneten bir liderler örgütü görünümü ortadan kalkmıştır. Şanlı liderlerin ve büyük teorisyenlerin dönemi sona ermiştir. Teorik derinleşme gerçekten kolektif bir görev haline gelmiştir. Örgütün bilinci, milyonlarca “anonim” proleter savaşçının suretinde, bireysel bilinçlerin aşılıp tek bir kolektif bilinçte bütünleştirilmesi yoluyla gelişir;
  • büyük ölçüde, ulusal seksiyonların yan yana dizilişinden başka bir şey olmayan 1. ve 2. Enternasyonallerin aksine, çalışma tarzı daha merkezidir. Devrimin ancak dünya ölçeğinde gerçekleşebileceği bir tarihi dönemde, devrimcilerin yeniden bir araya gelmesine yönelik dünya çapındaki eğilimin bir ifadesidir. Bu merkezileşme, 1921'den sonra Komünist Enternasyonal'in yozlaşan görüşlerinin aksine, devrimcilerin dünya çapındaki faaliyetinin belirli bir ulusal parti tarafından özümsenmesi anlamına gelmez. Bir çok ülkede var olan tek bir organın faaliyetlerinin, bir parçanın diğer parçalar üzerinde hakimiyet kurmadan kendi kendini düzenlemesi anlamına gelir. Bütünün parçalar üzerindeki önceliği, parçanın yaşamını koşullandırır;

b) Amaçlarında:

  • savaşların ve devrimlerin tarihsel evresinde nihai gerçekliğini keşfeder: komünizm için mücadele etmek, artık uzun vadeli bir amaç için basit propaganda yoluyla değil, dünya devrimi için büyük mücadeleye örgütün doğrudan katılması yoluyla olacaktır;
  • Rus Devrimi'nin gösterdiği gibi, devrimciler, talep edecek hakları ve ayrıcalığa sahip olmadıkları sınıf içinde ortaya çıkar ve ancak sınıf aracılığıyla var olurlar. Sınıfı ikame etmezler ve sınıf adına ne iktidarı elde ederler ne de devlet iktidarını ellerinde tutarlar;
  • esas rolü, sınıfın tüm mücadelelerine müdahale etmek ve devrim sonrasına kadar, proleter bilincin olgunlaşmasını katalize etmek gibi yeri doldurulamaz bir işlevi tam olarak yerine getirmektir.

20. Karşı-devrimin zaferi ve devletin totaliter tahakkümü, devrimci örgütün varlığını daha da zorlaştırmış ve müdahalesinin kapsamını daraltmıştır. Bu derin geri çekilme döneminde, örgütün teorik işlevi müdahale işlevine üstün gelmiş ve devrimci ilkelerinin korunması için teorik işlevin hayati olduğu ortaya çıkmıştır. Karşı-devrim dönemi şunları göstermiştir:

  • sınıftan izole edilmiş küçük çevreler, çekirdekler ya da ufak azınlıklar olarak devrimci örgüt, ancak devrime doğru yeni bir tarihsel yolun açılmasından sonra gelişebilir;
  • her ne pahasına olursa olsun 'üye toplamak', sayıların illüzyonu uğruna ilkeleri gözden çıkararak, örgütün işlevini kaybetmesine yol açar. Örgüte katılmak, programla bilinçli bir görüş birliğine ve gönüllülük esasına dayanmalıdır;
  • ancak Marksist teorik çerçeveye sağlam ve güçlü bir bağlılıkla örgütün varlığı sürdürülebilir. Keskin, teorik, politik ve militan bir seçimle, nicelik olarak kaybettiğini nitelik olarak kazanır;
  • elli yıllık karşı-devrimin güçlendirdiği bir kapitalizmin devasa baskılarına karşı zayıf proleter güçlerin direnişi için geçmişte olduğundan daha korumalı bir yerdir.

Bu nedenle, örgüt kendi için var olmasa da, sınıfın oluşturduğu örgütü kararlılıkla korumak, güçlendirmek ve devrimcilerin dünya çapında bir araya gelmesi için çalışmak hayati önem taşımaktadır.

21. Karşı-devrim döneminin sona ermesi, devrimci grupların varlık koşullarını değiştirmiştir. Devrimcilerin bir araya gelmesinde elverişli yeni bir dönem açılmıştır. Ancak bu yeni dönem hala bir ara dönemdir, çünkü partinin ortaya çıkması için gerekli koşullar, gerçek bir niteliksel sıçramayla yeterli hale getirilmemiştir.

Bu nedenle bir süreliğine, dünya partisinin kurulma eğilimini, fikirleri karşı karşıya getirme, ortak eylemde bulunma ve son adımda grupları birleştirme yoluyla ortaya koyan çeşitli devrimci grupların gelişim sürecini göreceğiz. Dünya partisinin kurulma eğiliminin gerçekleşmesi, hem devrime giden yolun açılmasına hem de devrimcilerin bilincine bağlıdır.

Her ne kadar 1968'den bu yana belirli aşamalara gelinmiş ve devrimci çevre içinde belirli bir seçilim gerçekleşmişse de, sınıf mücadelesinin yavaş gelişimi ve devrimci çevrenin henüz olgunlaşmamış karakteri göz önüne alındığında açıktır ki, partinin ortaya çıkışı ne otomatiktir, ne de iradeciliğin bir sonucudur.

22. Aslında, proletaryanın 1968'de tarihsel olarak yeniden güç kazanmasından sonra, devrimci çevrenin yeni dönemle başa çıkamayacak kadar zayıf ve toy olduğu ortaya çıktı. Karşı-devrim döneminde akıntıya karşı mücadele eden eski komünist solun ortadan kaybolması veya esnekliğini kaybetmesi, devrimci örgütlerin olgunlaşmasını zorlaştıran bir faktördü. Yavaş yavaş yeniden keşfedilen ve yeniden özümsenen komünist solun teorik kazanımından da öte, örgütsel kazanımlar (organik süreklilik) eksikti; ve bu kazanımlar olmadan teorinin hükmü yoktu. Örgütün işlevi, hatta gerekliliği, şayet alay konusu değilse, genellikle anlaşılmıyordu.

23. Bu organik sürekliliğin yokluğunda, '68 sonrası dönemin ortaya çıkardığı unsurlar, öğrenci ve itirazcı hareketin ezici baskısının şu biçimlerine maruz kaldı:

  • günlük yaşam ve kendini gerçekleştirmek hakkında bireyci teoriler;
  • marksizmin ya bir 'bilim' ya da kişisel bir değerler sistemi olarak görüldüğü çalışma çevresinin akademizmi;
  • işçiciliğin (uvriyerizm), solculuğun baskılarına boyun eğildiğini gizlediği bir aktivizm/hemen-şimdicilik.

Öğrenci hareketinin çürümesi ve sınıf mücadelesinin yavaş, eşitsiz hızı karşısında yaşadığı hayal kırıklığı, modernizm adı altında kuramsallaştırıldı. Ancak gerçek devrimci hareket, militanlığı ya keşişlere ait bir iş ya da yabancılaşmanın en yüksek aşaması olarak gören, en istikrarsız ve gayri ciddi unsurlarından da kendini arındırmış oldu.

24. Özellikle Polonya'dan bu yana, krizin gitgide daha geniş sınıf mücadelesi patlamalarına doğru bir yol açacağı çarpıcı bir şekilde doğrulanmasına rağmen, EKA dahil olmak üzere devrimci örgütler kendilerini, en az modernizm ve akademizm kadar tehlikeli olan başka bir tehlikeden kurtaramadılar: hemen-şimdicilik, ve onun ikiz kardeşleri olan bireycilik ve yüzeysellik. Devrimci örgüt, bu belaları kesin bir şekilde yok edebilmek için, öncelikle onlara karşı koyabilmelidir.

25. Son yıllarda EKA, küçük-burjuva sabırsızlığının en tipik biçimi ve Mayıs 1968'in kafası karışık ruhunun nihai vücut bulmuş hali olan hemen-şimdiciliğin korkunç etkilerinin sıkıntısını çekmiştir. Bu hemen-şimdiciliğin en çarpıcı biçimleri:

  1. Müdahalelerde ortaya çıkan ve iradeci 'üye toplama' anlayışında teorize edilen aktivizm. Örgütün yapay olarak değil, platform bazında titiz bir seçimle organik olarak oluştuğu unutuldu. 'Sayısal' büyüme, salt iradenin meyvesi değil, sınıfın kendisinin ve salgıladığı öğelerin olgunlaşmasıdır.
  2. Özellikle belirli müdahalelerde su yüzüne çıkan yerelcilik. EKA'daki bazı unsurların, yalnızca bir bütünün parçası olan 'kendi' yerel seksiyonunu sanki kişisel bir mülk, özerk bir varlıkmış gibi sunduklarını gördük. Uluslararası bir örgütün gerekliliği, bir kandırmacadan ibaret olarak ya da en iyi ihtimalle seksiyonlar arasındaki belirsiz bir dizi 'bağlantı' olarak görülerek, reddedilme ya da alay edilme noktasına kadar geldi.
  3. Lenin'in uzun zaman önce savaştığı ekonomizm, kendisini, her grevi sınıf mücadelesinin dünya çapındaki çerçevesine entegre etmektense kendi içinde görme eğiliminde ifade etmiştir. Akımımızın siyasal işlevi sıklıkla arka plana itildi. Devrimcileri, işçilerin hizmetindeki mücadelenin 'su taşıyıcıları' veya 'teknisyenleri' olarak değerlendirmek, gelecekteki mücadelenin maddi hazırlığını savunmaktır.
  4. Örgütün rolü ve işlevi hakkındaki bu anlayışsızlıkların son hali olan kuyrukçuluk (Suivism), grevleri basitçe, kendi pankartlarımızı saklayarak takip etme eğilimi biçimini almıştı. Sendikacılığın tüm gizli biçimlerinin açık ve uzlaşmaz bir şekilde kınanması konusunda tereddütler vardı. Harekette kalmak ve hareketin içinde daha hızlı bir yankı bulmak, sınıf tarafından ne pahasına olursa olsun tanınmak için ilkeler bir kenara konuldu.
  5. İşçicilik (Uvriyerizm), bu sapmaların nihai senteziydi. Solcularda olduğu gibi, belirli unsurlar "işçiler" ve "aydınlar", örgüt içindeki "liderler" ve "sıradan üyeler" hakkında en kaba türden demagojiyi geliştirdiler.

Belli bir sayıda yoldaşın örgütten ayrılması, hemen-şimdiciliğin çok ciddi bir hastalık olduğunu ve kaçınılmaz olarak örgütün politik işlevinin, teorik ve programatik temelinin inkar edilmesine yol açtığını göstermektedir.

26. Bütün bu solcu tipi sapmalar, örgütün platformundaki teorik bir yetersizliğin sonucu değildir. Bu sapmalar, teorik çerçevemizin ve özellikle de devrimci örgütün erişimindeki faaliyet ve müdahale biçimlerini derinden değiştiren kapitalizmin çöküş teorisinin yeterli özümsenememesinin sonucudur.

27. Bu nedenle EKA, programatik çerçevenin herhangi bir şekilde terk edilmesine şiddetle karşı çıkmalıdır; çünkü bu siyasal analizde hemen-şimdiciliğe sürüklemekten başka bir sonuç doğuramaz. Örgüt şunlara karşı kararlı bir şekilde savaşmalıdır:

  • deneyciliğe karşı, ki burada anlık olaylara ve olgulara odaklanmak, kaçınılmaz olarak oportünizmin ebedi kaynağı olan 'istisnai vakalar’ anlayışına yol açmaktadır;
  • rutinci bir ruh veya entelektüel tembellik biçimini alan tüm yüzeysellik eğilimlerine karşı;
  • teorik çalışma hakkında belirli bir güvensizliğe veya tereddüte karşı. Teorinin "gri" rengi, müdahalenin "pembe" renkleriyle zıtlaştırılmamalıdır. Teori, marksizm uzmanlarına mahsus bir şey olarak değil, kolektif düşüncenin ve herkesin bu düşünceye katılımının bir ürünü olarak görülmelidir..

28. Teorik ve örgütsel kazanımlarımızı korumak için, çocuksu bireycilik bir biçimi olan yüzeyselliğin şu kalıntılarını yok etmeliyiz:

  • parça parça, yöntemsiz ve kısa vadede çalışmak;
  • zanaatkâr yüzeyselliğinin ifadesi olan bireysel çalışma;
  • zamansız veya yapay eğilimlerin oluşumunda siyasal sorumsuzluk;
  • görevden çekilme veya sorumluluklardan kaçma.

Örgüt, günlük yaşamlarında militanların hizmetinde değildir; aksine, militanlar kendilerini örgütün geniş çalışmasına dahil etmek için günlük bir mücadele verirler.

29. Örgütün çöküş dönemindeki işlevinin net bir şekilde anlaşılması, 1980'lerin belirleyici döneminde kendi gelişimimiz için şarttır. Devrim bir örgütlenme sorunu olmasa da, devrimci azınlıkların sınıfın bir organı olarak var olabilmeleri için, çözmesi gereken örgütlenme sorunları, aşması gereken idrak eksiklikleri vardır.

30. EKA’nın varlığı, ancak olayların anlaşılmasında ve müdahalesinde en doğru yol olan Marksist yöntemin yeniden sahiplenilmesiyle garanti altına alınabilir. Örgütün tüm faaliyeti, yalnızca uzun vadeli olarak anlaşılabilir ve geliştirilebilir. Yöntem olmadan, kolektif bir ruh olmadan, tüm militanların sürekli çabası olmadan, her türlü hemen-şimdici sabırsızlığı dışlayan azimli bir tutum olmadan, gerçek bir devrimci örgüt var olamaz. Dünya proletaryası, EKA'yı yaratarak, varlığı gelecekteki mücadelelerde gerekli bir faktör olan bir organı yarattı.

31. Devrimci örgütün görevi, geçen yüzyıla kıyasla daha da zordur. Her bir üyesinden daha fazla şey talep eder; hala karşı-devrimin son etkilerinden ve ilerlemeler ve geri çekilmelerin damgalamayı sürdürdüğü bir sınıf mücadelesinin izlerinden muzdariptir. Örgüt, bütün bir dönem boyunca, zorlu koşullar içerisinde sık sık akıntıya karşı mücadele etmek zorunda kalacaktır.

Artık karşı-devrimin uzun gecesinin boğucu, yıkıcı atmosferinde yaşamak zorunda olmayan örgütün mevcut faaliyetleri, sınıf mücadelesine ve dünya ölçeğinde kitle hareketlerinin patlak vermesine elverişli bir dönemde yürütülmektedir. Fakat tüm bunlara rağmen, sınıf hareketinde anlık bir gerileme olduğunda, örgüt, düzenli bir şekilde nasıl geri çekileceğini bilmelidir.

Bu nedenle, devrimci örgüt, devrime kadar, sınıfı sarabilecek belirsizlik ve moral bozukluğu dalgalarına karşı kararlı bir şekilde nasıl mücadele edileceğini bilmelidir. En hayati görev, örgütün bütünlüğünün, ilkelerinin ve işlevinin savunulmasıdır. İçsel bir yıkım yaşamadan, zayıflık göstermeden direnmeyi öğrenmek, devrimciler için gelecekteki zaferin koşullarını hazırlamanın yoludur. Bunun için, hemen-şimdici sapmalara karşı sert bir mücadele verilmelidir; böylece devrimci teori kitleleri etkisi altına alabilir.

Örgüt, kendisini hemen-şimdiciliğin yaralarından kurtararak ve komünist sol tarafından korunan ve zenginleştirilen marksizmin yaşayan geleneğini geri kazanarak, kendisinin proletarya tarafından yaratılan yeri doldurulamaz bir araç olduğunu pratikte gösterecek ve böylece tarihsel görevini yerine getirebilecektir.

EK

Devrimcilerin faaliyetlerinin doğrudan, hatta belirleyici bir etkiye sahip olduğu dönemler, genel mücadeleler ve devrimci hareketler dönemleridir. Çünkü:

  • işçi sınıfı düşmanıyla doğrudan yüzleşmek zorundadır. Sınıf ya kendi alternatifini dayatır ya da aldatmaca ve provokasyonlara kapılır ve burjuvazi tarafından ezilmesine geçit verir.
  • sınıf, meclisleri ve konseyleri içinde, mücadeleyi yavaşlatmak ve saptırmak için mevcut tüm araçları kullanan burjuvazinin ajanları tarafından yürütülen sabotaj ve baltalama çalışmalarına maruz kalır.

Alman ve Rus devrimlerinin gösterdiği gibi, hareket için net siyasal konumlar ortaya koymak ve sınıf bilincinin homojenleşme sürecini hızlandırmak zorunda olan devrimcilerin varlığı, dengeyi değişik şekillerde değiştiren, belirleyici bir faktör olabilir. Özellikle, Lenin'in Nisan Tezleri'nde tanımladığı şekliyle, Bolşeviklerin bu alanda oynadığı temel rolü hatırlamamız gerekir:

"Burjuvazinin etkisi altında olan ve bu etkiyi proletarya içinde yayan tüm oportünist, küçük-burjuva unsurlar karşısında, partimizin bir azınlık olduğunun ve şimdilik İşçi Temsilciler Sovyetlerinde küçük bir azınlık oluşturduğunun farkında olunmalıdır... Kitlelere, İşçi Temsilciler Sovyetlerinin mümkün olan tek devrimci hükümet biçimi olduğu ve bu yüzden, bu hükümet burjuvazinin etkisinde kaldığı sürece bizim görevimizin kitlelere, taktiklerindeki hataları sabırla ve sistemli bir şekilde açıklamaktan, bunu yaparken de onların pratik ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmaktan başka bir şey olamayacağı açıklanmalıdır.” (4. Tez).

Bugünden itibaren EKA'nın varlığı ve mevcut görevlerinin gerçekleştirilmesi, geleceğin görevlerinin üstesinden gelebilmek için vazgeçilmez bir hazırlığı temsil etmektedir. Devrimcilerin genelleşmiş mücadele dönemlerinde rollerini yerine getirme kapasiteleri, mevcut faaliyetlerine bağlıdır.

1) Bu kapasite kendiliğinden doğmaz, siyasal ve örgütsel çıraklık süreciyle geliştirilir. Tıpkı tutarlı ve açıkça formüle edilmiş pozisyonlar gibi, bunları savunmak, yaymak ve derinleştirmek için gereken örgütsel kapasite de gökten düşmez; bunların hazırlıkları şimdiden yapılmalıdır. Almanya'daki devrimcilerin aksine, Bolşeviklerin, (1905'ten savaşa kadar olan) sınıf deneyimini dikkate alarak konumlarını geliştirme ve örgütlerini güçlendirme kapasitesinin, sınıfın devrimci mücadelelerinde belirleyici bir rol oynamalarına nasıl izin verdiğini tarih gösteriyor.

Bu çerçevede, komünist bir grubun temel hedeflerinden biri, genel olarak siyasal mücadelenin ilk aşaması olan zanaatkâr etkinlik ve örgütlenme düzeyinin ötesine geçmek olmalıdır. Müdahale etme, yayınlama, dağıtma, tartışma ve kendine yakın unsurlarla iletişimde olma görevlerinin geliştirilmesi, sistemleştirilmesi, düzenli olarak yerine getirilmesi, uğraşlarının merkezinde olmalıdır. Bu, örgütün, dağınık hücreler toplamı olarak değil, dengeli bir metabolizmaya sahip tek bir vücut olarak hareket etmesini sağlayan belirli organları ve işleyiş kuralları yoluyla gelişimini gerektirir.

2) Bugünden itibaren, devrimci örgüt, mücadelelerin gelişmesiyle birlikte tüm dünyada ortaya çıkan siyasal gruplar, tartışma çevreleri ve işçi grupları için uluslararası siyasal birlikteliğin tutarlı bir kutbunu temsil ediyor. Bir yayına ve müdahale gücüne sahip uluslararası bir komünist örgütün varlığı, bu grupların, konumlarını ve deneyimlerini karşı karşıya getirerek, kendilerini konumlandırmalarını, konumlarının devrimci tutarlılığını geliştirmelerini ve bazı durumlarda uluslararası komünist örgüte katılmalarını mümkün kılar. Böyle bir kutbun yokluğunda, bu tür grupların dağılması, cesaretlerinin kırılması ve yozlaşmaları (örneğin, aktivizm, yerelcilik ve korporatizm nedeniyle) çok daha olasıdır. Mücadelelerin gelişmesi ve devrimci yüzleşmeler döneminin yaklaşmasıyla birlikte bu rol, sınıf mücadelesinin doğrudan ürettiği unsurlar açısından daha da önemli hale gelecektir.

İşçi sınıfının düşmanıyla yüzleşme ihtiyacı her geçen gün daha da artacaktır. Burjuva iktidarının devrilmesi o an için gerçekleştirilebilir olmasa bile, yaratılan sarsıntılar şiddetli ve sınıf mücadelesinin sonucu için belirleyici olacaktır. Bu nedenle devrimciler, ellerinden gelen her türlü imkanla, sınıf mücadelesine şimdiden, şu şekillerde müdahale etmelidir:

  • işçilerin mücadelelerini, taşıdıkları tüm potansiyelin gerçekleşmesi için mümkün olduğu kadar ileriye itmek;
  • azami sayıda sorunun gündeme getirilmesini ve genel siyasal perspektifler çerçevesinde azami sayıda ders çıkarılmasını sağlamak.

Rubric: 

EGEMEN SINIFIN SALDIRILARINA KARŞI KİTLESEL VE BİRLEŞİK BİR MÜCADELEYE İHTİYACIMIZ VAR!

Tüm ülkelerde, tüm sektörlerde, işçi sınıfı yaşam ve çalışma koşullarında dayanılmaz bir çöküntüyle karşı karşıya. Sağ veya sol, geleneksel veya popülist tüm hükümetler, dünya ekonomik krizi beterin beterine doğru giderken birbiri ardına saldırılar düzenliyor.

Yine de, zorlu bir sağlık krizinin yarattığı korkuya rağmen, işçi sınıfı tepki vermeye başlıyor. Son aylarda ABD'de, İran'da, İtalya'da, Kore'de, İspanya'da, Fransa'da ve İngiltere'de mücadeleler başladı. Bunlar kitlesel hareketler değil: grevler ve gösteriler hâlâ zayıf ve dağınık. Böyle olsa bile, egemen sınıf, yaygın, gürleyen öfkenin bilincinde olarak bunları dikkatle izliyor.

Egemen sınıfın saldırılarına nasıl göğüs gereceğiz? Herkes 'kendi' firmasında veya sektöründe tecrit edilmiş ve bölünmüş mü kalacak? Bu, güçsüzlüğün garantisi olacaktır. Öyleyse birleşik, kitlesel bir mücadeleyi nasıl geliştirebiliriz?

Yaşam ve çalışma koşullarının acımasız bir şekilde çöküşüne doğru

Fiyatlar, özellikle de gıda, enerji, ulaşım gibi temel ihtiyaçların fiyatları yükseliyor... 2021'de enflasyon, 2008 mali krizinde olduğundan bile daha yüksekti. ABD'de, 40 yılın en yüksek seviyesi olan %6,8'e ulaştı. Avrupa'da son aylarda enerji maliyetleri %26 arttı! Bu rakamların ardındaki somut gerçek, giderek daha fazla insanın beslenmek, kalacak yer bulmak, ısınmak, seyahat etmekte zorlanmasıdır. Dünya çapında gıda fiyatları %28 oranında arttı ve özellikle Afrika ve Asya'daki en yoksul ülkelerde bir milyardan fazla insan doğrudan yetersiz beslenme tehdidi altında.

Derinleşen ekonomik kriz, devletler arasında giderek daha şiddetli rekabete yol açmaktadır. Kârları korumak için, egemenlerin yanıtı her yerde, tüm sektörlerde, özelde veya kamuda her zaman aynıdır: personeli azaltmak, işi hızlandırmak, işçi sağlığı ve güvenliğine yapılan harcamalar da dahil olmak üzere bütçeleri kısmak. Ocak ayında Fransa'da kitleler halinde öğretmenler şok edici çalışma koşullarını protesto etmek için sokaklara çıktı. Personel ve malzeme eksikliğinden dolayı bu öğretmenler gündelik kapitalist cehennemin içerisinde yaşıyor. Gösterilerde, pankartlarda son derece haklı bir slogan vardı: "Bize olanlar Covid'den çok öncesine dayanıyor!"

Sağlık çalışanlarına yapılanlar bunu çok net bir şekilde göstermektedir. Salgın sadece ilaç, bakım emekçileri, hemşire, yatak, maske, koruyucu giysi, oksijen… her şeyin eksikliğine ışık tuttu! Pandeminin başlangıcından bu yana hastanelerde hüküm süren kaos ve bitkinlik, tüm hükümetlerin on yıllardır tüm ülkelerde yaptığı acımasız kesintilerin bir sonucudur. Dünya Sağlık Örgütü de son raporunda alarm zillerini çalmak zorunda kalmıştır: “İhtiyaçların yarısından fazlası karşılanmıyor. Dünya genelinde 900.000 ebe ve 6 milyon hemşire eksikliği var… Halihazırda var olan bu kıtlık, pandemi ve aşırı çalışan personel üzerindeki baskılarla daha da kötüleşti”. Pek çok yoksul ülkede, kapitalizmin kârlılığa dayanması gibi basit bir nedenle nüfusun büyük bir kısmı aşılara ulaşamadı.

______________________________________________________________________________________________________________________________________

İşçi sınıfı sadece sanayi işçilerinden oluşmaz: tüm ücretli işçileri, yarı zamanlı ve güvencesiz işçileri, işsizleri, birçok öğrenciyi, emekli işçileri içerir…

______________________________________________________________________________________________________________________________________

Kısacası evet, "Bize olanlar Covid'den çok öncesine gidiyor!". Salgın, aşılmaz krizini daha da kötüleştiren, ölmekte olan bir kapitalizmin ürünüdür. Bu sistem, özellikle sömürülenler ve yoksullar arasında halihazırda 10 milyon cana mal olan bir pandemi karşısında güçsüzlüğünü ve dağınıklığını göstermekle kalmayacak, aynı zamanda yaşam ve çalışma koşullarımızı bozmaya devam edecek, işten çıkarmaları artırmaya devam edecek. Çelişkilerinin ağırlığı altında, yeni ekolojik felaketleri kışkırtmak için sonu gelmeyen emperyalist savaşlara çıkarmaya devam edecek - bunların hepsi ve daha fazla kaosu, çatışmaları ve hatta daha da kötü salgınları kışkırtacak. Bu sömürü sisteminin insanlığa acı ve yoksulluktan başka sunacağı hiçbir şey yoktur.

Yalnızca işçi sınıfının mücadelesi başka bir perspektifin, komünizm ufkunun taşıyıcısıdır: yani her türlü baskının ortadan kaldırılacağı, sınıfsız, ulussuz, savaşsız bir toplumun. Tek gelecek ufku dünya komünist devrimidir.

Büyüyen bir öfke ve militanlık

2020'de tüm dünyanın üzerine kurşundan bir perde indi: tekrarlanan karantinalar, acil vakalar ve milyonlarca ölüm. 2019 yılında birçok ülkede gördüğümüz işçi militanlığının yeniden canlanmasının ardından, özellikle Fransa'da emeklilik “reformlarına” karşı verilen mücadeleyle birlikte, işçi mücadeleleri ağır biçimde durma noktasına geldi. Ama bugün bir kez daha öfke yükseliyor ve mücadeleci bir ruh zemin kazanıyor:

* ABD'de bir dizi grev Kellogs, John Deere, PepsiCo gibi endüstriyel alanlarda ve aynı zamanda New York'ta olduğu gibi sağlık sektörünü ve özel klinikleri vurdu;

* İran'da bu yaz, petrol sektöründeki 70'ten fazla tesisten işçiler, düşük ücretlere ve artan hayat pahalılığına karşı greve çıktı. Bu 42 yıldır görülmemiş bir şeydi!

* Güney Kore'de sendikalar, güvencesiz işlere ve eşitsiz ücretlere karşı daha fazla sosyal destek için bir genel grev örgütlemek zorunda kaldılar;

* İtalya'da, işten çıkarmalara ve asgari ücretin baskılanmasına karşı birkaç gün süren eylemler oldu;

* Almanya'da, kamu emekçileri sendikası, artan bir seferberlik karşısında, ücret artışları elde etmek için greve gitme tehdidi açıklamak zorunda kaldı;

* İspanya'da Cadiz'de metal işçileri ayda ortalama 200 avroluk bir ücret kesintisine karşı harekete geçti. Katalonya'daki kamu çalışanları, tahammül edilemez geçici çalışma uygulamalarına geçişe karşı çıktılar (300.000'den fazla devlet çalışanının güvencesiz işlerde çalışıyor). Mayorka'daki demiryollarında, Vestas, Unicaja'da, Alicante'nin metal işçileri arasında, farklı hastanelerde, hepsi işten çıkarmalara karşı mücadeleler verdi;

* Fransa'da da benzer bir hoşnutsuzluk, ulaşım, geri dönüşüm, eğitim alanlarındaki grevler veya gösterilerle ifadesini buldu;

* Üniversitelerde, toplu taşımada, sağlıkta ve diğer sektörlerde işçileri geri dönüştürerek grevleri ve diğer eylemleri gördüğümüz İngiltere'de de aynı durum geçerli.

Önümüzdeki mücadeleler için hazırlan

Bütün bu mücadeleler, işçi sınıfının, burjuvazinin kendisine dayatmaya çalıştığı fedakarlıkları kabul etmeye hazır olmadığını gösterdiği için önemlidir. Ama aynı zamanda sınıfımızın zayıflıkları olduğunu da kabul etmeliyiz. Tüm bu eylemler, işçileri her yerde bölen ve tecrit eden, mücadeleleri kontrol altına alan ve sabote eden sendikalar tarafından kontrol edildi. Cadiz'de sendikalar, sanki işçi sınıfının çıkarları sektörler ve sınırlar ötesinde kendi sınıf kardeşleriyle bağ kurmaktan değil de bölgesel veya ulusal çıkarların savunmasında yatıyormuş gibi, işçileri yerelliğe, "Cadiz'i kurtarmak" için bir "vatandaş hareketi"ne hapsetmeye çalıştılar! İşçiler de örgütlenmekte, mücadelelerin kontrolünü ele almakta, egemen genel asamblelerde bir araya gelmekte ve sendikaların dayattığı bölünmelere karşı mücadele etmekte zorlandılar.

İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu bir diğer tehlike, kendi çıkarları ve mücadele yöntemleriyle hiçbir ilgisi olmayan hareketlere katılarak sınıf taleplerini savunmaktan vazgeçmesidir. Bunu, Fransa'daki “Sarı Yelekliler”de veya daha yakın zamanda Çin'de, konut devi Evergrande'nin (Çin'in devasa borçluluğunun muhteşem bir sembolü) çöküşünde gördük ki, bunlar büyük ölçüde mahvolmuş küçük mülk sahiplerinin protestolarını kışkırttı. Kazakistan'da, enerji sektöründeki kitlesel grevler, sonunda, herhangi bir perspektifi olmayan bir “halk” isyanına dönüştü ve hızla iktidar için yarışan burjuva klikler arasındaki çatışmalara kapıldı. İşçiler, kapitalist devletin “bir şeyleri değiştirmesini” talep eden “vatandaşlar” olarak “halk” içinde çözüldükleri her seferinde, kendilerini güçsüzlüğe mahkûm ederler.

______________________________________________________________________________________________________________________________________

CPE'ye karşı hareket: gelecekteki mücadeleler için bir ilham kaynağı.

2006'da Fransa'da burjuvazi, diğer sektörlere yayılma tehdidinde bulunan kitlesel bir mücadele karşısında saldırısını geri çekmek zorunda kaldı.

O zamanlar, çoğu yarı zamanlı çalışan öğrenciler, Contrat Première Embauche (İlk İstihdam Sözleşmesi) veya CPE olarak bilinen ve düşük ücretli ve aşırı sömürülen işlere kapı açan bir "reforma" karşı ayaklandılar. İzolasyonu, bölünmeyi, sektörel taleplerini reddettiler.

Sendikalara karşı genel kurullarını her kesimden işçiye ve emekliye açtılar. Gençler için güvencesiz işlerle mücadelenin herkes için iş güvencesizliğine karşı mücadelenin bir simgesi olduğunu anladılar.

Sektörler ve nesiller arasında dayanışma yoluyla kazanan bu hareket, gösteri üstüne gösteri örgütleyerek, genişleyerek büyüdü. Burjuvaziyi korkutan ve onu CPE'yi geri çekmeye zorlayan bu birliğe doğru giden dinamikti.

______________________________________________________________________________________________________________________________________

Mücadeleyi hazırlamak için, mümkün olan her yerde bir araya gelip geçmiş mücadelelerin derslerini çıkarmak ve tartışmak zorundayız. İşçi sınıfının gücünü ifade eden ve tarihin belirli anlarında burjuvaziyi ve onun sistemini sarsan mücadele yöntemlerini ortaya koymak hayati önem taşımaktadır. Bunlar:

* “Benim” sektörüm, kasabam, bölgem ya da ülkemin ötesinde destek ve dayanışma arayışı;

* Hangi firma, sektör veya ülke olursa olsun mücadelenin ihtiyaçları hakkında mümkün olan en geniş tartışma;

* Her şeyden önce kontrolü sendikaların veya diğer burjuva çevreleme organlarının eline bırakmayan genel meclislerin kurulması yoluyla mücadelenin özerk örgütlenmesi.

Yarının birleşik ve özerk mücadelelerine hazırlanın!
 

Enternasyonal Komünist Akım, Ocak 2022

 

Bu bildiriyi militan güçlerimizin bulunduğu tüm ülkelerde dağıtıyoruz. Bu yazının içeriğini kabul edenler ekteki pdf'den indirebilir ve ellerinden geldiğince dağıtabilirler. Mart ayının ilk hafta sonu, sistemin krizini, sınıf mücadelesini ve devrimcilerin rolünü tartışacağımız İngilizce çevrimiçi açık toplantıları düzenliyoruz. Tartışmaya katılmak istiyorsanız, bize [email protected] adresinden yazın veya www.internationalism.org adresindeki web sitemizi takip edin.

Rubric: 

ICC International Leaflet

Egemen sınıf, savaş sunağında fedakârlıklar talep ediyor

18 ila 60 yaşları arasında bir erkekseniz ve ailenizle birlikte Ukrayna'daki savaş bölgelerinden diğer yüz binlerce kişiyle birlikte kaçmaya çalışıyorsanız, ilerleyen Rus ordusuyla savaşmak üzere askere alınacak, eşinizden, çocuklarınızdan ve yaşlı anne babanızdan zorla ayrılacaksınız. Şehirlerde kalırsanız, askeri hedeflere yönelik olduğu iddia edilen, ancak her zaman konutların, okulların, hastanelerin yok edildiği, yüzlerce sivilin öldürüldüğü (ilk kez Batı'nın 1991'deki şanlı Körfez Savaşı'nda duyduğumuz) “ikincil hasarlara” neden olan bombardıman ve füzelere maruz kalacaksınız. Eğer bir Rus askeriyseniz, size Ukrayna halkının sizi bir kurtarıcı olarak kabul edeceği söylenmiş olabilir, ancak bu yalana inanmanızın bedelini kanla ödeyeceksiniz. Bugün, emperyalist savaşın gerçeği tam olarak budur ve savaş ne kadar uzun sürerse, ölüm ve yıkımın bedeli o kadar büyük olacaktır. Rus silahlı kuvvetleri, Çeçenistan ve Suriye'de de yaptıkları gibi, bütün bir şehri yerle bir edebileceklerini gösterdi. Batı’nın Ukrayna'ya yığdığı silahlarsa yıkımı daha da büyütecek.

Karanlık bir çağ

Sağcı İngiliz gazetesi The Daily Telegraph, Ukrayna'daki savaşla ilgili son makalelerinden birinde şu manşeti attı: Dünya; yoksulluk, mantıksızlık ve savaşla dolu yeni bir Karanlık Çağa sürükleniyor (telegraph.co.uk).

Başka bir deyişle; kendi içinde çürüyen küresel bir sistemde yaşadığımız gerçeğini gizlemek giderek zorlaşıyor. COVID-19 salgınının etkisi, gezegenin karşı karşıya olduğu ekolojik felaketle ilgili son zamanlarda yapılan korkunç tahminler, ekonomik krizden kaynaklanan artan yoksulluk, emperyalistler arası çatışmaların keskinleşmesinin yarattığı çok belirgin tehdit ve önceleri marjinal olan kıyamet efsaneleri ve komplo teorilerinin körüklediği siyasi ve dini güçlerin yükselişi gösteriyor ki, köşe yazarları tüm bunların köklerini kapitalizmin çelişkilerinde aramaktan çok uzak olsalar da, Telegraph'ın manşeti gerçekliğin tasvirinden başka bir şey değildir.

20. yüzyılın başlarında zaten kullanışsız halde olan dünya sosyal sisteminin çöküşünde, Doğu Blokunun ve SSCB'nin 1989-91'deki çöküşüyle yeni ve son bir evreye girildiğini başından beri savunuyoruz. “Soğuk Savaşın” sona ermesinin yeni barış ve refah dolu bir dünya düzeni getireceği vaadine karşı, bu yeni evreye, artan kargaşa ve tırmanan militarizmin damga vuracağı konusunda ısrar etmiştik. 90'ların başında Balkanlar'daki savaşlar, 1991 Körfez savaşı, Afganistan, Irak ve Libya'nın işgali, Suriye'nin paramparça edilmesi, Afrika kıtasındaki sayısız savaş, Çin'in bir dünya gücü olarak yükselişi ve Rusya emperyalizminin yeniden canlanması, bu öngörüyü doğrulamıştır. Rusya'nın Ukrayna işgali, bu süreçte yeni bir adımı göstermektedir; eski blok sisteminin sona ermesi, önceden bağımlı ya da zayıflatılmış güçlerin emperyalist hiyerarşide kendileri için yeni bir pozisyon talep ettiği, herkesin herkese karşı çılgınca savaş verdiği yeni bir düzene yol açmıştır.

Avrupa'daki bu yeni savaşın ağırlığı

Avrupa kıtasındaki bu yeni açık savaş döneminin önemi küçümsenemez. Balkan savaşı halihazırda emperyalist kaosun daha çevre bölgelerden sistemin ana bölgelerine geri dönme eğilimini işaret ediyordu, ancak bu savaş, büyük emperyalist güçler arasındaki çatışma seviyesinin daha dolaylı olduğu, parçalanan bir devletin "içinde" bir savaştı. Bugün Avrupa’da, devletler arasındaki bir savaşa ve Rusya’yla batılı rakipleri arasında çok daha açık bir çatışmaya tanıklık ediyoruz. Eğer pandemi kapitalist çürümenin çeşitli düzeylerde (sosyal, sağlık, ekolojik vb.) hızlanmasını işaret ediyorsa, Ukrayna'daki savaş da, savaşın çöküş döneminde kapitalizmin yaşam biçimi haline geldiğinin ve askeri gerilimlerin ve çatışmaların dünya çapında yayıldığının ve yoğunlaştığının açık bir göstergesidir.

Rusya'nın Ukrayna'ya ilerlemesinin hızı, birçok uzmanı şaşırtmıştır ve biz de bunun bu kadar hızlı ve kitlesel olarak gerçekleşeceğinden emin değildik [1]. Bunun temel analiz çerçevemizdeki herhangi bir kusurdan değil, aksine, bu çerçevenin tam olarak kullanılmasında tereddüt etmekten kaynaklandığını düşünüyoruz. Çöküşün bu yeni aşamasının giderek artan kaotik, acımasız ve mantıksız askeri çatışmalarla belirleneceğini 90'lı yılların başında yazdığımız bazı önemli metinlerde zaten ayrıntılı olarak yer vermiştik [2]. Bu askeri çatışmalar kapitalizmin kendi bakış açısından bile mantıksızdır[3]. Yükseliş aşamasında, savaşlar, özellikle de sömürgeci yayılmanın yolunu açan savaşlar, kazananlar için belirgin ekonomik faydalar sağlamıştı. Çöküş dönemindeyse savaşlar giderek daha yıkıcı bir dinamik kazandı ve aşağı yukarı kalıcı hale gelmiş bir savaş ekonomisinin gelişimi, sermayenin üretkenliği ve kârları üzerinde büyük bir yük oldu. Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşı'na kadar bile, çatışmaların sonunda, özellikle ABD ve SSCB olmak üzere, hala “kazanan” taraflar vardı. Ancak mevcut aşamada, dünyanın “başlıca” ülkeleri tarafından başlatılan savaşların bile hem askeri hem de ekonomik düzeyde bir fiyasko olduğu ortaya çıktı. ABD'nin Irak ve Afganistan'dan küçük düşürücü bir şekilde çekilmesi, bunun açık bir göstergesidir.

Bir önceki makalemizde, Ukrayna işgalinin Rusya'yı 1980'lerde Afganistan'da karşılaştığı ve bizzat SSCB'nin çöküşünde güçlü bir faktör olan bataklığın yeni bir versiyonuna sürükleyebileceğini belirtmiştik. Bunun böyle olacağını dair belirtileri şimdiden görmek mümkün: Ukrayna işgalinin önemli ölçüde silahlı bir direnişle karşılaşması, egemen sınıfın bazı kesimleri de dahil Rus toplumunun geniş kesimleri tarafından rağbet görmemesi ve başlıca rakiplerinden gelecek (Rusya nüfusunun çoğunluğunun karşı karşıya olduğu maddi yoksulluğu daha da derinleştirecek) bir dizi misilleme yaptırımı kışkırtması. Aynı zamanda, batılı güçler hem ideolojik olarak hem de silah temini ve askeri tavsiye yoluyla Ukrayna silahlı kuvvetlerine desteği artırıyor. Ancak bu öngörülebilir sonuçlara rağmen, işgalden önce Rus emperyalizmine yönelik baskılar, Rus güçlerinin Ukrayna etrafındaki seferberliğinin sadece bir güç gösterisiyle sınırlı kalma olasılığını her gün azaltıyordu. Özellikle, NATO'nun Ukrayna'ya genişleme ihtimalini ortadan kaldırmayı reddetmesi, Putin rejimi tarafından tolere edilemezdi ve başlattığı işgal, Ukrayna'nın askeri altyapısının çoğunu yok etmek ve Rusya yanlısı bir hükûmet kurmak gibi açık bir amaca sahip. Tüm bu projenin mantıksızlığı (ki bu proje eski Rus imparatorluğunu restore etmeye yönelik neredeyse mesih-vari bir vizyonla bağlantılı), ve er ya da geç yeni bir fiyaskoya yol açacağı yönündeki güçlü olasılık, Putin'i ve etrafındakileri kumar oynamaktan asla alıkoyamayacaktı.

Yeni emperyalist blokların oluşumuna doğru mu gidiyoruz?

Görünüşe bakılırsa, Rusya şu anda batı demokrasilerinden oluşan bir “Birleşik Cephe” ve ABD'nin açıkça lider bir rol oynadığı yeni güçlü bir NATO ile karşı karşıya. Rusya’nın, Ukrayna'da kazanılmaz bir savaşta çıkmaza girmesinden ve Rus yayılmacılığının ortak tehdidine karşı NATO'nun artan uyumundan en büyük faydayı görecek olan ABD’dir. Bununla birlikte, bu uyum kırılgandır: işgale kadar, hem Fransa hem de Almanya kendi oyunlarını oynamaya çalışıyor, diplomatik çözüm ihtiyacını vurguluyor ve Putin’le ayrı görüşmeler yürütüyordu. Savaş durumunun başlaması, ekonomilerine ABD'ye kıyasla çok daha doğrudan zarar verecek olmasına rağmen (örneğin, Almanya'nın fazlasıyla ihtiyaç duyduğu Rus enerji kaynaklarından mahrum kalması), hem Almanya’yı hem de Fransa’yı geri çekilmeye ve yaptırımların uygulanması konusunda anlaşmaya zorladı. Ancak AB'nin kendi silahlı kuvvetlerini geliştirme yönünde de adımlar atılıyor ve Almanya'nın silah bütçesini büyük ölçüde artırma kararına da bu açıdan bakmak gerekiyor. ABD burjuvazisinin, Rus gücüne karşı tutum konusunda büyük bölünmelerle karşı karşıya olduğunu da hatırlamak gerekir: Biden ve Demokratlar, Rusya'ya karşı geleneksel olarak düşmanca yaklaşımı sürdürme eğilimindedir, ancak Cumhuriyetçi partinin büyük bir kısmı çok farklı bir tutuma sahip. Mesela Trump, işgal başladığında Putin'in “dehasına” olan hayranlığını gizleyememişti…

Yeni bir ABD blokunun oluşmasından çok uzaktaysak, Rus macerası da bir Rus-Çin blokunun oluşumuna doğru bir adım atmış değil. Son zamanlarda ortak askeri tatbikatlara katılmasına ve Çin'in daha önce Suriye gibi konularda Rusya'ya verdiği desteği ifade etmesine rağmen, bu olayda Çin, BM Güvenlik Konseyindeki Rusya'yı kınama oylamasında çekimser kalarak ve kendisini savaşın durdurulması çağrısında bulunan "tarafsız ara bulucu" olarak sunarak Rusya'dan uzaklaştı. Ve ABD'ye karşı ortak çıkarlar paylaşmalarına rağmen, Rusya ve Çin'in özellikle Çin'in “Yeni İpek Yolu” projesi konusunda kendi uyuşmazlıkları olduğunu biliyoruz. Bu uyuşmazlıkların arkasında, Rusya'nın kendisini, Çin'in yayılmacı emellerine tabi kılmamaya yönelik temkinliliği yatmaktadır.

Özellikle küresel statüsünü yükseltme çabalarında Rusya'ya kur yapan, ancak aynı zamanda Libya’daki ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaşlar konusunda Rusya ile çatışmaya giren Türkiye'nin oynadığı rol de bu durumda bir diğer istikrarsızlık faktörü olarak ortaya çıkıyor. Türkiye şimdi de Rus savaş gemilerinin Çanakkale Boğazı'ndan Karadeniz'e ulaşmasını engellemekle tehdit etti, ancak bu eylem de tamamen Türk ulusal çıkarları temelinde hesaplanacaktır.

Ancak, 24. EKA Kongresi'nde, “Uluslararası duruma ilişkin karar” metnimizde yazdığımız gibi, uluslararası emperyalist ilişkilerin hâlâ merkezkaç eğilimlerin damgasını taşıması, "nükleer mahşer tehdidi içinde kaldığımız Soğuk Savaş döneminden daha güvenli bir çağda yaşadığımız anlamına gelmez. Aksine, çürüme evresi burjuvazi tarafından artan bir kontrol kaybı ile belirlenmişse, bu aynı zamanda egemen sınıf tarafından biriktirilen ve önceki döneme göre çok daha fazla sayıda ulus devlete dağıtılan geniş yıkım araçları için de geçerlidir.  Savaşa doğru disiplinli askeri bloklar tarafından yönetilen kontrollü bir yürüyüş görmesek de, tek yönlü savaşların patlak vermesi ve barbarlığa sürüklenmenin daha da hızlanmasına neden olacak korkunç kazalar ihtimalini göz ardı edemeyiz" [4].

Rusya'yı tecrit etmeye yönelik sağır edici uluslararası kampanya ve Rusya’nın Ukrayna'daki stratejisini engellemeyi amaçlayan pratik önlemlerle karşı karşıya kalan Putin, nükleer savunmasını yüksek alarma geçirdi. Bu, şimdilik yalnızca açık bir tehdit olabilir, ancak dünyanın sömürülenleri, egemen sınıfın herhangi bir bölümünün eninde sonunda makul olanı yapacağına güvenmeyi göze alamaz.

İşçi sınıfına ideolojik saldırı

Egemen sınıf, halkı ve her şeyden önce işçi sınıfını savaşa seferber edebilmek için bombaların ve top mermilerinin yanı sıra, ideolojik bir saldırı da başlatmalıdır. Rusya'da Putin'in ağırlıklı olarak, Ukrayna'yı yöneten "Naziler ve uyuşturucu bağımlıları" hakkındaki çiğ yalanlara güvendiği ve savaş hakkında ulusal bir uzlaşma oluşturmaya çok zaman harcamadığı görülüyor. Bu yanlış bir plan olabilir, çünkü kendi yönetici çevrelerinde, aydınlar arasında ve toplumun daha geniş katmanları arasında muhalefet sesleri var. Bir dizi sokak eylemleri düzenlendi ve yaklaşık 6.000 kişi savaşı protesto ettikleri için gözaltına alındı. Ayrıca Ukrayna'ya gönderilen askerlerin bir kısmında moral bozukluğunun olduğu da bildiriliyor. Ancak şimdiye kadar, onlarca yıllık Stalinizm tarafından devrimci geleneklerinden koparılan Rusya'da, işçi sınıfına dayanan savaş karşıtı bir harekete dair çok az iz var. İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu durum Ukrayna'da daha da karanlıktır: Rus işgalinin dehşetiyle karşı karşıya kalan egemen sınıf, halkı "vatan" savunması için seferber etmeyi büyük ölçüde başarmış, yüz binlerce kişi işgalcilere karşı ellerine geçirebilecekleri herhangi bir silahla direnmeye gönüllü olmuştur.  Yüz binlerce kişinin savaş alanlarından kaçmayı seçtiğini de unutmamalıyız, ancak burjuva demokrasi ve ulus idealleri için savaşma çağrısı, kesinlikle proletaryanın bir çok bölümü tarafından karşılık bulmuştur. Böylece, proletarya kendini, sınıf ayrımı gerçeğinin unutulduğu Ukrayna "halkı" içine karıştırmıştır. Ukraynalı anarşistlerin çoğunluğu bu halk cephesinin aşırı sol kanadını sağlıyor gibi görünüyor[5].

Rus ve Ukraynalı egemen sınıfların “kendi” işçilerini savaşa sürükleme kapasitesi, uluslararası işçi sınıfının homojen olmadığını gösteriyor. Burjuvazinin, uzun yıllardır işçi sınıfının -tüm zorluklarına ve aksiliklerine rağmen- emperyalist savaşın sunağında kendini feda etme isteksizliğiyle karşı karşıya kaldığı merkezi batı ülkelerinde durum farklıdır. Rusya'nın giderek sertleşen tutumuyla karşı karşıya kalan Batı'daki egemen sınıf, Kremlin macerasını doğrudan askeri güçle karşılamaktan özenle kaçındı. Ancak bu, yöneticilerimizin durumu pasif olarak kabul ettiği anlamına gelmez. Aksine, on yıllardır görülen en koordineli ideolojik savaş yanlısı kampanyaya, "Rus saldırganlığına karşı Ukrayna ile dayanışma" kampanyasına tanıklık ediyoruz. Basın, sağdan sola, Kremlin'deki delinin tehdidi altındaki Batı'nın demokratik ideallerinin bayraktarı olan “Ukrayna direnişini” yücelterek, Ukrayna yanlısı eylemleri duyuruyor ve destekliyor. Sadece Rus enerji kaynaklarına yönelik yaptırımların (ki bu insanların evlerini ısıtmasını iyice zorlaştırıyor) enflasyon baskılarını artırması nedeniyle değil, aynı zamanda "demokrasiyi" savunmak istiyorsak,"savunma" harcamalarımızı artırmamız gerektiği için de fedakârlıklar yapılması gerektiği gerçeğini bize açıkça söylüyorlar. Liberal Observer'ın Baş Siyasi Yorumcusu Andrew Rawnsley'in bu hafta söylediği gibi:

“Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından gelen silahsızlanmadan bu yana, Birleşik Krallık ve komşuları, 'barış payını' yaşlanan nüfusa normalde vereceklerinden daha iyi sağlık hizmeti ve emekli maaşı vermek için harcadılar. Çin ve Rusya giderek daha saldırgan hale gelse de, savunmaya daha fazla harcama yapmak konusundaki isteksizlik devam etti. Şu anda, NATO'nun 30 üyesinin yalnızca üçte biri GSYH'nın %2'sini silahlı kuvvetlere harcama taahhüdünü yerine getiriyor. Almanya, İtalya ve İspanya bu hedefin çok gerisinde kalıyor.

Liberal demokrasilerin, soğuk savaş sırasında sergiledikleri, despotluğa karşı kendi değerlerini savunma azmini acilen yeniden keşfetmesi gerekiyor. Moskova ve Pekin'deki otokratlar, batının bölünmüş, çökmüş ve düşüşte olduğuna inanıyorlar. Onları haksız çıkarmak gerekiyor. Aksi takdirde, özgürlükle ilgili tüm söylemler, yenilgiden önceki gürültüden ibarettir[6]”. Daha açık olamazdı: Hitler'in dediği gibi, ya silahınız olabilir ya da tereyağınız; ikisine birden sahip olamazsınız.

Tam da işçi sınıfı bir dizi ülkede yaşam ve çalışma koşullarını savunmaya yönelik yeni bir eğilim belirtilerini göstermişken[7], egemen sınıfın bu büyük ideolojik saldırısı, demokrasinin savunulması için fedakârlık çağrısı, sınıf bilincinin gelişme potansiyeline karşı ağır bir darbe olacaktır.  Ancak kapitalizmin savaşla geçindiğine dair artan kanıtlar, uzun vadede, doğu ve batıdaki tüm bu sistemin gerçekten de "çökmüş ve düşüşte" olduğu, kapitalist sosyal ilişkilerin dünyadan sökülmesi gerektiği bilincinin ortaya çıkmasında da bir etken olabilir.

Ukrayna'da tanık olduğumuz dehşete ilişkin gerçek öfkeyi rayından çıkarıp emperyalist savaşa destek verilmesini sağlamaya çalışan mevcut ideolojik saldırılar karşısında işçi sınıfının enternasyonalist azınlıklarının görevi kolay olmayacaktır. Bu görev egemen sınıfın tüm yalanlarına cevap vermekle ve kapitalizmi ve değerlerini savunmak için kendisini feda etmenin aksine, işçi sınıfının kendi çalışma ve yaşam koşullarını savunmak için dişiyle tırnağıyla savaşması gerektiğinde ısrar etmekle başlar. Bu aynı zamanda, işçi sınıfının geçmişin devrimci mücadeleleriyle -her şeyden önce burjuvaziyi Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdirmeye zorlayan 1917-18 mücadeleleriyle- bağlantısını yenileyebilmesinin, ancak bu savunma mücadelelerinin gelişmesiyle ve proleter mücadelenin deneyimi hakkında derinlemesine düşünme yoluyla gerçekleşebileceğini göstermek anlamına gelir. Emperyalist savaşlara karşı savaşmanın ve insanlığın savaş kaynağı olan dünya kapitalist düzeninden kurtulmasının tek yolu budur!

Amos

 

[1] Bakınız: Ukrayna: Doğu Avrupa'da askeri geriliminin tırmanışı üzerine (tr.internationalism.org); Russia-Ukraine crisis: war is capitalism’s way of life | International Communist Current (internationalism.org)

[2] Özellikle: Orientation text: Militarism and decomposition | International Communist Current (internationalism.org)

[3] Geleceği olmayan bir sosyal sistemin bu temel mantıksızlığına elbette ideoloji ve psikoloji düzeyinde artan bir mantıksızlık eşlik ediyor. Putin'in akli durumuyla ilgili mevcut histeri, yarı gerçeğe dayanıyor, çünkü Putin kapitalizmin çürümesi ve popülizmin büyümesiyle ortaya çıkan lider türünün sadece bir örneği. Medya Donald Trump vakasını çoktan unuttu mu?

[4] Resolution on the international situation adopted by the 24th ICC Congress | International Communist Current (internationalism.org)

[5] Örneğin: CrimethInc. : Russian Anarchists on the Invasion of Ukraine : Updates and Analysis

[6] Liberal democracies must defend their values and show Putin that the west isn’t weak | Andrew Rawnsley | The Guardian

[7] Struggles in the United States, in Iran, in Italy, in Korea... Neither the pandemic nor the economic crisis have broken the combativity of the proletariat! | International Communist Current (internationalism.org)

Rubric: 

Emperyalist Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!

Çürüyen kapitalizmin tarihsel doğum yerinin kapılarında, Ukrayna'da bomba ve silahların gürültüsü ansızın yankılanmaya başladı. Birkaç hafta içerisinde, bu benzersiz ölçek ve vahşetteki savaş milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlıyı donmuş kış yollarına itti, sayısız insan yaşamını da Anavatan sunağında kurban etti. Harkov, Sumy ve İrpin şu anda harabeye dönmüş durumda. Tümüyle yerle bir edilmiş olan Mariopol endüstriyel limanında çatışma 5.000 binden fazla cana mal oldu. Bu savaşın yarattığı yıkım ve dehşet Grozni'nin, Felluce'nin ve Halep’in korkunç görüntülerini hatırlatıyor. Ama başka yerlerde aylar, kimi zaman da yıllar alan bir yıkım Ukrayna'da 'ölümcül bir tırmanış' olmadan gerçekleşti; sadece bir ayda, savaşan taraflar bütün güçlerini kıyıma sevk ederek Avrupa'daki en büyük ülkelerden birini harap ettiler.

Savaş çöken kapitalizm için korkunç bir karar anı. Ölüm makinelerini sergileyen burjuvazi, zamanını tüketmiş bütün egemen sınıflar gibi, dayanılmaz bir kibirle takındığı sahte uygarlık, barış ve merhamet maskesini düşürmektedir. Gerçek yüzünü, kitlesel katliam yüzünü, daha iyi gizleyebilmek için kudurmuş bir propaganda sağanağı yağdırıyor. Bucha ve yakın zamanda terk edilmiş diğer bölgelerde olduğu gibi, 19 ya da 20 yaşında, yeni yetme yüzleriyle katillere dönüşmüş yoksul Rus çocuklarının görünümü karşısında nasıl dehşete kapılmadan kalınabilir? Sözde 'halkın hizmetkarı', Zelensky'nin 18 ve 60 yaş arası bütün erkeklerin “genel askere alımı” kararıyla bütün bir nüfusu utanmazca rehin alması karşısında nasıl öfkeye kapılmayalım? Bombalanmış hastanelerin, dehşet ve yokluk içindeki sivillerin, yargısız infazların, kreşlere gömülmüş cesetlerin ve yetimlerin yürek burkan durumunun karşısında nasıl sarsılmadan kalınabilir?

Ukrayna'daki savaş, kapitalizmin baş döndürücü bir hızla kaos ve barbarlığa çöküşünün tiksindirici bir ifadesidir. Gözlerimizin önünde meşum bir tablo çiziliyor; geçen iki yılda kendisi kapitalizmin ucube bir ürünü olan Covid salgını bu süreci ciddi biçimde hızlandırdı [1]. Birleşmiş Milletlerin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, insanlığı ve bioçeşitliliği küresel düzeyde tehdit eden afetleri ve geri dönülmez bir iklim değişikliğini öngörüyor. ABD'de Trump'ın yenilgisi sonrasında olduğu gibi, büyük politik krizlerin sayısı artıyor; bu savaşın tekrar ortaya çıkardığı nükleer risk gibi terörizmin hayaleti de toplumun üzerinde uçuyor. Bütün bu olguların eş zamanlılığı ve birikimi talihsiz bir rastlantı değil; tersine, bu durum ölüm saçan kapitalizmin tarih önündeki yargısının infazıdır.

Rusya ordusu elbette “batı tarafından kuşatılmış Rus halkını” korumak ya da Kiev hükûmetinin “Nazileştirmesinin” mağduru olan Rusça konuşan Ukraynalılara “yardım etmek” için sınırı geçmedi. Benzer şekilde, Ukrayna’ya düşen bomba sağanağı, basının her seferinde bir katliamı açıklaması gerektiği zaman tekrarladığı gibi “deli bir otokratın hezeyanlarının” sonucu değil [2], diğer benzer durumlarda olduğu gibi, en başta çöküş içerisinde ve militarist burjuva toplumunun insanlığa yıkımdan başka sunacak bir şeyi kalmamasının sonucudur!

Bu savaşın özneleri, sınırlarındaki kaos ve kargaşayı, ölüm ve yıkımı umursamıyor. Putin ve çevresi için savaş, Batı'nın, Rusya’nın geleneksel nüfuz alanındaki ilerlemesi karşısında zayıflayan Rusya sermayesinin çıkarlarını ve dünyadaki konumunu savunmak üzere gerekli. Rusya burjuvazisi kendisini NATO'nun “mağduru” gibi sunsa da, Putin kendi saldırısının başarısızlığı üzerine, sözde koruduğu Rusça konuşan nüfus dahil olmak üzere, yoluna çıkan her şeyi yakıp yıkan dehşet bir katliam kampanyası yürütmekte asla tereddüt etmemiştir!

Benzer biçimde Zelensky ve onun etrafındaki yoz politikacı ve oligarklardan da beklenecek bir şey yok. Bu eski komedyen şu anda Ukrayna burjuvazinin çıkarları uğruna oynadığı omurgasız şaklabanlık rolüyle kariyerinin zirvesine ulaşmıştır. Zelensky, yoğun bir milliyetçi kampanyayla nüfusu bazen zor kullanarak da olsa silahlandırmayı ve “ulusun kahramanı” mertebesine çıkarılmış olan paralı asker çetelerini toplamayı başarmıştır. Şimdi ise Zelensky Batı başkentlerini turlayarak, parlamentolarda konuşarak daha fazla silah ve mühimmat temini için dilenmektedir. Sözde “kahramanca Ukrayna direnişine” gelince, yaptıkları bütün dünya ordularının yaptığından farklı değildir: katliam, yağma tutsaklara tereddüt etmeden kötü muamele edilmesi hatta tutsakların infaz edilmesi!
Bütün demokratik devletler Rusya ordusunun sebep olduğu “savaş suçlarına” karşısında bir infial pozu takınmaktalar. Bu tümüyle ikiyüzlülüktür! Tarih boyunca bu devletler, dünyanın her köşesinde harabeler ve cesetler yığmayı asla bırakmamıştır. “Rus devinin” mağdur ettiği nüfusların kaderine ağlayan aynı Batılı güçler, neo-Nazi Azov taburları dahil olmak üzere Ukrayna ordusuna gerekli bütün bombalama ve saldırı istihbaratını sağlamakta, eğitim vermekte ve astronomik sayılarda silah vermektedir!

Her şeyden öte, Amerikan burjuvazisi provokasyonlarını artırarak Moskova'yı daha başlamadan kaybedilmiş bir savaşa itmek için yapabileceği her şeyi yapmıştır. ABD’nin esas amacı, Rusya'yı tüketmek ve ABD gücünün esas hedefi olan Çin'in hegemonik amaçlarını kırmak için elini güçlendirmektir. Bu savaş aynı zamanda ABD'nin, Çin'in büyük emperyalist projesi “Yeni İpek Yolu’nu” frenlemesini ve engellemesini de mümkün kılmaktadır. Bu hedefle “büyük Amerikan demokrasisi” tümüyle akıl dışı ve barbarca bir askeri macerayı cesaretlendirmekte tereddüt etmemiş ve sonuç olarak da Batı Avrupa'nın yanında kaosu ve istikrarsızlığı artırmıştır.

Proletarya bir tarafa karşı diğerini tutmamalıdır! Proletaryanın savunacak bir vatanı yoktur ve burjuvazinin şovenist histerisine ve milliyetçiliğe karşı her yerde mücadele etmelidir! Savaşa karşı kendi silahları ve yöntemleriyle mücadele etmelidir!

Savaşa karşı mücadele edebilmek için kapitalizme karşı mücadele etmemiz gerekiyor

Bugün Ukrayna'da, 60 yıldan fazla süre Stalinizm tarafından ezilmiş proletarya ağır bir yenilgi almış ve milliyetçiliğin onu baştan çıkarmasına müsaade etmiştir. Rusya'da proletaryanın, savaş propagandası karşısında birazcık daha isteksiz olduğunu göstermiş olmasına rağmen burjuvazinin savaş itkilerini gemleyememiş olması, egemen kliğin işçilerin tepkisinden korkmadan cepheye 200.000 asker gönderebilmesinin sebebidir.

Bugün başlıca kapitalist ülkelerde, Batı Avrupa ve ABD'de, proletarya bu çatışmaya doğrudan karşı koyacak, enternasyonal dayanışmayı ve bütün ülkelerdeki burjuvaziye karşı mücadeleyi yükseltecek güce ve politik kapasiteye sahip değildir. Şu an için, katliamı durdurmak üzere kitlesel bir mücadeleye girip kardeşleşmeyi geliştirebilecek bir konumda değildir.

Buna karşın, her ne kadar mevcut propaganda dalgasını besleyen eylemler onu Ukrayna milliyetçiliği yanlısı çıkmazlara veya sahte alternatif olarak pasifizme itme riskini içerse de, Batı ülkelerinin proletaryası, sınıf mücadelesi deneyimleri ve burjuvazinin hilelerine hakimiyeti sayesinde, hala kapitalist sistemin ölüm sarmalının karşısında duran ana güvence olmayı sürdürüyor. Batı burjuvazisi, işçi sınıfının binlerce kişinin askere alınarak fiili çatışmaya itilmesi gibi bir fedakarlığı kabul etmeyeceğini bildiği için Ukrayna'ya doğrudan müdahale etmemeye dikkat etmektedir.

Her ne kadar aklı karışmış ve bu savaş yüzünden zayıflamış olsa da Batı ülkelerinin işçi sınıfı, Rusya ekonomisine yönelik yaptırımların ve askeri bütçelerdeki devasa artışın yaratacağı (tırmanan enflasyon, gündelik hayatın her alanında artan hayat pahalılığı, yaşam ve çalışma koşullarına yönelik bütün diğer saldırıların artışı gibi) yeni fedakarlıklara karşı direnişini geliştirme potansiyelini korumaktadır.

Proletarya şimdiden burjuvazinin talep ettiği bütün fedakarlıklara karşı durabilir ve karşı durmalıdır. Proletarya ancak mücadelesi yoluyla egemen sınıf aleyhine güçler dengesini değiştirerek onun ölümcül gücünü durdurabilir! Uzun vadede kapitalizmi yıkma yolunu açarak savaşlara son vermeye muktedir olan tek toplumsal sınıf, bütün zenginliğin yaratıcı olan işçi sınıfıdır.

Dahası, Rusya'da 1917'de sonraki yıl da Almanya'da ayaklanarak büyük bir devrimci dalgayla savaşa son verenin proletarya olduğunu tarih de göstermiştir. Ve bundan da önce, Dünya Savaşı sürerken, devrimciler proleter enternasyonalizminin temel ilkelerini tavizsiz bir biçimde savunarak görevlerini yerine getirmiştir. Şimdi de işçi hareketinin deneyimini aktarma sorumluluğu devrimcilere düşmektedir. Savaş karşısında ilk görev hep bir ağızdan, kararlılıkla enternasyonalizm bayrağını yükseltmektir çünkü sadece bu burjuvaziyi tekrar korkudan titretebilir!

EKA 4.4.22

[1] Çin'de salgın (özellikle Şangay'da görüldüğü gibi) ciddi biçimde geri dönüyor. Dünyanın geri kalanında da kontrol altında olmaktan çok uzakta.

[2] Elbette Hitler'den Esad'a, Hüseyin, Miloseviç, Kaddafi ya da Kim Jong-un gibi örneklere kadar, düşman sınıfın “liderlerinin” sık sık ciddi psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip olduğu doğrudur.

Rubric: 

Enternasyonalizmi savunmak için vazgeçilmez bir kaynak: Zimmerwald Konferansı

İşçi sınıfının savaşa karşı mücadelesi, ancak onun kendi sınıf alanında mücadelesiyle ve enternasyonal birliğiyle ele alınabilir. Devrimci örgütler işçi sınıfının savaşa karşı kitlesel bir hareketini bekleyemez. Örgütler, enternasyonalizmin savunusunda kararlı bir öncü olarak hareket etmek ve sistemin yıkımının zorunluluğuna işaret etmek zorundadır. Bu da, savaşa karşı önceki mücadelelerin tavır ve derslerinin, devrimci örgütler ve işçi sınıfı tarafından yeniden sahiplenmesini gerektirir. Zimmerwald konferansı deneyimi bu açıdan aydınlatıcıdır.

Zimmerwald, İsviçre'de küçük bir köydür ve 1915 Eylül'ünde küçük bir konferansa ev sahipliği yapmıştır. Troçki'nin şaka yollu belirttiği gibi bütün enternasyonalistlerin birkaç taksiyle taşındığı bu Zimmerwald konferansı katılımcıları, 12 ülkeden gelen 38 delegeden oluşuyordu. Bu ufak grup içerisinde bile, sadece küçük bir azınlık savaşa karşı gerçekten devrimci bir tavrı savunmuştu. Sadece Lenin etrafındaki Bolşevikler ve kimi diğer Alman gruplar devrimci yöntemler ve devrimci hedefleri öne çıkarmıştı: yani, emperyalist savaşın iç savaşa çevrilmesi, bütün savaşların sebebi olan kapitalizmin yıkımı. Diğer katılımcılar ise, ya merkezci bir konum almış, ya da ciddi biçimde sağa kaymıştı.

Zimmerwald'daki çetin tartışmaların sonucu, Bolşeviklerin devrimci sloganlarını kabul etmeyerek, birçok bakımdan merkez ve sol arasında karşılıklı bir tavizin ifadesi olan, dünya proletaryasına yönelik bir manifesto üretilmesi oldu. Yine de, bu manifestonun yüksek sesle savaşı mahkum etmesi, savaşa karşı sınıf eylemi çağrısı yapması, onun işçi sınıfı kitleleri içerisinde büyüyen savaş karşıtı hislere tercüman olabilmesini ve bu hisleri politikleştirmesini sağlayabildi.

Enternasyonalizm için mücadele politik örgütlenmeyi gerektirir

Zimmerwald örneği, devrimciler için savaşa karşı mücadelenin üç ayrık ama ilişkili düzeyde gerçekleştiğini gösterir:

  • Propaganda ve ajitasyon: Devrimciler sınıfın hareketlenmesini beklemediler; savaşa karşı ajitasyona, sınıfın tepki verebilmesinden çok önce, çatışmaların başladığı ilk günden başladılar. Devrimcilerin politik örgütler içinde birleşmesi, onların düzenli bir yayın ve kitlesel bildiriler aracılığıyla, ve daha sonrasında yükselen işçi mücadele organları ve konseyler içerisinde seslerini yükselterek propaganda ve ajitasyon geliştirebilmesini sağladı. Devrimciler bunu sadece kendilerini temsil ettikleri tekil bireyler olarak değil, sınıf hareketi içerisindeki belirli bir politik eğilimi temsilen yaptılar.
  • Örgütsel: Eski partilerin çoğunun ihaneti karşısında enternasyonalist azınlıklar, ya hainleri partilerden atmak ya da, çoğunlukla olduğu gibi, bu mümkün olmadığında, sağlıklı unsurları en fazla sayıda kazanmak ve yeni bir partinin, yeni Enternasyonalin temelini hazırlamak üzere mücadele etmek üzere örgütlü bir fraksiyon olarak hareket etmek zorunda kaldı. Bu hem merkezciliğe hem de oportünizme karşı, burjuvazi ve küçük burjuvazinin ideolojik etkisine karşı amansız bir mücadeleyi gerektiriyordu. Böylece özellikle Zimmerwald solu, 1919'da Üçüncü Enternasyonal'in kuruluşunun arkasındaki itici güç haline geldi. Ya savaş ya da yaklaşmakta olan devrim durumunda, Luxemburg, Liebknecht, John McLean ve Sylvia Pankhurst gibi tekil militanların kahramanlıkları, elbette yaşamsal olmakla beraber asla kendine başına yeterli olamazdı. Bunlar ancak net bir politik program etrafındaki kolektif bir örgütlenme çerçevesinde gerçek bir anlama sahip olabilirdi.
  • Teorik: Yeni dönemin özelliklerini kavrama zorunluluğu, sabırlı bir teorik açıklama çalışmasını, geri çekilip bütün durumu geçmişin ve gelecek perspektifinin ışığında yeniden değerlendirme yeteneğini gerektirir. Lenin, Bukharin, Luxemburg, Pannekoek ve diğerlerinin çabaları, sınıfın yeniden ortaya çıkan politik hareketinde yeni bir dönemin, sınıf mücadelesinin doğrudan devrimci hedeflere ulaşmak için yeni biçimler ve yeni yöntemler gerektirdiği bir dönemin doğduğu kavrayışının gelişmesini sağladı. Aralarında bir dizi soruna dair, örneğin Lenin ve Luxemburg arasında ulusların kendi kaderini tayini sorununda olduğu gibi, ciddi ayrışmalar bulunuyordu, ama bu onların daha önce olduğu gibi tutkulu ve yoğun biçimde tartışırken aynı zamanda savaşa karşı ortak bir tavır almasını engellemedi.

Burada daha fazla detaya giremesek de, okuyucularımıza şu yazıları incelemelerini öneririz:

https://en.internationalism.org/content/3154/zimmerwald-1915-1917-war-revolution 

https://en.internationalism.org/international-review/201508/13354/zimmerwald-and-centrist-currents-political-organisations-proletari

https://en.internationalism.org/wr/290_zimmerwald.html

Rubric: 

Kapitalist savaşlara ve barbarlığa kim son verebilir?

Şu anda, yalnızca Rusya ve Ukrayna'da değil, tüm dünyada İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en yoğun savaş propagandası kampanyasını yaşıyoruz. Bu nedenle, savaş çığırtkanlığına proleter enternasyonalizminin mesajıyla yanıt vermeye çalışan herkesin, tartışma ve açıklığa kavuşturma, karşılıklı dayanışma ve destek, ve burjuvazinin savaş dürtüsüne karşı ciddi devrimci faaliyetlerin netleşmesi için bir araya gelme fırsatını değerlendirmesi elzemdir. Bu nedenle EKA; İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Hollandaca, İtalyanca, Almanca, Portekizce ve Türkçe olmak üzere çeşitli dillerde bir dizi çevrim içi ve yüz yüze halka açık toplantı düzenlemektedir, ve yakın gelecekte daha fazla toplantı yapmayı planlamaktadır.

Bu kısa yazı içerisinde, ciddi, kardeşçe ve olup bitenleri kavrama arzusuyla dolu bir atmosfer içinde gerçekleşen bu toplantılardaki tüm tartışmaları özetlemeye kalkışamayız. Bunun yerine, ortaya çıkan bazı ana sorulara ve temalara odaklanmak istiyoruz. Ayrıca sempatizanların, tartışmalar ve onların dinamikleri hakkında kendi görüşlerini sundukları bazı katkılarını da web sitemizde yayınlıyoruz[1].

Enternasyonalist ilkelerin önceliği

Toplantılardaki ilk ve muhtemelen en hayati tema, hepsinden önce batı ülkelerinin, Rus “ayısına” karşı "yürekli küçük Ukrayna’nın" savunulması için başlattıkları muazzam ideolojik baskılara rağmen, enternasyonalizmin temel ilkelerinin (hiçbir emperyalist kampa destek verilmemesi, tüm pasifist yanılsamaların reddedilmesi, uluslararası sınıf mücadelesinin savaşa gerçekten karşı çıkabilecek tek güç olduğunun doğrulanması) her zamanki gibi geçerli kaldığı konusunda geniş çaplı bir görüş birliğiydi. Bazıları bunların banal genellemelerden başka bir şey olmadığını söyleyebilir, ancak bunlar hiçbir şekilde hafife alınmaması gereken ve savaşa karşı herhangi bir sınıf muhalefetinin çok az belirtisinin bulunduğu mevcut iklimde öne sürülmeleri kesinlikle kolay olmayan konumlardır. Enternasyonalistler, şimdilik, akıntıya karşı yüzdüklerini kabul etmek zorundalar. Bu anlamda, 1914'te, Birinci Dünya Savaşı'nın ilk günlerine ve aylarına eşlik eden savaş histerisi karşısında ilkelerine bağlı kalma görevini üstlenen devrimcilerle benzer bir durumdalar. Ancak, işçi sınıfının savaşa karşı nihai tepkisinin, enternasyonalistlerin genel sloganlarını, kapitalist dünya düzenini yıkmayı amaçlayan bir eylem kılavuzuna dönüştürdüğü gerçeğinden de ilham alabiliriz.

Tartışmanın, görüş birliğinin daha az olduğu ikinci bir kilit unsuru, mevcut savaşın ciddiyetini anlama ihtiyacıydı. Ki bu savaş, Covid pandemisiyle birlikte, çürüme çağındaki kapitalizmin, insanlığın hayatta kalmasına karşı büyüyen bir tehdit olduğuna dair daha fazla kanıt sağlamıştır. Ukrayna'daki savaş, insanlığı üçüncü kez (ve kuşkusuz ki son olacak) bir dünya savaşına götürecek yeni emperyalist blokların oluşumuna zemin hazırlamasa bile, yine de, doğanın yıkımı ve ıstırap içindeki bir sistemin diğer tezahürleriyle birleştiğinde, sonunda bir dünya savaşı ile aynı sonucu verecek olan askeri barbarlığın yoğunlaşmasını ve genişlemesini ifade etmektedir. Bizim görüşümüze göre, mevcut savaş, kapitalizmin çürümesinin hızlanmasında önemli bir adıma işaret etmektedir; ki bu proletaryanın, sermayeye karşı bilinçli bir mücadele için kuvvetini toplayamadan ezilmesi tehdidini içeren bir süreçtir.

Tutarlı bir analiz ihtiyacı

İstikrarlı askeri blokların yeniden oluşturulduğunu gördüğümüzü belirten argümanı reddetme nedenlerimizi burada detaylandırmayacağız. Ama basitçe şunu söyleyebiliriz ki, emperyalist karşıtlıkların "iki kutuplaşmasına" yönelik gerçek eğilimlere rağmen, her emperyalist gücün kendi özel çıkarlarını savunma ve belirli bir dünya gücüne tabi olmaya direnme yönündeki karşıt eğilimin daha ağır bastığını düşünüyoruz. Ancak bu ikinci eğilim, egemen sınıfın giderek artan kontrol kaybıyla ve kaosa doğru giderek daha akıl dışı ve öngörülemeyen bir sürüklenmeyle eş anlamlıdır. Bu, birçok yönden, dünyanın rakip emperyalist bloklar tarafından "yönetildiği", yani sözde "Soğuk Savaş" olarak adlandırılan durumdan daha tehlikeli bir duruma yol açmaktadır.

Toplantıya katılan bazı yoldaşlar bu analiz hakkında sorular yönelttiler. Bazıları, örneğin İngilizce toplantılarda Communist Workers Organization (CWO) üyeleri, sistemin çürümesi kavramımıza açıkça karşıydılar. Ancak, tutarlı bir enternasyonalist konumun merkezi bir bileşeninin, durumun tutarlı bir analizini geliştirme kapasitesi olduğu konusunda şüpheye pek yer yoktur, bu kapasite olmadığı takdirde anlık olayların hızı ve öngörülemezliği nedeniyle yoldan sapma tehlikesi vardır. Ve Fransa'daki toplantılardan birinde, Cahiers du Marxisme Vivant'tan yoldaşların kendi savaş yorumlamalarının aksine, basit ekonomik açıklamaların, kısa vadede kâr arayışının, emperyalist çatışmanın gerçek kökenini ve dinamiğini açıklayabileceğini düşünmüyoruz çünkü ekonomik güdülere, askeri ve stratejik gereklilikler tarafından giderek daha fazla yön verildiği bir tarihsel bir çağdayız. Savaşın yıkıcı maliyetleri, bunun doğruluğuna ek kanıt olacaktır.

Dünya işçi sınıfının durumunun ve sınıf mücadelesine ilişkin perspektiflerin berrak bir analizini yapmak da, emperyalist çatışmanın kaynağının ve yönünün kavranması kadar önemlidir. Savaş kampanyasının, zaten derin bir özgüven ve özfarkındalık kaybı yaşayan bir işçi sınıfının bilincine ciddi darbeler indirdiği konusunda genel bir görüş birliği olsa da, toplantıdaki bazı katılımcılar, işçi sınıfının artık savaşın önünde bir engel olmadığı görüşüne meyilliydiler. Bizim yanıtımız, işçi sınıfına homojen bir kitle gibi muamele edilemeyeceği oldu. "Ulusun savunulması" için yapılan seferberlikle fiilen boğulmuş olan Ukrayna'daki işçi sınıfının, gerçek bir yenilgiye uğradığı açıktır. Ancak, herhangi bir muhalefetin acımasızca bastırılmasına rağmen savaşa karşı açıkça yaygın bir muhalefetin olduğu Rusya'da ve moral bozukluğu ve hatta isyan belirtilerinin olduğu Rus ordusunda durum farklıdır. Ama en önemlisi, merkezi batı ülkelerdeki proletaryanın ne ekonomik ne de askeri düzeyde kendini feda etmesine bel bağlanamaz, ki bu ülkelerin egemen sınıfı uzun zamandır, askeri maceraları için profesyonel askerlerden başka hiçbir şey kullanamamıştır. 1980’de Polonya'daki kitle grevlerinin ardından EKA, Lenin'in, dünya kapitalizmi zincirinde kırılmanın "en zayıf halkasında", yani az gelişmiş ülkelerde, 1917 Rusya’sını örnek alarak gerçekleşeceği teorisine yönelik eleştirisini geliştirdi. Bunun yerine, Batı Avrupa'nın siyasi olarak daha gelişmiş işçi sınıfının, sınıf mücadelesinin genelleşmesinin anahtarı olacağı konusunda ısrar ettik. Gelecekteki bir makalede, dünya proletaryasının bileşiminde daha sonra meydana gelen değişikliklere rağmen, bu görüşün neden bugün hâlâ geçerli olduğunu düşündüğümüzü açıklayacağız [2].

Ne yapmalı?

Katılımcılar, devrimcilerin bu savaş karşısındaki özel sorumlulukları hakkında haklı bir kaygıyı paylaştılar. Fransızca ve İspanyolca toplantılarda bu konu tartışmanın ana odağıydı, ama bizim görüşümüze göre bazı yoldaşlar, enternasyonalist sloganlarımızın olayların gidişatı üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olma olasılığını abartarak aktivist bir yaklaşıma saptılar. Üniformalı proleterler arasındaki kardeşlik çağrısı örneğini ele alalım: Bu genel bir perspektif olarak tamamen geçerli olsa da, 1917-18'de Rusya ve Almanya'daki fabrikalarda ve sokaklarda gördüğümüz gibi daha genel bir sınıf hareketi gelişmeksizin, bu savaşın her iki tarafındaki savaşçıların birbirlerini sınıf yoldaşları olarak görme şansları çok azdır. Ve elbette, gerçek enternasyonalistler bugün o kadar küçük bir azınlık ki, genel sınıf mücadelesinin gidişatı üzerinde doğrudan bir etki yaratmayı bekleyemezler.

Ama yine de bu, devrimcilerin, kimsenin dikkate almadığı bir ses olmaya mahkum oldukları anlamına gelmiyor. 1914'te Lenin ve Luxemburg gibi, kendi sınıf kitlelerinden izole oldukları zaman bile enternasyonalizm bayrağını dikmenin, eski işçi örgütlerinin ihaneti karşısında ilkeler uğruna savaşmaya devam etmenin ve egemen sınıfın mazeretleri karşısında savaşın gerçek nedenlerinin derin bir analizini geliştirmenin gerekliliğini anlayan figürlerden ilham almalıyız. Aynı şekilde, farklı analiz ve bakış açılarına sahip olmalarına rağmen, enternasyonalistlerin bir araya gelme ve savaşa karşı ortak bir manifesto yayınlama kararlılığını dile getiren Zimmerwald ve diğer konferansların izinden gitmeliyiz. Bu anlamda, diğer devrimci örgütlerin bu toplantılara katılımını, tartışmaya katkılarını ve savaşa karşı komünist solun ortak bildirisi için sunduğumuz teklifimizi değerlendirmeye istekli olmalarını memnuniyetle karşılıyoruz[3]. CWO/ICT'nin teklifimizi reddetme kararına ancak üzülebiliriz, bu da gelecekteki bir makalede geri dönmek zorunda kalacağımız başka bir sorundur.

Bir diğer önemli konu da, yoldaşların kendi bölgelerinde veya ülkelerinde neler yapılabileceğine ilişkin sorularına yanıt olarak EKA’nın, uluslararası temasların ve faaliyetlerin kurulması ve geliştirilmesinin, yerel ve ulusal özgünlüklerin daha küresel bir analiz çerçevesine entegre edilmesinin önceliğini vurgulamasıydı. Uluslararası ölçekte çalışmak, devrimcilere izolasyona ve bundan kaynaklanabilecek moral bozukluğuna karşı mücadele etmek için bir araç sağlar.

Büyük bir emperyalist savaş, devrimci faaliyetlerin yalnızca devrimci siyasal örgütlerle ilişkili olduğunda anlamlı olduğu gerçeğini ancak vurgulayabilir. Devrimci örgütün yapısı ve işleyişi üzerine raporumuzda yazdığımız gibi, "İşçi sınıfı devrimci militanları değil, devrimci örgütleri doğurur: militanlar ile sınıf arasında doğrudan bir ilişki yoktur"[4]. Bu, komünist solun örgütlerinin, bireysel yoldaşların kendilerini etrafında konumlandırabilecekleri militan bir referans noktası, bir çerçeve sağlama sorumluluğunu vurgular. Örgütler ise ancak bu yoldaşlardan aldıkları katkı ve aktif destekle güçlendirilebilir.

 

Amos

 

[1] Okurların katkılarına buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.

[2] https://en.internationalism.org/ir/1982/31/critique-of-the-weak-link-theory

[3] https://tr.internationalism.org/content/532/ukraynadaki-savas-hakkinda-enternasyonal-komunist-sol-gruplarinin-ortak-aciklamasi

[4] https://en.internationalism.org/specialtexts/IR033_functioning.htm

Rubric: 

MADRİD NATO ZİRVESİ BİR EMPERYALİST SAVAŞ ZİRVESİDİR

"Avrupa militaristleşiyor ve Soğuk Savaş'tan bu yana yaşanan en büyük askeri birlik hareketliliği gerçekleşiyor", "Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşı barışı yok etti ve güvenlik ortamımızı ciddi şekilde değiştirdi", Madrid zirvesinden yankılanan tehditkar başlıklar işte bunlar. Rusya'yla birlikte Çin'de açıkça "demokrasinin düşmanı" ilan edildi. Madrid Zirvesi açık bir savaş kışkırtıcılığı tatbikatıdır. Zirveden çıkan sözler burada alınan kararlarla desteklenmiştir. Silahlanmaya 200 milyar Euro harcanması, Baltık'tan Karadeniz'e kadar uzanan bir yay boyunca Doğu Avrupa ülkelerine 300.000 asker konuşlandırılması bu kararlar arasındadır. NATO Çin'i tehdit etmekte, Putin'e meydan okumakta. Bu zirve bir emperyalist savaş zirvesidir.

 

ABD emperyalizminin aracı: NATO

 

1949 yılında, ABD ile Rus bloğu arasındaki emperyalist çatışma bağlamında, ABD düşman bloğa karşı kilit bir araç olarak NATO'yu (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurdu. NATO, ABD'nin müttefik orduları, gizli servisleri, istihbarat ağları ve silahlarını giderek Amerikan cihazlarına, patentlerine, malzemelerine ve protokollerine bağımlı hale getirerek kontrol etmesini sağlayan askeri ve siyasi bir ittifaktı. İttifak, müttefik bir ülkedeki herhangi bir askeri üssü NATO'nun, yani ABD'nin kullanımına açmaktadır.

 

1989'da Rusya bloğunun çöküşüyle birlikte, eskiden ABD vesayeti altında olan ülkeler bu kontrolden kurtulmaya çalıştı. Amerikan bloğu dağıldı ve bugün emperyalist bloklar artık yok. Ancak bu durum, dönemin ABD Başkanı Baba Bush'un vaat ettiği gibi barış, demokrasi ve refahın hakim olduğu "yeni bir dünya düzeni" getirmedi. Aksine, son 30 yılda gördüğümüz şey, diğer birçok yıkımın yanı sıra tarihteki en büyük mülteci göçüne yol açan, giderek kaotik ve kanlı savaşların (Irak, Afganistan, eski Yugoslavya, Suriye, Libya, Yemen vb.) çoğalması oldu. Bu çatışmalardan kaçan mülteci sayısı 2017'de 26 milyon, 2020'de 86 milyon; Mayıs 2022'de ise 100 milyon sınırını aştı[1].

 

Ukrayna'daki savaş ve halihazirda dünya çapında sürmekte olan 52 çatışma, bütün dünyayı kan gölüne çevirmiş durumda. 1990'da yayınladığımız Militarizm ve Çürüme[2] metninde de ortaya koyduğumuz gibi, "Körfez'deki savaşın da gösterdiği gibi içerisine girdiğimiz yeni tarihsel dönemde dünya, 'her koyun kendi bacağından asılır' eğiliminin sonuna kadar işleyeceği ve devletler arasındaki ittifakların emperyalist bloklara karakterini vermiş olan istikrardan uzak olacağı, ancak anlık acil ihtiyaçların hakim olacağı geniş bir serbest paylaşım alanı olarak görünmektedir. Bu durumda, Amerikan jandarmasının asgari bir düzen sağlamaya çalışmak için daha büyük ve acımasız askeri güç kullanacağı kanlı bir kaos dünyası olacaktır."[3].

 

ABD NATO'yu feshetmedi, bunun yerine NATO'yu eski müttefiklerini kontrol etmenin bir aracı olarak kullanmaya devam etti. Örneğin Almanya'da 20 ABD askeri üssü bulunmaktadır ve Alman ordusu NATO donanım ve yazılımına sıkı sıkıya bağlıdır.

 

Şubat 1990'da dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Rusya Devlet Başkanı Gorbaçov'a "ABD NATO çerçevesinde Almanya'daki varlığını sürdürse dahi, NATO'nun mevcut askeri yetki alanının bir santiminin bile doğuya doğru genişletilmeyeceği" sözünü vermişti.[4]

 

Kapitalistler arasında ve hatta devletler arasında, en kutsal anlaşmalar birkaç dakika içinde paçavraya dönüşür. Amerika Birleşik Devletleri verdiği sözün tam tersini yaptı. 1990'ların ortalarından itibaren NATO'yu eski Rus yörüngesindeki ülkelere doğru genişletti: Polonya, Baltık devletleri, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Macaristan vs.

 

Bu genişlemede her iki tarafın da karşılıklı çıkarı vardı. ABD, eski Rus uydularını bünyesine katarak Almanya ve Rusya'nın arasını açıyor, her ikisini de siyasi ve askeri baskı altında tutuyordu. Eski Sovyet ülkeleri ise, iki büyük komşularının emperyalist hırslarına karşı kendilerini savunmak ve NATO şemsiyesinin koruması altında kendi emperyalist iştahlarını tatmin etmek için güçlü bir destekçi kazanmış oldular.

 

NATO ve Ukrayna'daki Savaş

 

Bu "doğuya doğru genişleme" stratejisi, Putin'in demir yumruğu altında 1989'daki büyük çöküşün etkisinden bir ölçüde kurtulan ve emperyalist satranç tahtasında küresel bir rol oynamaya çalışan, Suriye'deki savaşa ve Afrika'daki çeşitli savaşlara dahil olan, Venezuela, İran, Nikaragua vb. ile ittifaklar kuran Rusya'nın çıkarlarıyla çatışmıştır.

 

Rusyan'nın bu geçmişin emperyalist gücünü yeniden kurma politikası, ABD'nin batıdan dayattığı demir perdeyle karşı karşıya geldi. Özellikle Ukrayna ve Gürcistan'ı NATO'ya dahil etme girişimleri Rusya'nın tahammül edemeyeceği bir kırmızı çizgi olmuştur. Bunlara karşı Rusya vahşi "özel askeri operasyonları" ile karşılık vermiştir.

 

2008 yılında Rusya, önce Gürcistan'ı savaşa sokup, ardından da Gürcistan içerisinde gerçekte Rus uydusu olan iki sözde "bağımsız" cumhuriyet, Güney Osetya ve Abhazya'yı tanımayı dayatarak Gürcistan'ı bir tuzağa çekmiş oldu.

 

2014 yılında Rusya, Kırım'ı işgal ederek ve Donbass'ta Rus hegemonyası altında askeri taşeron olarak hareket eden iki 'halk' cumhuriyeti ilan ederek, Ukrayna'ya karşı da benzeri operasyonu tekrarladı.

 

Ukrayna'da şu anki mevcut barbarca savaşın kökleri Rusya ve ABD arasındaki bu emperyalist mücadeleye dayanmaktadır, ancak açıkladığımız gibi ABD'de Kremlin'e bir tuzak kurmuştur: savaşın başlamasına kadar geçen süre boyunca ABD, aylarca bir yandan Ukrayna'da işgalin eli kulağında olduğunu söylemiş diğer yandan da işgal durumunda müdahale etmeyeceğini ilan etmiştir. Bu, ABD'nin 1990'da Saddam'ın Kuveyt'i işgal etmesine yeşil ışık yaktığını ima ederek Irak'a kurduğu tuzağın bir tekrarıydı. Putin bu yemi yuttu ve Ukrayna'ya saldırdı.

 

ABD Ukrayna'daki savaşı NATO'daki eski müttefikleri üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak için faydalandı. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere bu müttefikler, kendi emperyalist emellerinin peşinden gitmelerini engelleyen bu can sıkıcı ittifaktan kurtulmak istiyorlar. Macron yakın zamanda NATO'yu "beyin ölümü gerçekleşmiş" bir ittifak olarak tanımlamıştı. En azından bir süreliğine sözlerini yutmak zorunda kaldı. ABD NATO'nun gücünü yeniden tesis etti ve Biden Madrid'de şöyle dedi: "Vladimir Putin Avrupa'nın Finlandiya'laşmasını istiyordu. Elde edeceği şey Avrupa'nın NATO'laşmasıdır".

 

Madrid zirvesinde ABD, "Avrupalı müttefiklerini" kendisine daha sıkı bağlamak için, sankı Ukrayna'nın savunulması meselesi, Rus Golyat'ı tarafından ezilen Davut'u savunmakmış gibi, "Ukrayna'ya destek" konusunu sonuna kadar sömürdü Zelensky, yeni bir online konferansta, "toprak karşılığında barışı" takası üzerinde anlaşabilmek bahanesini öne sürerek "Rusya'yı aşağılamamak" yönünde bir tavır takındığı için Almanya ve Fransa'ya bir kez daha sitem etti. NATO zirvesi, ABD'nin Rusya'yı şu anda Donbass'ta muazzam bir insani ve maddi maliyetle durmuş halde olan, uzun bir savaşın kanlı bataklığına sürükleme politikası güttüğünü gösteriyor: Zelensky'ye göre her gün 60 ila 100 Ukraynalı asker ölürken, Rusya her gün 150 askerini kaybediyor, bu arada sivil ölülerden ise hiç bahsetmiyor. Bu savaşın en ciddi sonuçlarından biri de Afrika ve Asya ülkelerine buğday sevkiyatını felce uğratması ve BM'ye göre 197 milyon insanı etkileyen kıtlıklara yol açmasıdır.

 

Zirvenin hedeflerinden biri de Karadeniz'den Baltık'a kadar uzanan "Rus Ayısı" ile sınır aksında konuşlandırılmış NATO birliklerinin 40.000'den 300.000'e çıkarılmasıdır! Buna göre ABD 100.000 asker konuşlandıracak, Almanya 20.000 asker konuşlandırma sözü verdi, Fransa ise Romanya'ya 1.000 asker yerleştirdi. Aynı şekilde NATO Polonya'da devasa bir askeri üs açıyor, ABD İspanya'ya iki destroyer gönderiyor ve Rota üssünde bir füze savunma kalkanı kuruyor.

 

Madrid zirvesini önceki NATO zirveleriyle karşılaştırdığımızda, savaş çığırtkanlığında açık bir tırmanış görüyoruz: "Müttefiklerin bu yeni duruma yanıtı, doğu kanatlarında daha fazla asker, daha fazla silah, daha fazla mühimmat seferber etmek ve Moskova'ya karşı kaslarını esnetmek olacaktır". İkiyüzlü barış dili tavan arasına kaldırılırken bunun yerini savaş sloganları almış durumda. Tarihsel olarak "tarafsızlık" görüntüsü takınan Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımı, savaş ateşini daha da körükleyerek tüm bu atmosferi daha da derinleştiriyor. Hem açık hem de gizli tüm bu adımların savaş kışkırtıcısı bir çatışma dinamiğinin parçası olduğu ve yeni savaşların tohumları olan yeni emperyalist gerilimlere zemin hazırladığı şüphesizdir.

 

Doğu Avrupa'daki güçlü militarizasyon ivmesini arkasına alan Polonya ve Baltık devletleri sürekli olarak daha fazla silah, daha fazla asker talebinde bulunmakta ve kendi hırslarını küstahça sergilemektedirler. "Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki Pazartesi günü ülke genelinde yüzlerce halka açık atış poligonu inşa edileceğini ve ulusal savunmada 'toplumu eğitmek' için ateşli silahlara erişim konusunda yeni bir yasa çıkarılacağını duyurdu. Morawiecki 'eğer Rusya Polonya'ya saldırmayı düşünürse, bilsin ki 40 milyon Polonyalı ellerinde silahlarla Polonya'yı savunmaya hazırdır"[5] dedi.

 

Zirve'de ele alınan konulardan bir diğeri de silahların, savunma sistemlerinin, siber savaş araçlarının vb. "teknolojik modernizasyonu" oldu. Bu, üye devletler tarafından karşılanacak ve her şeyden önce ABD'ye teknolojik bağımlılığı arttıracak büyük yatırımları içermektedir.

 

Bu bağlamda, NATO'nun "Stratejik Konseptinin" yenilenmesi, Madrid'de dayatılan ve sembolik olarak 10,000'den fazla üniformalı subayın şehri işgaline dönüşen savaş kışkırtıcısı atmosferi daha da güçlendirmektedir. NATO tarihinde ilk kez doğrudan Çin hedef gösterilmektedir: Stratejik Konsept "transatlantik güvenlikte 'demokratik çıkarlara, değerlere ve yaşam tarzına meydan okuyan otoriter aktörlerin' eylemlerinin damgasını vurduğu yeni bir dönemi müjdelemekte" ve Çin'in "uzay, siber ve denizcilik alanları da dahil olmak üzere kurallara dayalı uluslararası düzeni yıkmaya çalıştığı" sonucuna varmaktadır. Çin'in Pasifik'teki rakipleri olan Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore Madrid'e davet edilerek sözden eyleme geçilmiştir. Bundan daha açık bir mesaj verilemezdi.

 

ABD'nin emperyalist dünya liderliğine yönelik başlıca tehdit Çin'den gelmektedir. Bu Asya devi, ABD egemenliğine meydan okumak için ekonomik-emperyalist bir strateji olan İpek Yolu'nu[6] uygulamaya koymuştur. ABD'nin Rusya'ya kurduğu tuzak da en nihayetinde Çin'i hedef almaktadır. Ukrayna'da uzun ve yıpratıcı bir savaşın içinde çekilen Rusya, Çin için bir dayanaktan çok bir yük haline gelmiştir. Çin, Rus müttefikini destekleme konusunda çok isteksiz davranmaktadır. Öte yandan Ukrayna savaşı Çin'in İpek Yolu'nu hem ekonomik hem de askeri açıdan istikrarsızlaştırıyor.

 

NATO'nun Stratejik Konseptinde Çin'in kara listeye alınması, dünyadaki savaşçı gerilimin tırmanmasında bir başka adımdır. Bu stratejik hamleyle ABD "Çin'i çevreleme" politikasını geliştirmektedir: ABD bir yandan Pasifik'te Çin'in rakipleriyle (Avustralya, Japonya, Güney Kore, Filipinler, Vietnam) ittifak kurarken; diğer yandan Çin'in müttefiki Rusya'yı ciddi şekilde zayıflatmaktadır; son olarak İpek Yolu'nu genişletme planları Ukrayna'daki savaşla istikrarsızlaştırılmaktadır.

 

Ancak emperyalist tırmanışta aynı derecede önemli olan, NATO'nun "Stratejik Konseptine" "güney kanadının", yani Afrika'nın da dahil edilmesidir. Burada İspanya, kendi çıkarlarını etkilediği için özellikle agresif bir tavır takınıyor (Sahra, Fas, Ceuta ve Melilla bölgelerinin savunulması, göç dalgalarına karşı koruma vb.). Ancak nihai hedef Rusya ve Çin'in Afrika'daki yayılmasını engellemektir. Rusya çeşitli Afrika çatışmalarında Wagner paralı askerlerini kullanırken, Çin askeri ve ticari anlaşmalar ağı örmektedir (örneğin Çin, Cibuti'de bir askeri üs kurmuştur).

 

Savaşın Kökeninde Kapitalizm Var

 

Zirve, şu anda dünyayı saran savaş çığırtkanlığına ivme kazandırıyor. Bu çatışmada ABD'nin öncü rolü ve siyasi-askeri kolu NATO'nun gücü pekişiyor.

 

Ancak bu başarı geçicidir. Rusya bloğunun çöküşünden bu yana, ABD'nin kendi "dünya düzenini" empoze etme kabiliyetinin zayıfladığını daha önce açıklamıştık. Ulus devletlerin hiçbir blok disiplinine uymadan kendi yoluna gittiği, giderek yıkıcı hale gelen yerel çatışmaların çoğaldığı, bütün devletlerin emperyalist hırslarının olağanca yıkıcılığıyla açığa çıktığı bir dünyada, Amerikan jandarmasının kaosu durdurmak için sahip olduğu tek araç militarizm, savaş ve silahlanmanın yaygınlaştırılmasıdır. Ancak bu güç gösterileri kaosu durdurmuyor, sadece daha da şiddetlendiriyor. "ABD askeri üstünlüğüyle övündüğü anda tüm rakipleri sinebilir, ancak bu geri çekilme taktiksel ve anlıktır. ABD kimin en güçlü olduğunu acımasızca hatırlatarak emperyalist egemenliğini ortaya koymaya çalıştıkça, Amerikan düzenini sorgulayanlar buna karşı çıkmakta daha kararlı hale gelecektir, çünkü bunlar için emperyalist düzendeki yerlerini koruyabilmeleri bir ölüm kalım meselesidir."[7]

 

Bu analiz, sermayenin en sol savunucuları ve hatta Podemos'a bağlı bakanların kurduğu tuzağı bozmak için hayati önem taşımaktadır; bu gruplar savaş geriliminden NATO'yu sorumlu tutmakta ve hatta kendilerine "tarafsız" bir duruş sergileme hak görmektedir: bunlar 'ne Putin ne de NATO' sloganı etrafında toplanıyorlar.

 

NATO emperyalist çatışmanın bir aracıdır, ancak ne savaşların ne de bu çatışmanın nedenidir. NATO'nun güçlendirilmesi ve militarist kibiri, Atlantikçi liderlerin kendilerinin bile giderek daha az inandığı vaatler barış ve demokrasi getirmeyecek olsa da, dünyayı kana bulayan barbarca savaşın tek nedeni de NATO değildir. İster NATO yanlısı ister NATO karşıtı olsun, tüm devletler savaşın öznesidir ve hepsi gezegenin kaotik bir çatışma sarmalına sürüklenmesinde pay sahibidir.

 

"NATO'ya hayır, üsler dışarı" diyen sol gruplar, savaşa ve emperyalizme hizmet etmektedirler. Bunlar NATO'nun "çok ulusluluğunu" reddederken, ulusal savunma adına savaşmamızı istiyorlar. Fransa'da Melenchon, bir yandan NATO'ya karşı çıkarken, diğer yandan da Fransa'nın "barışı koruma gücü olarak tepeden tırnağa silahlanmasını" savunuyor. Hatta bu ultra-militarist tasarımda, zorunlu askerlik hizmetinin geri getirilmesini önerecek kadar ileri gidiyor!

 

Proletarya, ister "NATO içinde" ister "NATO dışında" olsun, savaşı ve militarizmi reddetmelidir. "NATO'ya karşı çıkan" bu aşırı solcu savaş çığırtkanları sınıfa Milli Savunma zehrini enjekte etmektedir. İspanya'yı savunmak için öldürmemizi ve katletmemizi, "Ukrayna'ya silah gönderebilmek için" enflasyonu, işten çıkarmaları, yaşam koşullarımıza vurulan darbeleri kabul etmemizi istiyorlar. "NATO'nun Silahsızlandırılması" çağrısında bulunan Troçkist bir grup, "Avrupalı işçilerin, 1930'larda İspanya İç Savaşında olduğu gibi, mühimmat ve uluslararası işçi milisleri göndererek en geniş enternasyonalist dayanışmayı göstermeleri gerektiğini"[8] önermektedir. Bu tür "NATO karşıtı" argümanlarla sermayenin bu hizmetkarları tam da ABD ve NATO'nun istediğini önermektedir: işçilerin Ukrayna'daki emperyalist katliama katılması, ekonomik cephede kendimizi feda etmemiz ve cepheye sürülmemiz.

 

Opero ve Smolny 30-06-22

 

8. İşçi Demokrasisi isimli bu grubun sloganı: 'NATO ile ve onun jandarması Putin'in Ukrayna'yı bölmesine hayır!'

Tags: 

Rubric: 

Ukrayna'daki savaş

Rusya Deneyimi: Özel Mülkiyet ve Kolektif Mülkiyet

EKA'nın Önsözü

Aşağıda yeniden yayınladığımız yazı ilk olarak Gauche Communiste de France - GCF'nin yayın organı Intermationalisme'nin, Mayıs 1946'da yayınlanan 10. sayısında basılmıştır. Internationalisme kendisini İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Enternasyonal Komünist Sol tarafından yayınlanan Bilan ve Octobre dergilerinin ardılı olarak görüyordu. GCF'nin kökenleri bu eğilimden geliyordu ve örgüt bu eğilimin genel yönelimini sürdürmekteydi. Ama Internationalisme sadece Bilan'ın bir ardılı değildi, onun ötesine de geçmişti.

1930'ların başında Rusya sorunu, proleter politik çevrenin tartışma ve önceliklerinin merkezindeydi. Bu tartışmalar savaş ve savaş sonrasında giderek daha da yoğun bir hal aldı. Geniş bir çerçevede bu tartışmalarda dört farklı çözümleme öne çıkmıştı:

1) Ekim 1917 devriminde ve Bolşevik Partisin'de proleter bir niteliği olduğunu kabul etmeyenler ve Rus devrimini sadece bir burjuva devrimi olarak görenler. Bu analizin başlıca savunucuları konseyci hareket ve özellikle Pannekoek ve Hollanda Solu'ydu.

2) Karşıt kutupta ise, Stalinizmin bütün karşı-devrimci politikalarına rağmen Rusya'nın hala Ekim proleter devriminin temel kazanımlarını koruduğunu savunan Troçki'nin Sol Muhalefeti bulunuyordu. Sol Muhalefete göre bu korunan kazanımlar Rusya'da burjuvazinin mülksüzleştirilmiş olması, devletleştirilmiş ve planlanmış bir ekonominin varlığı ve dış ticaret tekelinin sürmesiydi. Sonuç olarak Rusya'daki rejim yozlaşmış bir işçi devleti olarak tanımlanıyor ve bu devletin diğer güçlerle girdiği silahlı çatışmalarda her zaman savunulması gerektiği söyleniyordu. Sol Muhalefet'e göre Rus ve dünya proletaryasının görevi Rusya'yı koşulsuz olarak savunmaktı.

3) Rusya'yı savunmaya karşı çıkan üçüncü bir tavır ise, Rusya'da rejimin ve devletin "ne kapitalist ne de işçi sınıfı" devleti olmadığı, esasında "bürokratik kolektivist bir rejim" olduğu çözümlemesine dayanıyordu. Bu, Marxist teoriyi tamamlayan bir çözümleme olarak sunuluyordu: buna göre kapitalist barbarlık ya da sosyalist bir toplum için proleter devrim arasında üçüncü bir yol, Marxizmin öngöremediği yeni bir toplum tipi, "bürokratik anti-kapitalist toplum" [1] bulunuyordu. Bu üçüncü eğilimin mucitleri savaştan önce ve savaş sırasında Troçkizmin  saflarında bulunmuştu ve 1948'te bunların bir kısmı Troçkizmden koparak Chaulieu (Castoriadis) liderliğinde Socialisme ou Barbarie (Sosyalizm ya da Barbarlık) grubunu doğurmuştu. [2]

4) Enternasyonal Komünist Sol'un İtalyan Fraksiyonu, Marxizme bir "yenilik" getirdiği, bir tür "düzeltme" yaptığı iddiasındaki sapkın bir "üçüncü alternatif" teorisine karşı enerjik biçimde mücadele etti. Ama Fraksiyon, çöküş içindeki kapitalizmin gerçek evriminin yetkin bir analizini geliştirmemiş olduğu için, hala sağlam olduğunu düşündüğü "kapitalizm = özel mülkiyet" + "özel mülkiyetin sınırlandırılması = sosyalizme yönünde ilerleme" formülasyonuna bağlı kaldı. Rusya rejimine uygulandığında bu formülasyon şu tavrı doğurmuştu: Rusya, karşı-devrimci bir politik çizgi izleyen yozlaşmış bir işçi devletiydi ve savaş durumunda Rusya savunulamazdı.

Kapıyı her tür tehlikeli kafa karışıklığına açan bu melez ve çelişkili formülasyon, savaş arifesinde İtalyan Fraksiyonu içerisinde eleştirileri üzerine çekmişti ama bu çelişkiler daha acil bir sorun yüzünden kısmen geri planda kaldı. Bu acil sorun Fraksiyon liderliğini oluşturan Vercesi eğiliminin genel emperyalist savaş yönündeki gidişatı inkar etmesiydi.

Savaş sırasında, İtalyan Fraksiyonu 1940'da güney Fransa'da yeniden kurulduktan sonra, Stalinist Rusya'nın sınıf doğası tartışması tekrar canlandı. Savaş yüzünden proletaryanın toplumsal olarak ortadan kalktığı gibi bir teori benimseyen Vercesi eğilimi, herhangi bir devrimci örgütün varlığının bu dönemde mümkün olmadığı savunduğu için yeniden kurulan Fraksiyona dahil olmadı. Rusya üzerine tartışma, Fraksiyon'un savaş öncesinde savunduğu yozlaşmış işçi devleti kavrayışının içerdiği belirsizlik ve safsataların çabucak reddine götürdü. Bunun yerine Stalinist devlet, devlet kapitalizminin bir ürünü olarak tanımlandı. [3]

Fakat 1945'ten sonra, özellike  GCF, yayın organı Internationalisme'de Rusya'daki devlet kapitalizmi kavramsallaştırmasını derinleştirip geliştirdi, bu kavrayışı kapitalizmin çöküş dönemindeki genel eğilimlerine bağlayarak çözümledi.

Burada yeniden yayınladığımız makale Internationalism'de devlet kapitalizmi sorunu üzerinde duran çok sayıda metinden sadece biridir. Makale kesinlikle sorunun bütün yönlerine değinmiyor, fakat bunu yeniden yayınlayarak, bariz öneminin yanında, içerisinden geldiğimiz enternasyonal komünist sol hareketin düşünce ve teorisindeki süreklilik ve gelişimi göstermeyi amaçlıyoruz.

Internationalisme, Rusya'daki Stalinist devletin devlet kapitalizmi yönündeki genel, tarihsel eğilimin bir parçası olduğunu göstererek, bu devletin karakterine dair "gizeme" kesin bir son vermiştir. Ayrıca Rusya devlet kapitalizminin özgünlüklerinin kökeninde, muhaliflerimiz EFICC'in (External Fraction of the ICC, 1980'lerde EKA'dan kopan, bugün Internationalist Perspective adlı yayını yayınlayan ve büyük ölçüde komünalizme kaymış olan bir grup) aptalca iddia ettiği gibi "sermayenin biçimsel egemenliğinden gerçek egemenliğine geçişin" değil, Stalinist karşı-devrimin, eski burjuva sınıfı yok etmiş olan Ekim devrimine karşı zaferinin yattığını göstermiştir.

Ama Internationalisme'nin devlet kapitalizmi çözümlemesini daha ileriye taşıyacak, özellikle de bu eğilimin nesnel sınırları sorunun açıklayacak zamanı olmadı. Her ne kadar, "devlet kapitalizmi yönündeki ekonomik eğilim, kapitalist toplum içerisinde tam bir sosyalizasyon ve kolektivizasyon biçiminde tamamlanamayacak olsa da yine oldukça gerçek bir eğilimdir" (Internationalisme no.9) diye belirtmişse de, bu eğilimin neden tamamlanamayacağının açıklayan bir çözümleme geliştiremedi.  Internationalisme'nin çizdiği çerçevede bu soruna açıklamak bugün artık EKA'nın sorumluluğudur.

Devlet kapitalizminin, çöküş döneminin aşılmaz çelişkilerini çözmek bir yana, esasında dünya kapitalizminin durumunu şiddetlendiren yeni faktörler, yeni çelişkiler ürettiğini göstermemiz gerekiyor. Bu faktörlerden biri, kalabalık bir parazit tabakası yaratılması, ekonomiyi idare etmek ve yönetmekten sorumlu bu devlet görevlilerinin paradoksal biçimde ve artan ölçüde sorumluluktan kaçmaya meyletmesidir.

Stalinist blokun yakın zamanda çökmüş olması, dünyanın her yanında devlet aygında hüküm süren yozlaşma sebepli skandalların artması, deyim yerindeyse bütün bir egemen sınıfın "parazitleştiğini" ispatlıyor. Devlet kapitalizmi rejimi altında artan bir eğilim olarak, bütün yüksek görevliler arasında derinleşen parazitizm ve sorumsuzluk eğilimini araştırma ve ifşa etme çabası kesinlikle bir zorunluluktur.

MC (1990)

Notlar

[1] Bu teoriyi ilk savunanlar arasında, 1932'de Rusya Bilmecesi genel başlığı altında iki döküman yayınlayan ve Group de Bagnolet adıyla bilinen gruptan ayrılan Albert Treint'ten bahsetmek gerekir. Fransa Komünist Partisi'nin eski bir genel sekreteri, 1927'de L’Unite Leniniste sol muhalefet grubunun ve 1928-32 arasında da Redressement Communiste grubunun eski bir lideri olan Albert Treint, Groupe de Bagnolet'tan ayrılan birçoklarına benzer bir evrim izleyerek önce 1935'de Sosyalist Parti'ye ardından da, savaş sırasında Direniş'e katıldı. Treint, 1945'de orduya komutan düzeyinde yeniden entegre edildi ve dahası Almanyayı işgal eden bir müfrezeye komutanlık etti.

[2] Burada Hollanda Solundan konseycilerin ve özellikle de Pannekoek'in üçüncü alternatif analizine genel hatlarıyla katıldığını belirtmek gerekir. Bakınız:  Socialisme ou Barbarie'da yayınlanan Chaulieu ve Pannekoek yazışmaları: https://viewpointmag.com/2013/08/06/further-letters-between-cornelius-ca...

[3] 1945'te İtalya'da Enternasyonalist Komünist Parti'nin ad hoc biçimde kurulması ve Fraksiyon'un aceleci biçimde dağıtılması, Marxizm'in "değişmezliği", "ikili devrim", "ulusal kurtuluş hareketlerine destek", "coğrafi alanlar" arasında ayrım, ABD emperyalizminin "baş düşman" olarak kabul edilmesi gibi teorileriyle Bordiga'nın katılmasıyla birlikte bu yeni parti, çöküş kavramını ve onun politik ifadesi olarak devlet kapitalizmini reddederek, Stalinist rejimin sınıf doğası sorununda bariz bir gerileme yaşadı.

 

RUSYA DENEYİMİ

Internationalisme, no. 10, Gauche Communiste de France, 1946.

            Şunu kesinlikle kabul etmek gerekiyor: [Rusya'daki] ilk proleter devrim deneyimi, hem olumlu kazanımları, hem de daha önemlisi, çıkarılabilecek olumsuz dersleri bakımından bugün bütün modern işçi hareketinin odağındadır. Bu deneyiminin bilançosu çıkarılmadıkça, dersleri gün yüzüne çıkarılıp sindirilmedikçe, işçi sınıfı ve devrimci öncü yerinde saymaya mahkum olacaktır.

            Bugün devrimciler basitçe Rusya'ya dair bir konum almakla yetinemez. Rusya'nın savunulmaması ya da savunulmaması sorunu uzun süredir devrimci öncünün safında bir tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. İmkansızın mümkün olduğunu, yani proletaryanın bugünkü koşullarda mucizevi biçimde oluşabilecek olumlu koşulların bir araya gelmesiyle iktidarı aldığını hayal etsek bile, bu koşullarda tutunamayacaktır. Kısa sürede devrimin kontrolünü kaybedecek ve sonunda da kapitalizme geri itilecektir.

            Rusya'nın bütün dünyanın gözü önünde en kanlı ve aç gözlü emperyalist güçlerden biri olduğunun açığa çıktığı, kendilerini nasıl sunarlarsa sunsunlar Rusya'yı savunanların proletarya içerisinde Rus emperyalist devletinin ajanları olduğunu gösteren, 1939-45 emperyalist savaşı, tıpkı 1914-18 savaşı gibi Sosyalist partilerin kesin olarak ulusal kapitalist devlete eklemlendiğini de göstermiş oldu.

            Bu çalışmada bu sorunu yeniden incelemeyi amaçlamıyoruz. Enternasyonal komünist sol içerisindeki oportünist eğilimin hala "karşı-devrimci bir işleve sahip proleter bir devlet", "dejenere bir işçi devleti" gibi sunmaya çalıştığı Rusya devletinin doğasını da incelemeyeceğiz. Rusya'nın evrimini açıklamadan ya da çözümlemeden, Rusya devletinin, hem bir proleter doğası hem de karşı-devrimci işlevi olduğu gibi iki uyuşmaz önermeyi savunarak Stalinizmi, Rusya kapitalist devletini ve uluslararası sermayeyi savunmaya yol açan bu kurnaz aldatmacayı bir kenara bırakıyoruz. İtalyan Fraksiyonu'nun İçsel Bülteni'nin Haziran 1944'te yayınlanan 6. sayısında bu kavrama karşı geliştirdiğimiz polemik ve incelemeye, bu teorinin savunucuları açıkça cevap vermeye cüret etmemiştir. Belçika komünist solu resmen bu kavramı reddettiğini ilan etmiştir. İtalya'daki Enternasyonalist Komünist Parti (EKP) henüz bir tavır almış gibi görünmüyor. Ve henüz bu uydurma kavrayışın açık, sistemli bir savunusunu EKP çevresinde, bunun açık bir reddini de göremiyoruz. Bu durum da, EKP'nin yayınlarında neden aslında Rusya kapitalist devletine referans verirken "dejenere işçi devleti" kavramını sürekli kullandıklarını açıklıyor.

            Bunun basitçe bir terminoloji sorunu olmadığı, Rusya toplumunun yanlış bir çözümlemesindeki bu ısrarın, teorik netlik yokluğunun ifadesi olduğu, diğer politik ve programatik sorunlarla ilişkilerde de gördüğümüz birşey olduğu açık.

            Çalışmamızın amacı sadece Rusya deneyiminin temel derslerini çıkarmaktır. Ne kadar önemli olsalar da Rusya'da gelişen olayların bir tarihini yazmak niyetinde değiliz. Böyle bir çalışma şu anda bizim kapasitemizi aşmaktadır. Burada sadece Rusya deneyiminin, özel bir tarihsel bağlamın çerçevesini aşan, bütün ülkeler ve gelecek toplumsal devrimin tümü için geçerli olan yönlerini incelemeyi amaçlıyoruz. Bu anlamda çözümü ancak enternasyonal bir tartışma çerçevesinde bütün devrimci grupların çabasıyla bulunabilecek olan temel sorunların incelenmesine katkımızı sunmayı umuyoruz.

Özel Mülkiyet ve Kolektif Mülkiyet

Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kapitalist üretimin, dolayısıyla da kapitalist toplumun temel bir unsuru olduğu şeklindeki Marxist kavrayış, şu formülün de geçerliliğini ima eder gibi görünür: üretim araçlarının özel sahipliği ortadan kalkarsa kapitalist toplum da ortadan kalkar. Bu yüzden Marxist literatürün her yanında üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kalkmasının sosyalizme denk olarak sunulduğunu görürüz. Ama kapitalizmin gelişimi, daha doğrusu, kapitalizmin çöküş dönemindeki gelişimi, az çok belirgin biçimde ama yine de genel bir eğilim olarak, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin sınırlanmasına doğru - yani devletleştirmeye, millileştirmeye doğru - gelişiyor.

            Fakat millileştirme sosyalizm değildir ve burada bunu göstermek için zaman kaybetmeyeceğiz. Bizi burada ilgilendiren eğilimin kendisi ve bunun sınıfsal doğasıdır.

            Eğer üretim araçlarının özel mülkiyetinin kapitalist toplumun esas temeli olduğunu var sayarsak, bu tip bir mülk sahipliğini sınırlandırmaya yönelik bir eğilimin varlığının kabulü bizi şu açıklanamaz çelişkiye götürür: bu durumda kapitalizm kendi kendisini yıkmaya başlamış, kendi varoluşunun temelini oyuyor demektir.

            Kapitalist rejimin içsel çelişkileri üzerine spekülasyonlar ve kelime oyunları bir zaman kaybı olacaktır.

            Örneğin, kapitalizmin ölümcül çelişkilerinden bahsedildiğinde, yani üretimi geliştirmek için kapitalizmin yeni pazarlar fethetmeye ihtiyacı olduğu ama bu yeni pazarları ele geçirirken onları üretim sistemine de eklediği ve böylece de onlarsız yapamayacağı pazarları tüketip, kapitalist üretimin nesnel gelişiminden doğan, kapitalistlerin iradesinden bağımsız ve kapitalizm için çözülemez bir sorundan bahsedilmiş olur. Kapitalizmin içsel çelişkilerinin sonucu olarak kendi yıkımını üreten emperyalist savaşlar ve savaş ekonomisi de böyledir.

            Aynı durum kapitalizmin evriminin bütün nesnel koşulları için geçerlidir.

            Ama durum üretim araçlarının özel mülkiyeti söz konusu olduğunda farklıdır: özel mülkiyet söz konusu olduğunda, kapitalizmi kasıtlı ve bilinçli olarak bizzat kendi doğasını ve özünü değiştiren bir yapıya geçmeye zorlayan güçlerin ne olduğunu tespit etmek birden imkansızlaşır.

            Diğer bir deyişle, üretim araçlarının özel mülkiyetinin kapitalizmin doğasına has olduğunu iddia etmek aynı zamanda kapitalizmin özel mülkiyet olmadan var olamayacağını savunmakla aynı şeydir. Bu minvalde, özel mülkiyetin sınırlanması yönündeki tarihsel evrimin kapitalizmin sınırlanması olduğunu söylendiğinde, kapitalizme zıt yönde bir değişimden, anti-kapitalist bir yönelimden söz edilmiş olur. Burada sorun bu sınırlamanın ölçeği sorunu değildir. Niceliksel hesaplarda kaybolmak veya özel mülkiyetin sınırlanan ölçeğinin önemsizliğini göstermeye çalışmak sadece sorundan kaçınmak olur. Her durumda bu yanlış bir önermedir: bunu göstermek için sadece bütün üretim araçlarında özel mülkiyetin sınırlandırıldığı totaliter ülkelere ve Rusya'ya bakmak yeterlidir.

            Eğer özel mülkiyetin tasfiyesi yönünde bir eğilim, gerçekten de anti-kapitalist bir eğilim olsaydı şu saçma sonuca varılırdı: bu eğilim devletin güdümünde gerçekleştiğine göre, kapitalist devletin kendi yıkımının öznesi sayılması gerekirdi.

            Gerçekten de, millileştirmenin, merkezi ekonominin bütün "sosyalist'" savunucuları, bütün merkezi "planlamıcılar", eğer bilinçli olarak kapitalizmi güçlendirmeye çalışmıyorlarsa bile, tıpkı Abondance, CETES vb gruplar gibi kapitalizmin hizmetindeki reformcular olarak hareket ediyorlar ve en sonunda vardıkları yer de bu saçma anti-kapitalist bir kapitalist devlet teorisi oluyor.

            Çok derinlikli düşünme becerisi olmayan Troçkistler, açık biçimde özel mülkiyet üzerinde bu tür sınırlamalardan yanalar, çünkü onlar için kapitalizmin doğasına karşıtmış gibi görünen her şeyin kaçınılmaz olarak proleter bir karakteri olması gerekir. Şüphe duyabilirler ama onlar için bu yine de kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Troçkistler için millileştirme kapitalist özel mülkiyeti zayıflatmaktadır. Eğer Stalinistlerden ve Sosyalistlerden farklı olarak Troçkistler, millileştirmelerin kapitalist rejim içinde bir tutam sosyalizm olduğunu söylemiyorlarsa bile, bunların yine de "ilerici" olduğuna emindirler. Akıllarınca, proletaryanın ancak devrimden sonra yapması mümkün olan bir işi kapitalist devlete yaptırabileceklerini zannederler. Kapitalist devleti oyuna getirdiklerine inanarak ellerini ovuştururken, ''Bu yolla sonrasında bize daha az düşecektir'' derler.

            Vercesi benzeri sol komünistler ise, "ama bu reformizm" diye itiraz eder. Ve iyi birer "Marxist" olarak, sorunu ortaya koyarken onun varlığını inkar etmek üzere, kamulaştırmaların gerçek olmadığını, laftan ibaret olduğunu, reformistlerin demagojik yalanlarından başka bir şeyi ifade etmediğini ispatlamaya çalışırlar.

            İlk bakışta garip gözüken bu itirazın, bu ısrarlı inkarın sebebi nedir? Çünkü Vercesi gibilerin başlangıç noktası reformistlerle aynıdır ve bütün bir Rusya toplumunun proleter bir doğası olduğu teorisi de bunun üzerinde yükselir.

            Ve ekonominin sınıf doğasını değerlendirme kıstasları aynı olduğu için, kapitalist ülkelerde aynı eğilimin olduğunu kabul edeceklerdir, ki bu da kapitalizmin kendiliğinde sosyalizme doğru evrildiğini savunmak anlamına  gelecektir.

            Burada sorun söz konusu tavrın [Vercesi] özel mülkiyete dair "Marxist" formüle bağnazca bağlı kalması değil, formülü tersinden okuması, ya da onu bir karikatüre dönüştürmesi, yani üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin yokluğunun Rusya devletinin proleter doğasını gösterdiğine saplantıyla inanmasıdır. Bu yüzden de, kapitalizm içerisinde üretim araçlarının özel mülkiyetinin sınırlandırılmasının mümkün olduğunun, bu yöndeki eğilimin varlığını asla kabul edemez, inkar ederler. Kapitalizmin gerçek ve nesnel gelişimini, onun devlet kapitalizmi eğilimini incelemek ve bu yolla da Rusya devletinin doğası üzerine pozisyonunu düzeltmek yerine Vercesi, formüle bağlı kalmayı ve Rusya devletinin proleter bir doğası olduğu teorisini kurtarmayı seçmektedir. Fakat gerçeklik ve formül arasındaki çelişki başa çıkılamayacak kadar büyük olduğu için, gerçeklik inkar edilmek zorundadır ve çember böylece tamamlanır!

            Üçüncü bir eğilim de çözümü Marxizm'in reddinde arar. Bu eğilimi savunanlar ''Marxist doktrin ancak kapitalist topluma uygulandığı zaman geçerliydi, ama hem kapitalizmin hem de proletaryanın aleyhine olarak, toplumda ekonomik ve politik iktidarı tedricen ve bir ölçüde barışçıl biçimde (!) ele geçiren yeni bir sınıfın ortaya çıkması Marx'ın öngöremediği, "Marxizmi aşan" bir olgudur'' demektedir. Kimileri bu yeni (?) sınıfa bürokrasi demekte, diğerleri teknokrasi demekte, yine başkaları ise bunu "synarchy" olarak adlandırmaktadır.

            Bütün bu spekülasyonları bir kenara bırakıp esas meseleye geri dönelim. Üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin sınırlandırılması yönündeki eğilim inkar edilemez bir olgudur ve bu her gün bütün ülkelerde belirginleşmektedir. Bu eğilim ülkenin ekonomik yaşamı ve üretimin dallarını idare eden, genel olarak devletleşmiş bir kapitalizmin şekillenmesinde somutlaşır. Devlet kapitalizmi bir burjuva fraksiyonunun ya da belli bir ideoloji okulunun uzmanlık alanı değildir. Bunun demokratik Amerika'da, Hitler Almanya'sında, 'İşçi Partisi' Britanyasında ve "Sovyet" Rusya'sında kuruluşuna şahit olduk.

            Bu çalışmanın sınırları içerisinde devlet kapitalizminin, bu formu belirleyen koşulların ve onun tarihsel sebeplerinin derinlikli bir incelemesine girişemeyiz. Basitçe, nasıl tekelci kapitalizm, kapitalizmin tam gelişkinlik aşamasına karşılık geldiyse, devlet kapitalizminin de onun çöküş aşamasına karşılık geldiğini belirteceğiz. Bir diğer nokta da şudur: devlet kapitalizmi, çeşitli kapitalist ülkelerdeki sürekli ekonomik krizini etkileriyle doğru orantılı biçimde, daha ivmeli biçimde gelişiyor gibi görünmektedir.

            Ama, devlet kapitalizmi kapitalizmin aşıldığı anlamına gelmediği gibi, çeşitli okullardan reformistin iddia ettiği gibi, sosyalizm yönünde tedrici bir dönüşümü de temsil etmez.

            Devlet kapitalizmi yönündeki eğilimin varlığını kabul edince reformizme düşüleceği korkusunun kaynağı, kapitalizmin doğasına ilişkin hatalı bir kavrayıştır. Kapitalizmi tanımlayan üretim araçlarının özel mülkiyet değildir, bu kapitalizmin sadece bir biçimi, belirli bir dönemdeki, liberal kapitalizm dönemindeki formudur. Kapitalizmin doğasını tanımlayan üretim araçlarının üreticilerden ayrılığıdır.

            Kapitalizm, sömürücü, yönetici sınıfın elinde birikmiş, ölü emek ile, diğer bir sınıfın yaşayan emeğinin birbirinden ayrılmasıdır. Hakim sınıfın zenginliğini kendi içerisinde nasıl dağıttığı çok önem taşımaz. Kapitalizm altında bu dağıtımın biçimi ekonomik rekabet ve askeri şiddet yoluyla sürekli değişime uğrar. Bu paylaşımın ne şekilde gerçekleştiğini çalışmak önemli de olsa, burada baktığımız olgu bu değil.

            Kapitalist sınıfın farklı katmanları arasındaki ilişkide ne değişirse değişsin, sınıf ilişkilerinin oluşturduğu toplumsal sisteme bakıldığında, hakim sınıf ve üretici sınıf arasındaki ilişkinin kapitalist bir ilişki olarak kaldığı görülecektir.

            Üretim sürecindeki işçilerden koparılan artı değer finans, ticari ya da endüstriyel sermaye arasında az ya da çok, farklı şekillerde bölüştürülebilir, ama bu bölüşümün kendisi artı değerin  doğasında hiçbir şeyi değiştirmez.

            Kapitalist üretimin gerçekleşmesi açısından üretim araçlarının kolektif ya da özel mülkiyette olması hiçbir şeyi değiştirmez. Üretime kapitalist niteliğini veren sermayenin varlığıdır, başka bir deyişle, birikmiş emeği elinde tutan bir sınıfın, artı değer üretmek üzere başkalarının canlı emeğini idare etmesidir. Sermayenin bireysel, özel sahipten devletin eline geçmesi kapitalizmin doğasında kapitalizm dışına doğru bir değişime işaret etmez, basitçe sermayenin emek gücünü daha "rasyonel" ve etkin biçimde sömürmek üzere yoğunlaşıtğına işaret eder.

            Burada yanlışlığı gösterilen Marxist kavrayış değil, basitçe Marxizmin sınırlı, dar ve biçimsel bir yorumudur. Üretime kapitalist niteliğini veren üretim araçlarının özel mülkiyeti değildir. Üretim araçlarının özel mülkiyeti kölelik ve feodal toplumda da mevcuttu. Üretimi kapitalist üretim yapan şey üretim araçlarının üreticilerden ayrılması, üretim araçlarının canlı emeğe artı değer ürettirme amacıyla satma ve hükmetme aracına dönüştürülmesi, diğer bir deyişle üretim araçlarının salt üretim sürecinin araçlarından sermaye olarak var olan şeylere dönüştürülmesidir.

            İster tekil-bireysel düzeyde olsun, ister (tröst, kartel, devlet biçiminde) yoğunlaşmış düzeyde olsun, sermayenin varoluş biçimi, tıpkı üretilen artı değerin ölçeği ya da bu artı değerin aldığı biçimin (kar, toprak rantı) farklılaşmasının onun artı değer olma niteliğini değiştirmemesi gibi, sermayenin sermaye olma niteliğini ortadan kaldırmaz. Bu suretler sadece aslın görünümleridir ve onu farklı biçimlerde ifade etmekten başka birşey yapamazlar.

            Liberal kapitalizm çağında, sermayenin aldığı suret temel olarak özel, bireysel kapitalizmdi. Bu yüzden Marxistler bu dönemde fazla zorlanmadan sureti (özel mülkiyet) aslın (sermaye) temsili ve ifadesi olarak gösteren bir formül kullanabildiler.

            Kitlelere propaganda yapmak açısından, bu formül, kısmen soyut fikri daha kolay kavranabilen canlı, somut bir surete büründürme avantajı sağlıyordu.

            "Üretim araçlarının özel sahipliği = kapitalizm" ve "özel sahiplikten kurtulmak = sosyalizm" formülleri  dikkat çekici ve vurucuydu ama sadece kısmen doğruydu.

            Formülün uygunsuzluğu ancak suret değişmeye başlayınca ortaya çıktı. Verili bir anda asla karşılık gelen suret, suretin aslı temsil etmekte kullanma alışkanlığı, yanlış bir özdeşleştirmeye dönüştü ve biçimi içerikle değiştirme hatasına yol açtı. Bu hatanın Rus devriminde yapıldığını çok açık biçimde görüyoruz.

            Sosyalizm ancak üretici güçlerin ciddi bir yoğunlaşma ve merkezileşmesinden sonra tahayyül edilebilecek olan, üretici güçlerinin çok üst düzey bir gelişimini gerektirir.

            Bu yoğunlaşma üretim araçlarının özel mülk sahiplerinin mülksüzleşmesini de kapsar. Fakat mülksüzleşme, ister ulusal ister uluslararası düzeyde olsun, proleter devrimin zaferinden sonra tamamlanacak olan üretici güçlerin bu yoğunlaşması, sosyalizm yönündeki hareketin sadece bir koşuludur ama asla sosyalizmin kendisi değildir.

            Geniş çaplı bir mülksüzleştirme, artı değere el koyan bireysel kapitalistlerin ortadan kalkmasına yol açabilir ama bu kendi başına artı değer üretimini, yani kapitalizmi ortadan kaldırmaz.

            Bu sav ilk bakışta paradoksal görünebilir fakat Rusya deneyiminin yakından incelenmesi savın geçerliliğini ispatlayacaktır. Sosyalizmin, hatta sadece sosyalizm yönünde bir hareketin bile var olabilmesi için, mülksüzleştirmenin gerçekleşmesi yetersiz bir koşuldur: esas olan üretim araçlarının sermaye biçiminde var olmamasıdır. Diğer bir deyişle, üretimi belirleyen kapitalist prensip yıkılmalıdır.

            Artı değer üretme amacıyla canlı emeğe birikmiş emeğin hükmettiği kapitalist ilke yerini toplumun üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüketim ürünlerinin üretilmesini gözeten, canlı emeğin birikmiş emeğe hükmetmesi ilkesini geçirmek gerekmektedir.

            Sosyalizm ancak bu ilke uygulanınca yaşar.

            Rus Devriminin ve Bolşevik Partisinin hatası vurguyu koşula, yani kendi başına sosyalizm olmayan, hatta ekonomiyi sosyalist yönde itmeyen bir etkene, mülksüzleştirmeye koyması ve sosyalist ekonominin temel ilkesini arka plana itmesidir.

            Bu meselede Lenin'in Sovyet Rusya'da endüstrinin ve üretimin gelişerek büyümesinin gerekliliği üzerine sayısız konuşma ve yazısını okumaktan daha öğretici bir kaynak yoktur. Lenin için sanayinin gelişmesi sosyalizmin gelişimine denkti. Lenin devlet kapitalizmi ve devlet sosyalizmi kavramlarını, birbirlerinden ciddi biçimde ayırmadan, açıkça ve az çok birbirinin yerine kullanıyordu. Bu alanda Ekim devriminin liderlerinin kafa karışıklığı ve sayıklamaları "Sosyalizm = sovyetler + elektrifikasyon" gibi formülasyonlarda ifadesini bulmaktaydı.

            Lenin'in Rus ekonomisinin kapitalizme kayma tehlikesinin kökeninde özel sektör ve küçük köylü mülkiyetini görmesi anlamlıdır. Böylece devlet endüstrisinden yana gelen çok daha belirleyici ve somut tehlikeyi ihmal etmiştir.

            Tarih Lenin'in bu noktada yanıldığını açık biçimde gösterdi. Küçük köylü mülkiyetinin tasfiyesi sosyalist sektörün değil, gelişimi devlet kapitalizminin takviyesi anlamına gelen devlet sektörünü güçlendirebilirdi ve böyle de oldu.

            Rus devriminin yalıtılması ve ekonomisinin geri durumu yüzünden karşılaşmış olduğu zorlukların dünya devriminin gelişmesiyle zamanla aşılabilmesi şüphesiz mümkündü. Bütün ülkelerin ve toplumun sosyalist gelişimi ancak enternasyonal düzeyde mümkündür. Yine de, enternasyonal düzeyde bile temel sorun mülksüzleştirme sorunu değil, üretimi belirleyen temel ilkenin ne olduğu sorunudur.

            Sadece geri ülkelerde değil, kapitalist gelişimin en yüksek aşamalara ulaştığı yerlerde bile, özel mülkiyet belirli bir dönem boyunca ve belirli üretim alanlarında varlığını sürdürecektir ve ancak yavaşça ve tedricen tümüyle emilebilecektir.

            Fakat kapitalizme kayma tehlikesi temel olarak bu sektörden kaynaklanmayacaktır, çünkü sosyalizme doğru evrilen bir toplum kapitalizmin daha ilkel bir evresine, bizzat kapitalizmin bile ardında bıraktığı bir evreye, dönemeyecektir.

            Kapitalizme dönüş yönündeki gerçek tehlike devletleşmiş sektörden gelecektir: Çünkü özellikle bu sektörde kapitalizm gayrişahsi, neredeyse uçucu bir biçime kavuşur. Devletleşme kaydadeğer bir dönem için sosyalizme karşıt bir süreci kamufle etmeye hizmet edebilir.

            Proletarya bu tehlikeyi ancak mülksüzleştirmeyle sosyalizmi özdeş kabul etmeyi reddettiği sürece, önüne "sosyalist" sıfatı konmuş devletleştirmeyi gerçek sosyalist üretim ilkesinden ayırabildiği ölçüde aşabilecektir.

            Rusya deneyimi bize kapitalizmi kapitalizm yapanın kapitalistler olmadığını, tersine kapitalizmin kapitalistleri doğurduğunu öğretir ve hatırlatır. Kapitalistler kapitalizm dışında yaşayamaz ama tersi doğru değildir.

            Kapitalist üretimin temel ilkesi, artı değerin sahibi olarak kapitalistlerin yasal, hatta maddi olarak ortadan kalkmasından sonra bile varlığını sürdürebilir. Bu durumda, artı değer, tıpkı özel kapitalizm altında olduğu gibi, daha fazla artı değer kitlesi elde etmek üzere üretim sürecine yatırılır.

            Çok geçmeden artı değerin varlığı artı değere el koyanlar sınıfını oluşturacak kişileri de üretir. İşlev organı yaratır. Bunların parazit, bürokrat ya da üretime katılan teknisyenler olması, ya da artı değerin bunlar arasında doğrudan ya da dolaylı olarak, devletin müdahalesi ile yüksek ücretler veya (Rusya'da olduğu gibi) çeşitli ayrıcalıklar biçiminde paylaştırılması, ortaya çıkanın yeni bir kapitalist sınıf olduğu gerçeğini değiştirmez.

            Kapitalist üretimde merkezi unsur, zorunlu emek zamanı tarafından belirlenen emek gücünün değeri ve kendi değerinden fazlasını yeniden üreten emek gücü arasındaki arasındaki farktır. Bu unsur, işçiye ödenen, işçinin geçimini sağlamak için gerekli emek zamanı ile karşılığı ödenmeyen ve kapitalist tarafından el konulan artı değeri oluşturan ekstra emek arasındaki farkta somutlaşır. Sosyalist üretim ve kapitalist üretim arasındaki fark karşılığı ödenen emek zaman ve ödenmeyen emek zamanı arasındaki ilişkide yatar.

            Her toplum üretimin sürmesi ve büyümesini güvence altına alacak bir fazla ürüne ihtiyaç duyar. Bu fazlalık gerekli miktarda zorunlu olarak üretilen bir artık emekten çekilip çıkarılır. Aynı zamanda toplumun üretken olmayan üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için de belli miktarda bir artık emek gereklidir.

            Kapitalist toplum, proletaryanın vahşi sömürüsünden elde edilen dev birikmiş emek kitlesini yok etmeye eğilimlidir. Devrimden sonra muzaffer proletarya kapitalist toplumdan miras kalan felaket bir ekonomik durum ve harabeyle yüz yüze kalacaktır. Muzaffer proletaryanın ekonomik fazlayı yeniden inşa etmesi gerekecektir.

            Bunun anlamı, başlangıçta proletaryanın üretmesi gereken artı emek miktarının en az kapitalizm altında olduğu kadar fazla olmasının gerekecek olmasıdır. Bu yüzden uygulanmaya ilk başladığı anda sosyalist ekonomik ilke niceliksel olarak karşılığı ödenen ve ödenmeyen emek arasındaki niceliksel ilişkiyle ölçülemeyecektir. Ancak bu ilişkinin değişimi yönündeki eğilim ve yörünge ekonominin ne yönde gittiğine dair bir gösterge olarak, üretimin sınıf doğasının bir barometresi olarak işlev görebilir.

            Bu yüzden proletarya ve onun sınıf partisinin aşırı ölçüde tetikte olması gerekecektir. (Mutlak anlamda işçilerin payı daha fazla olabilse bile bu payın göreli ölçüde daha düşük olması olasılığı yüzünden) en büyük endüstriyel fetihler bile kolayca kapitalist üretim ilkesine bir dönüşe yol açabilir.

            Kapitalizmin üretimin millileştirilmesi yoluyla ortadan kalkacağına dair bütün incelikli argümanlar bu gerçek karşısında çürür.

            İşçilerin sömürüsünü başka bir adla sürdürmeyi hedefleyen bu safsatayla yolundan saptırılmamak için proletarya ve onun partisi, kapitalizme dönüş yönündeki eğilimlere ket vurmak ve sosyalizm yönünde ilerleyen bir ekonomik politikayı elindeki bütün araçlarla dayatmak için ilk andan itibaren amansız bir mücadeleye atılmak zorunda kalacaktır.

            Sonuç olarak, düşünüşümüzü özetleyen ve açıklayan, Marx'tan şu pasajı alıntılamak yerinde olacaktır:

'' Kapitalist üretim prensibi ve sosyalist prensip arasındaki temel fark şudur: ilkinde üretim araçları işçinin karşısına sermaye olarak çıkar ve işçi onu ancak artı ürünü ve artı değeri kendi sömürücüsünün çıkarına artırmak üzere çalıştırabilir. İkincisinde ise, bu üretim araçları tarafından işe koşulmak yerine, işçi kendi çıkarına zenginlik üretmek üzere bunları işletir.'' *

* Çevirenin Notu: Kaynak belirtilmemiş olduğu için İngilizce metindeki versiyonu biz çevirdik. Özgün kaynak büyük ihtimalle Marx'ın Artı-Değer Teorileri adlı çalışmasının Ricardo üzerine olan bölümünden alınan şu pasaj olmalıdır: "İşçiler, eğer onlar egemen olsaydı, eğer kendileri için üretmek üzere kendi başlarına bırakılsalardı, büyük çaba harcamaksızın, kısa sürede, sermayeyi (vülger ekonomistlerin bir deyimini kullanırsak) kendi gereksinimlerinin standardına ulaştırtırlardı. Çok büyük fark, varolan üretim araçlarının işçilerin karşısına sermaye olarak mı çıktığı ve dolayısıyla onlar tarafından yalnızca artı-değer  ve artı-ürünün kendini kullananlar için artan miktarda üretiminin gerektirdiği ölçüde kullanılıp kullanılmadığıdır; başka deyişle, fark üretim araçlarının mı işçileri çalıştırdığı, yoksa işçilerin mi, (özneler olarak dilbilgisindeki ismin "i" haliyle) üretim araçlarını, kendileri için zenginlik üretmek üzere kullandıklandır. Burada, kapitalist üretimin, emeğin genel olarak üretim gücünü, bu de imin gerçekleşmesi için yeterli olacak ölçüde  ksek düzeye çıkardığı varsayılmıştır. Karl Marx, Artı-Değer Teorileri, Cilt 2. Sol Yayınları, 1999. sf 555-6).

Savaş ve ekonomik kriz karşısında işçi sınıfı fedakârlık etmemelidir

Ukrayna'da savaş barbarlığının başlatılması, tüm dünyanın, savaşın ikincil "zararları" ile tehdit edilmesi anlamına geliyor, özellikle de dünya çapında yoksulluğun artması ve işçi sınıfının yaşam koşullarına yönelik artan saldırılarla (artan sömürü, şişirilmiş fiyatlar ve yaygın işsizlik).

Rusya'nın olası nükleer saldırı tehditlerine ve çatışmalardan zarar gören Ukrayna nükleer santrallerinden radyoaktif gazların sızması riskine ek olarak, Rus ekonomisine diz çöktürmek için birçok ülke tarafından uygulanan veya planlanan yaptırımlar tüm dünya ekonomisini istikrarsızlaştırma riski taşımaktadır. Dahası, savaşın mevcut tırmanışının trajik bir örneği olarak, askeri bütçeleri artırma yönündeki kayda değer eğilim (Almanya aniden bütçesini iki katına çıkarmaya karar verdi), müdahil ülkelerin ekonomilerinin zayıflamasında etkili bir diğer faktör olacaktır.

Yeni bir küresel ekonomik bunalıma ve yenilenen savaşlara doğru

Rusya'ya karşı ekonomik yaptırımlar, çok sayıda Avrupa ülkesinde ham madde kıtlığına ve bazıları için Rusya'da pazar kaybına yol açacaktır. Ham madde fiyatları uzun süre artmaya devam edecek ve sonuç olarak diğer birçok malın fiyatı da artacaktır. Ekonomik durgunluk tüm dünyayı etkileyecek, yaygın yoksulluğu ve işçi sınıfının artan sömürüsünü de beraberinde getirecektir.

Alman uzmanların, burjuvazinin çıkarlarını korurken geleceğin ne getireceğini bilmek isteyen "iyi bilgilendirilmiş bir kamuoyuna" güvence veren açıklamalarının da gösterdiği gibi, bu abartılı bir yorum değildir: "Almanya'da ve dolayısıyla Avrupa'da ciddi bir ekonomik krizden bahsediyoruz". "Şirketlerin batması ve işsizlik" uzun sürecek gibi görünüyor. "Üç gün veya üç hafta", gibi değil "üç yıl" gibi bir süreden bahsediyoruz.”[1]. Bu bağlamda, tarihi bir yükseklikte sürdürülen enerji fiyatları, Almanya ve Avrupa'nın çok ötesinde sonuçlar doğuracak ve en çok yoksul ülkeleri etkileyecektir. Daha dün, enerji fiyatlarında böyle bir artışın, en nihayetinde "Asya, Afrika ve Güney Amerika'da devletlerin çöküşüne yol açabileceği" söylendi [2].

Rusya'ya karşı alınan önlemlerin ölçeği ve derinliği, inkar edilemez ciddiyetine rağmen, dünyayı vuracak ekonomik tsunamiyi tek başına açıklamıyor. Bunu açıklayabilmek için, kapitalizmin küresel krizinin kötüleştiği uzun bir sürecin ürünü olan dünya ekonomisinin mevcut gerileme düzeyi dikkate alınmalıdır. Ancak "uzmanlar", dünya kapitalizminin çöküşünün nedeninin, onun tarihsel ve aşılmaz krizinde yattığını kabul etmek zorunda kalmamak için, tam da bu konuda sessiz kalmayı seçtiler. Tıpkı bu savaş dahil, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana meydana gelen bütün savaşların çökmekte olan kapitalizmin bir ürünü olduğunu özenle görmezden geldikleri gibi. Ekonominin yeni bir krize girmesinin ve buna bağlı ticaret savaşlarının şiddetlenmesinin belirli sonuçlarından da bahsetmiyorlar: emperyalist gerilimlerin yeni bir şekilde kötüleşmesi ve alelacele yeni silahlı çatışmalara giriş [3]. Benzer bir kapitalizm savunmasına uyarak, bazıları, açlık çeken halkların dertlerine ilişkin bir kaygı belirtmeksizin, daha önce Ukrayna'da üretilen temel gıda maddelerindeki ciddi bir kıtlığın ve bununla birlikte bir dizi ülkede ortaya çıkan toplumsal huzursuzluğun çok olası sonuçlarından endişe duyuyor.

Kapitalizmin çelişkilerinin birikmesiyle boğulmuş bir küresel ekonomi

Covid salgını, kapitalizmin Doğu blokunun çöküşünden ve ardından her iki blokun da dağılmasından bu yana olan yaşam dönemine özgü bir dizi faktörün bir noktada toplanması karşısında ekonominin artan kırılganlığını zaten açığa çıkarmıştı.

Gerçekte, giderek daralan vizyonuyla kapitalizm, herhangi bir sömürü sistemi için gerekli olan, sömürdüklerinin sağlığını korumak gibi gereksinimleri, krizin ve küresel ekonomik rekabetin taleplerine feda etmiştir. Bu nedenle, kapitalizm, bilim insanlarının bu tehlikelere karşı uyarılarına rağmen, hayvanlardan insanlara bulaşma ve dünyaya yayılma şekli göz önüne alındığında, kendisi de saf bir toplumsal ürün olan Covid-19 salgınının patlak vermesini önlemek için hiçbir şey yapmadı. Ayrıca, son 30 yıldır sağlık sistemlerinin çökmesi, pandeminin çok daha ölümcül hale gelmesine katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde, felaketin boyutu ve ekonomi üzerindeki yansımaları, toplumun her düzeyinde "her koyun kendi bacağından asılır" tutumunun şiddetlenmesiyle (ki bu kapitalizmin mevcut aşaması olan çürümenin bir özelliğidir) daha da körüklenmiş, böylece rekabetin klasik tezahürlerini ağırlaştırmış ve sadece ülkeler arasında değil, aynı ülke içindeki devlet ve özel hizmetler arasında da maske, solunum cihazı, aşı vb. için savaşlar gibi şaşırtıcı olaylara yol açmıştır. Dünya çapında milyonlarca insan ölmüş ve ekonomik faaliyetin kısmen felç olması ve düzensizliği, 2020'de, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana olan en kötü bunalıma yol açmıştır.

Dünya ekonomisini etkileyen pandemi, kapitalist üretim için, tedarik zincirlerinin çeşitli faktörlere karşı artan kırılganlığı gibi yeni sorunları da ortaya çıkaracaktır. Gerçekten de, nihai ürünün bir gecikme yaşaması için (ki bu bazen pazarın gerekliliklerine aykırı olan çok önemli bir gecikme de olabilir) hastalık, siyasi istikrarsızlık veya iklimsel felaketler nedeniyle zincirdeki tek bir halkanın arızalı veya çalışamaz durumda olması yeterlidir. Bu nedenle, bazı ülkelerde, özellikle Rusya tarafından temin edilenler olmak üzere, eksik parçalar sebebiyle montaj hatlarında hareketsiz kaldıkları için kayda değer sayıda otomobil piyasaya sürülemedi. Böylece kapitalizm, üretimde dış kaynak kullanımı ve çok daha ucuz bir iş gücünün istihdamı yoluyla sermayenin karlılığını arttırmak amacıyla burjuvazinin 1980'lerden itibaren aşama aşama geliştirmiş olduğu, ekonominin aşırı "küreselleşmesinin" geri tepmesiyle karşı karşıyadır.

Dahası, kapitalizm, yalnızca tarımsal üretimi değil, bir bütün olarak üretimi giderek daha önemli bir şekilde etkileyen, küresel ısınmanın etkilerinden kaynaklanan felaketlerle (büyük yangınlar, kıyılarını şiddetle patlatan nehirler, yoğun seller...) giderek daha fazla karşı karşıya kalmaktadır. Kapitalizm böylece, 1945'ten sonra, giderek daha sınırlı hale gelen yeni kâr kaynakları arayışında çeşitli sermayeler arasındaki artan rekabetin yarattığı, ve etkisi 1970'lerden itibaren daha geniş çapta hissedilir hale gelen doğanın amansız sömürüsünün ve yıkımının bedelini ödüyor. Az önce çizdiğimiz tablo yeni bir keşif değildir, kapitalizmin, Birinci Dünya Savaşı ile başlayan ve bu süre boyunca sistemin (kapitalizmin tüm çelişkilerinin kalbinde yatan) aşırı üretim krizinin etkileriyle tekrar tekrar uğraşmak zorunda kaldığı, yüz yılı aşkın süredir içinde olduğu çöküşünün sonucudur. Bu aşırı üretim krizi, çöküş dönemindeki tüm ekonomik durgunlukların kökenindeydi: önce 1930'ların Büyük Buhranı ve daha sonra, 1950'ler ve 1960'lar boyunca "Savaş sonrası ekonomik patlama" olarak bilinen bir ekonomik toparlanma görüntüsünden sonra, 1960'ların sonunda tekrar ortaya çıkan açık kriz. Aşırı üretim krizinin kendini gösteriş biçimlerinin her biri bir öncekinden daha şiddetli bir durgunlukla sonuçlandı: 1967, 1970, 1975, 1982, 1991, 2001, 2009. Her seferinde ekonomik sistem, borçlara başvurarak yeniden canlandırılmak zorundadır, bu borçlar da ancak giderek artan bir oranda yeni borçlarla geri ödenebilir, ve bu böyle ilerler... Böylece krizin her yeni açık tezahürü daha da yıkıcı olurken, bununla başa çıkmak için kullanılan araç, yani borç, ekonomik istikrar için giderek daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

2008'deki mali krizden on yıl sonra büyümedeki yavaşlama, daha fazla borçlanma gerektirirken, tanık olduğumuz bir dizi "yeni" faktör (pandemi, küresel ısınma, tedarik zincirlerinin kırılganlığı vb.) karşısında ekonomiyi desteklemeyi amaçlayan 2020'de üretimdeki düşüş, küresel borca yeni bir rekora katkıda bulundu ve bu da reel ekonomiden daha da kopmaya yol açtı (küresel borç, dünya GSYH'sinin %256'sına sıçradı). Bu durum önemsiz değildir. Para birimlerinin devalüasyonunda ve dolayısıyla enflasyonun gelişmesinde bir faktördür. Uzun vadeli bir fiyat patlaması, çeşitli türlerde (sınıflar arası uzlaşmacı hareketler ve sınıf mücadelesi) toplumsal huzursuzluk riskini içerir ve dünya ticaretinin önünde bir engel oluşturur.

Bu nedenle burjuvazi denge gösterisi yapmaya giderek daha da mecbur kalacaktır, (bu onun aşina olduğu bir durum olsa da, giderek daha riskli hale gelmektedir) çünkü birbiriyle çelişen iki gereksinime yanıt vermesi gerekir:

  • Yükselen enflasyonu frenlemek için faiz oranlarını yükseltmek, ancak bunun sonucunda kredi akışını azaltmak;
  • Sürekli kredi enjeksiyonları olmaksızın işleyemeyen bir ekonomiyi sürdürmek.

Ve bunu, yüksek enflasyon ve ekonomik durgunluğa eğilimli bir bağlamda yapmak durumundadır.

Dahası, böyle bir durum, küresel ticareti istikrarsızlaştırabilecek spekülatif balonların patlamasına elverişlidir (2008'de ABD'de ve 2021'de Çin'de emlak sektöründe olduğu gibi).

Burjuvazinin yalanları

İster savaşın ister ekonomik krizin ifadeleri olsun, bir felaketle yüz yüze geldiğinde burjuvazi, her zaman bir dizi düzmece açıklamalar sunar; bu açıklamaların ortak noktası insanlığa eziyet eden felaketler için kapitalizmi sorumlu tutmamalarıdır.

1973'te (o zamandan beri az çok kalıcı hale gelen açık krizin derinleşmesinde sadece bir uğrak olan bir yıl), işsizlik ve enflasyonun artışı, petrol fiyatlarındaki artışla açıklandı. Bununla birlikte, petrol fiyatlarındaki artış, bu sistemin dışında kalan bir şeyin değil, kapitalist ticaretin ikincil sonucudur [4].

Mevcut durum bu kuralın yeni bir örneğidir. Ukrayna'daki savaştan, kriz içindeki kapitalizm değil, otoriter Rusya sorumlu tutuluyor, sanki Rusya dünya kapitalizminin ayrılmaz bir parçası değilmiş gibi.

Ekonomik krizin kayda değer ölçüde kötüleşme ihtimaliyle karşı karşıya olan burjuvazi, proletaryaya, kendisine dayatılacak korkunç fedakârlıkları kabul etmesi gerektiğini hissettirmek için zemin hazırlıyor ve bu fedakârlıkları Rusya'ya karşı misilleme önlemlerinin zorunlu sonucu olarak sunuyor. Şu iyi hazırlanmış mesajı kullanıyor: "Nüfus, Ukrayna halkıyla dayanışma içinde ısınmayı ve yemeyi azaltmayı seçebilir, çünkü bu, temel görev olan Rusya'yı zayıflatmanın bedelidir".

İşçi sınıfı, 1914'ten bu yana, ya iki dünya savaşında ve aralıksız ve ölümcül bölgesel çatışmalarda ateşe atılan insanlar olarak; ya 1930'ların Büyük Buhranı sırasında kitlesel işsizliğin kurbanı olarak; ya iki dünya savaşının harap ettiği ülkeleri ve ekonomileri yeniden inşa etmek için kolları sıvamaya zorlanarak; ya da 1960'ların sonunda dünya ekonomik krizinin geri dönüşünden bu yana her yeni durgunlukla birlikte güvencesizliğe ve yoksulluğa atılarak cehennemi yaşıyor.

Ekonomik krize doğru yeni bir çöküş ve durmadan büyüyen savaş tehdidiyle karşı karşıya kalındığında işçi sınıfının, burjuvazinin fedakârlık taleplerini dinlemesi tam bir felaket olur. Aksine işçi sınıfı, sınıf mücadelesini ilerletebilmek, bilinçli olarak kapitalizmi devirme perspektifini geliştirebilmek için, kapitalizmin savaş ve ekonomik saldırılarla ifade ettiği çelişkilerinden yararlanmalıdır.

Silvio (26 Mart 2022)

 

Notlar:

[1] "Habeck: Examining ways to moderate energy prices", Sueddeutsche (8 Mart 2022)
[2] "U.S. puts an oil embargo on the agenda", Frankfurter Allgemeine Zeitung (8 Mart 2022).
[3] "Resolution on the international situation", International Review no. 63 (Haziran 1990).
[4] Makalemizi okuyun, "The rise in oil prices: an effect not the cause of the crisis", International Review no. 19

Rubric: 

Savaşın hizmetinde “insani” propaganda

Savaşın barbarlığı karşısında burjuvazi, kendi sisteminin cani sorumluluğunu gizlemek için her zaman alaycı yalanlar kullanmıştır. Ukrayna'daki savaş da yarattığı acıların utanmaz bir şekilde araçsallaştırılmasından ve propaganda selinden kaçamadı. Bombalamalardan kaçan Ukraynalı ailelerin toplu göçü ve acılarının tüm televizyon kanallarında ve tüm gazetelerin ön sayfalarında gösterilmediği bir gün bile geçmiyor. Genellikle kapitalizmin insanlığa çektirdiği belalar konusunda oldukça ketum davranan medya, bu kez travmatize olmuş Ukraynalı çocukların ve savaş kurbanlarının sonsuz görüntülerini sergiliyor.

İnsani aldatmaca bir savaş silahıdır

Bombardımanlar, cinayetler ve kitlesel sürgünlerin korkunç görüntülerinin kışkırttığı meşru şokun propaganda amaçlı sömürüsüyle Ukrayna’daki savaş, demokratik ülkelerin burjuvazisinin kendiliğinden bir sempati ve şefkat dalgası yaratmasına ve Ukraynalı mültecilere yönelik "yurttaş inisiyatifleri" etrafında (ve hatta Rus göstericilerin ve savaş karşıtlarının acımasızca bastırılması etrafında) devasa bir "insani" kampanya düzenlemesine olanak sağlamıştır. İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana en büyük nüfus göçünün kurbanlarının sıkıntı ve umutsuzluğundan istifade ediyorlar. Her yerde, Ukraynalı mültecilere yardım etmek için "insani koridorlar" ve "vatandaş ağları" örgütleniyor. Ancak, tüm bunlar "işkence edilmiş bir halkı" "Rus canavarından korumayı" amaçlayan muazzam bir ölüm cephaneliğinin tedarikini meşrulaştırmak için gerçekleşiyor. Ukraynalı mültecilerle dayanışma amaçlı para toplamalar, bağışlar ve her türlü “girişim” veya gösteriler, küçük köylerde bile yetkili merciler tarafından organize ve teşvik ediliyor.

“Ukrayna halkının” şehadetine yapılan övgülerin arkasında, samimi cömertlik dürtülerinin alçakça bir sömürüsü var. Rusya'nın bombardımanı ile Zelenski hükûmetinin zorunlu "genel seferberliği" arasında rehin tutulan bir nüfusun trajik kaderini umursamayan, hepsi savaş çığırtkanı olan devletlerin gerçekleştirdiği bir sömürü. Burjuvazinin gözünde, "Ukrayna halkı", her şeyden önce, işgale karşı "yurtsever bir mücadelede" ateşe atılan insanlar olarak işlev görür. Aynı alaycılık, Batı burjuvazisinin, Rusça konuşulan Lugansk ve Donetsk bölgelerinde 2014'ten bu yana Ukrayna hükûmeti tarafından gerçekleştirilen, yaklaşık 14.000 kişinin öldürüldüğü katliamların üstünü örtmesini de açıklıyor.

Avrupa devletlerinin sözde hümanizmi büyük bir yalan ve saf bir aldatmacadır. Mültecileri kabul etme ve onlara yardım etme çabası, çoğunlukla, halkların inisiyatifinden kaynaklanmaktadır ve hiçbir şekilde devletlerden kaynaklanmamaktadır. Savaşın patlak vermesinden bu yana ve ailelerin göçünün en başından beri, muazzam bir kendiliğinden dayanışma dalgası olduğu inkar edilemez. Birdenbire sıkıntı ve umutsuzluğa düşenlere barınak ve yemek sağlayarak destek olmak ve yardım etmek için içtenlikle insani bir çaba sarf edildi.

Ancak bu dayanışma yeterli değildir. Bu, proleterlerin kendi sınıf alanında kolektif seferberliğinin ürünü değildir; burjuvazinin kendi çıkarları için kendine eklemlemekten, sömürmekten ve araçsallaştırmaktan asla geri durmadığı bir dizi bireysel inisiyatiften ibarettir. Dahası, bu tepkiler, savaşı meşrulaştırmak, milliyetçiliğin ölümcül zehrini yaymak ve "rezil Rus işgalcisine" karşı Kutsal Birlik iklimini yeniden yaratmak için hızlıca burjuva propaganda alanına saptırıldı.

Batı Avrupa'nın demokratik güçlerinin, Ukrayna sınırında yüz binlerce kişiyi zor kullanarak engellemedikleri sürece, sınırlarını Ukraynalı mültecilere açmaktan başka çareleri yoktu. Aksi takdirde tüm Rusya karşıtı savaş propagandaları çökecekti. Gerçekten de, Ukraynalıları karşılamaya hazır olduklarını ilan ediyorlarsa, bu, "Putin'in savaş suçlarına" karşı bir savaş seferberliğini ve özellikle Ukrayna'ya silah sevkiyatını ideolojik olarak haklı çıkarmak ve böylece kendi ulusal emperyalist çıkarlarını savunmak içindir.

Bu kampanyalar, aynı zamanda, bu çarpıcı durumun sorumluluğunun tüm devletlere, bizzat kapitalist sistemin kendisinden kaynaklanan rekabet mantığına ve emperyalist çekişmelere ait olduğu gerçeğini gizlemeye hizmet etmektedir. Savaş bölgelerini, nüfusun yoksullaşmasını ve kitlesel göçü, artan kaosu ve barbarlığı yaratan şey bu sistemin ta kendisidir.

Leş yiyici sınıfının iğrenç alaycılığı

Tüm leş yiyici devletler, sözde "sığınma hakkı" adına açık kollarla karşıladıklarını iddia ettikleri Ukraynalı mülteciler için timsah gözyaşları döküyorlar. Mültecilere kucak açmaya yönelik bu güzel vaatler göz boyamadan başka bir şey değildir. Batı Avrupa devletleri sefaletten, kaostan ve savaştan kaçan göçmenler için her yerde kabul kotaları getirdi. Bu yalın ayak mülteciler, Ukraynalıların çoğunluğu gibi sarışın, mavi gözlü Avrupalılar değil; çoğu Hristiyan değil, Müslümandır. Tamamen istenmeyen "ekonomik mülteciler" ile "savaş mültecileri" veya "siyasi mülteciler" arasında sığır gibi sınıflandırılırlar. Bu nedenle "iyi" ve "kötü" mültecileri ayırmalıyız…

Bütün bunlar Avrupa Birliği'nin ve onun büyük demokrasilerinin açık çekiyle yapılıyor. Böyle bir seçme süreci, muamelede böylesine bir farklılık tamamen utanmazlıktır. Örneğin Fransa'da, iki yıldan kısa bir süre önce, Macron hükûmeti, Paris'teki Place de la République'de çadırlarını kurmuş olan göçmen aileleri zorla yerinden etmek için polislerini gönderdi; polisler bu istenmeyen göçmenleri dövdüler ve çadırlarını bıçaklarla parçaladılar. Son zamanlarda, Belarus devleti tarafından koz olarak kullanılan Iraklı mülteciler Avrupa'nın kapısını çalarken, Avrupa Birliği'nin silahlı robocopları tarafından Polonya sınırının dikenli tellerine itildiler. "Büyük demokrasiler", soğuktan ve açlıktan ölen insanların gözle görülür acılarına rağmen, o zamanlar hiç misafirperver değildiler.

Bu sahte şefkatin, devletlerin bu sözde dayanışmasının yanar döner geometrisinin ardındaki gerçeklik nedir? Burjuvazi, "ev sahibi" ülkelerin çoğunda, halk ve işçi sınıfı arasında muhalefet ve bölünmeler yaratmak amacıyla Ukraynalılar için, diğer mültecilerden tamamen farklı bir "özel statü" yaratmaya özen göstermiştir. Örneğin Belçika'da hükûmet, Ukraynalılara diğer savaş mültecilerinden oldukça farklı bir statü vermeye karar verdi. Diğer mülteciler, "ev sahibi" ülkede olası bir çalışma izni alabilmek için genellikle önce ciddi bir tarama ve kontrolden geçmek zorunda kalırken, Ukrayna vatandaşlarına bu izin hemen veriliyor ve dahası onlar diğer mültecilerden çok daha fazla yardım ödeneği alıyorlar. Ödeneklerinin miktarı "yerel" çalışanların asgari ücretinden bile daha yüksek... Emperyalist propagandanın hizmetindeki bu kirli manevra, hükûmetin yalnızca Ukraynalılar ile diğer mülteciler arasında bir düşmanlık yaratmasına değil, aynı zamanda işçi sınıfı içinde ek bir bölünme faktörü olarak bir rekabet ortamı yaratmasına da olanak vermektedir [1].

Ukraynalı mültecilerin yüksek vasıflı azınlığı, burjuvazinin hoşuna gidecek şekilde, bu tür işlerde önemli bir kıtlığın olduğu Almanya gibi bazı ülkelerin ekonomisine entegre edilecektir. Diğerleri için, yani büyük çoğunluk için, mültecilerin kitlesel akını, onları özümsemekten aciz olan Avrupa burjuvazisi için büyük sorunlar yaratacaktır. Er ya da geç, önümüzdeki dönemde, bu mültecilerin büyük çoğunluğu popülist ideolojinin mide bulandırıcı nefesine maruz kalacak ve burjuvazinin tamamının vurgulamak isteyeceği toplumsal ve ekonomik sorunların günah keçileri işlevini göreceklerdir.

Her şeyden önce, ne pahasına olursa olsun, işçiler bu insani yardım kampanyalarının baştan çıkarıcı şarkılarına kapılmayı reddetmelidir. Savaş karşısında sömürenlerle herhangi bir birliği kategorik olarak reddederek onların ideolojik tuzaklarından kaçınmalıdırlar. Aynı zamanda, yoğunlaşan kriz ve savaşın saldırıları karşısında kendi sınıf çıkarlarını savunmak için mücadele etmelidirler. İşçiler, bu mücadelenin ancak ve ancak, egemen sınıfın oluşturduğu sınırların ve çatışmaların ötesinde uluslararası gelişimi yoluyla, mültecilerle ve kapitalizmin artan barbarlığının tüm kurbanlarıyla sınıf dayanışmasını tam olarak ifade edebilirler ve onlara çok farklı bir perspektif sunabilirler: Bu, kâr yasasından ve bu sistemin ölümcül dinamiklerinden kurtulmuş bir toplum perspektifidir.

Wim, 03.04.2022

[1] Bununla birlikte, bazı ülkeler diğerlerinden daha "misafirperver" olmuştur. Özellikle İngiliz burjuvazisi, Ukraynalı mültecilerin ülkeye girmesinin önünde her türlü bürokratik engeli kurmaya devam ediyor. Bir başka makalede, İngiliz burjuvazisi ile kıtadaki "dostları" arasındaki Ukrayna'daki savaşa ilişkin farklılıkları analiz edeceğiz.

Rubric: 

Troçkizm emperyalist savaşı destekliyor

Burjuva kampına geçişinden beri Troçkizm, İkinci Dünya Savaşının ardından birbirini izleyen çatışmalarda emperyalist kamplardan birine karşı diğerini desteklemek üzere proletaryayı itmek yoluyla, işçi sınıfının bilincine saldırmakta hiçbir fırsatı kaçırmadı. Troçkistlerin Ukrayna'daki askeri kaos karşısındaki tavrı bunu bir kez daha doğruluyor. Kapitalizmin bu bekçileri, savaşan şu ya da bu kamptan birini destekleyen açıkça savaş yanlısı tutumlar ile daha “incelikli” ve “radikal” görünen ama yine de barbarca militarizmin devamını savunan diğer tutumlar arasında gidip geliyor. Troçkizmin yalanları ve mistifikasyonları, işçi sınıfı için gerçek bir zehirdir ve kendisini Marksizmin bir biçimi gibi sunarak ona yolunu kaybettirmeyi hedeflemektedir.

Fransa'daki Nouveau parti Anticapitaliste'in (NPA) tutumu bariz savaş çığırtkanları kategorisine giriyor. Bu partinin tutumu kendi sözleriyle şöyle: “Savaşa hayır! Ukrayna halkının direnişiyle dayanışmaya! (...) Şu anda Ukrayna'daki gibi olan durumlarda, bombalamalar sürdüğü ve Rusya birlikleri orada olduğu sürece, 'sükûnete', 'şiddeti durdurmaya' ya da 'ateşkese' çağıran bütün soyut 'pasifist' tutumlar, tarafları pratikte birbirine denk sayar ve Ukraynalıların askeri yollar dahil olmak üzere kendilerini savunma hakkının inkarından farksızdır.” Bundan daha açık olamazdı! Bu burjuva grup açıkça proleterleri Anavatan savunusu adına şehit olmaya çağırmaktadır. Diğer bir deyişle, proleterleri kendi sömürülerinden beslenen milli sermayesinin savunusuna çağırmaktır bu.

Aynı küçümsemeyi daha sinsi ve sahte bir ikili dille Lutte Ouvriere (LO) bu sefer “enternasyonalizmin” savunusu adına üretmektedir; “halkların üzerinden yürütülen” bu savaşı lanetler gibi görünerek, son tahlilde “emperyalizme karşı direniş” ve “halkların kaderini tayin hakkı” adına proleterleri kendi ulusal burjuvalarının elinde piyon olmaya çağırmaktadır. LO'nun Fransa başkanlık seçimlerindeki adayı Nathalie Arthaud, “Putin, Biden ve diğer NATO ülke liderleri küçümsedikleri halkların canıyla bir savaş yürütüyor” diyerek “işçileri”, “bürokratik” Rusya ve “emperyalist” Amerika'ya karşı zavallı küçük Ukrayna devletini savunmaya çağırmaktan çekinmemiştir.

Sanki Zelensky ve onun yoz oligarklardan oluşan klik, Ukrayna nüfusunun ve özellikle de kendilerine ait olmayan çıkarlar için savaşmaya zorlanan işçi sınıfı erkeklerinin ölümünden bizzat sorumlu değilmiş gibi. Dördüncü Enternasyonal'in Güney Amerikalı bir üyesi olan Le Mouvement Socialiste des Travailleurs (MTS) ise, hem Ukrayna'nın Rusya tarafından işgalini hem de NATO müdahalesini eleştirmektedir. Ama bu görünüşte enternasyonalist tavrın ardında, bu sefer de bu grubun “Donbass halkının kendi kaderini tayin hakkını” tanıdığını görüyoruz ki bu Putin'in Ukrayna'yı işgal etmek için kullandığı bahanenin tamı tamına aynısıdır!

ABD ve BK'da, Internationalist Bolshevik Tendency (IBT) daha da hilekar bir tavır geliştiriyor. “Devrimci Yenilgicilik ve Proleter Enternasyonalizmi” başlıklı bir makalede, Lenin'in “bütün emperyalist ülkelerde proletarya, kendi hükûmetinin yenilgisini istemek zorundadır” şeklindeki (“ikili yenilgicilik” olarak tanımladığı) daha o zamandan belirsiz tavrını hatırlattıktan sonra, IBT şöyle ekliyor: “İkili yenilgicilik emperyalist bir ülkenin emperyalist olmayan bir ülkeye saldırdığı, fiili bir fetih savaşı için geçerli değildir. Böyle durumlarda, Marksistler sadece kendi emperyalist hükûmetlerinin yenilgisi için çağrı yapar ama etkin biçimde emperyalist olmayan devletin askeri zaferinden yana olur.” [1].

Böylece, IBT'ye göre Ukrayna bir kere emperyalist olmayan bir devlet olarak tanımlandığında, geriye kalan seçenek sadece proleterleri katliama itmek oluyor! IBT'nin Lenin'in emperyalizme dair tavrındaki bir zayıflığı saçma bir uca çekerek sömürdüğü bir gerçek [2]. Kapitalizmin geliştiği bir dönemden çöküş dönemine geçerken yaşamış ve bu geçişin bütün sonuçlarını çıkaramamış Bolşevikler ve Komünist Enternasyonal'in hatası anlaşılabilir. Ama, çeşitli ülkelerin diğerlerine karşı (örneğin Irak'ın Kuveyt'e, İran'ın Irak'a vb.) saldırgan savaşlarıyla geçen bir yüzyılın ardından, aynı tavrı yeniden dolaşıma sokmak salt mistifikasyondur!

Bu mistifikasyonun üzerinde yükseldiği temel, burjuva “halkların kaderini tayin hakkı” sloganıdır ve bunun arkasında emperyalizmin sadece “büyük güçler” arası bir mücadele olduğu fikri vardır. Fakat, Rosa Luxemburg'un 1916 gibi erken bir tarihte, Sosyal Demokrasinin Bunalımı’nda belirttiği gibi: “Emperyalizm bir devletin ya da herhangi bir grup devletin eseri değildir. Sermayenin dünya gelişimindeki özel bir olgunluk aşamasının ürünüdür; özünde enternasyonal bir durum, bölünemez bir bütündür ve ancak hiçbir ulusun kendi iradesiyle dışına çıkamayacağı ilişkilerinin bütünü içerisinde kavranabilir.'' Ulusal savunma mücadeleleri artık işçi sınıfının taleplerinin bir parçası olamaz. Tersine, bunlar onun devrimci mücadelesi için gerçek bir zehir, devrimci laf kalabalığı ardına gizlenerek seçtikleri emperyalist kamp adına proleterleri cepheye itmeyi hedefleyen bir mistifikasyondur!

H., 27 Mart 2022

[1] IBT'nin 1982'de ayrıştığı, şimdi International Communist League (Fourth Internationalist) adını almış olan Spartakistlerin benzer bir çözümlemeyi tersinden yaptığına işaret etmek gerekiyor: aynı bildiri içerisinde “iki kapitalist sınıf arasındaki bu savaşı, işçilerin iki kapitalist sınıftan da kurtulduğu devrimci bir iç savaşa dönüştürmekten” bahsederek devrimci bir çağrı yapar gibi gözükürken, hemen ardından “NATO veya herhangi bir emperyalist güç bu savaşa girerse, her devrimcinin görevi emperyalizmin yenilgisi için askeri olarak Rusya'dan yana olmak olacaktır” diyerek eğer savaş tırmanırsa ne yapacaklarını söylüyorlar. Solculuk söz konusu olduğunda, her zaman satır aralarına bakmak gerekiyor! (Kaynak: Spartacist 4 Supplement, 27.2.22)

[2] Rosa Luxemburg'un aksine, emperyalizmi büyük kapitalist güçlerin politikası olarak tanımlayan Lenin emperyalizm sorununa dair her zaman net değildi.

Rubric: 

Ukrayna'da emperyalist çatışma Kapitalizm savaştır, kapitalizme karşı savaş!

Avrupa savaşa girdi. Bu, 1939-45'in ikinci dünya katliamından bu yana ilk kez de yaşanmıyor. 1990'ların başında, savaş eski Yugoslavya'yı kasıp kavurmuş, 140.000 kişinin ölümüne neden olmuş, Temmuz 1995'te 8.000 erkek ve gencin soğukkanlılıkla katledildiği Srebrenica'da olduğu gibi "etnik temizlik" adı altında sivillere yönelik büyük toplu katliamlar meydana gelmişti. Rus ordularının Ukrayna'ya karşı saldırıya geçmesiyle patlak veren bu savaş, şu an için eski Yugoslavya’da olduğu kadar ölümcül değil, ancak bu savaşa kaç kişinin kurban gideceğini henüz hiç kimse bilmiyor. An itibarıyla savaş, eski Yugoslavya'daki savaştan çok daha büyük ölçekte. Bugün, birbirleriyle savaşanlar milisler veya küçük devletler değil. Mevcut savaş, sırasıyla 150 milyon ve 45 milyon nüfusları ve konuşlandırılan devasa ordularıyla (700.000 askeriyle Rusya ve 250.000'den fazla askeriyle Ukrayna) Avrupa'nın en büyük iki devleti arasında.

Dahası, büyük güçler eski Yugoslavya'daki çatışmalara dahil olduklarında, bu ya dolaylı olarak ya da Birleşmiş Milletler himayesinde “müdahale kuvvetlerine” katılmalarıyla gerçekleşmişti. Bugün, Rusya yalnızca Ukrayna’yla değil, savaşta doğrudan yer almasalar da Ukrayna'ya silah göndermeye başlamış, aynı zamanda da Rusya’ya karşı önemli ekonomik yaptırım kararları almış olan, NATO'da gruplanmış tüm Batılı ülkelerle de karşı karşıya.

Bu nedenle, yeni başlayan bu savaş, başta Avrupa olmak üzere tüm dünya için son derece çarpıcı bir olaydır.  Daha şimdiden, siviller ve her iki tarafın askerleri arasında can kaybının binlerce olduğu söyleniyor. Savaş yüz binlerce mülteciyi yollara dökmüş durumda. Enerji ve tahıl fiyatlarındaysa daha büyük artışa, dolayısıyla da ısınamamaya ve açlığa neden olacak, ki halihazırda dünyanın birçok ülkesindeki sömürülenlerin ve yoksulların yaşam koşulları enflasyon karşısında yere çakılmış durumda. Her zaman olduğu gibi, dünyayı yönetenler, savaşçı eylemlerinin en ağır bedellerini toplumsal zenginliğin çoğunu üreten işçi sınıfına ödetecek.

Bu savaş, bu trajedi, dünyanın son iki yıl içindeki durumundan ayrı değerlendirilemez: pandemi, ekonomik krizin kötüleşmesi, ekolojik felaketlerin çoğalması. Tüm bunlar, dünyanın barbarlığa sürüklendiğini açıkça gösteriyor.

Savaş propagandasının yalanları

Her savaşa büyük yalan kampanyaları eşlik eder. Kendilerinden istenen korkunç fedakarlıkları kabul edebilmeleri için, halkın ve özellikle sömürülen sınıfın zihni egemen sınıfın ideolojisiyle doldurulur. Bu fedakarlıklar, annelerinin, eşlerinin, çocuklarının yasını tutmak, sivil halkın dehşet ve yoksunluk içinde olması ve sömürünün daha da yoğunlaşmasıdır,  cepheye gönderilenler içinse hayatlarıdır.

Putin'in yalanları, tıpkı politik polis ve casus örgütü olan KGB'de memur olarak kariyerine başladığı Sovyet rejiminin yalanları gibi çiğdir. “Soykırım” mağduru Donbass halkına yardım etmek için “özel bir askeri operasyon” yürüttüğünü iddia eden Putin, medyanın “savaş” kelimesini kullanmasını yaptırım tehditleriyle yasaklıyor. Putin’e bakılırsa, amacı Ukrayna'yı yönetimi altında olduğu “Nazi rejiminden” kurtarmak. Doğu'nun Rusça konuşan nüfuslarının, genellikle Nazi rejimine özlem duyan Ukraynalı milliyetçi milisler tarafından zulme uğradığı doğrudur, ancak ortada bir soykırım yoktur.

Batılı hükûmetlerin ve batı medyasının yalanları genellikle daha kurnazcadır. Ancak bu kurnazlık her zaman için geçerli değildir: ABD ve müttefikleri (ki bunlara pek “demokratik” Birleşik Krallık, İspanya, İtalya ve... Ukrayna (!) da dahildir) 2003 Irak müdahalesini, Saddam Hüseyin'in elindeki "kitle imha silahlarının" tamamen uydurma tehdidi altında bize yutturdular. Bu Irak halkı arasında yüz binlerce kişinin ölümüyle, iki milyon mülteciyle ve koalisyon askerleri arasında on binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan bir müdahaleydi.

Bugün “demokratik” liderler ve Batı medyası bize “kötü öcü” Putin ile “uslu çocuk” Zelensky arasındaki kavganın masalını anlatıyorlar. Putin'in kuşkucu bir suçlu olduğunu uzun zamandır biliyoruz. Zelensky, Putin’in aksine sabıka kaydının temiz olmasından ve siyasete girmeden önce (vergi cennetinde büyük bir servet elde etmesine de neden olan) popüler bir komedi oyuncusu olmaktan çıkar sağlıyor. Ancak mizahi yetenekleri onun hevesli bir savaş lorduna dönüşmesine mahal verdi ve bu yeni rolünde 18 ila 60 yaş arasındaki erkeklerin yurt dışına sığınmaya çalışan ailelerine eşlik etmelerini yasaklıyor ve Ukraynalıları 'Anavatan' için, yani Ukraynalı burjuvazi ve oligarkların çıkarları için öldürülmeye çağırıyor. Çünkü iktidar partilerinin rengi, konuşmalarının tonu ne olursa olsun, tüm ulusal devletler, her şeyden önce, hem sömürülenlere hem de diğer ulusal burjuvazilerin rekabetine karşı, sömüren sınıfın yani ulusal burjuvazinin çıkarlarının savunucularıdır.

Savaş propagandalarında, her devlet kendini “saldırgana” karşı kendisini savunması gereken bir “kurban” olarak sunar. Ancak tüm devletler gerçekte eşkıya olduğu için, ilk önce hangi eşkıyanın ateş ettiğini sormak anlamsızdır. Bugün önce Putin ve Rusya ateş etti, ancak geçmişte ABD vesayeti altında NATO, Doğu blokunun ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne kadar Rusya'nın  hakimiyetinde olan birçok ülkeyi saflarına dahil etmişti. Eşkıya Putin, savaşı başlatarak, özellikle Ukrayna'nın NATO'ya katılmasını engelleyerek, ülkesinin geçmişteki gücünün bir kısmını geri kazanmayı hedefliyor.

Aslında 20. yüzyılın başından beri, sürekli savaş, ortaya çıkardığı tüm korkunç acılarla kapitalist sistemin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Şirketler ve devletler arasındaki rekabete dayalı, ticari savaşların silahlı savaşlara döndüğü, ekonomik çelişkilerin ve krizlerin kötüleştiği bu sistem giderek daha fazla savaş benzeri çatışmaları getiriyor. Bu kâra ve üreticilerin şiddetli sömürüsüne dayalı sistemde, işçiler yalnızca alın terleriyle değil aynı zamanda kanlarıyla da bedel ödemek zorunda kalıyor.

2015'ten bu yana, küresel askeri harcamalar keskin bir şekilde artıyor. Bu savaş yalnızca, süreci vahşi bir şekilde hızlandırdı. Bu ölümcül sarmalın bir sembolü olarak: Almanya, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana tarihinde ilk kez Ukrayna'ya silah göndermeye başladı; Avrupa Birliği ilk kez Ukrayna'nın silah alımı ve teslimatını finanse ediyor ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kararlılığını ve yıkıcı yeteneklerini kanıtlamak için açıkça nükleer silah kullanmakla tehdit ediyor.

Savaşı nasıl sonlandırabiliriz?

Rusya'nın Ukrayna'dan çok daha güçlü bir orduya sahip olmasına rağmen, mevcut savaşın nasıl gelişeceğini kimse tam olarak kestiremez. Bugün Rusya'nın müdahalesine karşı dünya çapında ve bizzat Rusya'da pek çok eylem yapılıyor, ancak bu eylemler savaşı sonlandıramaz. Tarih göstermiştir ki, kapitalist savaşa son verebilecek tek güç, burjuva sınıfının doğrudan düşmanı olan proletaryadır. Tıpkı, Rusya işçilerinin Ekim 1917'de burjuva devletini devirmesi ve Almanya'nın işçi ve askerlerinin Kasım 1918'de isyan ederek hükûmetlerini ateşkes imzalamaya zorlamasının 1. Dünya Savaşı’nı sonlandırdığı gibi. Putin, bugün yüz binlerce askeri öldürülmek üzere Ukrayna'ya gönderebiliyorsa, bugün birçok Ukraynalı "Anavatanı savunmak" için canlarını vermeye hazırsa, bunun büyük ölçüde nedeni dünyanın bu bölgesinde işçi sınıfının özellikle zayıf olmasıdır. 1989'da "sosyalist" ya da "işçi sınıfına ait" olduğu iddia edilen rejimlerin çöküşü dünya işçi sınıfına çok acımasız bir darbe vurmuştur. Bu darbe, 1968'den itibaren ve 1970'lerde Fransa, İtalya ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde büyük mücadeleler vermiş işçileri derinden etkilemiştir, ama en çok Polonya gibi sözde "sosyalist" ülkelerdeki işçileri etkilemiştir, ki Polonyalı işçiler Ağustos 1980'de büyük bir kararlılıkla hükûmeti taleplerini karşılamaya ve baskıdan vazgeçmeye zorlayan kitlesel bir mücadelenin içindeydi.

Savaş mağdurlarıyla, sivil halkla ve her iki tarafın top yemine dönüştürülmüş üniformalı proleterlerden oluşan askerleriyle gerçek bir dayanışma göstermek, "barış için" eylemler yapmak ya da bir ülkeyi diğerine karşı desteklemek değildir. Tek dayanışma, TÜM kapitalist devletlere, şu veya bu ulusal bayrağın arkasında toplanma çağrısı yapan TÜM partilere, bizi barış ve halklar arasındaki "iyi ilişkiler" yanılsamasıyla cezbeden TÜM taraflara karşı koymaktır. Ve gerçek bir etki yaratabilecek tek dayanışma, dünyanın her yerinde kitlesel ve bilinçli işçi mücadelelerinin gelişmesidir. Özellikle de bu mücadelelerin, savaşlardan ve insanlık için giderek daha fazla tehlike teşkil eden tüm barbarlıktan sorumlu sistemin, yani kapitalist sistemin devrilmesi için bir hazırlık oluşturduğunun bilincine varılmalıdır.

Bugün işçi hareketinin 1848 Komünist Manifesto'sunda yer alan eski sloganları her zamankinden daha günceldir:

İşçilerin vatanı yoktur! Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!

Uluslararası proletaryanın sınıf mücadelesinin gelişmesi için!

Enternasyonal Komünist Akım, 28.2.22

www.internationalism.org

email: [email protected]

Halka açık toplantılar

Gelin ve bu broşürdeki fikirleri, EKA'nın önümüzdeki iki hafta boyunca gerçekleştireceği online halka açık toplantılardan birinde tartışın. İngilizce toplantı için tarihler: 5 Mart, 11:00 ve 6 Mart, 18:00 (Londra saati). Detaylar için bize e-mail atın.

Rubric: 

Ukrayna'daki savaş hakkında Enternasyonal Komünist Sol gruplarının ortak açıklaması

Komünist solun örgütleri, özellikle dünya işçi sınıfı için büyük bir tehlikenin söz konusu olduğu bir zamanda, proleter enternasyonalizminin ilkelerine bağlılık mirasını birlik içinde savunmalıdır. Ukrayna'daki savaşla birlikte emperyalist katliamın Avrupa'ya dönüşü işte böyle bir zamandır. Bu nedenle, komünist sol gelenekten diğer imzacılarla (ve bu bildiriyi tamamen destekleyen farklı bir eğilime sahip bir grupla), emperyalist savaş karşısında işçi sınıfının temel perspektifleri hakkında aşağıdaki ortak bildiriyi yayınlıyoruz.

 


 

İşçilerin vatanı yoktur!

Kahrolsun tüm emperyalist güçler!

Kapitalist barbarlığın karşı sosyalizm!

 

Ukrayna'daki savaş, enternasyonal bir birlik sınıfı olan işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda değil, irili ufaklı farklı emperyalist güçlerin çatışan çıkarları için yürütülüyor. Bu savaş, askeri ve ekonomik hakimiyet için stratejik bölgeler üzerinde hakimiyet amacıyla, ABD, Rusya ve Batı Avrupa devlet aygıtlarına hakim olan savaş çığırtkanları tarafından açıkça ve gizlice yürütülen bir savaştır. Ukrayna egemen sınıfı da hiçbir şekilde dünya emperyalist satranç tahtasında masum bir piyon değildir.

 

Bu savaşın esas mağduru Ukrayna devleti değil, katledilmiş savunmasız kadın ve çocuklar, açlıktan ölen mülteciler veya her iki orduda askere alınanlar ya da savaşın daha fazla yoksulluk getireceği tüm dünyanın işçileri, yani genel olarak işçi sınıfıdır.

 

Kapitalist sınıf ve onların burjuva üretim tarzı, emperyalist savaşa yol açan rekabetçi ulusal bölünmelerin üstesinden gelemez. Kapitalist sistem daha büyük bir barbarlığa düşmekten kaçamaz.

 

Kendi payına, dünya işçi sınıfı düşen ücretlerine ve yaşam standartlarına karşı mücadelesini geliştirmek zorundadır. 1945'ten bu yana Avrupa'nın en büyüğü olan bu son savaş, kapitalizmin geleceğinde, eğer işçi sınıfı mücadelesi burjuvazinin devrilmesine ve onun yerine işçi sınıfının politik iktidarının, yani proletarya diktatörlüğünün, geçmesine yol açmazsa olacaklara dair bir uyarıdır.

 

Farklı emperyalist güçlerin savaş hedefleri ve yalanları:

 

Rus emperyalizmi 1989'da aldığı büyük gerileyişi tersine çevirerek yeniden bir dünya gücü olmayı amaçlıyor. ABD süper güç statüsünü ve dünya liderliğini korumak istiyor. Avrupalı güçler, sadece Rusya'nın yayılmasından değil, aynı zamanda ABD'nin ezici egemenliğinden de korkuyor. Ukrayna ise en güçlü emperyalist güçle ittifak arıyor.

 

Kabul etmek gerekir ki, ABD ve Batılı güçler bu savaşta gerçek amaçlarını haklı çıkarmak için en inandırıcı yalanlara ve en büyük medya yalan makinelerine sahipler - bunlar, sözde Rusya'nın küçük egemen devletlere karşı saldırganlığına tepki gösterdiklerini, Kremlin otokrasisine karşı demokrasiyi savunduklarını, Putin'in vahşeti karşısında insan haklarını koruduklarını söylüyorlar.

 

Daha güçlü emperyalist gangsterler genellikle daha iyi savaş propagandasına, daha büyük yalana sahiptir, çünkü düşmanlarını önce ateş etmeye kışkırtıp, manevra yapabilirler. Ama bu güçlerin son zamanlarda Ortadoğu'da, Suriye'de, Irak'ta ve Afganistan'da sergilediği sözde 'barışçıl' performanslarını, ABD hava gücünün Musul şehrini nasıl dümdüz ettiğini, Koalisyon güçlerinin Irak halkını sahte bir bahaneyle (Saddam Hüseyin'in kitle imha silahlarına sahip olduğu gibi) nasıl kılıçtan geçirdiğini hatırlayın. Daha geriye gidin ve 1960'larda Vietnam'da, 1950'lerde Kore'de, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hiroşima, Dresden veya Hamburg'da olsun, bu demokrasilerin geçtiğimiz yüzyılda sivillere karşı işlediği sayısız suçları hatırlayın. Rusya'nın Ukrayna nüfusuna yönelik zulmü de özünde aynı emperyalist senaryodan alınmıştır.

 

Kapitalizm, insanlığı sürekli emperyalist savaş çağına fırlattı. Kapitalizmden savaşı "durdurmasını" istemek bir yanılsamadır. 'Barış' ancak savaşkan kapitalizmde bir perde arası olabilir.

 

Çözümsüz krizlere ne kadar batarsa, kapitalizmin artan kirlilik ve salgın felaketlerinin yanında askeri yıkım da o kadar büyük olacaktır. Kapitalizm devrimci bir değişim için çoktan aşırı olgunlaşmış durumda.

 

İşçi sınıfı uyuyan bir devdir.

 

Yanında getirdiği bütün dehşetleriyle, gittikçe daha fazla bir savaş sistemi haline gelen kapitalist sistem, şu anda egemenliğine karşı herhangi bir önemli sınıf muhalefetiyle karşı karşıya değil; öyle ki, proletarya, emek gücünün giderek ağırlaşan sömürüsüne tabidir ve emperyalizm, savaş alanında proletaryanın canından fedakarlık talep etmektedir.

 

Devrimci öncünün vazgeçilmez rolünün teşvikiyle, sınıf bilinci ile birlikte sınıfsal çıkarlarının savunusunun gelişimi, işçi sınıfının dev potansiyelini, yani burjuvazinin siyasi aygıtını tümüyle devirmek için bir sınıf olarak birleşme kapasitesini içerisinde barındırır. İşçi sınıfı, 1917'de Rusya'da tam da bunu yapmış ve aynı dönemde Almanya'da ve başka yerlerde buna yaklaşmıştır: böylece savaşlara yol açan sistemi devirmiştir. Nitekim, Ekim Devrimi ve onun diğer emperyalist güçlerde yol açtığı ayaklanmalar, yalnızca savaşa muhalefetin değil, aynı zamanda burjuvazinin iktidarına yönelik bir saldırının da aydınlık bir örneğidir.

 

Bugün hala böylesi bir devrimci dönemden çok uzağız. Benzer şekilde, proletarya mücadelesinin koşulları, ilk emperyalist kıyım zamanında var olan koşullardan farklıdır. Öte yandan, emperyalist savaş karşısında, proletarya enternasyonalizminin temel ilkelerini ve devrimci örgütlerin bu ilkeleri proletarya içerisinde, gerektiğinde canını dişine takarak, akıntıya karşı da olsa savunma görevi hala aynı güncelliktedir.

 

Emperyalist savaşa karşı enternasyonalizm için savaşan ve savaşmaya devam eden siyasi gelenek.

 

İsviçre'deki Zimmerwald ve Kienthal köyleri, Birinci Dünya Savaşı'nda savaşan her iki bloktan sosyalistlerin, katliamı sona erdirmek ve Sosyal Demokrat Partilerin yurtsever liderlerini kınamak adına enternasyonal bir mücadele başlatmak için buluşma yerleri olarak ünlendi. Bremen Solu ve Hollanda Solu tarafından desteklenen Bolşevikler bu toplantılarda, emperyalist savaşa karşı bugün hala geçerli olan enternasyonalizmin temel ilkelerini ortaya koydular:

 

Emperyalist kamplardan hiçbirini desteklememek;

tüm pasifist illüzyonların reddi;

emek gücünün sömürülmesine dayanan ve sürekli olarak emperyalist savaş üreten sisteme karşı yalnızca işçi sınıfının ve onun devrimci mücadelesinin son verebileceğinin kabulü.

 

1930'larda ve 1940'larda, Birinci Dünya Savaşı'nda Bolşevikler tarafından geliştirilen enternasyonalist ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalan yalnızca şimdi Komünist Sol olarak adlandırılan siyasi akımdı. İtalyan Solu ve Hollanda Solu, İkinci emperyalist Dünya Savaşı'nda, Troçkizm de dahil olmak üzere proleter devrimi savunduğunu iddia eden diğer akımların aksine, katliam için hem faşist hem de anti-faşist gerekçeleri reddederek her iki tarafa da aktif olarak karşı çıktı. Böyle yaparak bu Komünist Sol gruplar, savaşta Stalinist Rusya'nın emperyalizmini desteklemeyi reddettiler.

 

Bugün, Avrupa'da emperyalist çatışmanın hızlanması karşısında, Komünist Sol'un mirasına dayanan politik örgütler, tutarlı proleter enternasyonalizminin bayrağını taşımaya ve işçi sınıfı ilkelerini savunanlar için bir referans noktası olmaya devam ediyor.

 

İşte bu nedenle bugün Komünist Sol'un sayıca az ve pek tanınmayan örgütleri ve grupları bu ortak bildiriyi yayınlamaya ve iki dünya savaşının barbarlığı karşısında geliştirilmiş enternasyonalist ilkeleri olabildiğince geniş biçimde yaygınlaştırmak için ortaklaştılar.

 

Ukrayna'daki emperyalist katliamda hiçbir tarafa destek yok.

 

Pasifist yanılsamaya hayır: Kapitalizm ancak sonu gelmeyen savaşlarla yaşayabilir.

 

Emperyalist savaşa ancak proletarya, kapitalist sistemi de yıkacak olan, sömürüye karşı verdiği sınıf mücadelesiyle son verebilir.

 

Dünyanın Bütün İşçileri, Birleşin!

——————————————————

 

- Enternasyonal Komünist Akım

- Istituto Onorato Damen (Onarato Damen Enstitüsü)

- Internationalist Voice (Enternasyonalist Söz)

- Enternasyonalist Komünist Perspektif (Kore)

 

Bu ortak bildiriyi tümüyle destekler.

 

6 Nisan 2022

Tags: 

Rubric: 

Ukrayna'daki savaş

Ukrayna: Doğu Avrupa'da askeri geriliminin tırmanışı üzerine

Rus ordusu Ocak ayından bu yana Ukrayna sınırları boyunca geniş çaplı "manevralar" yoluyla güç gösterisi yapıyor, ABD neredeyse her gün bir Rus işgalinin yakın olduğunu duyuruyor, NATO, Baltık ülkelerine ve Romanya'ya askerlerinin konuşlandırıyor, "barışı kurtarmak için" yoğun diplomatik manevralar sürüyor, Rus medyası Batı histerisini kınayan ve askerlerin sığınaklarına geri döndüğünü duyuran (ki bu ABD ve NATO tarafından hemen yalanlandı) bir kampanya yürütüyor ve  Donbass'ta Ukrayna ordusu ile ayrılıkçılar arasında çatışmalar sürüyor. Bütün bunlar emperyalist burjuvaziler arasındaki bu ölümcül savaş dansında amaçlanan hedeflerin birden fazla olduğunu gösteriyor. Bunlara çeşitli öznelerin hırsları ve kapitalizmin çürüme döneminin akıl dışı özelliği de eklenince, bu amaçlar daha karmaşık hale geliyor, ki bu da durumu daha da tehlikeli ve öngörülemez hale getiriyor. Ancak "Ukrayna krizinin" somut sonucu ne olursa olsun, durum şimdiden Avrupa'daki militaristleşmenin, askeri gerilimlerinin ve emperyalist çelişkilerin net bir şekilde yoğunlaştığı anlamına geliyor.

1. ABD: Baskı Altındaki Başkanıyla Saldırgan Konumda

ABD'nin, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal edeceğine dair histerik ajitasyonu, 2021 sonbaharında Tayvan'ın Çin tarafından "işgalin eşiğinde'' olduğuna dair yaptığı ajitasyona benziyor. ABD liderliğinin istikrarlı gerileyişi karşısında Biden yönetimi, Trump'ın başlattığı politik çizgiyle tamamen uyumlu bir emperyalist politika izliyor. Buna göre ABD, baş düşmanı olarak gördüğü Çin'e karşı askeri, ekonomik ve politik araçlarını seferber etmeye devam ediyor. Bu açıdan bakıldığında, Rus hedeflerine karşı tavizsiz pozisyon alma durumu, 2021 sonbaharında Pekin'e gönderilen sinyali pekiştirmiş oluyor.

İkincisi, Dünyada çatışmalı sıcak bölgeler yaratarak, Biden, kendi özerk politikalarını gütmek isteyen emperyalist güçleri,  ABD hegemonyası altında konumlanmanın onlar için daha iyi olduğuna ikna etmeyi amaçlayan bir gerilim artırma politikası geliştiriyor. Ancak, bu politika Japonya, Güney Kore ve Hindistan’ın mesafe koymasıyla sınırlanmış olup, pasifikte, sadece 'beyaz' İngilizce konuşulan ülkelerin (ABD, İngiltere, Avustralya) katıldığı AUCUS'un oluşturulmasıyla küçük bir başarı kazanmıştı. NATO içinde Avrupa ülkelerini Amerikan egemenliği altına geri almak için, bugün Rusya'ya yönelik aynı politika izleniyor. ABD propagandası, bir yandan Rusya'nın işgalini kınarken aynı zamanda sinik bir biçimde NATO ülkelerinin aksine Ukrayna'ya askeri olarak müdahale etmeyeceğini ifade ediyor. Bu, Avrupa ülkelerine yönelik tehditkar bir mesajdır. Bununla birlikte, Boris Johnson'ın Asya'da olduğu gibi kendisini Amerikalıların sadık bir teğmeni olarak konumlandırmasının yanı sıra, Macron ve Scholz tarafından Moskova'ya yapılan son diplomatik manevra, Alman ve Fransız burjuvazisinin kendi özel emperyalist çıkarlarını her ne pahasına olursa olsun korumaya çalıştığının altını çiziyor.

Aynı zamanda Joe Biden bu çatışmacı politikayı, ABD güçlerinin Afganistan'dan çekilmesi ve sosyo-ekonomik planlarının ardı ardına uğradığı başarısızlıkları nedeniyle kötü bir şekilde lekelenen imajını toparlamak için kullanmayı umuyor: "Başkan Joe Biden, görev süresinin ilk yılı sonunda, önceki Başkan Donald Trump hariç, hemen hemen tüm seçilmiş başkanların sahip olduğu en düşük kamuoyu desteğine sahip" (CNN politics,  06.02.22) ve benzer şekilde "partisi önümüzdeki Kasım ayında yapılacak ara seçimlerde yenilgiye doğru gidiyor" (La Presse, Montréal, 23 Ocak 2022). Kısacası, ABD agresif bir politika gütse de, başkanının manevra alanı ülke içerisindeki düşük popülerliği nedeniyle sınırlanmış durumda ve dahası Irak ve Afganistan'daki deneyimlerden sonra, bugün büyük çaplı bir askeri operasyon söz konusu olamaz. Bu nedenle ABD birliklerinin Ukrayna sınırlarındaki varlığı oldukça sembolik düzeyde.

2. Rusya kapana kısıldı ve savunma durumunda

Geçen on yılda Rusya'nın, ekonomik bir cüce olmasına rağmen, tüm emperyalist bloğa önderlik ettiği dönemden kalma güçlü ordusu ve silahları sayesinde, dünya çapında etkili bir güç rolü oynadığını vurgulamıştık. Ancak bu durum, bugün Rusya’nın saldırgan bir konumda olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, Rusya sınırları boyunca genel olarak artan bir baskı altında:

- Taliban'ın Kabil'de iktidara gelmesiyle, Müslüman tehdidi eski Sovyet Orta-Asyalı müttefikler (Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan) için büyük bir yüktür; dahası, Karadeniz ve Hazar Denizi arasında, 2008 yılında Güney Osetya ve Abhazya'nın işgalinden sonra Gürcistan ile örtülü bir savaş sürüyor ve Rusya, 2020 yılında Dağlık Karabağ'daki savaştan sonra Ermenistan ve, Türkiye tarafından desteklenen, Azerbaycan arasındaki statükoyu korumaya çabalıyor. Son olarak, Kazakistan'ın son zamanlarda istikrarsızlaşması, ülkenin Rusya'nın savunması açısından doğusunda oynadığı tampon rolünün merkezi konumu göz önüne alındığında, Rusya için bir kabus.

- Avrupa sınırlarında ise, batıdaki merkezi bölgeler olan Ukrayna ve Belarus (Ukrayna sınırı Moskova'ya sadece 450 km uzaklıktadır) son yıllarda yoğun baskı altında. Rusya, burada kendisine yakın rejimleri elinde tutmaya devam edebileceğini umuyordu, ancak 2014'te Kiev'deki Turuncu Devrim ile ülke Avrupa'ya doğru kaydı ve 2020'de Belarus'ta da aynı durumun eşiğine gelindi.

Putin, 2014 yılında Kırım'ı işgal ederek ve Ukrayna'nın doğusundaki (Donetsk ve Lugansk) Rusça konuşan ayrılıkçıları destekleyerek, tüm Ukrayna üzerinde kontrolü elinde tutmayı ummuştu: "Aslında, Rusya devlet başkanı 2014 Minsk Protokolü ve Şubat 2015 uygulama anlaşması yoluyla Donbass cumhuriyetleri üzerinden Ukrayna siyasetinde söz sahibi olmasını umuyordu (Ukrayna'nın federal yapısı geniş çaplı bir bölgesel otonomiye izin veriyor). Gerçekte ise tam tersi oldu: Minsk anlaşmalarının uygulanması çıkmaza girdi. Cumhurbaşkanı Volodimir Zelensky'nin Nisan 2019'da seçilmesi, Moskova'da Kiev ile daha iyi ilişkiler için umutları artırmış olsa da, Zelensky hükümeti önceki Cumhurbaşkanının başlattığı "Rus dünyası" ile kopuş politikasını sürdürdü. Dahası, Ukrayna ve NATO arasındaki askeri-teknik işbirliği giderek yakınlaşıyor. Kendisi de bir NATO üyesi olan Türkiye, Kiev'e askeri insansız hava araçları sağladı ve bu durum Moskova'da Ukrayna'nın Donbass'ı askeri olarak geri almaya girişebileceği endişesini artırdı. Bu yüzden Putin hala zaman varken inisiyatifi ele geçirmek istiyor." Le Monde Diplomatique, Şubat 2022.

ABD'nin giderek artan ölçüde Çin'e odaklanma eğiliminden faydalanan Putin, Ukrayna üzerindeki baskıyı artırarak, emperyalist sahnedeki yerini müzakere etme için bir fırsat yakaladığını düşünüyor. Putin bu süreçte, askeri gerilim, siber saldırılar, ekonomik (örn: Rus gazı) ve siyasi tehditlere (ayrılıkçı cumhuriyetlerin tanınması) dayalı birden fazla baskı aracı içeren bir "hibrit savaş" politikası sürdürdü. Bununla birlikte, ABD'nin siyasi ve medya taarruzu onu bir tuzağa itiyor: Abd, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmek için bir askeri operasyon hazırlığında olduğu propagandasıyla, Rusya'nın bundan daha küçük her eyleminin bir geri adım olarak algılanmasını sağlıyor ve bu nedenle, bir anlamda Rusya'yı riskli ve muhtemelen uzun süreli bir askeri operasyona itmeye çalışıyor. Öte yandan Rusya halkı ise çok sayıda ölünün olacağı bir savaşa girmek istemiyor. Rus siyaset bilimci ve Rusya'nın uluslararası siyaseti uzmanı Fyodor Lukyanov bunu şöyle açıklıyor: "güç gösterisi ile güç kullanımı arasındaki çizgiyi aşmak başka bir risk ve sonuç seviyesine geçiştir. Modern toplumlar buna hazırlıklı değildir ve liderleri bunu bilir" (De Morgen'de alıntılanmıştır, 11.02.22).

3. Avrupa'da artan gerilim ve militarizm

Ukrayna'daki olaylar Avrupa üzerinde iki şekilde çok önemli bir etkiye sahip:

- Birincisi, emperyalist çatışmaların yoğunlaşması, ABD baskısı ve "her koyun kendi bacağından asılır" şeklinde özetlenebilecek bir eğilimin güçlenmesi, çeşitli Avrupa devletlerinin konumları üzerinde son derece güçlü bir baskı uyguluyor. Biden'ın uzlaşmaz açıklamaları Avrupa devletlerini tavır almaya zorluyor ve bu aralarındaki çatlakları genişletiyor. Bu durumun hem NATO hem de AB için geniş kapsamlı sonuçları olacaktır. Bir yandan, AB içindeki konsensus dayatmasından kurtulan Birleşik Krallik, kendisini ABD'nin sadık bir askeri olarak konumlandırıyor: örneğin BK dışişleri bakanı, Fransız-Alman uzlaşma girişimini (1938'de Nazileri yatıştırmak için yapılan Münih Antlaşmasına atıfla) "Münih kokan" bir antlaşma olarak tanımladı. Romanya, Polonya veya Baltık ülkeleri gibi çeşitli Doğu Avrupa ülkeleri ise NATO'yu sert bir tavır almaya çağırıyor ve kendilerini sıkı bir şekilde ABD'nin koruması altında konumlandırıyor.

Buna karşılık Fransa veya Almanya çok daha tereddütlü ve, Macron ve Scholz'un Putin ile yoğun müzakerelerinin de gösterdiği gibi, çatışmaya yönelik kendi yönelimlerini geliştirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla bu gerilim şunu açıkça ortaya koymaktadır; ekonomik, aynı zamanda emperyalist nitelikteki belirli çıkarları Avrupa ülkelerini Rusya'ya karşı AB'den bağımsız, kendi politikalarını izlemeye yönlendiryor. Bu tam da ABD baskısının hedefidir.

Daha genel düzeyde, Ukrayna'daki çatışmayla birlikte, savaş söylentileri ve ekonomilerin militarize edilme eğilimi Avrupa kıtasını bir kez daha belirleyecektir. Fakat bu kez, kaotik ve “her koyun kendi bacağından asılır” tavrıyla çelişkilerin giderek derinleşmesi göz önüne alındığında, 1990'larda eski Yugoslavya savaşıyla ya da hatta Rusya'nın 2014'te Kırım'ı işgaliyle gördüğümüzden çok daha derin bir düzeyde olacaktır. Çeşitli ülkelerin (özellikle Almanya ve Fransa'nın) emperyalist çıkarlarını savunmak için yaptıkları manevralar, Avrupa içindeki gerginliği daha da tırmandırabilir. Bu tırmanma her devletin kendi başına hareket ettiği bir kaosun şiddetlenmesine neden olabilir ve böylece de kısa ve orta vadede durumun öngörülemezliğini artırabilir.

4. Nasıl bir Perspektif?

Kuşkusuz, tarafların hiçbiri genel bir savaş çıkartma peşinde değil, çünkü birincisi, ittifaklar her devletin kendi bağımsız çizgisinde ısrar etmesi nedeniyle güvenilmez durumda, ikincisi ve hepsinden önemlisi, ilgili ülkelerin hiçbirinde burjuvazi hareket serbestisine sahip değil: ABD, ana düşmanı Çin'e odaklanmış durumda ve bu arada, kendisinden önceki Trump gibi Başkan Biden da, her ne pahasına olursa olsun fiili bir işgalden kaçınmak istiyor (buna en iyi örnek Irak ve Afganistan'dan askeri çekilme ve askeri hedeflerin artan ölçüde özel taşeronlara devredilmesidir). Rusya, ekonomisini ve askeri gücünü (Afganistan sendromu) zayıflatacak uzun ve geniş kapsamlı bir savaştan çekiniyor ve ayrıca özel şirketlerin "kirli işlerini" (Wagner Grubu) yapmasına izin vererek düzenli birimlerini aşırı kullanmaktan kaçınıyor. Dahası, aşılama oranlarının yükseltilmesinde devam eden zorlukların gösterdiği gibi, Rusya toplumu devlete karşı derin bir güvensizlik içinde. Son olarak, savaş, Avrupa için ekonomik intihar olur ve Avrupa toplumu buna temel olarak karşı.

Ancak, topyekûn ve kitlesel bir savaşın olmayacak olması, savaş benzeri eylemlerin gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez; Bunlar şu anda Ukrayna'da Harkov ve Lugansk'taki ayrılıkçı milislerle "düşük yoğunluklu" (sic) savaş biçiminde zaten gerçekleşiyor. Çeşitli emperyalizmlerin emperyalist hedefleri, “her koyun kendi bacağından asılır” tavrının yükselişi ve kapitalizmin çürümesine bağlı irrasyonalizm eğilimiyle birleştiğinde, Avrupa'da giderek daha kaotik ve kanlı biçimler alabilen çatışmaların çoğalması olasılığı mevcut: bunların örnekleri şimdiden "hibrit" çatışmaların çoğalması (askeri, ekonomik ve siyasi baskıların kombinasyonu), Batı Avrupa'ya yönelen yeni mülteci dalgaları,  Avrupa'da (örneğin Almanya) olduğu kadar ABD'deki (Trump'ın Putin'e karşı sözde "dostane" tavrında olduğu gibi) burjuvazi içindeki gerginlikler ve burjuvazinin siyasi aygıtı (popülist dalgalar) üzerindeki kontrolünü giderek daha fazla kaybetmesi biçiminde mevcut.

Nefret dolu milliyetçi ajitasyona karşı, Komünist Sol, sadece çeşitli burjuvazilerin- Rus, Amerikan, Alman, Fransız, ... veya Ukraynalı - çıkarlarına hizmet eden ve işçileri barbarca çatışmalara sürükleyebilecek herhangi bir tarafın emperyalist yalanlarını ifşa eder. İşçi sınıfının vatanı yoktur, işçilerin kapitalist sömürüye karşı mücadelesi enternasyonalidir ve cinsiyete, ırka veya ulusal ayrımlara dayanan her türlü bölünmeyi reddeder. İşçiler şunun çok iyi farkında olmalıdırlar; emperyalist yamyamlar arasındaki çatışmaların yoğunlaşmasına kendi mücadeleleriyle karşı koymazlarsa, bu çatışmalar 'herkes herkesin düşmanıdır',  militarizm ve akıl dışılılık bağlamında her düzeyde büyüyecetir. Bu bakımdan, özellikle kapitalizmin merkezi ülkelerinde işçi mücadelelerinin gelişmesi, savaşçı barbarlığın genişlemesine karşı çıkmak için de temel bir silahtır.

18.02.2022 / R. Havanais

Rubric: 

Ukrayna: İngilizce ve Türkçe açık toplantı

Enternasyonal Komünist Akım, 6 Nisan Çarşamba günü İngiltere saatiyle 17:00, Türkiye saati ile 19:00'da İngilizce ve Türkçe online bir açık toplantı düzenliyor.

Toplantının temel amacı Ukrayna'daki savaşa ilişkin enternasyonalist tutumu ortaya koymaktır: kapitalist savaşlara karşı mücadele etmenin ve komünist bir devrimin önünü açmanın tek yolu olarak tüm ülkelerde sınıf mücadelesi için hiçbir tarafa destek vermiyor ve pasifist ilizyonlara hayır diyoruz. İster sağdan ister soldan olsun, işçileri ister Rusya'yı ister NATO ve Ukrayna'yı desteklemeye çağırsınlar, burjuvazinin farklı fraksiyonları tarafından gözümüze sokulan tüm yanlış alternatifleri reddediyoruz: her iki taraf da emperyalisttir, her ikisi de işçi düşmanıdır.

Bu savaşın tarihsel önemine ve ağırlığına ilişkin genel analizimizi de ortaya koyacağız.

Katılmak isterseniz, lütfen bize [email protected] adresinden yazın.

Rubric: