Gazze'deki Katliam; Milliyetçilik ve İşçi Sınıfı

Dünyanın heryerinde insanlar Gazze'de İsrail tarafından gerçekleştirilen katliamlara dair dehşete düştüklerini ve tiksinti duyduklarını gösterdiler. Bu yazının amacı olayın bu yanının  detaylarına girmek olmasa da, 1200'den fazla Filistinliye karşı 13 İsraillinin hayatını kaybetmiş olması açıkça bunun iki eşit güç arasında bir mücadele değil, basitçe bir katliam olduğunu gösteriyor.

Bu, komünistlerin böyle çatışmaları nasıl değerlendirdiğine bakarken aklımızda bulundurmamız gereken önemli bir nokta.

Bazı ülkelerde İsrail'in sözde "nefs-i müdafasına" destek olsa ve hatta katliamları destekleyen bazı eylemler bile gerçekleşmiş olsa da, heryerde katliamlara karşı yapılan eylemler çok daha büyüktü, Şam'da, Madrid'de, Kahire'de, İstanbul'da hatta İsrail'de yüzbinlerce kişinin katıldığı eylemler gerçekleşti. Dünya genelinde görülüyor ki devletlerin çoğu İsrail'in saldırısını kınamayı reddettiyse de veya hatta desteklediyse bile açık destek vermekten herkes kaçındı. "İslam dünyası" olarak tasfir edilen yerlerde en belirgin örneği Suriye'de olmak üzere çoğu kez saldırıları kınayan eylemler doğrudan devlet tarafından düzenlendi. Türkiye'de de Cumhurbaşkanı Gül'ün nasılsa "İsrail'in Gazze'yi bombalaması Türkiye Cumhuriyetine saygısızlıktır" gibi bir yorum yapmayı başarabilmesi ve Tayyip'in bir anlık da olsa ikincil bir uluslararası medya yıldızı olmayı başarması gibi durumlar gördük. Hem Arap ülkelerinin çoğunda, hem de Türkiye'de, toplumdaki bütün siyasi güçler bu mesele etrafında birleşmişti.

Böyle bir "ulusal birlik" ortaya çıktığında, devrimcilerin sormaları gereken ilk soru, burada hangi sınıfın çıkarlarının temsil edildiği. Cevabın işçi sınıfının çıkarları olmadığını kesinlikle biliyoruz.Şüphesiz hakim sınıfın iki yüzlülüğü herkesin görebileceği nitelikte. Sol örgütlerin bazılarının argümanları ise çok daha güç fark edilir durumdalar. Netice onların geldiği pozisyonu Filistin ulusal kurtuluşunu ve özellikle Hamas'ı desteklemek oluyor. Bu örgütlerin büyük çoğu Hamas'ın gerici, işçi sınıfı düşmanı olduğundan haberdarlar. Hatta bazıları Eylül 2006'da Hamas'ın öğretmenlere ve kamu sektöründeki grevlere karşı saldırılarını bile hatırlıyor. Fakat yine de sosyalistlerin İsrail'e karşı mücadele eden ve Filistin halkını koruyabilecek tek güç olduğunu iddia ettikleri Hamas'ı desteklemeleri gerektiğini söylüyorlar.

Fakat ortadaki veriler bunları kolaylıkla yadsıyor. Ölüm miktarı, Hamas'ın Filistin halkını korumaktan tamamen aciz olduğunu gözler önüne seriyor. Solun savunduğu Filistin mücadelesi efsanesi, "cesur ulusal güçlerin" "siyonist İsrail rejimine" karşı galip geleceği yönündeki görüş ve onun propaganda araçları ulusal bayrakların, ölü çocukların ve ellerinde tüfekler olan güzel genç kadınların resimleri. Yani neredeyse bütün yaklaşımın hiçbir sıkıntısı yok diyeceğiz, fakat şöyle tek bir sorun var ki o da bütün bunların gerçeklikle en ufak bir alakasının bile olmayışı.

Filistin ulusal hareketi asla İsrail'i tek başına yıkmayı başaramayacak. Bu yazının başında verilen ölü sayısı bu gerçeği çok sertçe gözler önüne seriyor; zira ölen her İsrailliye karşı neredeyse yüz kadar Filistinli ölmüş. Enternasyonalist görüşü, yani patronların savaşında hiçbir tarafa destek vermemeyi savunan komünistlere, solcular tarafından mücadelenin tamamen eşitsiz olduğu ve Hamas'ı desteklememenin emperyalistleri desteklemek olduğu söylendi. Şüphesiz tarafların eşitsiz olduğu doğru. Fakat kazanması sürpriz olacak tarafı desteklemek, mesela Hacettepe-Fenerbahçe arasındaki bir futbol maçında mantıklı olsa da, gerçekten siyasi bir analiz olduğu söylenemez.

Bugün emperyalizm yalnızca ABD ve onun müttefiklerinin emperyalizmi değildir. Emperyalizm şimdi bir dünya düzenidir. Emperyalist ülkeler Yalnızca ABD, İngiltere ve Fransa değil. Rusya ve Çin'in de emperyalist çıkarları var, çok daha küçük olan Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkelerden de - ve bu güçler arasındaki çeşitli ulusal azınlıkların çıkarları, bir satranç tahtasındaki piyonlara denk düşüyor. Kürt örneği bu konuda verilebilir. Çeşitli Kürt milliyetçisi örgütler geçmişte yerel veya büyük güçlerle ittifak yapmışlardı, Suriye'nin PKK'ye verdiği destek de bu doğrultuda görülebilir. Mevcut dönemde ulusal kurtuluş hareketleri farklı güçlerin arasındaki mücadelenin araçları olmaktan ileri gitmiyorlar, Filistin örneğinde ise mücadele Suriye ve İran'a karşı İsrail biçiminde ortaya konuyor.

Durumun gerçekliğine dair açık olalım, şu anda bir Filistin zaferi ihtimali yok. Umulabilecek en ‘iyi' ihtimal, Bantustanlara apartit Güney Afrika'sında verilen ‘vatan' gibi bir koşul, yani Filistin polisinin İsrail düzenini koruduğu bir koşul. Şu anda İsrail ve onu destekleyen ABD'nin askeri bir yenilgisi mümkün değil, böyle birşeyin olması imkansız.

Böylesi bir yenilginin gelmesinin tek ihtimali, küresel güç dengelerinde ciddi bir değişiklik olması ve ABD'nin Orta Doğu'daki tahtından kovulması. Bunun için ise Amerikan egemenliğine yeni bir gücün veya güçler koalisyonunun meydan okuması gerekiyor. Belki gelecekte Çin veya eski gücüne kavuşmış bir Rusya bunu gerçekleştirebilir, fakat şu anda mümkün gözükmüyor.

Peki böyle bir şey olması ne anlama gelir? Emperyalist dengelerin değişimi barışçıl yollardan olabilen bir şey değil. En azından bu vekil orduların dünyanın heryerinde birbirleriyle kapıştıkları soğuk savaş günlerindeki gibi bir iktidar mücadelesine dönüş anlamına gelir. En kötü ihtimalle ise genelleşmiş bir savaş anlamına gelir. Orta Doğu'da ise neredeyse kesinlikle bölgeyi adım adım barbarlığa gömen ulusal/etnik/dini çatışmaların ölümcül döngülerinin artmaya devam etmesi anlamına gelir. Gazze'de Filistinlilerin zafer kazanması yeni katliamlar demektir, yalnızca bu defa katleden Araplar, katledilen ise Yahudiler olur.

...Peki ya Filistin işçi sınıfı? Ulusal kurtuluş hareketlerinin tarihi bize onları neyin beklediğini yerinde bir biçimde gösteriyor. Vahşi milliyetçi hareketlerin işçi sınıfını ve o hareketin daha fazla şey isteyen sosyalist destekçilerini katletmek gibi bir huyu vardır. Şangay'da 1927'de binlerce işçinin ve komünistin katledilmesi en iyi bilinen örneklerden olsa da, burada Mustafa Süphi ve TKP önderlerinin katledilmesinden Irak'ta Kürt milliyetçileinin grev yapan çimento fabrikası işçilerini kurşuna dizmesine kadar giden uzun bir tarihin parçasıdır.

Komünistlerin ve devrimcilerin görevi mücadelede zayıf tarafı desteklemek değildir. İşçileri patronları uğruna ölmeye seferber etmek de değildir. Biz başka bir geleneğin sürdürücüleriyiz çünkü.

Bu ulusal çıkarları değil sınıfsal çıkarları öncelik kabul eden bir gelenek. Lenin'in ve Birinci Dünya Savaşı'na son veren devrimci ayaklanmaların geleneği.

O zaman olduğu gibi bugün de işçilerin vatanı yoktur diyen bir gelenek.

Sabri

Tags: