Submitted by EKA on
2007'deki Almanya'daki grev günü sayısı, 1993'ten sonraki yılların en yükseğiydi. Bu sayının %70'i geçtiğimiz bahardaki ‘haricileşme' adıyla anılan 50.000 telekom işinin farklı yerlere taşınmasına karşı yapılan grevden geldi. Bütün bunlar çok uzun süredir dinamik bir ekonomi ve toplumsal uyumluluk örneği olarak gösterilen bir ülkede gerçekleşti.
Demiryolu İşçileri Grevi
Bütün bunlar artık geçmişte kaldı. Tam on ay devam ettikten sonra Ocak ayında son bulan demiryolu işçileri grevi bunu açıkça gösteriyor. Son yirmi yılda demiryolu işçisi sayısı yarı yarıya azılmıştı ve çalışma koşulları daha önce hiç olmadığı kadar kötüleşiyordu, ücret son 15 yıldır düştükçe düşüyordu, öyle ki demiryollarında çalışmak artık ülkede en az maaşlı iş olmuştu. Bu son on ay içerisinde Alman demiryolu işçileri her türlü dalaverenin, tehditin ve baskının hedefi oldular.
- Geçtiğimiz Ağustos ayında Alman mahkemeleri demiryolu grevini yasadışı ilan etti. Hem de Kasım'da makinistlerin ‘süresiz' olarak başlattıkları üç günlük grev, sanki bir mücize eseri, Fransız demiryolu işçileri de greve çıktığı anda mahkemelerce yasallaştırıldı.
- Sendikalar yasal yöntemler öneren sendikalar ve grevin ardındaki temel kuvvet olarak sunulan korporotist makinist sendikası GDL gibi yasaları çiğnemeye hazır olan daha radikal sendikalar arasındaki iş bölümü aracılığıyla işçilerin cevabının karnınının deşilmesinde önemli bir rol oynadılar.
- Grev gerçekte, demiryolu işçilerini ‘toplumsal adaletsizliğin' kurbanları olarak gören işçi sınıfına mensup yolcuların büyük çoğunluğunun desteğini kazanmış olmasına rağmen, medya grevin ‘bencil' yapısıyla ilgili devasa bir kampanya başlattı.
- Alman devleti makinistleri onları grevin kaybettirdiği milyonlarca euroyu ödemeye zorlatmakla tehdit ederek korkutmaya çalıştı.
Bütün bunlara rağmen demiryolu işçileri geri adım atmadılar ve Alman burjuvazisi taviz vermek zorunda kaldı.
Grev ücretlerde %11'lik bir artışla bitti, fakat artış Deutsche Bahn çalışanlarının bütün kategorileri için geçerli değildi. Bu sonuç, işçilerin on ay önce talep ettiği %31'lik artıştan bir hayli kötüydü ve son 19 ay içeisinde yapılan ve içlerinde Şubat 2009'dan itibaren 20.000 makinistin haftalık çalışma saatlerinin 41'den 40'a indirilmesi de bulunan ücret antlaşmaları tarafından çoktan yenip bitirilmişti. Fakat yine de devketin toplumsal baskıyı bir miktar azaltmak uğruna taviz vermeye zorlanılmış olması önemlidir.
Bochum'da Nokia Mücadelesi
Finlandiya kökenli cep telefonu firması Nokia Bochum'da 2300 işçinin çalıştığı sitenin 2008 sonunda kapatılacağını açıkladığında, Almanya'da işçilerin artan militanlığı daha da vurucu bir biçimde gözler önüne serildi. Nokia'nın sitesine bağımlı diğer işler de hesaba katılırsa bu şehirde 4000 kişinin işsiz kalacağı anlamına geliyordu. 16 Ocak'ta, açıklamadan bir gün sonra, işçiler işe gitmeyi reddettiler, yakınlardaki Opel fabrikasında ve Mercedes'teki işçiler, Dortmund'daki Hoechst fabrikasındaki demir-çelik işçileri, Herne'den metal işçileri ve bölgedeki mağden işçileri Nokia fabrikasındaki işçilere destek vermek ve onlarla dayanışmak için fabrika kapısında toplandılar. 22 Ocak'ta 15.000 kişi Nokia işçileriyle dayanışmalarını göstermek için Bochum sokaklarında yürüdü.
Dolayısıyla işçiler geçmiş mücadelelerle bağlar kuruyorlardı. 2004'te Bremen Daimler-Benz fabrikası işçileri, yönetimin emek fazlası sorununa Stuttgart'taki fabrikayla rekabet kartını oynayarak şantaj yapmasına karşı kendiliklerinden greve gitmişlerdi. Birkaç ay sonra, başka otomobil işçileri, bu sefer Bochum'daki Opel fabikasında, aynı tür tehditlere karşı kendiliklerinden greve gitmişlerdi. İşte tam da Nokiya işçileriyle bu tür bir dayanışmanın oluşmasını engellemek için hükümet, bölgesel ve yerel siyasetçiler, kilise, sendikalar ve Alman patron örgütleri Nokia işçilerinin vicdansızlığını kınayan ve olnarı Alman devletini "skandal bir şekilde sömürmekle" ve sübvansiyonları kendi çıkarlarına kullanmakla suçlayan ulusal çapta büyük bir kampanya başlattılar. Hepsi ellerini yüreklerine koyarak o bütçeleri işleri korumak için önerdiklerini ve bugün dişleriyle ve tırnaklarıyla ‘kendi' işçilerini sadakatsiz patronlara karşı savunacaklarına dair yemin ettiler. Bu lafların ikiyüzlülüğü Almanya'da işçi sınıfının özellike burjuvazinin saldırılarına maruz kaldığı (emeklilik yaşının 67 olması, emek fazlasına dair planlar, ‘Ajanda 2010' planında bütün sosyal haklarda kesintiler) göz önünde bulundurulursa daha da büyüktür.
Perspektif sınıf mücadelesinin gelişimi içindir. Bu gelişme, Almanya gibi merkezi olan ve proleteryanın güçlü bir tarihsel tecrübe taşıdığı bir ülkede bütün kıtadaki işçi mücadeleleri için bir katalizör olacakır. İşte bu yüzden Bochum'da burjuvazi ‘kendi' işçilerinin savunucusu ve koruyucusu kılığına bürünmeye çalışmaktadır. Burjuvazinin amacı, Bochum'da gördüğümüz sınıf dayanışmasının gerçek ifadelerini boğmak ve mücadelelerin yayılmasını engellemektir.