Submitted by EKA on
Mayıs 68'e dair bu yazının ilk kısmında, hareketin ilk kısmını, öğrenci eylemlerini ele almıştık. Yazıda Fransa'da 22 Mart'tan Mayıs ortasına kadar devam eden öğrenci hareketlerinin, ABD'nin Kaliforniya eyaletinde, Berkley Üniversitesinde başlayan ve neredeyse bütün Batı ülkelerini etkileyen uluslararası bir hareketin bu ülkedeki ifadesi olduğunu göstermiştik. Dolayısıyla yazının ilk kısmını şöyle diyerek sonuçlandırmıştık: "Bu hareketleri nitelendirenin ne olduğu net: herşeyden önce, Vietnam savaşının reddi. Fakat mantıksal olarak Hanoi ve Moskova rejimlerinin müttefiki olan Stalinist partilerin bu hareketlerin Kore Savaşı sırasında olduğu başlarını çekmelerini beklemek mantıklı olacakken, 68'de durum hiçbir şekilde böyle değildi. Tam tersine, bu partilerin eylemlerde hemen hemen hiçbir etkinlikleri olmadı ve çoğu zaman bu hareketlere tamamen karşıydılar.
1960'ların sonundaki öğrenci hareketlerinin temel özelliklerinden bir tanesi budur ve bu özelliği hareketin gerçek önemini göstermektedir."
Şimdi ise hareketin yukarıda bahsi geçen gerçek önemine değineceğiz. Bunu yapmak için ise şüphesiz öğrenci eylemlerinin temel meselelerini hatırlatmak gerekiyor.
Protestoların nedenleri
Daha önce de vurguladığımız gibi, ABD'nin Vietnam'da yürüttüğü savaşa muhalefet bütün batı ülkelerinde en yaygın ve etkili meseleydi. Bu bağlamda öğrenci ayaklanmasının geliştiği ilk ülkenin ABD olması şüphesiz şans eseri gerçekleşmemiştir. Amerikan gençliği savaş sorunuyla doğrudan yüzleşiyordu, çünkü acil olarak ‘özgür dünyayı' savunmak için yurtdışına gönderiliyorlardı. On binlerce genç Amerikalı hükümetlerinin politikasını canlarıyla ödedi, yüz binlercesi Vietnam'dan yaralı ve sakat döndü, yaşadıkları dehşet milyonlarcasında hiçbir zaman silinmeyecek izler bıraktı. Kendilerini içlerinde buldukları, ve bütün savaşların değişmez bir niteliği olan dehşet dışında pek çok asker şu soruyla yüzleşmek durumunda kaldı: Vietnam'da ne yapıyoruz? Resmi açıklamar askerlerin ‘demokrasiyi', ‘özgür dünyayı' ve ‘medeniyeti' savunmak için orada olduklarını söylüyordu. Fakat yaşadıkları gerçek, bu açıklamaları paramparça etti: korumakla hükümlü oldukları Saigon rejiminin ‘demokrasi' ile alakası yoktu, ve medeni bir yanı da yoktu: bir hayli yozlaşmış bir askeri diktatörlükten başka bir şey değildi bu rejim. Savaş alanındaki Amerikan askerleri, onlardan barbarca davranmaları, fakirleri, silahsız köylüleri, kadınları, çocukları ve yaşlıları terörize etmeleri ve katletmeleri istendiğinde ‘medeniyeti' savunduklarına inanmakta güçlük çekiyorlardı. Fakat savaşın vahşetinden rahatsızlık duyan sadece askerler değildi, bu durum Amerikan gençliğinin büyük bir kısmı için de geçerliydi. Genç erkekler savaşa gitmekten, genç kadınlar eşlerini kaybetmekten korkuyordu, fakat rahatsızlık bunlarla sınırlı da değildi; hergün daha fazla kişi savaştan dönen ‘gaziler' veya sadece televizyon görüntüleri aracılığıyla savaşın ifade ettiği barbarlıktan haberdar oluyorlardı (Vietnam savaşı sırasında ABD medyası o kadar sıkı kontrol edilmiyordu. ABD hükümetinin bu ‘hatasını' 1991 ve 2003 Irak savaşlarında düzeltti). ABD hükümetinin ‘demokrasinin savunusu' konusundaki naralarıyla Vietnam'daki eylemlerinin arasındaki aleni çelişki, yetkililere ve Amerikan burjuvazisinin geleneksel değelerine karşı isyancı hisleri besleyecekti (Böylesi bir durum İkinci Dünya Savaşı'nda görülmemişti: ABD askerleri yine aynı şekilde, özellikle 1944'te Avrupa'nın işgali sırasında cehennemi yaşamışlardı. Öte yandan, yetkililerin Nazi rejiminin barbarlığını ifşa etmeleri sayesinde kurban edilmeleri hem kendilerince hem de toplumun büyük bir kesimince kabul edilmişti). Bu isyan, öncelikle ‘Çiçek Gücü' ve ‘Savaşma Seviş' gibi pasifist ve şiddet-karşıtı sloganlar kullanan hippy hareketinden gelecekti. Bu bağlamda ciddi bir boyuttaki ilk öğrenci hareketinin San Fransisko'nun banliyolerindeki Berkley Üniversitesinde, hippylerin Mekke'sinde gerçekleşmesi büyük ölçüde şaşırtıcı değildi. Eylemciler tarafından gündeme getirilen mevzular, ve daha önemlisi kullanılan yöntemler Hippy hareketinin etkilerini taşıyordı. Üniversite içerisinde özellikle siyahların toplumsal hakları için ve ordunun kampüste öğrencileri kafalayıp savaşa gönderme çabalarını lanetlemek için siyasi propaganda yapabilmek için ‘konuşma özrgürlüğü' edinme hedefi, ve bu doğrultuda şiddet-karşıtı bir oturma eylemi düzenlenmiş olması bu etkilerin örnekleri sayılabilir. Buna rağmen, diğer ülkelerde, ve özellikle 1968'de Fransa'da da karşılaşacağımız gibi Berkley'in üzerinde kullanılan baskı (800 tutuklama) hareketin ‘radikalleşmesinde' önemli rol oynadı. 1967'de, Abbie Hoffman ve Jerry Rubin tarafından şiddet-karşıtlığından uzaklaşan Uluslararası Gençlik Partisi'nin kurulması ile isyan hareketi kapitalizm karşıtı ‘devrimci' bir perspektif edinmişti. Hareketin yeni ‘kahramanleri' artık Bob Dylan veya Joan Baez değil, (Rubin'in 1964'te Havana'da tanıştığı) Che Guevara gibi kişiliklerdi. Hareketin ideolojisi bulanıktı. Hareket, özgürlük kültü, özellikle cinsel özgürlük ve uyuşturucu kullanımının serbest olması gibi anarşist ögeler taşıyordu , ama aynı zamanda Küba ve Arnavutluk'un örnek ülkeler olarak görülmesi gibi Stalinist ögelere de sahipti. Eylem yöntemleri büyük ölçüde anarşistlerden devşirilmişti. Şiddet-karşıtı eylemlerin yerini alay etme ve provake etme gibi yöntemler almıştı. Dolayısıyla Hoffman-Rubin kanadının ilk eylemlerinden biri New York borsasında sahte banknotlar fırlatıp insanları onları almak için kapışmaya itmekti. Benzer bir biçimde, 68 yazındaki Demokrat Parti kongresinde hareket bir yandan polisle şiddetli bir çatışmaya hazırlanırken diğer yandan da adı Pigasus olan bir domuzu ABD Başkanlığına adayı olarak sunuyordu (Bu hareket yirminci yüzyılın başında içlerinden birinin kıçını seçimde aday gösteren bazı Fransız anarşistlerinin eylemini hatırlatıyordu).
ABD'deki isyan hareketinin temel özelliklerini özetlemek gerekirse, bu hareketin Vietnam'daki savaşa, ırksal ayrımcılığa, cinsler arasındaki eşitsizliğe ve geleneksel Amerikan değerlerine karşı bir protesto hareketi olarak sunulduğu söylenebilir.
Hareketin aktörlerinin büyük çoğunluğu kendilerini burjuvazinin asi çocukları olarak sundular; bu hareketin proleter bir sınıf niteliği yoktu. Harketin ‘teorisyenlerinden' birinin felsefe profesörü Herbert Marcuse olması şaşırtıcı değildi. Marcuse'a göre işçi sınıfı düzen tarafından ‘içselleştirilmişti' ve kapitalizme karşı devrimci kuvvetler ayrımcılığın siyah kurbanları, Üçüncü Dünya köylüleri veya asi entellektüeller arasında bulunabilirdi ancak.
Batı ülkelerinin çoğunda, 60'larda öğrenci dünyasının içerisinde faal olan hareketler veABD'deki hareket arasında güçlü benzerlikler vardı: Vietnam'daki Amerikan işgalinin reddi, genel olarak ve özellikle üniversitelerde otoriteye başkaldırış, geleneksel ahlaka ve özellikle cinsel ahlaka başkaldırış. İşte bu yüzden otoriterliğin simgesi olan stalinist partiler, ABD'nin Vietnam'ı işgalini protesto etseler, ABD'nin Vietnam'daki düşmanlarını destekleseler ve kendilerine ‘anti-kapitalist' deseler de bu hareketler içerisinde yankı bulamadılar. Şüphesiz SSCB'nin imajı 1956 Macar İşçi Ayaklanması'nın bastırılmasıyla bir hayli zedelenmişti ve Brezhnev resminin asılmasını mümkün kılacak görüntüden yoksundu. 1960'ların asileri odalarını daha sunulabilir bir ‘kahraman' olan fakat yine bir Stalinist parti mensubu Ho Chi Minh, daha da romantik bir görüntüsü olan ve ‘egzotik' olma avantajına sahip bir Stalinist partinin mensubu olan Che Guevara veya hem Amerikan stalinist partisinin bir üyesi hem de Che Guevara ne kadar yakışıklı kabul ediliyorsa o kadar güzel olma avantajına sahip siyahi kadın Angela Davis gibi kişilerin posterlerini odalarına asıyorlardı.
Özellikle hem Vietnam karşıtı, hem de ‘özgürlükçü' olan bu biçim özellikle Almanya'da güçlüydü. Bu ülkede hareketin temel sözcüsü olan Rudi Dutschke Doğu Almanya'dan gelmişti ve çok genç bir insan olarak bile Macaristan Ayaklanması'nın bastırılmasına karşı çıkmıştı. Dutschke'nin ideolojik kaynakları (Marcuse'un bir parçası olduğu) Frankfurt Okulu'nun bahsettiği ‘Genç Marx' ve ayrıca Durumcu Enternasyonal (Internationale Situationniste) idi. Alman ‘parlemento-dışı muhalefeti', Mayıs 68'in şafağında, bütün Avrupa'da öğrenci ayaklanmasının temel dayanak noktasıydı.
Duvarlardaki sloganlar
68 Fransa'daki öğrenci harketinin geliştirdiği meseleler ve talepler büyük ölçüde aynıydı. Öte yandan, hareketin gidişatı boyunca Vietnam savaşına dair söylenenler yerlerini Durumculuk, anarşizm, hatta sürrealizmden etkilenmiş, duvarları "duvarlar sözümüzdür" diyerek kapklayan sloganlara bıraktı.
Anarşist temaları şu sloganlarda görebiliyoruz:
- Yıkma tutkusu aynı zamanda yaratıcı bir güdüdür (Bakunin)
- Yasaklamak yasaktır
- Özgürlük bütün suçları bastıran bir suçtur
- Seçimler: ahmaklar için tuzaklar
- Kabalık devrimin yeni koludur
Bu sloganlar cinsel özgürlük temalı sloganlarla tamamlanıyordu:
- Birini ve herkesi sevin
- Zihniniz ne kadar çok açılıyorsa, fermuarınız o kadar çok açılıyordur
- Ne kadar çok sevişirsem, o kadar çok devrim yapmak istiyorum. Ne kadar çok devrim yaparsam, o kadar çok sevişmek istiyorum.
Durumcu perspektif ise şu sloganlarda görülebilir:
- Kahrolsun tüketici toplumu
- Kahrolsun meta toplumu
- Yabancılaşmayı ortadan kaldırın
- Asla çalışma
- Arzularımı gerçeklik olarak kabul ediyorum çünkü arzularımın gerçekliğine inanıyorum
- Açıktan ölmenin kesinliğinin yerini sıkıntıdan ölme ihtimalinin alacağı bir dünya istemiyoruz
- Sıkılmak karşı-devrimcidir
- Zaman öldürmeden yaşa ve engellenmeden oyna
- Gerçekçi ol, imkansızı iste.
Aynı zamanda kuşak farkı da işlenen bir konuydu. Kuşak farkı ABD ve Almanya'da yaygındı, ve bir hayli kırıcı ve ayırıcı sloganlara yol açıyordu:
- Koş yoldaş, eski dünya arkanda
- Gençler sevişir, ihtiyarlar müstehcen jestler yapar
Benzer bir şekilde Fransa'da Mayıs 68'de, barikatlarda şu sloganlar duyuluyordu:
- Barikatlar sokağı kapiyor ama yolu açıyor
- Bütün düşüncelerin sonuçu çevik kuvvetin boğazındaki tuğladır
- Kaldırım taşlarının altında kumsal var
Son olarak dönemde yaygın olan kafa karışıklığı şu sloganlarda açıkça görülebilir
- Devrimci düşünce yoktur, sadece devrimci eylem vardır
- Söyleyeceğim bir şey var, ama ne söyleyeceğimi bilemiyorum
60'ların öğrenci hareketinin sınıfsal niteliği
Bu sloganlar, diğer ülkelerde ortaya atılan sloganların büyük çoğunluğu gibi, 60'ların öğrenci hareketinin proleter bir sınıfsal niteliği olmadığını göstermektedir. İtalya ve tabii ki Fransa gibi bazı ülkelerde işçi sınıfının mücadeleleriyle öğrenciler arasında bir köprü kurma çabaları genel durumu değiştirmez. Bu tutum bir yandan işçilere tepeden bakan diğer yandan ise mavi yaka proleterlere, marksist klasikleri yarı sindirmişlerin kahramanlarına hayranlıkla, efsanevi varlıklarmış gibi bakan bir yaklaşımı da beraberinde getirdi.
Özünde 1960'ların öğrenci hareketi küçük burjuva bir sınıfsal niteliğe sahipti, ve en açık göstergelerden biri de ‘yaşamı hemen değiştirme' isteğiydi.
Bu hareketin avant-garde kesiminin şiddetin fetişleştirilmesini de içeren ‘devrimci' radikalliği de yine hareketin küçük burjuva doğasını ortaya koymaktaydı. Ayrıca, 1968'deki öğrencilerin ‘devrimci' kaygılar şüphesiz içten ve iyi niyetli olmakla beraber Üçüncü Dünyacılık (Guevarizm ve Maoculuk) veya anti-faşizm bu hareketin için bir hayli güçlüydü. Hareket devrime dair romantik bir vizyona sahipti, fakat devrimin başını çekecek olan işçi sınıfının gerçek gelişimine dair hiçbir fikir ortada yoktu. Fransa'da ‘devrimci' olduğuna inanan öğrenciler için Mayıs 68 hareketi zaten devrimdi ve her gün tekrar tekrar kurulan barikatlar 1848'in ve 1871 Komünü'nün mirasçılarıydı.
60'lardaki öğrenci hareketinin en önemli meselelerinden biri ‘kuşaklar arası çatışma', yeni kuşakla her türlü eleştiriye maruz kalan aileleri arasındaki çok önemli bölünmeydi. Özellikle yeni kuşağın ailelerinin oluşturduğu kuşağın İkinci Dünya Savaşı'nın neden olduğu açlık hatta kıtlıktan kurtulmak için çok fazla çalışmış olması sadece maddi durumla ilgilenmekle suçlanmalarına neden olmuştu. Buradan da ‘tüketici toplumunun' başarılarına dair fantaziler ve "asla çalışma" gibi sloganlar doğmuştu! Karşı-devrimin bütün gücüne karşı teslim olmuş kuşağın çocukları, anne babalarını konformizm ve kapitalizmin taleplerine boyun eymekle suçluyorlardı. Benzer şekilde, pek çok aile çocuklarının kendilerinden daha iyi hayatları olsun diye yaptıkları fedakarlıkları kabul etmekteki isteksizliklerini anlamıyordu.
Öte yandan, 60'lardaki öğrenci ayaklanmasında gerçek bir ekonomik unsur da mevcuttu. Bu dönemde işsizlik ve iş bulma tehditi şu anki kadar gerçek gözükmüyordu. Dönemin öğrenci gençliğinin temel kaygısı daha önceki üniversite mezunlarıyla aynı statüye sahip olamayacak olmasıydı. Gerçekten de 1968 kuşağı, dönemin sosyologlarının bolca incelediği orta katmanların proleterleşmesi olgusuyluyla ilk defa, ve bir hayli sert bir biçimde karşılaşan kuşak oldu. Bu olgu, üniversite öğrencisi sayısının artışıyla, kriz açıkça kendisini göstermeden birkaç yıl önce başlamıştı. Bu yükseliş sadece ekonomik ihtiyaçlardan değil ama aynı zamanda ailelerin çocuklarına kendilerininkinden daha iyi bir ekonomik durum sağlama isteği ve bunu yapma ihtimalinden de kaynaklanmıştı. Diğer şeylerin yanında, öğrenci nüfusunun ‘kitleselleşmesi' de üniversitelerin temelde üst sınıflara ayrılmış olduğu dönemden kalma otoriter yapıya ve yöntemlere karşı bir tepki oluşmasını sağladı.
Öte yandan, 1964'te başlayan öğrenci hareketinin kapitalizmin bir ‘bolluk' döneminde başadığını kabul etsek bile, bu durum ekonomik durumun ciddi bir biçimde kötüleştiği ve öğrenci gençliğinin tepkisinin güçlendiği 1967 yılında kesinlikle aynı değildi. 1968 hareketinin tepe noktasına çıkmasın anlamamızı sağlayan nedenlerden biri de budur. Neden Mayıs 1968'de dizginleri işçi sınıfının eline aldığını da bu duruma dayanarak açıklamamız mümkündür.
Yazının bir sonraki bölümde bunu inceleyeceğiz.
Fabienne
Révolution Internationale
Enternasyonal Komünist Akım Fransa Şubesi