Submitted by EKA on
Mayıs 68'de gerçekleşen olaylara dair söylenen yalanlara karşı, devrimcilerin gerçeği tekrar ortaya dökmeleri, bu olayların derslerini çıkartmaları ve onların çiçeklerden oluşmuş bir çığın altında gömülmesini engellemeleri gereklidir.
Bundan önce yayınladığımız ve içerisinde '68 Olayları'nın ilk unsuru olan öğrenci ayaklanmasını irdelediğimiz iki makalede bunu yapmayı amaçladık. Şimdi ise hareketin temel unsurunu, yani işçi sınıfı hareketini ele alacağız.
İlk makalede Fransa'daki olayların anlatımını: "14 Mayıs'tan da tartışmalar pek çok yerde devam ediyordu. Bir gün öncesinin devasa eylemlerinden ve oradan alınan güç ve cesaretten sonra, hiçbir şey olmamış gibi devam etmek imkansızdı. Nantes'da, Sud-Aviation işçileri, en genç işçilerin başını çektiği spontane bir greve gittiler ve fabrikayı işgal etmeye karar verdiler" diye sonuçlandırmıştık.
Şimdi hikayeye buradan devam edeceğiz.
Grevin yayılması
Nantes'da hareketi başlatan, öğrencilerle aynı yaşlarda olan genç işçilerdi. Nedenleri bir hayli basitti: "eğer grev bile yapamayan öğrenciler hükümeti geriletebiliyorsa, işçiler de hükümetin geri çekilmesini sağlayabilirler". Kentteki öğrenciler de işçilerle dayanışmak için onların yanına geldiler, ve kardeşlik çağrısıyla grev gözcülerinin arasına karıştılar. Burada Fransız Komünist Partisi ve parti kontrolündeki sendika CGT'nin "patronların ve içişleri bakanlığının maaşa bağladığı solcu provatatörlere karşı" uyarılarının etkisinin zayıflığı da ortaya çıkmıştı.
14 Mayıs akşamında toplam 3100 işçi grevdeydi.
15 Mayıs'ta, hareket Cléon'daki Renault fabrikasına ulaşmıştı, Normandiya'da ve ayrıca bölgedeki iki başka fabrikada topyekün grev, sınırsız işgal, fabrikaya kilitlenmiş patronlar ve fabrika kapılarında kızıl bayraklar vardı. Günün sonunda 11,000 kişi grevdeydi.
16 Mayıs'ta, diğer Renault fabrikaları da harekete katıldılar: Flins'te, Sandouville'de, le Mans'da ve Billancourt'ta kızıl bayraklar dalgalandı. O gece sadece 75,000 işçi grevdeydi ama Renault işçilerinin mücadeleye katılması önemli bir işaretti: Fransa'daki en büyük fabrika (35,000 kişiyle) grevdeydi, ve uzun süredir söylenildriği gibi "Renault hapşurursa Fransa nezle olur"du.
17 Mayıs'ta 215,000 işçi grevdeydi: grev Fransa'nın tamamına, özellikle taşrada yayılmaya başlıyordu. Hareket tamamen kendiliğinden gelişmişti; sendikalar sadece hareketin arkasından izleyebiliyordular. Heryerde genç işçiler en ön saflardaydı. Öğrenciler ve genç işçiler defalarca kardeşleştiler ve dayanıştılılar: genç işçiler öğrencilerin işgal ettiği fakültelere giderek öğrencileri gelip fabrika yemekhanelerinde yemek yemeye davet ettiler.
Özel talepler yoktu ortada. Canına tak etmişlik hissi hakimdi yalnız. Normandiya'da bir fabrikanın duvarlarında "Onurla yaşama zamanı geldi!" yazıyordu. O gün, tabandan gelen baskıdan ve aynı zamanda daha önceki grevlerle daha alakalı olan CFDT'nin gerisinde kalmaktan korkan CGT grevin yayılması çağrısı yaptı. O zamanlarda söylendiği şekliyle ‘sürüye ayak uydurmuştu' CGT. Yapılan çağrı bir gün sonraya kadar bilinmiyordu.
18 Mayıs'ta, öğleden önce, CGT'nin yaptığı çaprı daha duyulmadan bir milyon işçi grevdeydi. Akşama bu sayı 2 milyon olmuştu. 20 Mayıs Pazartesi günü 4 milyon işçi grevdeydi, ve bir gün sonra bu sayı 6 buçuk milyon olmuştu.
22 Mayıs'ta, 8 milyon işçi, süresiz olarak greve çıkmıştı. Bu uluslararası işçi sınıfı hareketi tarihinin en büyük greviydi. Ondan önceki büyük grevlerden, yani bir hafta süren 1926 İngiltere genel grevinden ve Fransa'daki 1936 Mayıs-Haziran grevlerinden çok daha devasaydı.
Bütün sektörler grevin içerisindeydiler: endüstri, ulaşım, posta, telekomünikasyon, eğitim, memuriyet (pek çok bakanlık bile neredeyse felç olmuştu), basın-yayın (ulusal televizyonda grev vardı, işçiler sansürlenmeyi protesto ediyorlardı), araştırma labarotuarları vb. Cenaze kaldırıcıları bile greve çıkmıştılar (Mayıs 68'de ölmek iyi bir fikir değildi!). Hatta profesyonel sporlar bile greve katılmıştı: Fransız Futbol Federasyonu binasının tepesinde kızıl bayrak dalgalanıyordu. Sanatçılar da dışarıda kalmak istememişlerdi: Cannes Festivali yönetmenlerin tavrı nedeniyle yarıda kesilmişti.
Bu dönemde işgal edilmiş fakülteler (ve ayrıca Paris'teki Odeon Tiyatrosu gibi işgal edilmiş diğer kamu binaları) sürekli siyasi tartışmaların yürütüldüğü mekanlar haline geldiler. Pek çok işçi, özellikle (ama sadece değil) genç işçiler bu tartışmaların bir parçası oldular. Toulouse'da, gelecekte Enternasyonal Komünist Akım Fransa şubesinin temellerini atacak olan ufak çekirdek işgal edilmiş JOB fabrikasında işçi konseylerine dair fikirlerini anlatmaya davet edildi. Bu olayın en ilginç yanı ise bu davetin CGT ve Fransız Komünist Partisi militanlarından gelmiş olmasıydı. Fabrikadaki Fransız Komünist Partisi militanları, büyük Sud-Aviation fabrikasından JOG grev gözcülerini ‘desteklemek' için gelen CGT yetkilileriyle, fabrikaya ‘solcuların' girmesi için izin alabilmek amacıyla tam bir saat tartıştılar. Altı saatten daha uzun bir süre, işçiler ve devrimciler, kartonların üzerinde oturup devrimi, işçi sınıfı hareketinin tarihini, sovyetleri ve hatta Fransız Komünist Partisi ve CGT'nin ihanetlerini tartıştılar.
Sokaklarda, kaldırımlarda pek çok tartışma gerçekleşti (Mayıs 68'de hava Fransa'nın her yerinde güzeldi!). Tartışmalar kendiliğinden ortaya çıktı, herkesin söyleyecek bir şeyi vardı (bir slogan ‘Konuşuyoruz ve dinliyoruz' diyordu). Her yerde bir şenlik havası vardı; tabii ki korku ve nefretin tırmandığı zengin mahalleleri hariç.
Fransa'nın her yerinde, hem mahallelerde hem de büyük fabrikaların etrafından ‘Eylem Komiteleri' kuruldu. Bu komitelerin içerisinde mücadelenin nasıl yürütüleceğine dair, devrimci perspektife dair tartışmalar yürütülüyordu. Bu gruplar genellikle solcular veya anarşistler tarafından kuruluyordu fakat bu örgütlerin dışından pek çok kişi de geliyordu. Devlet radyo televizyon istasyonu ORTF'deki Eylem Komitesi, Fransız televizyonlarının ünlü isimlerinden Michel Drucker tarafından kurulmuştu ve bir başka ünlü sima olan Thierry Rolland'ı da barındırıyordu.
Burjuvazinin tepkisi
Bu durumun karşısında, hakim sınıf bir düzensizlik döneminden geçti. Bu düzensizlik burjuvazinin şaşkın ve etkisiz müdahale çabalarında görülebilir.
Dolayısıyla 22 Mayıs'ta sağcıların çoğunlukta olduğu Ulusal Meclis, solun iki hafta önce önerdiği sansür önerisini tartıştı ve reddetti: Fransız cumhuriyetinin resmi kurumları başka bir dünyada yaşıyor gibiydiler. Bu Almanya'da yaşayan Daniel Cohn-Bendit'in ülkeye geri dönmesini yasaklayan devletin aynısıydı. Bu karar sadece öfkeyi arttırmıştı: 24 Mayıs'ta pek çok eylem gerçekleşti, Cohn-Bendit'e konulmuş giriş yasağı protesto ediliyor, eylemciler : "Sınırlar bir bok ifade etmez!" ve "Hepimiz Alman Yahudileriyiz!" sloganlarını atıyorlardı. CGT "maceracılara" ve "provakatörlere" (yani ‘radikal' öğrencilere) karşı söyledikleri pek çok genç işçinin eylemlere gitmesini engellemedi.
Akşam Cumhurbaşkanı General de Gaulle bir konuşma yaptı, konuşmasında Fransızların "katılım" (bir tür sermaye ve emek birliği) konusunda görüşlerini ortaya dökecekleri bir referandum önerdi. Gerçek duruma dair daha habersiz olamazdı. Bu konuşma hükümetin ve burjuvazinin genelinin şaşkınlığını ve içerisinde bulunduğu karmaşa ve panik ortamını ortaya koyuyordu.
In the evening, the President of the Republic, General de Gaulle, gave a speech: he proposed a referendum so that the French could pronounce on "participation" (a sort of capital and labour association). He couldn't have been further from reality. This speech fully revealed the disarray of the government and the bourgeoisie in general. (Konuşmadan bir gün sonra belediye çalışanları böyle bir referandum örgütlemeyi reddedeceklerini açıkladılar. Aynı şekilde yetkililer oy formlarını bastıramıyorlardı: ulusal matbaalarda çalışan işçiler grevdeydiler ve grevde olmayan özel matbaalar basmayı reddetiler: özel matbaa sahipleri işçilerle yeni bir sorun daha istemiyordu.)
Sokaklarda, eylemciler konuşmayı taşıdıkları radyolardan dinlediler, ve daha da öfkelendiler: "Konuşması bize bir hakarettir!" bağırışları yükseliyordu. Gece boyunca Paris'te ve birkaç başka şehirde çatışmalar oldu, barikatlar kuruldu. Pek çok cam kırıldı, bazı arabalar yakıldı ki bunlar kamuoyunun öğrencilere karşı çevrilmesinde rol oynadı. Aslında eylemcilerin arasına Gaullist milislerin veya sivil polislerin ‘olayları karıştırmak' ve toplumu korkutmak için girmiş olması mümkündü. Bazı öğrencilerin barikatlar kurarak ve arabaları, ‘tüketim toplumunun' sembollerini yakarak ‘devrim yaptıklarını' düşündükleri doğrudur. Fakat herşeyden önce bu eylemler eylemcilerin, yani öğrencilerin ve genç işçilerin, yetkililerin tarihin en büyük grevine karşı gülünç ve provakatif tepkisine karşı öfkelerini ifade ediyordu. Düzene karşı bu öfkenin bir ifadesi kapitalizmin simgelerinden Paris Borsası'nın ateşe verilişiydi.
Ancak bir gün sonra burjuvazi sonunda etkili bir şekilde harekete geçti: 25 Mayıs Cumartesi günü Çalışma Bakanlığı sendikalar, patronlar ve hükümet arasındaki pazarlıkları başlattı.
Patronlar pazarlıklar başlar başlamaz, sendikaların hayal ettiğinden çok faha fazlasını vermeye hazır olduklarını gösterdiler: burjuvazinin korkmuş olduğu ortadaydı. Başbakan Pompidou görüşmelere başkanlık etti: Pazar sabahı CGT'nin patronu Seguy ile bir saatlik bir birebir görüşme yaptı: Fransa'daki toplumsal düzenin korunmasından sorumlu iki kişinin, hiçbir tanık olmadan düzeni nasıl tekrar sağlayacaklarını konuşmaları gerekiyordu. (Daha sonra dönemin Toplumsal İşler Devlet Sekreteri olan Chirac'ın da bir tavan arasında CGT'nin iki numarası Krasucki'yle görüştüğü ortaya çıktı).
26/27 Mayıs gecesi "Grenelle Antlaşmaları" sonuçlanmıştı:
- 1 Haziran'dan itibaren herekes %7, 1 Ekim'den itibaren de %3 zam
- Asgari ücrette %25'lik bir artış
- Sağlık hizmetlerine hastanın katkı payının (sosyal güvenliğin ödemediği hastane masrafları) %30'dan %25'e düşürülmesi
- Firmalarda sendikaların danınması,
- Özellikle (haftada ortalama 47 saat olan) iş günü süresinin de içerisinde bulunduğu bir dizi meseleye dair pazarlıklar yapılacağına dair belirsiz sözler
- Hareketin önemi ve gücü göz önünde bulundurulursa bu gerçek bir provakasyondu:
- %10'luk zam bu dönemde özellikle ciddi olan zam tarafından yiyip bitirilecekti;
- ücret paketinde enflasyona karşı hiçbir güvence yoktu
- çalışma saatlerinin azaltılmasına dair "40 saatlık çalışma haftasına doğru ilerlenilecektir" gibi bir ibre dışında hiçbir şey söylenilmemesi (ki 40 saatlik çalışma haftası resmi olarak 1936'da kazanılmıştı!); hükümetin önerdiği çizelgeye göre bunun gerçekleşmesi tam 40 yılı bulacaktı!;
- sadece en fakir işçiler bir kazanım elde etmişlerdi (ki bu onları işlerine geri göndererek işçi sınıfını bölmek anlamına geliyordu) ve sendikalar sabotajcılıkları nedeniyle cömertçe ödüllendirilmişlerdi.
27 Mayıs'ta "Grenelle Anlaşmaları" kitlesel işçi toplantıları tarafından oy birliğliyle reddedildi.
Renault Billancourt'ta sendikalar televizyon ve radyodan yayınlanacak büyük bir ‘gösteri' düzenlediler: görüşmelerden çıkan CGT patronu Seguy gazetecilere: "İşe dönüş uzak değildir" dedi Billancourt'taki işçilerin bunun bir örneğini göstereceği umuduyla. Fakat 10,000 Bilancourt işçisi şafakta buluşmuş, ve sendika liderleri daha gelmeden hareketi devam ettirme kararı almışlardı.
CGT'nin ‘tarihsel' liderlerinden olan ve 1936'daki görüşmelerde mevcut olan Benoit Frachon "Grenelle antlaşmalarıın milyonlarca işçiye umut bile edemeyecekleri komforu getireceğini" duyurdu: bu sözler işçiler tarafından ölümcül bir sessizlikle karşılandı.
CDFT'den Andre Jeanson öncelikle grevi devam ettirmek yönünde sonuçlanan ilk oylamadan hoşnut olduğunu söyledi ve mücadele işçi öğrenci dayanışmasından bahsederek kitlenin desteğini çekti.
Seguy en sonunda "Genelle'de kazanılanların nesnel bir tutanağını" sundu: ıslıklar ve yuhalamalar dakikalarca sürdü. Seguy bunların üzerine "Duyduğum kadarıyla bunun olmasına izin vermeyeceksiniz" dedi: işçiler onu alkışlıyordu şimdi, fakat yine de kitleden "Bizimle dalga geçiyor" gibi laflar yükseliyordu.
"Genelle Anlaşmalarının" reddedildiğinin en iyi kanıtı ise şuydu: 27 Mayıs'ta grevcilerin sayısı 9 milyona yükseldi.
Aynu gün Paris'teki Charléty Stadyum'unda öğrenci sendikası UNEF, söylemi CGT'tan bir adım daha radikal olan CDFT ve solcu gruplar tarafından çağırısı yapılan büyük bir toplantı düzenlendi. Konuşmalarım söylemi bir hayli devrimciydi: sonuçta amaç CGT ve Fransız Komünist Partisi'ne karşı büyüyen tepkiyi oturmak için bir alan yaratmaktı. Solcuların yanı sıra 50'ler hükümetinin eski patronlarından Mendes-Frace gibi sosyal demokrat politikacılar da mevcuttu. Cohn-Bendit de eylemde kendini gösterdi (gerçi bir gün önce Sorbonne'da zaten görülmüştü).
28 Mayıs'ta sermayenin solunun partileri oyunlarına başladılar.
Sabahleyin Sol Demokrat ve Sosyalist Federasyonu'nun (bu oluşumun içerisinde Sosyalist Parti, Radikal Parti ve çeşitli ufak solcu gruplar bulunuyordu) başkanı François Mitterand bir basın toplantısı düzenledi: bir iktidar boşluğu olduğunu düşünerek Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. Öğleden sonra Waldeck-Rochet, Fransız Komünist Partisi'nin patronu, "Komünist katılımlı" bir hükümet kurulması önerisini yaptı: resmi KP için sosyal demokratların durumdan tek başlarına faydalanmalarını önlemek önemliydi. Bir gün sonra, 29 Mayıs'ta, CGT düzenlediği büyük eylemde "halk hükümeti" çağrısı yaptı. Sağcılar hemen "komünist komplo" çıplıkları atmaya başladılar.
Aynı gün General de Gaulle'un ‘ortadan kayboldu'. De Gaulle'un istifa ettiği söylentileri ortaya atıldı fakat aslında o Almanya'daki işgal güçlerini kontrol eden General Massu'yla, ordunun desteğini teyit etmek üzere görüşmeye gitmişti.
30 Mayıs burjuvazinin durumu kontrol altına alma çabalarında önemli bir gündü. De Gaulle yeni bir konuşma yaptı: "Mevcut koşullarda geri çekilmeyeceğim (...) Bugün itibariyle Ulusal Meclis'i dağıtıyorum..."
Ay zamanda Paris'te, Champs-Élysées'de De Gaulle'u desteklemek için devasa bir eylem gerçekleştirildi. Bu eyleme lüks ve zengin mahallelerinden insanlar ve ayrıca ordu kamyonları sayesinde kırsal kesimden gelenler katıldı. Gelen ‘halk', zenginlerden, yüksek ökçelilerden, burjuvalardan, dini kurumların temsilcilerinden, kibirlerinden geçilmeyen üst düzey bürokratlardan, dükkanlarının penceleri diye ödü kopan esnaftan, Fransız bayrağına yapılan hakaretlere içerlemiş eski askerlerden, Fransa'nın Cezayir'deki işgal gücü veteranlarından, faşist Occident grubunun milislerinden, Vichy Fransa'sına özlemle bakan (ve aslında De Gaulle'dan da tiksinen) yaşlılardan oluşuyordu. Bu koca bir dünya dolusu güzel (!) insan işçi sınıfına karşı duyduğu nefretini kusmak ve ‘düzene sevgisini' haykırmak için oradaydı. Kalabalığın arasında, ‘Özgür Fransa'nın yaşlı veteranlarının yanından "Cohn-Bendit Dachau'ya!" sloganları yükseliyordu.
Fakat ‘düzenin partisi' sadece Champs-Élysées'de eylem yapanlarla sınırlı değildi. Aynı gün CGT de "Grenelle'in kazançlarını iyileştirmek için" şube şube pazarlıklar ve görüşmeler yapılması çağrısında bulundu: hareketi bitirmek için bölme taktiği uygulanıyordu.
İşe dönüş
Bu tarihten itibaren işe dönüşler gerçekleşmeye başladı, fakat yavaşça, zira 6 Haziran'da bile hala altı milyon işçi grevdeydi. İşe dönüşler dağınık bir biçimde gerçekleşti:
- 31 Mayıs'ta: Lorraine'deki demir çelik ve kuzeydeki dokuma işçileri,
- 4 Haziran'da: silah imalatı ve sigorta işçileri,
- 5 Haziranda: elektrik işçileri ve kömür madencileri,
- 6 Haziran'da: postacılar, telekomünikasyon işçileri, toplu taşıma işçileri (Paris'te, CGT işe dönüşü hızlandırmaya çalıştı: her istasyonda sendika liderleri diğer istasyonları işe döndüğünü duyurdular fakat bu doğru değildi);
- 7 Haziran'da: ilkokul öğretmenleri;
- 10 Haziran'da: polis Flins'teki Renault fabrikasına saldırdı ve işgal etti: polisin kovaladığı bir öğrenci Sen nehrine düşerek boğuldu;
- 11 Haziran'da: CRS (Fransız çevik kuvvet birimi) Sochaux' Peugeot fabrikasına (Fransa'daki ikinci büyük) saldırdı; 2 işçi öldürüldü.
Bu olayların ardından Fransa'da yeni şiddetli gösteriler gerçekleşti: işçiler "Yoldaşlarımızı öldürdüler!" diye haykırıyorlardı. Sochaux'da işçilerin kararlı direnişine karşı CRS fabrikadan çekildi, işçiler 10 gün daha işe dönmediler.
Kızgınlığın grevi ateşini yeniden körükleyeceğinden korkan sendikalar (başlarında CGT) ve başlarında Fransız Komünist Partisiyle solcu partiler, ısrarla işe geri dönüş çağrısı yaptılar "ki seçimler gerçekleştirilip işçi sınıfının zaferi tamamlansın". Resmi KP'nin günlük gazetesi l'Humanité, manşetinde: "Zaferlerinin gücüyle milyonlarca işçi işlerine dönüyor!" yazdı.
Şimdi sendikaların 20 Mayıs'tan beri neden sistematik olarak grev çağırısı yaptıklarını anlaşılıyordu: sendikalar daha az mücadeleci sektörleri işe dönmeye provoke etmek ve diğer sektörlerin molarini bozmak için mücadeleyi kontrol etmek zorundaydı.
Fransız Komünist Partisi'nin patronu Waldeck-Rochet seçim kampanyasında yaptığı konuşmalarda "Komünist Parti düzenin partisidir" diyordu. Ve yavaş yavaş burjuva düzeni geri dönüyordu:
- 12 Haziran: ortaokul öğretmenleri işlerine geri döndüler;
- 14 Haziran: Air France (Fransız Havayolları) ve ticaret gemisi işçileri işlerine geri döndüler;
- 16 Haziran: Sorbonne polis tarafından işgal edildi;
- 17 Haziran: Renault Billancourt işçileri işlerine geri döndüler;
- 18 Haziran: de Gaulle OAS'ın hala hapiste olan liderlerini serbest bıraktı;
- 23 Haziran: seçimlerin ilk turunda sağcılar üstünlük sağladı;
- 24 Haziran: Citroën Javel fabrikasi işçileri işlerine geri döndüler (Krasucki, CGT'nin iki numarası, kitlesel işçi toplantısında çalışarak işçilere grevi bitirme çağrısı yaptı);
- 26: Haziran Usinor Dunkirk işçileri işlerine geri döndü;
- 30 Haziran: seçimlerin ikinci turunda sağ tarihsel bir zafer kazandı.
İşe son geri dönen kollardan biri devlet radyo televizyon istasyonu ORTF idi: bir çok gazeteci hükümetin onlara uyguladığı kısıtlamalara ve dayattığı sansür uygulamalarına geri dönmek istemiyordu. Geri döndükten sonra pek çoğu kovulacaktı. Sonuçta düzen, devletin topluma yayılmasını uygun bulduğu haberlerle topyekün geri döndü.
Böylece tarihin en büyük grevi, CGT ve Fransız KP'sinin iddialarının aksine, bir yenilgiyle sona ermişti. Bu ezici yenilgi hareketi bastıran partilerin ve ‘yetkililerin' daha güçlü bir şekilde geri dönmesiyle perçinlendi. Fakat işçi hareketi çoktandır biliyor ki: "Mücadelenin gerçek meyvesi, anlık sonuçlarında değil, işçilerin daima genişleyen birliğindedir" (Komünist Manifesto). Ayrıca anlık yenilginin ötesinde, 1968'de Fransa'daki işçiler büyük bir zafer kazandılar: kendileri için değil, dünya proleteryası için. İşte bu yazı dizisinin bir sonraki makalesinde Fransa'nın ‘neşelı Mayıs ayının' dünya çapındaki temel etkilerini inceleyeceğiz.
Fabienne
Révolution Internationale
Enternasyonal Komünist Akım Fransa Şubesi