Submitted by EKA on
Ulusal kurtuluş ve yeni ulusların oluşumu hiçbir zaman proleteryanın özel bir görevi olmamıştır. On dokuzuncu yüzyıl devrimcileri bazı ulusal kurtuluş hareketlerine destek verseler de, bunların birer burjuva hareketi oldukları gerçeğine dair herhangi bir yanılgıya sahip değillerdi ve de bu hareketlere "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" adına destek vermiyorlardı. Bu hareketleri desteklediler; çünkü kapitalizmin yükseliş döneminde ulus devlet, kapitalizmin gelişimi için en uygun temeli temsil ediyordu ve yeni ulus devletlerin kurulması, pre-kapitalist toplumsal ilişkilerin kısıtlayıcı izlerini ortadan kaldırarak üretici güçlerin dünya ölçeğindeki gelişiminde ve sosyalizm için gerekli maddi koşulların olgunlaşmasında gerçek bir aşamayı temsil ediyordu.[1]
Kapitalizmin çöküş dönemine girmesiyle birlikte, ulus, kapitalist üretim ilişkilerinin tamamıyla birlikte, üretici güçlerin gelişimi için çok dar bir hal aldı. Bugün, en eski ve güçlü ülkelerin gelişemediği bir durumda, yeni ülkelerin resmi olarak kurulması hiçbir ilerleme sağlamıyor. Emperyalist bloklar arasında bölünmüş dünyada her "ulusal kurtuluş" mücadelesi, ilerici herhangi bir şeyi temsil etmekten çok, işçi ve köylülerin gönüllü olarak ya da zorla ölüme gönderildikleri, rakip emperyalist bloklar arasında sürüp giden bir çatışma alanı olabilir ancak.
Bu mücadeleler hiçbir şekilde "emperyalizmi zayıflatmazlar"; çünkü onun temeline, kapitalist üretim ilişkilerine meydan okumazlar. Eğer bir emperyalist bloğu zayıflatıyorlarsa, bu sadece diğerini güçlendirmek içindir. Çatışmalar sırasında ortaya çıkan yeni oluşumların kendileri de emperyalist nitelik kazanırlar; çünkü kapitalizmin çöküş çağında büyük ya da küçük hiçbir ülke emperyalist politiklar gütmekten kurtulamaz.
Mevcut dönemde "başarılı" bir "ulusal kurtuluş" mücadelesi, söz konusu ülkedeki emperyalist efendilerin değişimini ifade eder. Başarı, özellikle yeni "sosyalist" ülkelerde işçiler için devletçi sermayenin sömürüyü derinleştirmesi, sistematikleştirmesi, militaristleştirmesi anlamına gelir. Bu, "kurtarılmış" ulusun da bir tür toplama kampına sokulması demektir. Bazı insanların öne sürdüğünün aksine, "ulusal kurtuluş mücadeleleri" Üçüncü Dünya proleteryasının sınıf mücadelesi için kullanacağı bir sıçrama tahtası yerine geçmezler. İşçileri, "yurtsever" aldatmacalarla ulusal sermayenin arkasına alan bu hareketler, proleteryanın bin bir zorlukla yürüttüğü sınıf mücadelesine de engel teşkil ederler. Komünist Enternasyonal'in önergelerine karşın, tarihin son elli yılda fazlasıyla gösterdiği gibi "ulusal kurtuluş" mücadeleleri ne gelişmiş, ne de geri kalmış ülkelerdeki işçileri mücadeleye teşvik eder. Gelişmiş ya da geri kalmış ülkelerdeki işçilerin bu mücadelelerden kazanacağı hiçbir şey, seçecekleri hiçbir emperyalist taraf yoktur. Bu çatışmalarda, "ulusal savunmanın", "ulusal kurtuluş" giysilerine sokulduğu günümüzdeki biçimine karşı durabilecek tek devrimci slogan, Birinci Dünya Savaşı sırasında da kullanılan "Emperyalist savaşı iç savaşa çevirelim" sloganıdır. Ulusal kurtuluş mücadelelerine "koşulsuz" ya da "eleştirel" destek vermeyi savunan bütün pozisyonlar, bilinçli olsun ya da olmasınlar, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki "sosyal şovenistlerin" pozisyonuna düşmektedirler. Dolayısıyla etkinliklerinin komünist faaliyetlerle hiçbir şekilde bağdaşırlığı bulunmamaktadır.[1] 1980'lerin sonunda doğu bloğunun yıkılması ve batı bloğunun dağılmasıyla, ulusal kurtuluş mücadelesi, sermayenin sol kesimlerinin proleteryayı herhangi bir emperyalist tarafa çekmek için kullandığı aldatmaca olmaktan çıkmıştır. "Ulusal kurtuluş" masalı, kapitalizmin merkezi ülkelerinden Rus emperyalist bloğunun çöküşüyle büyük ölçüde silindiyse de, yine de, dünyanın bazı bölgelerinde hala hayattadır ve o ülkelerin işçilerini (Kafkas cumhuriyetlerinde ve İsrail işgali altındaki bölgelerde olduğu gibi) birbirine kırdırmak için kullanılmaya devam etmektedir.