Submitted by EKA on
Burjuvazinin çeşitli kesimlerini "sosyalizm", "demokrasi", "anti-faşizm", "ulusal bağımsızlık", "birleşik cephe" veya "kötünün iyisi" adına "şartlı" veya "eleştirel" olarak bile olsa destekleyen; politikalarını burjuvazinin seçim oyununa, sendikaların işçi sınıfı karşıtı faaliyetlerine veya öz-yönetim yanılgısına dayandıran bütün partiler ve örgütler sermayenin ajanlarıdır. Bu, özellikle sosyalist ve komünist etikete sahip partiler için geçerlidir.
Bir zamanlar dünya proleteryasının gerçek öncüleri olan bu partiler, bir yozlaşma sürecinin sonucunda kapitalist saflara katıldılar. Parçası oldukları Enternasyonal'lerin bu şekildeki ölümlerinin (yapıları resmi olarak korunmuş olsa da) ardından, kendileri de hızla ülkelerindeki burjuva devlet mekanizmasının (çoğu zaman önemli) dişlileri, ulusal sermayenin sadık idarecileri haline geldiler.
Daha önceki yıllarda oportünizm ve reformizm kangrenine boyun eğmiş olmaları Birinci Dünya Savaşı öncesinde burjuvazinin tarafına geçmelerine neden olan sosyal şovenist sağ kanat liderliği altındaki pek çok sosyalist parti bu durumun bir örneğiydi. "Ulusal savunma" pozisyonu alarak İkinci Enternasyonal'in ölümünü belirleyen bu partiler savaş sonrasında devrimci dalgaya karşı çıkarak, 1918 Almanya örneğinde olduğu gibi proleteryanın cellatları olacak kadar ileri gittiler. Bu partilerin kendi burjuva devletleriyle kaynaşması Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden sonra farklı zamanlarda gerçekleşti; fakat bu süreç 1920'lerin başlarında son proleter akımlar sosyalist partilerin saflarından atılıp Komünist Enternasyonal'e katılınca sona erdi.
Aynı şekilde Komünist Partiler de benzer bir oportünist yozlaşmanın ardından kapitalist saflara katıldılar. Bu süreç 1920'lerin başından, Komünist Enternasyonal'in (1928'de "Tek Ülkede Sosyalizm" teorisi kabul edildiği zaman gerçekleşen) ölümüne dek sürdü. Bu partilerin kapitalist devletle tamamen kaynaşmaları, 1930'ların başında kendi burjuvazilerinin silahlanmasına destek verip "halk cephelerine"katılmalarıyla gerçekleşti. Sol fraksiyonların sert mücadelesi komünist partileri yozlaşmaktan alıkoyamamıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında "Direniş" hareketlerinde ve savaşın ardından "ulusal yeniden yapılanma" dönemlerinde aldıkları roller, onların ulusal sermayenin sadık ajanları ve karşı-devrimin en saf imgesi olduklarını doğruladı.
Bütün sözde "devrimci" akımlar, örneğin burjuvazinin tarafına geçmiş partilerin değişik bir biçimi olan Maoizm, komünist partilerin ihanetine proleter bir tepki verdikten sonra benzer bir yozlaşma sürecine giren Troçkizm ve "anti-faşist ittifak" gibi sosyalist ve komünist partilerin savunduğu kimi yaklaşımları yineleyen geleneksel anarşizm aynı saflardadır: Sermayenin safları. Etkilerinin daha az veya söylevlerinin daha radikal olması, programlarının burjuva temellerini değiştirmez, tam aksine onları bu partilerin işe yarar çığırtkanları yapar.