EKA tarafından tarihinde gönderildi
“Sarı Yelekliler” hareketi ile ilgili CCI (Courant Communiste International – Enternasyonal Komünist Akım) Fransa tarafından yazılan 25 Kasım 2018 tarihli değerlendirme metni.
Geçen 10 Ekim’de, Seine-et-Marne ‘dan iki TIR şoförü Facebook üzerinden 17 Kasım’da “yakıt zammına karşı milli blokaj” başlıklı bir eylem çağrısında bulundular. Kısa süre içinde mesajları tüm sosyal medyaya yayıldı ve yaklaşık 200.000 “ilgili” kişiyi topladı. Girişimler ve çağrılar çoğaldı. Ne sendika ne de parti olmadan, spontane bir şekilde bir seri eylem, toplantı ve blokaj programı organize edildi. Sonuç: Hükümete göre 17 Kasım’da 287.710 kişi, 2.034 farklı noktadan çıkarak kavşakları, anayolları, gişeleri ve süpermarketlerin park alanlarını felç etti. İçişleri bakanlığından gelen resmi rakamlar (muhteşem bir kesinlikle!) bilinçli bir şekilde oldukça azımsanmıştır. “Sarı Yelekliler”e gelince, onlara göre, resmi rakamlarda beyan edilenden iki kat daha kalabalıklardı. Takip eden günlerde, bazı blokajlar korundu, diğerleri ise o anlarda verilen kararlarla, rastgele yapıldı ve her gün birkaç bin kişiyi harekete geçirdi. CGT ve “Sarı Yelekliler”in kendiliğinden eylemiyle onlarca Total rafinerisinde iş sekteye uğratıldı. 24 Kasım, “Eylem 2: Tüm Fransa Paris’e”olarak adlandırılarak yeni, büyük bir eylem günü olarak duyuruldu. Amaç prestijli yerleri ve sermayenin gücünü bloke etmekti: Champs-Élysées caddesi, Concorde meydanı, Senato ve her şeyden önce Élysée. Melun’dan TIR şoförü, hareketin eş girişimcilerinden ve hareketin öncü figürlerinden Éric Drouet, “Öldürücü darbe vurulmalı ve herkes, mümkün tüm araçlarla(tren, otobüs v.s) Paris’e gitmeli. Paris, çünkü burası hükümetin olduğu yer! Herkesi bekliyoruz, kamyoncular, taksi şoförleri, çiftçiler v.s. Herkesi!” diye bildirdi. Sonuçta, genellikle ulaşım pahalı olduğundan dolayı birçok “sarı yelekli” lokal yerlerde eylem yapmaya karar verdiğinden bu büyük toplanma gerçekleşmedi. Hareketlilik büyük ölçüde azaldı: Paris’te 8.000, Fransa’nın geri kalanında 106.301 eylemci ve 1.600 eylem. Her ne kadar bu rakamlar hükümet tarafından bildirilen ve hareketin gerçekliğini oldukça azımsayan rakamlar olsa da eğilim apaçık ortadadır. Yine de hareketin içindeki birçokları zafer kazanmakta olduklarını dile getiriyor. “Sarı Yelekliler” için en önemli şey, “güçlülere karşı halkın gücüne” şahitlik eden “tüm gün boyunca tutulmuş, işgal edilmiş” Champs-Élysées görüntüleridir[1]. Nitekim, aynı gece, yine Facebook üzerinden, 1 Aralık’ta olması planlanan üçüncü bir eylem gününe çağrı yapıldı: “Alım gücünün arttırılması ve yakın zamlarının iptali” olan bu iki talebin önce çıktığı “Eylem 3: Macron istifa!”.
Bütün gazeteciler, politikacılar ve diğer “sosyologlar” hareketin orijinal doğasını [la nature inédite] ön plana çıkarıyorlar: spontane, tüm sendikal veya politik çerçevenin dışında, değişken, esas itibariyle sosyal ağlar üzerinden örgütlenen, görece kitlesel, genel olarak disiplinli, genellikle yıkım ve çatışmalardan kaçınan vs. bu hareket, gazetelerin sütunlarında ve televizyon yayınlarında “sosyolojik UFO” olarak nitelendirildi.
Hükümetin saldırılarına karşı öfke!
TIR şoförleri tarafından başlatılan bu harekette, hareketin girişimcisi Éric Drouet’nin yazdığı gibi “kamyoncular, otobüs şoförleri, çiftçileri” harekete geçiriyor ama yalnızca onları değil. “Vergiler tarafından ezilmiş” küçük girişimciler de hareketin içinde. Ücretli işçiler, prekarya, işsizler, emekliler “sarı yeleği” sırtlarına geçirmişler en önemli birliği inşa ediyorlar. Vincent Tiberi’nin analizine göre “Sarı Yelekliler daha çok seçtikleri yaşam şeklini sürdürmek isteyen işçilerin/çalışanların, süpermarket kasiyerlerinin, teknisyenlerin, dadıların Fransası’dır: biraz uzakta, sakince, komşularıyla toplaştıkları bir yerde, bahçeli bir kulübede yaşamayı seçmiş, bu yaşam şeklini savunan ve bundan dolayı arabalarına dokunmanın, benzin fiyatlarını arttırmak, özel hayatlarını tartışmaya açmak anlamına gelenlerdir.” Sciences Po. Bordeaux’da hoca olan Tiberi’ye göre “Sarı yelekliler sadece periferideki Fransa’yı değil, unutulmuşların Fransa’sını temsil ediyor. Daha çok, sosyolog Olivier Schwartz’ın küçük araçlar olarak adlandırdığını somutlaştırıyorlar. Çalışıyorlar, vergilerini ödüyorlar ve yardım almak için fazla kazanıyorlar, iyi yaşamak içinse yeterince kazanmıyorlar.”[2]
Gerçekte, bu hareketin büyüklüğü her şeyden önce toplum içinde ve özellikle işçi sınıfı içinde, Macron hükümetinin kemer sıkma politikalarına karşı gümbürdeyen inanılmaz bir öfkeye şahitlik ediyor. Resmi olarak, Observatoire français des conjonctures économiques’e göre, hane halklarının yıllık harcanabilir gelirleri (vergi ve katkılardan sonra kalanlar) 2008 ile 2016 arasında ortalama 440 euro kısıldı. Bu, işçi sınıfına yapılan saldırıların sadece küçük bir kısmı. Her tür vergideki bu genel artışa artan işsizlik, kamu işlerinde de dahil olmak üzere güvencesiz [précaire] işlerin sistemleştirilmesi, özellikle temel gıda fiyatlarını etkileyen enflasyon, karşılanamaz konut fiyatları v.s eklenmekte. Sürekli yoksullaşma acımazsızca vahimleşmekte ve bu da beraberinde gelecek korkusunu getirmekte. Ama dahası, “Sarı Yelekliler”e göre bu muazzam öfkeyi besleyen “ezilmişlik duygusu.”[3]
Bu, hükümet tarafından görmezden gelinen, baskın “ezilmişlik” duygusu, eylemin seçilmiş araçlarını açıklayan “Sarı Yelekliler”in terminolojisini kullanırsak “yukarıdakiler” tarafından duyulmayı ve tanınmayı istiyor: Fosforlu sarı yelekleri giymiş halde, yolları bloke ederek, Senato’ya veya büyük burjuvaların pencerelerinin altından geçip Élysée’ye giderken, “Dünya’nın en güzel caddesini” [4] işgal ederken görünmek.
Medya ve hükümet, yıkım ve şiddeti ön plana çıkararak pahalı yaşama karşı ve sömürülenlerin varoluş koşullarının bozulması/aşağı çekilmesine karşı mücadelenin sadece kaos ve kör şiddet ve vandalizm eylemleriyle anarşi dışında bir yere varmayacağına inandırmaya çalışmaktadır. Burjuvazi güdümündeki medya, karışıklık uzmanları, “Sarı Yelekliler”in aynı zamanda “polislere saldırmak” isteyen marjinaller olduğuna inandırmak istiyorlar.[5] Saldıran ve provoke edenler her şeyden önce bu baskı güçleri! 24 Kasım’da Paris’te, Champs Élysées’de sakince yürüyen kadın ve erkek gruplarına CRS’nin [ç.n. Türkiye’deki çevik kuvvete denk düşüyor] saldırıları gibi atılan gaz bombalarının sonu gelmiyordu. Öte yandan, dört ay önce, aynı yerde, dünya futbol kupası kutlamaları sırasında olanın tersine, çok az sayıda vitrin camı kırıldı.[6] Her ne kadar yüzleri maskeli ve düzen güçleriyle çatışmaya girmek isteyen heyecanlı bazı “sarı yelekliler” olsa da (“Black-Block(kara blok) veya “aşırı sağ” uşakları), çoğunluk kırmak, dökmek istemiyor. “Kırıcı”[casseur] değil, sadece “duyulan” ve“saygı gören” ”yurttaş” olmak istiyorlar. Bu nedenle “Eylem 3”e çağrıda “bunu doğru düzgün yapmak lazım. Hiçbir şey kırılmadan 5 milyon Fransız sokakta.” İfadelerine yer verildi. Aynı şekilde: “Bir sonraki randevumuzu güvence altına almak için “kırıcıları” aramızdan çıkartmakla görevli olacak “kırmızı yeleklilerin” olmasını öneriyoruz. Halkı kendimize düşman etmemeliyiz. İmajımıza dikkat edelim arkadaşlar.” denildi.
Sınıflar arası bir “yurttaş” hareketi…
Diğer yandan, “sarı yelekliler” hareketi, dünya futbol şampiyonu olan Fransa takımının kutlamaları ile ortaya çıkan ortak bir noktaya sahiptir: üç renkli bayrakla yerel bayrakların her yerde mevcut olması, her yerde düzenli olarak milli marş söylenmesi ve her yerde “Fransız halkı” olmanın gururunun gözle görünür mevcudiyeti. Birleşmiş bir “Fransız halkı” güçlülere boyun eğdirmeye muktedir olur. Birçoklarının kafasındaki referans 1789 Fransız Devrimi ya da 1939-1945 Direnişi’dir.[7]
Bu abartılı milliyetçilik, “halka” yapılan bu referans, güçlülere yöneltilen bu rica bu hareketin gerçek doğasını açığa çıkartmakta. “Sarı Yeleklilerin” büyük bir çoğunluğu aktif çalışanlar veya emekli ve yoksul düşürülmüşler, ama işçi sınıfının üyeleri olarak değil, “Fransız halkının” yurttaşları olarak oradalar. Bu, çok açık bir şekilde, tüm sınıfların ve toplum katmanlarının karışık olduğu sınıflar arası bir harekettir. İşçiler (çalışanlar, işsizler, prekarya, emekliler) ve küçük burjuvazinin (zanaatkarlar, serbest meslek sahipleri, küçük girişimciler, çiftçiler ve hayvancılar) bir aradadır. İşçi sınıfının bir bölümü hareketi başlatanlara (küçük patronlar, kamyon şoförleri, taksiler, ambulans şoförleri) dahil olmuşlardır. “Sarı Yelekliler”in meşru öfkesine rağmen “iki yakası bir araya gelmeyen” birçok proletere göre bu bir işçi sınıfı hareketi değildir. Bu, yakıt zammı karşısında sinirlenen küçük patronların başlattığı bir harekettir. Hareketi başlatan TIR şoförünün sözlerinde şahit olduğumuz gibi: “Herkesi, kamyon, otobüs, taksi şoförlerini, çiftçileri vb. herkesi bekliyoruz!” “Herkes” ve tüm “Fransız halkı” kamyon ve taksi şoförlerinin, çiftçilerin vs. arkasında. İşçiler kendilerini, “halkın” içinde seyrelmiş, atomlaşmış, birey-yurttaş kadar birbirinden ayrılmış, (birçoğunu eski FN olan Rassemblement national’in seçmeni olan) küçük patronlarla karışmış bulurlar.
En yoksullaştırılmış olanlar arasından birçok proleterin üzerinde durduğu çürümüş zemin işçi sınıfının değildir! Bu “apolitik” ve “anti-sendikal” harekette grev ve grevin tüm sektörlere yayılmasıiçin bir çağrı yok! Şirketlerde, hükümetin saldırılarına karşı mücadeleyi geliştirmek ve birleştirmek için hangi eylemliliklerin alınacağının beraber tartışılacağı hiçbir egemen genel meclisler yapılmasına çağrı yapılmıyor! Bu “yurttaş” isyanı, işçi sınıfını, tüm burjuva güruhunun kendini “destekçi” olarak buluştukları “Fransız halkı” içinde boğmak için bir tuzaktır. Marine Le Pen’den Olivier Besanceno’ya kadar, Mélenchon ve Laurent Wauquiez’den de geçerek, “herkes”, ekstrem sağdan, ekstrem sola, bu sınıflar arası mücadeleyi milliyetçi zehriyle savunmak için orada.
Tüm burjuva güruhunun desteğiyle…
Aslında, Marine Le Pen’in neden “Fransız halkının” “ meşru bir hareketini” selamladığını; neden “Tüm Fransa’yı bloke etmek lazım (…), Fransız nüfusunun bu hükümete “artık yeter!” demesi gerekiyor.” diyen, Debout la France’ın başkanı Nicolas Dupont-Aignan’ın bu hareketi desteklediğini, neden Les Républicains’in (Cumhuriyetçiler) başkanı Laurent Wauquiez’in “sarı yeleklileri”, “sadece çalışan Fransa’nın zorluklarını duymamızı isteyen kararlı, şerefli insanlar” olarak tanımladığını; neden Résistons’un(Direniyoruz) başındaki milletvekili Jean Lassalle’ın hareketin figürlerinden biri olduğunu ve neden sokaktaki gibi mecliste de sarı yeleğini kaldırdığını “sarı yeleklilerin” sınıflar arası doğası açıklıyor. Sağ ve aşırı-sağ, “sarı yeleklerdeki” kapitalist sistemi tehlikeye sokmayan bir hareketi açıkça tanıyor. Onlar bunu daha çok, gelecek seçimler için ana rakiplerini zayıflatmanın çok etkili bir aracı olarak görüyorlar; Macron güruhunun sosyal barışı yönetme ve yetkilendirme kabiliyeti büyük ölçüde zayıfladı.
Sol ve aşırı-sola gelirsek, “hareketi kirleten faşoları” redderek sağ ve aşrı-sağın dışarı atılmasını istiyorlar ve onlar da az çok açık bir şekilde hareketi destekliyorlar. Başta temkinli davranan France insoumise’in (Boyun eğmeyen Fransa) başındaki Jean-Luc Mélenchon, şimdi tüm alayıyla “sarı renkli devrimci hareketi”, “halk” hareketini ve “kitle” hareketini selamlayarak oraya gidiyor. Dememiz gerekiyor ki, o orada sudaki bir balık gibi, o ve onun “boyun eğmeyen Fransası”, mavi-beyaz-kırmızı bayrakları, her fırsatta ortaya çıkan üç renkli atkısı ve sandıklarla “oligarşiye karşı halkı birleştirme” iradesi.
Politik finans kaynağı burjuvazinin [8]her kanadından insanların ve özellikle de sağ ve aşırı-sağın desteği, “sarı yeleklilerin” hareketinin proleter bir doğaya sahip olmadığını ve bu mücadelenin de sınıf mücadelesiyle hiç alakası olamadığını gösteriyor! Eğer, burjuvazinin politik araçlarının tüm bu parçaları “sarı yeleklileri” daha sonra seçim meyvelerini toplamak üzere Macron’u zayıflatmak için kullanıyorsa, bunun, proletaryanın sömürü ve baskıya karşı olan mücadelesini hiçbir şekilde güçlendirmeyeceğini bilerek yapıyorlar.[9]
Sınıflar arası bu tarz bir harekette proletaryanın kazanacağı hiçbir şey yoktur çünkü harekete rengini veren (önceden sarı, grev kırıcıların rengiydi) her zaman küçük burjuvazi oluyor. Ayrıca, 26 Kasım günü sekiz konuşmacı içinden ezici çoğunluğun küçük patron ya da bireysel girişimciydi.
Nitekim bunlar küçük burjuvazinin herkese empoze ettiği hedefleri, talimatları ve mücadele yöntemleri. Görünüşte, bu sosyal katman çok büyük bir radikalliği açığa vuruyor. Sermaye tarafından ezildiği, sınıfsızlaştırıldığı için öfkesi, büyük burjuvazinin ve devletinin adaletsizliğini beyan ederek şiddetle patlayabilir. Ama temelde, bu sosyal katmanın asıl istediği “tanınmış olmak” ve “yukarıdaki” elitler tarafından “küçümsenmemek” veya daha iyisi, bazı üyeleri için burjuvazinin daha üst katmanlarına çıkma rüyası ve bu yüzden de işlerinin serpilmesi gerekiyor. İşte “sarı Yelekliler” hareketi vasıtasıyla dile getirilen taleplerinin açıklaması: şirketlerinin işlemesi ve gelişmesi için daha ucuz benzin, daha az vergi; görülmek ve onurlandırılmak için yolların bloke etme eylemlerinde hepsinin sarılar giymesi; halife yerine halife olma arzusunu sembolize ederek Macron kişisi üzerinde yoğunlaşma (“Macron istifa!”) ve “dünyanın en güzel caddesinin işgali” de kapitalist lüksün gerçek vitrinini ifade ediyor.
“Sarı Yelekliler”in bu hareketine aynı zamanda, kitlesel olmasa bile, popülizmin ideolojisi sızıyor. Politik partilere karşı olduğu söylenen yeni, değişken bir hareket sendikaların ataletini beyan ediyor ve başından beri Marine Le Pen tarafından destekleniyor! Eğer 20 Kasım’da“Sarı Yelekliler” tarafından içinde göçmenlerin olduğu bir tanker bulunmuş ve jandarmaya ihbar edilmişse, bunlar üzücü bir tesadüf veya hareketin akıntısına ters küçük bir grubun ürünü değildir. Bazı eylemciler, hayatlarını tehlikeye atmış göçmenleri kurtarmak istedi ama diğerleri onları bile bile “salladı”. Bazı ‘Sarı Yelekliler”in takındığı tavır mide bulandırıcı: “Sikik gülüşün var!”, “Nasıl bir sikikler ordusu!” “Bu yine bizim vergilerimizden ödenecek!” [“T’as le sourire enculé !”, “Quelle bande d’enculés !”, “Ça va encore être pris sur nos impôts !”]
Bu sınıflar arası hareketin kapsamı kendisini, bütün sendika manevralarıyla sabote edilen mücadeleler nedeniyle işçi sınıfının kendi mücadeleciliğini ifade etme zorluğuyla açıklanır (en son SNCF’in “inci gibi grevinde” gördüğümüz gibi)… İşçi sınıfının tam ortasında yer alan sendikalara karşı memnuniyetsizlik eylemi başlatanlar tarafından bu yüzden benimsenmiştir. Birçok “Sarı Yelekli”nin iletmek istedikleri şey ücretli emekçilerin mücadele yöntemlerinin (grev, egemen genel meclisler ve kitlesel eylemler, grev komiteleri..) bir yere götürmediği. O zaman şimdi, “pahalı yaşama” karşı yeni mücadele yöntemleri bulmak ve tüm “Fransa halkını” toplamak için (vergilere ve vergi artırımlarını protesto eden) küçük patronlara güvenmek lazım!
“Sarı yelekli” birçok işçi, sendikaları “işlerini yapmamakla” suçluyor. Şimdi CGT’nin durumu telafi etmek amacıyla 1 Aralık için yeni bir “eylem günü” çağrısı yaptığını görüyoruz. CGT ve diğer sendikaların yine sınıf zemini üzerindeki tüm spontane hareketi engellemek için işçi mücadeleciliğini çerçeve içine alarak “işlerini yapacaklarına” emin olabiliriz.
Proleterler sınıf otonomilerini savunmalı ve sadece kendilerine güvenmelidirler!
Birçok işçi yoksulluğa, sonu olmayan ekonomik saldırılara, işsizliğe, güvencesiz işe karşı ayağa kalktı. Ama “Sarı yelekliler”e katılarak bu işçiler çıkmaza giden hareketin içine çekilmeleriyle birden ortadan kayboldular.
İşçi sınıfı, otonom sınıf olarak, “sarı yelekliler”in öfkesini seçimlerde daha fazla oy almak için manipüle eden tüm “anti Macron” kutsal birliğine karşı, yaşam koşullarını kendi zemini üzerinden savunmalıdır. İşçi sınıfı mücadelesini, ne tepkisel sosyal katmanlara, ne onları savunuyor gözüken partilere ne de onun yalandan arkadaşı olan sendikalara teslim etmemelidir. Tüm bu “sevimli dünyada” herkes kendi inancıyla, proleterlerin otonom sınıf mücadelesinin kendisini beyan etmesini engellemek için toplumsal zemini işgal edip parselliyorlar.
İşçi sınıfı, kendi sınıf zemini üzerinde kitlesel hareketi geliştirerek kendisini otonom bir sınıf olarak beyan ettiğinde onun, mücadele yöntemlerinin, birleştirici sözlerinin ve son olarak toplumsal dönüşümün devrimci projesinin arkasına toplumun giderek daha büyük bir kısmını alacak. 1980 yılında Polonya’da birincil gıda fiyatlarındaki artışı takiben Gdansk tersanelerinde muazzam bir kitle hareketi başladı. Hükümete meydan okumak ve geri adım atmasını sağlamak için işçiler yeniden bir araya gelmiş, “kızıl” burjuvaziye ve onun devletine karşı örgütlenmişlerdi[10]. Nüfusun diğer katmanlarından sömürülmüş sınıfın bu mücadelesine büyük bir katılım olmuştu.
Proletarya mücadelesini geliştirdiğinde hareketin kalbinde olan kitlesel, egemen, herkese açık genel meclisler proleterlerin birlikte örgütlenebilecekleri, birleştirici sözler ve gelecek hakkında birlikte düşünecekleri yerlerdir. Dolayısıyla milliyetçiliğe yer yok ama, tersine, kalpler uluslararası dayanışma için titreşmektedir çünkü “proleterlerin vatanı yoktur.”[11] Dolayısıyla işçiler Marseillaise’i söylemeyi ve 1871 Paris Komünü sırasında 30 000 proleteri öldüren Versaylıların bayrağını, üç renkli bayrağı sallamayı reddetmelilerdir!
Bugün, burjuvaziye karşı kendi lehine bir güç dengesi geliştirebilecek tek güç olan sömürülen sınıf, kendisini bir sınıf olarak tanımakta zorlanmakta. İşçi sınıfı, tüm korporatist, sektörel ve milli ayrışmaların ötesinde, kendi zemininde mücadeleler geliştirerek insanlığa bir gelecek sunabilecek toplumdaki tek sınıftır. Bugün proleterler öfkeden kuduruyorlar ama burjuvazinin artan saldırılarına karşı var olma koşullarını savunmak için nasıl mücadele edeceklerini bilmiyorlar. Kendi mücadele deneyimlerini, sendika talimatını beklemeden bir araya gelme ve örgütlenme kapasitelerini unutmuşlar.
Proletaryanın tekrar sınıf kimliğini bulma zorluğuna rağmen, gelecek daima sınıf mücadelesinindir. Proletarya mücadelesinin zorunluluğunun farkında olan herkes yeniden bir araya gelmeyi, tartışmayı, son toplumsal hareketlerden dersler çıkarmayı, işçi hareketi tarihine tekrar yakından bakmayı ve “yurttaşların”, “halkın” ve küçük burjuvanın sınıflar-arasıcılarının hareketlerindeki -radikal görünümlü- sirenlere teslim olmamayı demek zorundadır! İspanya’daki protestocuların, Arap ülkelerinde birkaç hafta önce harekete geçenlerle bağlantı kurması gerektiğini vurguladı.
“Tüm diğer sınıf ve toplumsal katmanlara karşı proleteryanın otonomisi, devrimci amaca doğru serpilecek mücadelenin birincil koşuludur. Tüm ittifaklar, ve özellikle burjuvazinin fraksiyonlarıyla olanlar, ancak onların güçlerini çekebileceği tek yer olan sınıf zeminini terk etmesini sağlayarak düşmanı karşısında silahsızlanmasıyla sona erer.” (Plateforme du CCI)[12]
Révolution Internationale, Fransa CCI basın organı, 25 Kasım 2018
[1] Champs-Élysées üzerinde CCI militanları tarafından toplanan şahitlikler.
[2] “Les gilets jaunes, un mouvement inédit dans l’histoire française”, Le Parisien (24 novembre 2018).
[3] Bu fikir sosyal medyada her yerde mevcut.
[4] Champs-Élysées’ye verilen isim.
[5] Altını çizmeliyiz ki, genel olarak, doğrudan böyle bir mesaj geçmedi ama, “sübliminal” olarak örneğin BFM-TV’ gazeteci ve “uzmanların” “gerçek sarı yeleklilerle” “kırıcıları” ayırt etmek gerektiğinde ısrar ederken Champs-Élysées’deki aynı yıkım görüntülerini tekrar tekrar gösteriyorlardı.
[6] Hasarlar daha çok barikat yapımında kamu mülkleri kullanımına ve polisin kullandığı mermilere bağlı.
[7] Champs-Élysées üzerinde bir “sarı yeleklinin” şunu söylediğini bile duyduk: “ Bocheslarla Direniş’te yapılanı Macron’a da yapmalı, gidene kadar onu hergün hırpalamalıyız.”
[8] NPA ve LO dahil.
[9] “Sarı yeleklilerin” büyük bir kısmının tüm sendikal nüfuza karşı gelmesi gibi sadece sendikal dünya onları sertçe eleştirdi.
[10] la Revue Internationale n° 27’deki “Notes sur la grève de masse” isimli makalemize bakınız.
[11] 2011’de Indigné’lerin en temel sloganlarından biri,birkaç hafta önce Arap ülkelerinde ayaklanan, hayatları tehlikede olanlarla bağlantı kurmak gerekliliğine dair İspanyada’ki eylemcilerin duygularını vurgulayan “Tahrir Meydanı’ndan Puerte de sol’e” idi.
[12] CCI Platformu : https://fr.internationalism.org/plateforme-cci
Çeviri: Ece Eldem / Yeryüzü Postası