Rus Devrimi (1. bölüm): Tarihteki ilk kitlesel ve bilinçli devrim

İşçi sınıfının mücadelesi ve komünist devrim, bugün birçokları tarafından demode ve tarihsel deneyimle yanlışlığı kanıtlanmış fikirler olarak görülüyor. SSCB’deki devlet kapitalisti rejimlerin yıkılması ve tüm Doğu Bloğu ülkelerinin dünya ekonomik krizi girdabı içine girmiş olması, 1917 Rus Devrimi aleyhinde konuşan herkese, bu tarihsel olay hakkında yıllardır ortaya atılan eski yalanları pekiştirme şansı verdi. Bu yalanlardan biri de Rusya’da iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesinin kaba bir darbe, çar yönetimi altındaki geri kalmış kitlelerin Bolşevik Parti tarafından manipüle edilmesi olarak temsil edilmesidir. Şimdiye kadar birçok yazımızı devrimin doğasına ve Rusya’daki karşı-devrime ayırdık [1]. Bu yazıyla başladığımız seride ise, proletaryanın bu deneyiminin ve onun devrimci örgütlenmelerinin temel yönlerini incelemek ve derinleştirmek istiyoruz. Bu bağlamda, ilk olarak, 1917 Rus devriminin, savaşa ve kapitalizme karşı gelişen uluslararası ayaklanma dalgası çerçevesinde, esas olarak proletaryanın kolektif işi olduğu ve tüm kısıtlarına rağmen işçi sınıfının kendi kaderini kendi ellerine alma kapasitesini anlamada bize yardımcı olacak derslerle dolu olduğu gerçeğini ele alacağız. Takip eden yazılarda ise Bolşevik Partinin 1917’deki rolüne tekrar döneceğiz ve ardından devrimin yenilmesine ve Rusya’da kapitalist karşı devrimin galip gelmesine bakacağız.
 
“1917 Rus devrimi her şeyden önce, ezilen kitlelerin, onları ekonomik makinenin hamalı (yük hayvanı) ve kapitalist güçler arasındaki savaşlarda harcanacak erler konumuna getiren burjuva düzenini yıkma amacıyla gerçekleştirdiği eylemdir. Ardından toplumun tüm ezilen katmanlarını sürükleyen milyonlarca proleterin, bilinçli olarak birleşerek ve tek bir güç olarak hareket edebilecekleri araçları geliştirerek atomize olmuş hallerini parçaladıkları eylemdir. Onları kendi kaderlerinin efendisi yapmayı, sömürünün, savaşların, sınıfların, milletlerin, yoksulluğun olmadığı başka bir toplum, komünist bir toplum inşa etmeyi amaçlayan bir eylemdir.” (International Review no:51: ‘70 yıl önce, Rus Devrimi’)
 
Rus Devrimi: Dünya Savaşına Karşı Proletaryanın Uluslararası Hareketinin Öncüsü
 
1914’te, çöküş dönemine girmiş sosyal sistemin aktörleri olarak hükümetler, krallar, politikacılar, ordu, dünyayı Birinci Dünya Savaşı felaketine sürüklediler. 20 milyon insanın katledilmesi, o zamana kadar görülmemiş bir yıkım; cephe gerisinde istikrarsızlık, kıtlık ve açlık; cephede ise ölüm, acımasız askeri disiplin ve tarifsiz acı; tüm Avrupa kaos denizinde boğuldu, barbarlık, endüstrinin, binaların, anıtların yıkımı...
 
Uluslararası proletarya, farklı hükümetlerin öne sürdüğü ve Sosyal Demokrat Partilerin ile sendikaların büyük çoğunluğunun ihanetiyle desteklenen vatanseverlik zehri ve demokrasi yalanlarının ardından sürüklenmeyi bırakarak, bu askeri barbarlığa tepki göstermeye başladı. 1915 yılının sonundan itibaren, açlığa karşı grev ve ayaklanmalar, savaşa karşı gösteriler Rusya, Almanya, Avusturya ve başka yerlerde patlak verdi. Cephede isyanlar, toplu firarlar gerçekleşti ve her iki taraftan da askerler arasında, bilhassa Rus ve Alman askerleri arasında kardeşçe ilişkiler gelişti. Enternasyonalistler bu hareketin başını çekiyordu – Bolşevikler, Spartakistler, 2.Enternasyonal’i terk eden solun tümü. 1914 Ağustosunda savaşın patlak vermesiyle hiç tereddüt etmeden bu savaşın emperyalist bir soygun, dünya kapitalizmininçöküşünün bir göstergesi ve proletaryaya tarihi misyonu olan uluslararası sosyalist devrimi gerçekleştirmesi için bir işaret olduğunu ilan ettiler.
 
Savaşa son verecek ve dünya devrimi ihtimalini yaratacak olan bu uluslararası hareketin öncüsü, 1915’ten beri, sert biçimde bastırılan ekonomik grevleri örgütleyen Rus işçileriydi.
Bununla birlikte hareket büyüdü: 9 Ocak 1916 -1905’teki ilk devrimin yıl dönümü- işçiler tarafından büyük çaptaki grevlerle kutlandı. Yıl boyunca, toplantılar, tartışmalar, taleplerin öne sürülmesi ve polisle çatışmalar eşliğinde yeni grevler patlak verdi: “1916’nın sonlarına doğru, hayat pahalılığı muazzam sıçramalar gösterdi. Enflasyona ve taşımacılıktaki düzensizliğe tam anlamıyla bir mal kıtlığı da gelip eklendi. Bu tarihte tüketim yarı yarıya azaldı. İşçi hareketinin eğrisi kesin bir yükseliş kaydetti. Ekimden başlayarak mücadele her türlü hoşnutsuzluk çeşidini bir araya getirerek belirleyici bir evreye girdi: Petrograd büyük Şubat sıçraması için nefesini şişirdi. Fabrikalardaki mitingler dalga dalga yayıldı. İşlenen konular şöyleydi: iaşe durumu, hayat pahalılığı, savaş, hükümet. Her taraf Bolşevik bildirileriyle kaynıyordu. Siyasal grevler ilan edildi. Fabrika çıkışlarında doğaçlama nümayişler yapılıyordu. Yer yer bazı işletmelerdeki işçiler ile erlerin yakınlaştığı görülüyordu. Baltık filosu denizcilerine karşı açılan davayı protesto mahiyetinde şiddetli bir grev patlak verdi… İşçiler artık geriye dönüş olmadığını hissediyorlardı. Her fabrikada çoğunlukla Bolşeviklerin çevresinde toplanan bir eylemci nüvesi oluşmuştu. Şubat ayının ilk iki haftası boyunca grevler ve mitingler hiç aralıksız birbirini izledi. 8’inde Putilov fabrikasında polisler “demir ve cüruf yağmuruna” tutuldular…19’unda erzak dükkânları yakınlarında çoğunluğu kadınlardan oluşan gruplaşmalar ekmeğe hücum ettiler. Ertesi günü, kentin çeşitli mahallelerinde fırınlar yağmalandı. Bu olaylar birkaç gün sonra patlak verecek ayaklanmanın haberci kıvılcımlarıydı.” (Troçki, Rus Devriminin Tarihi, Cilt 1, ‘Proletarya ve Köylülük’, sayfa 53, 54, 55, Yazın Yayıncılık, 1998)
 
Bir kitle hareketi
 
Bunlar bugün çoğu işçinin ütopik bulacağı sosyal sürecin birbirini takip eden aşamalarıydı. İşçilerin atomize olmuş, kayıtsız ve bölünmüş bir kitleden, bir kişiymişçesine hareket eden
ve bu nedenle de, 22 Şubat 1917’den 27 Şubat 1917’ye kadarki beş günün de gösterdiği gibi devrimci mücadeleyi başlatabilecek birleşmiş bir sınıfa dönüşmesi süreciydi: “İşçiler sabah erkenden fabrikalarına geldiler, ama işe koyulmak yerine miting tertip ettiler ve ardından şehir merkezine doğru yöneldiler. Yeni yeni semtler, yeni yeni halk grupları harekete katıldılar. ‘Ekmek’ sloganı başkalarıyla yer değiştirdi: ‘Kahrolsun Otokrasi’ ve ‘Kahrolsun Savaş’…Gösteriler Nevsky Prospekt’te de devam etti… Kitleler geri çekilmek istemiyor aşırı bir iyimserlikle direniyor ve ölümcül salvolara maruz kalsa da tekrar sokağa çıkıyor… ‘Kardeşlerinize ateş etmeyin!’ diye bağırıyordu işçiler. Yalnızca bu kadar da değil: ‘Bizimle birlikte yürüyün!’ Böylece, sokaklarda, meydanlarda, köprülerde, kışla kapılarında kah dramatik, kah belli belirsiz, ama her zaman zorlu bir askeri kazanma mücadelesi sürüyordu… İşçiler boyun eğmediler, geri çekilmediler ve kurşun yağmuru altında hedeflerine koştular. Yanlarında kadın işçiler, anneleri ve kız kardeşleri, eşleri ve arkadaşları da vardı. Alçak sesle köşe bucakta fısıldanıp duran o saat gelip çatmamış mıydı: ‘hep birlikte olursak’?” (Troçki: Cilt 1, ‘Beş gün: 23 Şubat-27 Şubat 1917’, sayfa 113,124,125,133)
 
Yönetici sınıf buna inanamadı: onlar bunun, bir kere iyi bir ders aldıktan sonra yok olacak bir isyan sorunu olduğunu düşündüler. Jandarma albayları tarafından gönderilen küçük elit birliklerin terörist eylemleri fiyaskoyla sonuçlandıktan sonra, hareketin derinliği açıkça ortaya çıktı. “Devrim korkunç derecede kaotik olduğundan atıp tutmasını seven ordu komutanlarına savunmasız gibi görünür… Ama bu çok kaba bir göz yanılsamasıdır. Görünürde bir kaostur sadece. Aşağıda kitlelerin yeni eksenler üzerinde karşı konulmaz bir billurlaşması yaşanmaktadır” (Troçki: e.g., sayfa 141).
 
Zincirler bir kere kırılmaya başlayınca, işçiler geri dönmek istemediler, sağlam temeller üzerinde ilerlemek amacıyla, mücadele içindeki sınıfın tümünü birleştiren örgütler olan Sovyetleri oluşturarak, 1905 deneyimine tekrar sarıldılar. Fakat Sovyetler, Menşevikler ve Sosyal Devrimci partiler, savaşa katılımları sonucu burjuva saflara geçmiş olan ve şimdi Miliukov, Rodiazno, Kerensky gibi büyük şahsiyetlerin Geçici Hükümetinin kurulması için hizmet eden eski işçi partileri tarafından ele geçirilmişti.
 
Bu hükümetin ilk takıntısı, işçileri “normale dönmeleri”, “hayallerinden vazgeçmeleri” ve kendilerini işlerini ve savaşı sürdürebilmek için burjuvazinin ihtiyacı olan, itaatkâr, pasif, atomize olmuş bir kitleye dönüştürmeleri gerektiğine ikna etmekti. İşçiler bu özelliklerin hiçbirine sahip değildi. Gündelik çıkarları için mücadele ile tüm insanlığın genel çıkarları için mücadeleyi birbirine sağlam bir düğümle bağlayan ve hepsinin içinde aktif olarak yer aldığı yeni bir politika geliştirmek ve onun içinde yaşamak istiyorlardı.  Dolayısıyla, burjuvazinin ve sosyal hainlerin “görevimiz talep etmek değil, çalışmak çünkü şimdi politik özgürlüğümüz var” yollu ısrarlarına rağmen, işçiler toplanmak, tartışmak, okumak, “mutlakıyetin devrilmesinden sonra tekrar ortaya çıkan grev dalgasının bir parçası olmak” için 8 saatlik işgünü talep ettiler. “Her fabrika ve atölyede, üstlerinin imzalayacakları anlaşmaları beklemeden, ücretler ve işgünü üzerine taleplerini öne sürdüler. Gün be gün çelişkiler derinleşti ve mücadele ortamı yarattı.” (Ana Penkratova Los Consejos de Fabrica en Ia Rusia de 1917, ‘Los comites de Fabrica obra de la Revolucion')
 
18 Nisan’da, Miliukov, Geçici Hükümetin Kadet Bakanlarından biri, müttefiklere Rusya’nın savaşın devamı konusunda müttefiklere olan bağlılığını tekrar teyit eden bir nota yayımladı. Bu gerçek bir provokasyondu. İşçiler ve askerler hemen tepki gösterdiler: Kendiliğinden gelişen gösteriler yapıldı; Kitle asambleleri işçi mahallerinde, kışlalarda ve fabrikalarda toplandı: “Bununla beraber kentte yükselmiş olan tansiyon hiç sönmemişti. Kalabalıklar toplaşıyor, mitingler devam ediyor, yolağızlarında tartışmalar yapılıyor, tramvaylarda Milyukov yanlıları ile karşıtları ayrı ayrı oturuyorlardı… Yerin göğün inlediği tek yer Petrograd değildi. Moskova’da işçiler makinelerini bırakmışlardı, askerler kışlaları terk ediyorlardı, sokaklar bir protesto fırtınasından geçilmiyordu” (Troçki: Cilt1, ‘Nisan Günleri’, sayfa 342, 349).
 
Mayıs ayı hummalı bir örgütsel faaliyete tanık oldu. Daha az gösteri ve grev vardı fakat bu harekette bir çekilme anlamına gelmiyordu: aksine, bu ilerleme ve gelişmeye işaretti çünkü işçi sınıfı, mücadelesinin kitlesel öz örgütlenmelerine ağırlık veriyordu. Sınıfın mücadelesinin bir veçhesi olan bu örgütlenmeler, o zamana kadar çok az geliştirilmişti. Sovyetler, Rusya’nın en ücra köşelerine kadar yayıldı. Bu esnada, etraflarında çok sayıda kitle örgütleri ortaya çıktı: fabrika komiteleri, köylü komiteleri, mahalle Sovyetleri, asker komiteleri. Bunlar aracılığıyla kitleler bir araya geldiler, tartıştılar, düşündüler, karar verdiler. Bu örgütlerle kurdukları ilişki aracılığıyla en gerici işçiler uyandılar: “Hayvan muamelesi gören ve karşılığında hiçbir şey alamayan uşaklar, hizmetçiler bağımsızlıklarına kavuşuyordu. Bir çift ayakkabının fiyatı yüz rublenin üzerindeydi ve ücretler ortalama ayda otuz beş ruble olunca uşaklarla hizmetçiler artık kuyruklara girmez, ayakkabılarını eskitmez oldu… İzvoşçiki’nin (arabacılar) bir sendikası vardı ve Petrograd Sovyeti’nde temsil ediliyordu. Otel garsonları ve çalışanları da örgütlenmişti, bahşiş almıyorlardı” (John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, sayfa 37, Yordam Yayınları, 2006)
 
İşçiler ve askerler Geçici Hükümetin hiç gerçekleşmeyen vaatlerinden ve onun Menşevik ve SR (Sosyalist Devrimci Parti) destekçilerinden bıkmıştı. Büyüyen işsizlik ve açlık bu vaatlerin ne kadar boş olduğunu göstermişti. Savaş ve köylülük sorunları karşısında kendilerine sunulanın sadece şaşaalı konuşmalar olduğunu görebiliyorlardı. Burjuva politikasından sıkılmaya ve kendi politikalarının nihai sonuçlarını kavramaya başlamışlardı: TÜM İKTİDAR SOVYETLERE talebi, geniş işçi kitleleri için bir amaca dönüştü[2].
 
Temmuz, öncesinde olan ne varsa bunları bir araya toplayan ve işçilerin ve Petrograd askerlerinin 4 ve 5 temmuzdaki silahlı gösterisi ile sonuçlanan yoğun politik ajitasyon ayıydı: "İlk sırayı şimdi fabrika işçileri almıştı. Harekete dün dışarıda kalmış olan işletmeler de katılmıştı. Önderlerin tereddüt ettikleri veya muhalefet ettikleri yerlerde genç işçiler fabrika komitesi üyesini iş bırakma düdüğünü çalmaya zorluyorlardı… Tüm fabrikalar grevdeydi ve her yerde mitingler düzenleniyordu. Gösteri için önderler ve Yürütme Komitesine talepleri sunacak delegeler seçiliyordu… Kronstad’tan, Novıy-Peterhof’tan, Krasnoye Selo’dan, Krasnaya Gorka tabyasından, tüm çevre bölgelerden, denizden ve karadan, silahlı bahriyeliler ve askerler bando mızıkayla ve işin kötüsü Bolşevik pankartlarla ilerliyorlardı” (Troçki: Cilt 2, ‘“Temmuz Günleri”: Doruk Noktası ve Ezilme’, sayfa 44, 45).
Fakat Temmuz işçiler için acı bir fiyaskoyla sonuçlandı. Koşullar henüz iktidarı ele geçirmek için olgun değildi çünkü askerler işçilerle tamamen özdeşleşmemişti; köylüler Sosyal devrimcilerle ilgili yanılsamalara sahipti ve hareket taşrada merkeze kıyasla geri kalmıştı.
Takip eden iki ayda- Ağustos ve Eylül- yenilginin acısının ve burjuvazinin şiddetli baskısının tahrikiyle işçiler bu engelleri pratik yollardan aşmaya başladılar. Önceden hazırlanmış bir planla değil de “inisiyatif Okyanusu”nun, mücadelelerin ve harekette bilinçlenmenin gerçekleştiği Sovyetler içindeki tartışmaların bir ürünü olarak. Dolayısıyla işçiler ve askerlerin eylemleri tamamen kaynaştı, birleşti: “geçişme (ozmos) fenomeni ortaya çıktı, özellikle Petrograd’ta. Ajitasyon, işçi mahallesi Vyborg ve başkentte konuşlanan asker alayını birleştirdiğinde, ikisi arasında fermantasyon gerçekleşti. İşçiler ve askerler hissettiklerini ifade etmek için sürekli sokaklara çıktı. Sokaklar onlara aitti. Hiçbir güç, hiçbir kuvvet o sırada onları, talepleri için ajitasyon yapmaktan ya da devrimci marşlarını avazı çıktığı kadar bağırarak söylemekten alıkoyamazdı” (G. Soria, Los 300 dias de la Revolucion Rusia, Chapter IV, ‘Un era de crisis').
Temmuzdaki yenilgiden sonra burjuvazi nihayet bu kâbusa bir son verebileceklerini düşündü. Bu nedenle, Kerenski’nin ‘demokratik’ cephesi ile -ordunun başkumandanı olan- Kornilov’un açıkça gerici cephesi arasında işbölümüne giden askeri darbe yaptılar. İkincisi, hala burjuva düzene bağlı gözüken Kazak ve Kafkas birliklerini işin içine sokarak onları Petrograd üstüne sürmeye kalktı.
Fakat bu girişim büyük bir fiyasko oldu. Devrimci Savunma Komitesi -Petrograd Sovyeti’nin kontrolündeydi daha sonra Askeri Devrimci Komite’ye dönüşecekti- içinde örgütlenmiş işçiler ve askerlerin muazzam kudreti, Kornilov’un birliklerini teslim aldı ya da bloke etti, hareketsiz kıldı -ya da birçok durumda olduğu üzere, bu birlikteki askerler birliklerini terk ettiler ve işçiler ve askerlerle birleştiler.
Komplo hayatta hiç bir şey yapmamaya alışmış; aşağıdakiler, işçiler, topun ağzındakiler, emir erleri, uşaklar, kâtipler, şoförler, hamallar, aşçılar, çamaşırcılar, makasçılar, telgrafçılar, seyisler, arabacılar olmadan hiç bir şey yapmayı bilmeyen çevreler tarafından yürütülüyordu. Oysa tüm bu küçük, fark edilmez, sayısız, elzem, insani dişliler Kornilov’a karşı ve Sovyetlerden yanaydılar. Devrim her yerdeydi. Her yere nüfus etmiş, komplonun çevresini sarmıştı. Her yerde gözü, kulağı ve eli vardı. İdeal askeri eğitim, askerin komutanlarının gözetimi dışında da onların gözü altındaymış gibi hareket etmesidir. Oysa komutanlarının gözleri önünde dahi resmi emirleri yerine getirmeyen 1917’nin Rus asker ve denizcileri büyük bir iştahla devrimin emirlerini havada kapıyor ve daha emir almadan bunları kendi inisiyatifleriyle yerine getiriyorlardı… Onlar (kitleler) için söz konusu olan, hükümeti değil, devrimi savunmaktı. Mücadeleleri de bir o kadar kararlı ve yılmazdı. İsyana direniş sanki raylardan, taşlardan, havadan bitiyordu. Luga garındaki demiryolu işçileri askeri birliklerin kalkışına inatla izin vermiyorlar ve lokomotif yokluğunu bahane ediyorlardı. Kazak kıtaları da yirmi bin kişilik Luga garnizonuna bağlı silahlı askerlerle çevrilmiş bulunuyorlardı. Çatışma olmadı; çok daha tehlikeli bir şey oldu, karşılıklı temas, bilgi alışverişi, anlaşma oldu” (Troçki: Cilt 2, ‘Burjuvazi Demokrasiyle Ölçülür’, sayfa 234, 242).
 
Bilinçli bir hareket
 
Burjuvazi işçi sınıfının devrimlerini toplu bir cinnet, kendiliğinden ortaya çıkan ve yine kendiliğinden biten bir karmaşa olarak görür. Burjuva ideolojisi, sömürülenlerin kendi inisiyatifleriyle hareket edebileceklerini kabul edemez. İşçilerin çoğunluğu tarafından gerçekleştirilen kolektif eylem, dayanışma, bilinçli eylem, bu eğilimler burjuva düşüncesinde doğaya aykırı olarak değerlendirilirler (çünkü burjuvazi için “doğal” olan herkesin herkese karşı savaşı ve büyük insanlık kitlesinin küçük bir elit grup tarafından manipüle edilmesidir).
“Daha önceki bütün devrimlerde, işçiler, küçük zanaatkârlar, bir kısım öğrenciler barikatlarda dövüşmüş; askerler onlara katılmış; ama sonra, çatışmaları temkinli bir vaziyette izlemiş olan tuzu kuru burjuvazi gelip iktidara konmuştur. Ama 1917 Şubat Devrimi daha önceki devrimlerden kıyas kabul etmez sosyal karakteriyle ve devrimci sınıfın yüksek siyasi düzeyiyle… ve bunun sonucunda da, zafer sırasında yeni devrimci iktidar organı, kitlelerin silahlı gücüne dayalı bir Sovyet’in kurulmasıyla ayrılıyordu” (Troçki: Cilt 1, ‘Şubat Devriminin Paradoksu’, sayfa 171-172).
Ekim Devriminin bu tamamen yeni doğası, sömürülen ve aynı zamanda devrimci bir sınıf olan ve kendini ancak kolektif ve bilinçli bir şekilde hareket edebildiğinde özgürleştirebilecek olan proletaryanın doğasına tekabül ediyordu.
 
Rus Devrimi, sadece berbat nesnel koşulların pasif bir sonucu değildi. O aynı zamanda bilincin kolektif gelişiminin bir sonucuydu. Derslerin çıkarılması, üzerine fikir yürütme, sloganlar, anılar; bunların hepsi, 1871 Paris Komünü’nü,1905 devrimini, Komünist Ligi, Birinci ve İkinci Enternasyonal mücadelelerini, Zimmerwald Solu’nun ve Bolşeviklerin mücadelelerini birbirine bağlayan proletaryanın deneyim sürekliliğinin parçalarıydı. Açıkça, savaşa, açlığa ve Çarlığın barbarca can çekişine karşı bir tepkiydi, proletarya hareketinin tarihsel ve dünya çapındaki devamlılığının yol gösterdiği bilinçli bir tepkiydi.
 
Bu net olarak, Rus işçilerin 1888, 1902 büyük mücadelelerinde ve 1905 Devriminde, 1912-1914 savaşında edindiği muazzam deneyimlerde açıkça ifadesini buldu. Bu süreç, aynı zamanda 2. Enternasyonal’in sol kanadında Bolşevik Parti’yi doğurdu. “Genel kitle değil, 1905 Devriminden, …Aralık 1905’teki Moskova ayaklanmasından geçen Petrograd ve tüm Rusya işçileri kitlesiydi gerekli olan; bu kitlenin içinde... devrim perspektiflerini özümseyen, ordu problemini sayısız kez inceleyen, bu çevrede olup biteni yakından gözleyen ve gözlemlerinden devrimci sonuçlar çıkartabilen ve bunları başkalarına da iletebilen işçilerin bulunması gerekiyordu” (Troçki: Cilt 1, ‘Şubat Ayaklanmasını Kim Yönetti?’, sayfa 160).
 
1917 Devriminden 70 yıldan fazla bir zaman önce, Marx ve Engels şöyle yazmıştı:“devrim, sadece egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için zorunlu değildir, aynı zamanda onu deviren sınıf, ancak devrim ile asırların pisliğinden arınmayı başarabilir ve yeni bir toplum kurmaya uygun hale gelebilir” (Marx and Engels, The German Ideology, chapter 1, ‘Feuerbach'). Rus Devrimi bu pozisyonu tamamen doğruluyor: hareket kendisiyle beraber kitlelerin öz eğitim araçlarını da beraberinde getirdi. “Devrim öğretir, hem de hızlı öğretir. Gücü buradadır. Her hafta kitlelere yeni bir şey öğretiyordu. İki ay bir çağa bedeldi. Şubat sonunda ayaklanma; nisan sonunda silahlı işçi ve askerlerin Petrograd’daki gösterisi; temmuz başında çok daha geniş ve daha vurgulu sloganlarla yeni bir gösteri; ağustos sonunda Kornilov’un kitlelerin püskürttüğü darbe girişimi; ekim sonunda da iktidarın Bolşeviklerce fethi. Çarpıcı bir düzenlilikteki bu hadiselerin ritmi altında işçi sınıfının heterojen unsurlarını bir siyasi bütün halinde birleştiren derin moleküler süreçler olgunlaşıyordu” (Troçki: Cilt 1, ‘Kitleler Arasındaki Yeniden Gruplaşmalar’, sayfa 419)
 
“Bütün Rusya okuma yazma öğreniyor ve okuyordu (politika, ekonomi, tarih ne bulursa) , çünkü öğrenmek istiyordu… Uzun yıllar eğitime susamış olan halkta devrimle birlikte delice bir okuma hastalığı başlamıştı. Yalnız Smolni Enstitüsü’nden ilk altı ay içinde her gün tonlarla, vagonlar dolusu, trenler dolusu basılmış kitap, dergi, gazete sevk edilip yurda dağıtılmıştı. Rusya her okunacak şeyi kızgın toprağın suyu emmesi gibi emiyor, bir türlü doymuyordu… Sonra konuşma… Laf, bol bol laf… Carlyle’ın “Fransız laf seli” dediği şey, bu konuşmaların yanında damla kalır. Konferanslar, tartışmalar, söylevler… Tiyatrolarda, sirklerde, okullarda, kulüplerde, Sovyet toplantı salonlarında, sendika binalarında, garnizonlarda… Cephelerdeki siperlerde, köy meydanlarında, fabrikalarda mitingler… Putilovski Zavod’un (Putilov Fabrikası) kırk bin işçisinin, Sosyal Demokratları, Sosyalist Devrimcileri, anarşistleri, anlatsınlar da ne anlatırlarsa anlatsınlar diye dinlemeye koştuklarını görmek müthiş bir şeydi! Petrograd’da olsun, bütün Rusya’da olsun, her sokak başı aylarca bir halk kürsüsü oldu. Trenlerde, tramvaylarda her zaman kendiliğinden bir tartışma ortaya çıkıveriyordu, her yerde… Toplantılarda sözcülerin konuşma süresini sınırlamak için verilen önergeler kabul edilmiyor ve herkes kafasından geçenleri istediği gibi söylüyor” (John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, sayfa 37, 38, Yordam Yayınları, 2006).
 
“Demokratik” burjuvazi, “ifade özgürlüğü”nden çok fazla dem vurur fakat deneyim bize bunun manipülasyon, tiyatro ve beyin yıkama anlamına geldiğini gösterir: gerçek ifade özgürlüğünü, proletarya kendi devrimci eylemiyle kendisi için ele geçirecektir: “Her fabrikada, her şirkette, her askeri bölükte, her kahvede, ordu hastanelerinde, her istasyonda ve hatta terk edilmiş köylerde moleküler düzeyde bir devrim fikri ilerleme kaydediyordu. Her yerde kendisinden bilgi edinilen ve ağzından çıkacak söz beklenilen yorumcular bulunuyordu. Bunların çoğu işçiydi… Sınıf içgüdüleri siyasi kriterle incelmişti ve tüm fikirlerini sonuna dek götürmeseler de, düşünceleri yine de aralıksız, inatla, her zaman aynı yönde ilerliyordu. Tecrübe, eleştiri, inisiyatif, özveri gibi unsurlar kitlelerin içine yayılıyor ve bilinçli bir süreç olarak devrimci hareketin içsel, ilk bakışta kavranılamayan, ama yine de belirleyici mekanizmasını oluşturuyordu” (Troçki: Cilt 1, ‘Şubat Ayaklanmasını Kim Yönetti?’, sayfa 160, 161).
 
Bu derinlemesine düşünme, bu bilinçlenme süreci, “işçi sınıfının üzerine yıkılan tüm maddi ve manevi haksızlık, insanlık dışı sömürü, çok düşük ücretler, kapitalistler ve patronlar tarafından yürütülen ve insanlık onurunu çiğneyen gelişmiş ceza ve aşağılama düzeni, içine kıstırıldığı perişan ve rezil koşullar ağı, kapitalizmin esareti altında proletaryanın gündelik kaderini gösteren bu cehennem” koşullarını açıkça ortaya serdi. (Rosa Luxemburg, ‘In the Revolutionary Hour').
 
Aynı nedenle Rus Devrimi, politik ve ekonomik mücadeleler arasındaki sürekli ve ayrılmaz bütünlüğü ortaya koydu: Her politik eylem dalgasından sonra, içinden binlerce ekonomik savaş başağı fışkıran verimli bir yenilgi kalmaktadır geriye. Ve tersine: İşçinin kapitalle sürekli biçimde savaş durumunda oluşu, politik durgunluk dönemlerinde mücadele enerjisini canlı tutuyor, bir bakıma proleter sınıf gücüne her zaman taze depolar sağlıyor ve politik savaş hep bu taze güçlerden başlayarak hâkimiyetini yeniden ele geçiriyor. Aynı zamanda proletaryanın bıkmadan usanmadan sürdürdüğü ekonomik didişme, her an sağda solda kesin anlaşmazlıklara yol açıyor ve bu anlaşmazlıklardan ister istemez büyük çapta politik patlamalar doğuyor (Rosa Luxemburg, Kitle Grevleri, Maya Yayınları, 1976).
 
Bilicin gelişimi, Haziran-Temmuz’da işçileri, enerjilerini bin farklı ekonomik çatışma içinde harcayıp dağıtmamaları ve devrimci politik mücadeleye odaklanmaları gerektiği konusunda netleştirdi. Bu acil talepler için mücadele etmeyi reddetmek anlamına gelmiyordu. Aksine bu, ekonomik mücadelelerin politik sonuçlarının peşine düşmek anlamına geliyordu: “Askerler ve işçiler tüm diğer sorunların -ücretler, ekmek fiyatı, uyuşulmayan hedefler yüzünden cephede ölüp gitme zorunluluğu-  ülkenin burjuvazi tarafından mı yoksa kendi sovyetleri tarafından mı idare edileceğine bağlı olarak, iktidar sorununa getirilecek çözüme tabi olduğunu düşünüyorlardı” (Troçki: Cilt 2, ‘“Temmuz Günleri”: Hazırlık ve Başlangıç’, sayfa 24-25).
 
İşçi kitleleri arasında bilincin gelişimi, Troçki’nin hayran bırakacak şekilde tasvir ettiği,  Ekim ayaklanmasıyla doruğa ulaştı: “Kitleler safları sıklaştırmanın gereğini hissediyorlardı, herkes kendini başkaları karşısında denetlemek istiyordu ve herkes dikkatli ve gergin biçimde farklı nüans ve özellikleriyle bilinçlerinde tek bir düşüncenin nasıl geliştiğini görmeye çalışıyordu. Muazzam kalabalıklar en popüler Bolşeviklerin en son çağrıları duyurarak konuşma yaptıkları sirklerde ve diğer büyük binalarda toplanıyorlardı… Ama bu ayaklanma öncesindeki son dönemde kıyas kabul etmez biçimde daha etkili olan, hiç kuşku yok ki, birbiri peşi sıra sempatizanlar kazanan, son kuşkuları yok eden, son tereddütleri yenen isimsiz kahramanların, işçilerin, bahriyelilerin, askerlerin yürüttükleri küçük küçük ajitasyonlardı. Son aylardaki hararetli siyasi yaşam taban içinden sayısız kadro yaratmış, siyaseti yukardan değil, aşağıdan gözlemlemeye alışkın ve dolayısıyla da olguları ve kişileri akademik tarzdaki hatiplerin her zaman yakalayamadığı bir doğrulukta değerlendirebilen yüzlerce, binlerce otodidaktı eğitmişti… Kitle artık kendi içindeki tereddütkarlara, kuşkuculara, tarafsızlara hoşgörüyle bakmıyordu. Herkesi ele geçirmeye, kendine çekmeye, ikna etmeye, fethetmeye çalışıyordu. Fabrikalar alaylarla birlikte cepheye delegeler gönderiyorlardı. Siperler yakın cephe gerisindeki işçiler ve köylülerle birleşiyorlardı. Bu havalideki kentlerde, içinde asker ve denizcilerin eylemlerini işçi ve köylülerinkiyle birleştirdikleri sayısız miting, toplantı ve konferans yapılıyordu” (Troçki, Rus Devriminin Tarihi, Cilt 3 Ekim Devrimi: Sovyetlerin Zaferi, ‘Ön-Parlamentodan Çekiliş ve Sovyetler Kongresi için Mücadele’, sayfa 79- 80, 81, 82, Yazın Yayıncılık, 1998)
 
 “Evrimin mutlak gereklerine kulağını tıkamış, hiçbir şeyi öngörmeden, hayaletlerin peşine takılmış olan resmi toplum -ayrı katmanları, grupları, partileri ve klikleriyle, yönetici sınıfların oluşturduğu çok katlı bir üstyapı- bayat fikir kırıntılarıyla beslenerek, otomatiğe bağlanmış bir atalet içinde günübirlik yaşarken, işçi kitlelerinde derin ve kendiliğinden gelişen, yalnızca yöneticilere karşı artan bir kinlenme değil, güçsüzlüklerine eleştirel bir bakış, bir deneyim birikimi ve devrimci ayaklanma ve ulaştığı zaferle doğrulanan bir yaratıcı bilinçlenme süreci yaşanıyordu deme hakkımız var” (Troçki: Cilt 1, ‘Şubat Ayaklanmasını Kim Yönetti?’, sayfa 162).
 
Proletarya: tek devrimci sınıf
 
Burjuva politikası yönetici sınıftan oluşan küçük bir azınlık tarafından yürütülürken, proleter politika tüm insanlığın faydasının dışında bir fayda peşinde koşmaz: “Proletarya aynı zamanda tüm toplumu sömürüden kurtarmadan, onu sömüren sınıftan [burjuvaziden] kurtulamaz”. (Engels, Komünist Manifesto’ya Önsöz, 1883)
 
Proletaryanın devrimci mücadelesi, tüm ezilen kitleler için tek özgürlük umududur. Rus Devriminin gösterdiği üzere, işçiler askerleri (çoğunlukla bu üniformayı taşıyanlar köylülerdi) ve köylü nüfusu kendi davasına kazanabilmişti. Böylece proletarya, sosyalist devrimin sadece kendi çıkarlarının gerçekleştirilmesinin değil, aynı zamanda savaşı durdurmanın ve genel olarak kapitalist sömürü ve baskı ilişkilerine son vermenin tek yolu olduğunu kanıtlamış oldu.
 
İşçi sınıfının diğer ezilen sınıflara perspektif kazandırma isteği, köylüler ve askerlerle birlik oluşturmak adına proletaryayı kendi özerk sınıf savaşından ve sosyalist devrimden vazgeçirmeye çalışan Menşevikler ve SR’ler tarafından ustalıkla manipüle edildi. İlk bakışta, bu düşünce oldukça “mantıklı” görünüyor: eğer diğer sınıfları da kazanmak istiyorsak, üzerinde ortaklaşıp, birleşebileceğimiz asgari müştereklere ulaşmak için taleplerimizi esnetmemiz gerekir. 
 
Ancak; “alt orta sınıf, küçük imalatçılar, dükkân sahipleri, zanaatçılar, köylüler orta sınıfın parçaları olarak, varlıklarının son bulmasını engellemek için burjuvaziye karşı savaşırlar. Bu nedenle devrimci değil, muhafazakârdırlar ve hatta tarihin tekerini geriye doğru döndürmeye çalıştıkları için gericidirler” (Marx, Engels: Komünist Manifesto).
 
Bu yüzden, sınıflar arasında ittifakta, proletarya her şeyini kaybedebilir. Böylesi bir durumda, proletarya diğer ezilen sınıfları kazanmış olmaz; aksine, onları sermayeye yedeklemiş ve kendi birliğini ve bilincini kesin olarak zayıflatmış olur. Kendi taleplerini ortaya koymaz ama onları sulandırır ve reddeder, bu durumda sosyalizm yolunda ilerlemez; aksine, çöken kapitalizmin bataklığında saplanıp kalır ve boğulur. Aslında, bunun küçük burjuvazi ve köylülük katmanlarına yararı olmaz; aksine, onların kapitalizm sunağında kurban edilmesine katkıda bulunmuş olur. Çünkü “halka ait” talepler, burjuvazinin kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için kullandığı örtüdür. Halk, işçi sınıfının çıkarlarını yansıtmaz, aksine burjuvazinin tamamının sömürücü, ulusal, emperyalist çıkarlarını temsil eder:“Menşevikler ile Sosyal- Devrimcilerin ittifakı, bu koşullarda, proletaryanın köylülerle işbirliği değil, proletarya ve köylülükle bozuşmuş olan partilerin varlıklı sınıflarla ortak bir blok oluşturmak için koalisyon kurmaları anlamına geliyordu” (Troçki: Cilt 1, ‘Yürütme Komitesi’, sayfa 231).
 
Şayet proletarya, toplumun sömürmeyen katmanlarını kendi davasına kazanmak istiyorsa, kendi taleplerini, kendi varoluşunu ve kendi sınıf özerkliğini ısrarlı bir şekilde ileri sürmelidir. Sömürmeyen diğer katmanları: “Kazara devrimci olsalar bile, bu proletaryaya katılmak üzere olduklarından ötürü böyledirler. Şu halde, o andaki çıkarlarını değil, gelecekteki çıkarlarını korumakta, proletaryanın bakış açısını edinmek için kendilerininkini terk etmektedirler”(Marx, Engels, Komünist Manifesto, Sol Yayınları, sayfa 128)
 
Rus proletaryası, mücadelesini emperyalist savaşa son verme üzerine kurarak; kır sorunun çözümü için bir perspektif ortaya koyarak [3]; Sovyetleri ezilenlerin tümüne ait bir örgütlenme haline getirerek; ve hepsinden önemlisi, iflasın eşiğine gelmiş kaos içindeki kapitalist topluma karşı yeni bir toplum alternatifi sunarak tüm ezilenlerin öncüsü haline gelmeyi başardı. Onlara üzerinde birleşip mücadele edebilecekleri perspektifi nasıl kazandıracağını biliyordu.
 
Proletaryanın kendi özerkliğindeki ısrarı, onu diğer ezilen katmanlardan ayırmadı. Aksine ezilen katmanları burjuva devletten ayırmasına olanak sağladı. İşçilerin 8 saatlik işgünü talebinin “bencilliği” hakkında Rus burjuvazisinin kampanyasının askerler ve köylüler üzerindeki etkisine tepki olarak,“İşçiler tehlikeyi sezdiler ve yetkin bir hazırlığa giriştiler. Bunun için onlara gerçeği anlatmak, savaş karlarının rakamlarını vermek, askerlere makinelerin homurtuyla çalıştığı fabrika ve atölyeleri, ocakların cehennem alevlerini -işçilerin sayısız kurban verdikleri sürekli cephe- göstermek yetiyordu. İşçilerin inisiyatifi üzerine, garnizondan birlikler özellikle savunma sanayi için çalışan fabrikalara düzenli ziyaretler yaptılar. Askerler bakıyor ve dinliyor, işçi gösteriyor ve açıklıyordu. Ziyaretler görkemli bir dostluk kurulmasıyla sona eriyordu” (Troçki: Cilt 1, ‘Yürütme Komitesi’, sayfa 249).
 
“Ordu iflah olmaz derecede hastaydı. Devrimde söyleyecek bir şeyi hala vardı. Ama savaş için çoktan ortada yoktu” (Troçki: Cilt1, ‘Ordu ve Savaş’, sayfa 266). Ordunun “iflah olmaz hastalığı”, işçi sınıfının özerk mücadelesinin bir ürünüydü. Bunun gibi çöküş içindeki kapitalizmin sadece çözmekte aciz olmakla kalmayıp aynı zamanda durmaksızın ağırlaştırdığı kır sorunuyla karşı karşıya kalan proletarya kararlı bir biçimde müdahale etti. Her gün, ajitatör grupları, fabrika komitelerinden ve sovyetlerden delegeler mücadeleyi canlandırmak ve tarım işçilerini ve fakir köylüleri örgütlemek amacıyla sanayi şehirlerinden ayrılıyorlardı. Sovyetler ve fabrika komiteleri, köylülerle dayanışma içinde olduklarını beyan eden ve kır sorunun çözümü için somut önlemler sunan pek çok karar aldılar, “Petrograd fabrika ve işyerleri komiteleri konferansı dikkatini toprak meselesine hasretti ve… köylülere yönelik bir manifesto hazırladı: proletarya kendini yalnız özel bir sınıf olarak değil, halkın önderi olarak da görüyordu” (Troçki: Cilt 3, ‘Ön-Parlamentodan Çekiliş ve Sovyetler Kongresi için Mücadele’, sayfa 83)
 
Sovyetler
 
Burjuva politikası, çoğunluğu manipüle edilecek kitleler olarak görür. Bu yolla devlete verilen iktidara demokratik bir izlenim vermeyi amaçlar. İşçilerin politikası ise büyük çoğunluğun kendi çıkarları için yürüttüğü özgür ve bilinçli bir iştir.
 
“Sovyetler, delege konseyleri ya da işçi asambleleri delegasyonları, ilk defa 1905’te Rusya’da gerçekleşen büyük kitle grevinde kendiliğinden ortaya çıktı. Bunlar binlerce işçinin fabrikalardaki ve mahallelerdeki asamblelerinin doğrudan bağrından doğdu. Bu asambleler işçilerin hayatında o zamana kadar örneği görülmemiş şekilde çoğalarak her yere yayıldı.   Paris Komünü’nün bıraktığı yerden mücadeleyi devralıyormuşçasına, işçiler Komünardların niyetlendiği örgütlenme biçimini pratikte genelleştirdiler: seçilmiş ve geri çağrılabilir delegeler aracılığıyla merkezileşmiş bağımsız asambleler”(Revolution Internationale, organ of the ICC in France, sayı 190, ‘The proletariat will have to impose its dictatorship in order to lead humanity to its emancipation’ (İnsanlığın özgürleşmesine önderlik etmek için proletarya kendi diktatörlüğünü uygulamak zorunda kalacaktır)).
 
Şubatta Çar’ın işçiler tarafından devrilmesinden sonra, Petrograd, Moskova, Harkiv, Helsinki ve diğer sanayi şehirlerinde, işçi Sovyetleri delegeleri hızla oluşturuldu. Bunlar asker delegeleri ve sonrasında da köylülerinkiyle birleşti. Proletarya ve diğer ezilen kitleler, sovyetler etrafında, asamblelere, açık tartışmaya ve tüm ezilenler tarafından alınan kararlara dayanan mücadele örgütleri ağı oluşturdular: mahalle sovyetleri, fabrika komiteleri, köylü komiteleri…“Bütün Rusya topraklarını kaplayan işçi ve asker temsilcileri yerel konseyleri ağı, bir bakıma devrimin kemikten iskeletini oluşturuyordu. Sadece varlıklarıyla, her türlü geçmişe dönme girişimini son derece zor, hatta olanaksız kılıyorlardı” (D. Anweiler, Rusya’da Sovyetler, 3. Bölüm, 3. Kısım, ‘Taşradaki işçi ve asker temsilcileri konseyi, sayfa 167, Ayrıntı Yayınevi, 1990).
 
Burjuva “demokrasi”si, kitlelerin “katılım”ını, burjuvazi için ne gerekiyorsa onu yapacak olan bir adama, dört beş yılda bir oy vermeye indirger. Bunun aksine Sovyetler, devasa asamblelerde toplumun tüm sorunlarını tartışan ve bunlar hakkında kararlar veren işçi kitlelerinin sürekli ve doğrudan katılımını sağlar. Delegeler seçilir ve her daim geri çağrılabilirler ve bu delegeler belirli yetkilerle kongrelere katılırlar.
 
Burjuva “demokrasi”si, “katılım”ı sadece seçim sandığı aracılığıyla karar veren özgür birey sahtekârlığı olarak tasavvur eder. Bu nedenle de, azınlığın ve sömüren sınıfın yararlandığı atomizasyonun, bireyciliğin, herkes herkese karşı fikrinin, sınıf farklılıklarının üstünün örtülmesinin kutsanmasıdır. Sovyetler ise, herkesin bütünün gücünü ve kuvvetini hissedebildiği, teker teker kendi kapasitelerini geliştirirken aynı zamanda kolektifi de güçlendirdikleri kolektif tartışma ve karar alma üzerine kuruludur. Sovyetler işçi sınıfının özerk örgütlenmesinden doğmuştur ve bu temel üzerinden hareketle sınıfların ortadan kaldırılması için mücadele eder.
 
İşçiler, askerler ve köylüler sovyetleri kendi örgütleri olarak görüyordu: “Yalnızca işçiler ve cephe gerisindeki koca koca garnizonlardaki askerler değil, kentlerin o çok renkli küçük insanları, zanaatkârlar, işportacılar, küçük memurlar, arabacılar, hamallar, hizmetkârlar, vs. de geçici hükümetten ve onun bürolarından uzaklaşıyor ve kendine daha yakın, daha kolay ulaşılabilir bir iktidar arıyordu. Tavriçeskiy Sarayına sayıları giderek artan köy heyetleri geliyordu. Kitleler devrimin zafer taklarını ziyaret eder gibi Sovyetlere akıyorlardı. Sovyetlerin dışında kalan bir tür devrimin dışında kalmış gibiydi, sanki bir başka dünyaya aitti. Durum aynen böyleydi. Sovyetlerin dışında tüm renkleri tek bir korumacı boz-pembede erimiş olan varlıklı sınıflar dünyası bulunuyordu” (Troçki: Cilt1, ‘Yeni İktidar’, sayfa 204).
 
Tüm Rusya toprakları üzerinde Sovyetler dâhil olmadan hiçbir şey gerçekleşemezdi: Baltık Denizi ve Karadeniz donanmaları temsilcileri, 16 Mart’ta Geçici Hükümetin kararlarına sadece sovyetlerin kararıyla örtüştürse uyacaklarını beyan ettiler. 1720. Alayın tavrı çok daha netti: Ordu ve halk sadece Sovyetlerin kararına uymalıdır. Sovyetlerin kararlarına karşı gelen hükümet emirleri yerine getirilmeyecektir, uygulanmayacaktır.” Geçici hükümet bakanı büyük kapitalist Guchkov, şöyle bir açıklama yaptı:“maalesef, hükümet henüz etkili bir iktidara sahip değil: birlikler, demiryolları, posta ve telgraf, hepsi Sovyetlerin elinde ki bu da hükümetin sadece Sovyet izin verdiği sürece var olmaya devam edeceğini gösteriyor”.
 
Dünyanın bilinçli ve devrimci dönüşümünü amaçlayan bir sınıf olarak işçi sınıfı, tüm eğilimlerini ve düşüncelerini ifade edebileceği ve kapasitesini tamamen gerçekleştirebileceği bir organa, kitlelerin evriminin ve gelişiminin sentezini her an yapabilecek bir organa, çoğunluğun iktidarına el koymaya yönelik her türlü teşebbüsü reddedip bununla mücadele etmesine olanak tanıyan, muhafazakârlığa saplanmayacak ve bürokratikleşmeyecek bir organa ihtiyaç duyar. Hızlı ve çevik bir şekilde olmasına rağmen aynı zamanda kolektif ve bilinçli bir şekilde karar alınan bir çalışma organı; biçimi, kendisini çalışmasının bir parçası olarak hissetmesine imkân tanıyan bir organ: “[Sovyetler] Hiçbir yetki bölüşümü kuramına boyun eğmiyorlar ve ordunun yönetimine, iktisadi anlaşmazlıklara, iaşe ve ulaşım sorunlarına, hatta hukuk işlerine müdahale ediyorlardı. Sovyetler, işçilerin baskısıyla, sekiz saatlik işgünü kararnamesi yayınlıyorlar, çok gerici buldukları idarecileri saf dışı ediyorlar, geçici hükümetin en katlanılmaz komiserlerini görevden alıyorlar, tutuklamalara ve arama taramalara girişiyorlar, hasım gazeteleri yasaklıyorlardı” (Troçki: Cilt1, ‘Birinci Koalisyon’, sayfa 357).
İşçi sınıfının bir araya gelebildiğini, yaratıcı enerjisini ifade edebildiğini, örgütlü ve kolektif bir şekilde hareket edebildiğini ve son olarak misyonu sınıfsız ve devletsiz yeni bir toplum kurmak olan devrimci sınıf olarak toplum nezdinde kendini kurabildiğini gördük. Fakat bunu yapabilmesi için işçi sınıfının, sınıf düşmanının iktidarını yıkması gerekti: Geçici Hükümette tezahürünü bulan, somutlaşan, temsil edilen burjuva devlet. Kendi iktidarını kurmak zorundaydı: Sovyet iktidarı.
 
Bu makalenin ikinci kısmında, burjuvazinin safına geçen eski sosyalist partilerin- Menşevikler ve SR’ler- Sovyetler içinde yürüttüğü baltalama girişimleriyle sınıfın nasıl başa çıktığını, sovyetleri iktidarı almaya uygun hale getirmek için nasıl baştan sona yenilediğini, Bolşevik Partinin oynadığı rolü ve bunun Ekim ayaklanması içinde nasıl doruğa ulaştığını inceleyeceğiz.
 
Adalen 21.7.92
 
[1] Bizi önceleyen Sol Komünist akımların (Bilan and Internationalisme)
Ekim Devrimi ve onun yozlaşmasının nedenleri üzerine katkılarıyla süreklilik içinde “October 1917. the beginning of the world revolution” (Ekim 1917, dünya devriminin başlangıcı) adlı broşürü; ‘The degeneration of the Russian Revolution’ (Rus Devriminin yozlaşması), ‘The lessons of Kronstadt’ (Kronstadt dersleri) makalelerini International Review no.3’de; ‘The Left Communists in Russia’ (Rusyadaki Sol Komünistler) (International Review no.9 ve 10); ‘In defence of the proletarian nature of the October Revolution' (Ekim Devriminin proleter doğasının savunusu) (International Review no.12 ve 13); ‘Party and Councils' (Parti ve Konseyler) (no.17); ‘Russia 1917 and Spain 1936' (Rusya 1917 ve İspanya 1936) (no.25); the polemic ‘Lenin as Philosopher' (Lenin’in Filozofluğu) adlı polemik (International Review no.25-31) vs. yayımladık. Bunun gibi, Stalinist rejimleri en başından kınayıp, onların kapitalist doğasını açıkça ortaya koyduk. International Review no.11, 12, 23, 34... Ve özellikle the ‘Theses on the Economic and Political Crisis in the Countries of the East.' (Doğu Ülkelerinin Ekonomik ve Politik Krizleri Üzerine Tezler) (International Review no.60) ve ‘The Russian Experience' (Rusya Deneyimi) (International Review no.61) makalelerine bakabilirsiniz.
[2]İki ay önce, Nisan’da, Lenin bu sloganı ünlü Tezlerinde açık ve kesin bir biçimde ifade ettiğinde, Bolşevik Parti içinden de olmak üzere birçok kişi tarafından ütopik soyutlamalar olarak görülüp reddedildi…
[3]Bu makalenin çerçevesi içersinde, Bolşeviklerin ve Sovyetlerin kır sorununa buldukları çözümün doğru olup olmadığını tartışmak için yeterli yerimiz yok. Deneyim, Rosa Luxemburg’un çok doğru ifade ettiği gibi, doğru olmadığını gösteriyor. Bu esas noktanın önemini azaltmamalı: proletarya ve Bolşevikler, proletarya iktidarına ve sosyalist devrim için mücadeleye dayanan çözümün gerekliliğini ciddi bir şekilde ortaya koydular.