EKA 1. Kongre Manifestosu

1975

Komünist devrim hayaleti dünyayı sarsmak için geri döndü. Elli yıldan uzun süredir yönetici sınıf geçen yüzyılda ve bu yüzyılın başında proleteryayı rahatsız eden şeytanların ebediyen kovulduğuna inanıyordu. Gerçekten de işçi hareketi son elli yıl yaşadığı kadar korkunç ve uzun süren bir yenilgi yaşamamıştı. 1848'deki mücadelelerinden sonra işçi sınıfını bastıran karşı devrim, 1871'de kahramanca Paris Komünü'nü yaratmaya çalışanların çaresizliği ve 1905 mücadelelerinin yenilgisinin ardından gelen moral bozukluğu, son yarım yüzyılda sınıf mücadelesini ne zaman ortaya çıksa boğan karşı devrimci havayla kıyaslandığında hiçbirşeydi. Karşı devrimin boyutları, burjuvazinin Birinci Dünya Savaşı ardından gelen büyük devrimci patlamaya karşı iliklerine kadar hissettiği korkunun bir yansımasıydı. Kapitalist düzenin temellerini sarsmakta gerçekten başaralı olan tek devrimci dalga buydu. Bu kadar yükseldikten sonra, proleterya o kadar düştü ki böyle felaket, böyle çaresizlik görmemiş, böyle gücünü yitirmemişti. Ve burjuvazi hiçbir zaman proleteryaya karşı, sınıfın en büyük yenilgilerini ‘zafer' olarak sunacak, hatta devrimi modası geçmiş bir fikir, geçmiş çağlardan gelen bir efsane olarak sunacak kadar küstah olmamıştı.

Fakat bugün, proleter alevler dünyanın her koşesinde tekrar yakıldı. Kimi zaman şaşkın ve tereddütlü, fakat kimi zaman devrimcileri bile şaşırtacak kıvılcımlar saçarak kaldırdı başını proleter dev, ve yaşlı kapitalist düzeni sarsmak için geri döndü. Paris'ten Kordoba'ya, Torino'dan Gdansk'a, Lizbon'dan Şangay'a, Kahire'den Barselona'ya; işçilerin mücadeleleri tekrar bir kabus gibi çöktü kapitalistlerin üzerine.[1] Aynı zamanda, sınıfın genel olarak dirilişinin bir parçası olarak, hem teorik hem pratik olarak proleteryanın en önemli silahlarından birini, onun sınıf partisini inşa etme görevini sırtlamış devrimci gruplar ve akımlar yeniden ortaya çıktılar.

Dolayısıyla devrimcilerin sınıflarına, şu anda içinde bulundukları mücadelelerin bile bakış açılarını açıklama, onlara geleceği kurmaları için geçmişten çıkarılmış dersleri hatırlatma zamanı geldi. Ayrıca devrimcilerin proleteryanın yeni mücadelelerinin ürğnleri ve faal etmenleri olarak kendilerini bekleyen görevleri anlama zamanları da geldi.

Bu manifesto bu sebeplerden dolayı yazılmıştır.

İŞÇİ SINIFI: DEVRİMİN ÖZNESİ

Çağımızda proleterya tek devrimci sınıftır. Bu sınıf iktidarı dünya olçeğinde ele geçirip üretim koşullarını ve hedeflerini kökten değiştirerek tek başına insanlığı içine battığı barbarlıktan kurtarabilme yeteneğine sahiptir.

İşçi sınıfının komünizmi kurabilecek sınıf olduğu, kapitalizmdeki yerinin onu kapitalist düzeni devirebilecek tek sınıf yaptığı fikri yüz yıldan daha uzun bir süre önce anlaşılmıştı. Proleter hareketin ilk güçlü programında sertçe belirtilmişti: 1848'de, Komünist Manifesto'da. Birinci Enternasyonal tarafından şöyle zekice ifade edilmişti: "İşçilerin kurtuluşu işçilerin kendi görevi olacaktır". O zamandan beri nesillerce proleter bunu sermayeye karşı savaşlarında bayrakları olarak taşıdılar. Fakat sınıfın içine hapsedildiği yarım yüzyıllık sessizlik ‘işçi sınıfının son entegrasyonu', ‘sermaye-için-sınıf' olarak işçi sınıfı, ‘evrensel sınıf', devrimci özne olarak aykırı toplumsal gruplar ve ‘yenilik' olarak sunulan modası geçmiş fikirlerin fışkırmasına olanak sağladı. Bu fikirler, burjuvazinin işçilerin moralini bozmak ve onların düşünmeden sermayeye boyun eğmesini sağlamak için söylediği bütün yalanlarla birleştirildi.

Dolayısıyla, Enternasyonal Komünist Akım bugün sertçe başka hiçbir sınıfın değil işçi sınıfının, mevcut dönemde sadece işçi sınıfının devrimci doğasını yeniden bildiriyiyor.

Fakat gerçek şu ki bu sınıf, geçmişin devrimci sınıflarına kıyasla, değiştireceği toplum içerisinde ekonomik bir güce sahip değil. Bu durum da işçi sınıfına kapitalizmi değiştirmek için bir önkoşul olarak siyasi iktidarı ele geçirme görevini veriyor. Dolayısıyla, geçmişin başarıdan başarıya koşan burjuva devrimlerinin aksine, proleter devrim, bir dizi kısmi fakat acı yenilginin ardından mümkün. Ve sınıfın mücadeleleri ne kadar güçlerse, yenilgileri o kadar korkunçlaşıyor.

Sadece Birinci Dünya Savaşı'nı sonlandırmakla yetinmeyip on yıl daha devam eden büyük devrimci dalga, işçi sınıfının komünist devrimin tek öznesi olduğunun ve yenilgilerin kesin zafere kadar mücadelenin bir parçası olduğunun vurucu bir kanıtı. Rusya'daki burjuva devleti deviren ve Avrupa'daki diğer devletleri iliklerine kadar titreten devasa devrimci dalganın ayak sesleri Çin'de bile gürlemişti. Proleteryanın ölüm döşeğindeki düzene son darbeyi vurmaya hazırlandığını duyuruyordu. Proleterya, tarihin kapitalizme verdiği idam cezasını yerine getirmeye hazırlıklıydı. Fakat işçi sınıfı 1917'deki il başarısını yaymayı başaramadığı için en sonunda yenildi ve ezildi. O zamandan beri proleteryanın devrimci doğası olumsuzlukta kanıtlandı: işçi sınıfının ilk dünya devrimi deneyimi başarıya ulaşamadığı için ve başka hiçbir toplumsal sınıf bu devrimi işçi sınıfı yerine yapamayacağı için, toplum korkunç barbarlık batağında daha ve daha derine batmaya devam etti.

KAPİTALİZMİN ÇÖKÜŞÜ

Kapitalizmin çöküşü Birinci Dünya Savaşı'ndan beri devam etmektedir ve proleter devrimin yokluğunda toplum ondan kurtulamaz. Kapitalist çöküş, çoktan insanlık tarihinin en kötü zamanı olarak göze çarpmaktadır.

Geçmişte, insanlık büyük felaketlerle ve korkunç acılarla dolu çöküş dönemlerinden geçmiştir. Fakat bunlar insanlığın son altmış yılda çektikleriyle kıyaslandıklarında solda sıfır kalır. Diğer toplumlaın çöküş dönemleri yoklukların ve kıtlıkların gelişimini görmüştür fakat o zamanki durumun içeriği, korkunç büyüklükte bir sefaletin devasa miktarda zenginliğin israfıyla birlikte varolduğu günümüzden tamamen farklıdır. İnsanın bir yandan doğayı kontrol etmesine olanak verecek inanılmaz teknolojilerin efendisi olmuşken diğer yandan onun kaprislerinin kulu olduğu bir zamanda yaşamaktayız. Günümüz koşullarında ‘doğal', iklimsel ve tarımsal felaketler geçmişte olduklarından daha trajik sonuçlar doğurmaktalar. Daha da kötüsü, kapitalist toplum, tarihte, düşüş dönemindeki varoluşu kendisinin sürekli büyüyen bir kısmının devasa ve düzenli yıkımına bağlı olan ilk toplumdur. Diğer çöküş dönemleri de egemen sınıfın kesimleri arasndaki hesaplaşmalara sahne olmuştur, ancak içinde yaşadığımız çöküş dönemi insanlığı korkunç bir kriz - dünya savaşı - yeniden yapılanma - yeniden kriz döngüsü içerisine hapsetmiştir ve insanlık bu döngünün ağır bedelini ölümler ve acılarla ödemektedir. Günümüzde, hayal bile edilmemiş bilimsel ilerlemeler sonucunda ortaya çıkan teknolojiler, kapitalist devletlerin elindeki katliam ve yıkım gücünü arttırmaktadır. Emperyalist savaşların kurbanları on milyonlarla sayılacak kadar fazladır. Ayrıca faşizm ve Stalinizm'in geçmişte yürüttüğü sistematik ve planlı soykırım da bizi tehdit etmeye devam etmektedir. Bir şekilde insanlık gelecekte kavuşacağı, teknolojinin mümkün kıldığı özgürlüğün bedelini, yine aynı teknolojinin büyük ölçüde mümkün kıldığı korkunç felaketlerle ödemektedir.

Bu harabe ve değişim dünyasının ortasında istikrarı güvence altına alacak ve mevut toplumu muhafaza edecek organizma, yani devlet adeta kanser gibi büyümüştür. Devlet, toplumsal iskeletin her yerine, özellikle toplumun ekonomik temeline kazık çakmıştır. Bu soğuk ve cani makine sivil toplumun ve insanın içeriğini silip süpürmüştür. Her hangi bir ilericilik barındırmak bir yana, devletçi kapitalizm, sahip olduğu ideoloji ve yasal düzen ne olursa olsun, hükmün en barbarca araçlarını kullanır. Bütün gezegeni avucunun içerisinde tutan devletçi kapitalizm, kapitalist toplumun kokuşmuşluğunun en vahşi ifadesidir.

KARŞI DEVRİM

Çöken kapitalizmin kendi varoluşunu sürdürmek için geliştirdiği en etkili silahı, işçi sınıfının geçmişten getirdiği ve tarihsel dönemdeki değişikliğin faydasız ve tehlikeli hale getirdiği mücadele ve örgütlenme biçimlerinin ele geçirmesi oldu. Geçen yüzyılda işçi sınıfı için hem faydalı hem de anlamlı olan sendikal ve parlementer örgütlenmeler, şimdi sınıfsal mücadeleyi felç etme görevini üstlendiler. Karşı devrimin ana cephanesini de bu örgütler oluşturuyor. Bütün yenilgilerinin ‘zaferler' olarak sunulmasının sonucunda işçi sınıfı bildiği en korkunç karşı devrime sürüklendi. Proleteryanın moral bozukluğunun ve burjuvazinin isteklerini yerine getirmeye seferber olmasnın temel nedeni olan silah şüğhesiz Rusya'daki devrimin şimdi ‘proleteryanın kalesi' olan bir ‘sosyalist devlet' ürettiği yalanıydı (gerçekte ise bu devlet millileştirilmiş Rus sermayesinin bir savunucusundan başka bir şey değildir). 1917 Ekim devrimi bütün dünya işçi sınıfının umutlarını ateşlemişti. Fakat daha sonra işçiler herşeylerini ‘sosyalist anavatan'a dönüşmüş devletin savunasmasına vermeye zorlandılar. Burjuva ideolojisi ise kendisine, bu ‘sosyalist anavatan'ın işçi sınıfı karşıtı niteliğini anlayanlara, devrimin sadece Rusya'da olanlarla, yeni bir sömürü ve baskıcı bir toplumla sonuçlanacağı fikrini aşılama görevini verdi. 1920lerdeki yenilgilerin moralini bozduğu, ama daha çok da bölünmüşlüğün moralini bozduğu işçi sınıfı 1930larda düzenin içine girdiği genel krizden faydalanarak tekrar hücuma geçemedi. İki saf arasında kalmıştı: Ekim tecrübesi yüzünden gözleri kamaşmış, ilk olarak destekledikleri düzen ve bu düzenin yozlaşma ve ihanet süreci arasında ayrım yapamayanlar bir yanda, ve diğer yanda devrim umudunu tamamen yitirmiş olanlar. Hücuma geçemeyen işçi sınıfı, eli kolu bağlı ikinci emperyalist savaşa itildi. Birinci Dünya Savaşı'nın aksine, İkinci Dünya Savaşı işçi sınıfına devrimci bir ayaklanma olanağı tanımadı. Onun yerine işçileri ‘direnişin', ‘anti-faşizmin', kolonilerin ve milli ‘kurtuluş' hareketlerinin ‘zafer' kazanmaları için seferber etti.

Sermayenin proleteryayı dize getirmesi ve kendi çıkarları için seferber etmesi yolundaki temel adımlar ve Üçüncü Enternasyonal partilerinin burjuva toplumunun bir parçası olması, işçi sınıfı hareketinin aldığı büyük yaralardı.

1920-21: Komünist Enternasyonal'in kendi sol kanadına karşı parlemener ve sendikal sorun çerçevesin mücadelesi.

1922-23: Komünist Enternasyonal'in Saksonya ve Thüringen'de proleterya hala sokakalarda savaşırken Komünistlerle işçi sınıfının Sosyal Demokrat cellatlarını koalisyona zorlamasına yol açan ‘Birleşik Cephe' ve ‘işçi hükümeti' taktiklerini benimsemesi.

1924-26: ‘Tek Ülkede Sosyalizm İnşaası' teorisinin başlangıcı. Enternasyonalizme yapılan bu ihanet Komünist Enternasyonal'in ölümü ve partilerinin burjuvazinin saflarına geçişinin temelini oluşturdu.

1927: Komünist Enternasyonal tarafından Çan-Kay-Şek'e verilen ve Çin Proleteryasının ve komünistlerinin Çan-Kay-Şek'in askerleri tarafından katledilmesine yol açan siyasi ve askeri destek.

1933: Hitler'in zaferi.

1934: Rusya'nın Milletler Birliği'ne girerek Milletler Birliği'ni oluşturan hırsızlar tarafından onlardan biri olarak tanınması. Bu büyük ‘zafer' proleterya için büyük bir yenilgiyi simgeliyordu.

1936: ‘Halk cepheleri'nin yaratılması ve Stalin'in desteğiyle ‘Komünist' partilerin savaş kredilerinin onaylanması için oy vermesine yol açan ‘milli savunma' politikası.

1936-39: İspanya'da işçilerin demokrasi ve Cumhuriyet uğruna katledilmesine yol açan anti-faşizm yalanı.

1939-45: İkinci dünya savaşı ve proleteryanın ‘Direniş' için seferber edilmesi. Bu savaşta burjuvazi, geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak, proleteryanın en küçük mücadelelerini bile yenilmiş ülkelerin her karesini işgal ederek bastırdı. Savaşı 1917-18'de yaptığı gibi sonlandırmayı başaramayan işçi sınıfı, en sonunda savaş öncesi durumundan daha da yenik çıktı.

1945-65: Yeniden yapılanma ve ‘ulusal kurtuluş'. Proleterya savaşın kırıp geçirdiği harabeler içerisindeki dünyayı yeniden inşa etmeye zorlandı. Karşılığında burjuvaziden, üretim gelişiminin verilmesini mümkün kıldığı kırıntılar aldı. Geri kalmış ülkelerde proleterya ulusal burjuvazi tarafından ‘bağımsızlık' ve ‘anti-emperyalizm' için savaşmaya itildi.

SOL KOMÜNİST FRAKSİYONLAR

İşçi sınıfının uğradığı bozgunun ve karşı devrimin kesin zaferinin ortasında, yozlaştıkları için Komünist partilerden çekilen sol komünist fraksiyonlar, devrimci ilkeleri korumak gibi zor bir görevi üstlendiler. Bu fraksiyonlar burjuvazinin farklı kesimlerinin birleşik güçleriyle savaşmak, burjuvazinin kendilerine kurduğu binlerce tuzağı bir bir aşmak, burjuva ideolojinin işçi sınıfı üzerindeki ağırlığıyla yüzleşmek, yalnızlıkla, işkencelerle, moral bozukluklarıyla ve militanlarının yorgunlukları, dağılmalarıyla hatta militanlarını kaybetmekle baş etmek zorundaydılar.

Sol komünist fraksiyonlar, proleteryanın (düşman saflarına geçen) eski partilerinde bir zamanlar olumlu olan özelliklerle proleteryanın bir sonraki devrimci ayaklanmasında yaratacğı partiler arasında bir köprü kurabilmek için kahramanca, insan üstü bir çaba sarfettiler. Bir yandan Enternasyonal ve Enternasyonal'in en fazla para ödeyene sattığı partilerinin geçmişte sahip oldukları proleter ilkeleri yaşatmaya çalışırken diğer yandan o ilkeleri temel olarak geçmiş yenilgilerin bilançosunu çıkarmaya koyuldular. Bunu yapmlarının nedeni, sınıfın gelecek mücadeleleri için çıkarması gereken yeni dersleri anlayabilmekti. Uzun yıllar boyunca farklı fraksiyonlar, özellikle Alman, Hollanda ve İtalyan komünist solları, hem teorik netleşme anlamında, hem de ‘proleter' olduklarını iddia eden partilerin ihanetlerini açığa çıkarma çabası yönünde inanılmaz faaliyetlerde bulundular.

Burjuvazi, anlık olarak sınıfın siyasi ifadelerini susturma hedefine ulaşmış, devrimi çağ dışı olarak, veya geri kalmış ülkelerin egzotik bir özelliği olarak göstermeyi ve devrimin işçi sınıfının gözündeki anlamını saptırmayı başarmıştı.

KAPİTALİST KRİZ

Son on yıl içinde ise gündem esaslı bir şekilde değişti. Savaşa sonrası yeniden yapılanma döneminin son bulmasıyla, bu dönemin getirdiği ekonomik ‘refah' da ortadan kalktı. Sadece kapitalizme tapınanların değil, onun düşmanı olduğunu iddia edenler bile bu refahın daimi olduğunu iddia etmişlerdi. Atmışların ortalarında, yirmi yıllık neşeli bir büyümenin ardından kapitalist düzen, savaş öncesi dünyada bıraktığını sandığı korkunç kabusuyla, krizle yeniden burun buruna geldi. O zamandan beri kriz yavaşlamadan derinleşmeye devam etmekte. Bu marksist teorinin, burjuvaziye bağlı bütün yalancıların (‘yenilik' arayışındaki üniversite hocaları, sahte devrimci profesörler, Nobel ödülü kazanmış akademisyenler, ‘uzman' ve ‘saygın' kişiler, her çeşit kuşkucu ve doyumsuz entellektüeller) daima ‘demode', ‘işe yaramaz', ‘iflas etmiş' olduğunu iddia ettiği teorinin doğruluğunun vurucu bir kanıtıdır.

PROLETERYANIN DİRİLİŞİ

Ekonomik düzensizliğin derinleşmesiyle, toplum, çöken kapitalizmin her şiddetli krizinin karşısına getirdiği engellenemez ikilemle karşı karşıya kaldı: dünya savaşı veya proleter devrim.[2] Fakat bugünün gündemi, oztuzların bütük ekonomik felaketinin getirdiği gündemden bir hayli farklı. Otuzlarda, yenilmiş proleteryanın düzenin yeni felaketini hücüme geçmek için kendi lehine kullanacak gücü yoktu. Tam aksine, krizin etkisi proleteryanın yenilgisini daha da ağırlaştırmak oldu. Fakat bugün proleteryanın içinde bulunduğu durum, otuzlardaki durumdan bir hayli farklı. Bir yandan burjuva ideolojisinin bütün sütunları gibi, geçmişti proleteryanın bilincinin üzerine kara bir bulut gibi çöken aldatmacalar azar azar tükenmişti. Milliyetçilik, demokratik yanılsamalar, anti faşizm: hepsi son yarım yüzyıla damgalarını vurmuşlardı, fakat bir zamanlar sahip oldukları etkinliği kaybetmişlerdi. Diğer yandan yeni işçi nesli seleflerinin yenilgilerinin etkilerine maruz kalmamışlardı. Nitekim bugün krizle yüzleşen proleterler geçmiş nesil işçilerin tecrübelerine sahip olmadıkları için aynı moral bozukluğunun sıkıntılarını da çekmiyorlar.

Krizin ilk belirtilerine karşı 1968-69'dan beri işçi sınıfının yürüttüğü korkutucu muhalefet burjuvazinin bu krizin sonucu olarak yapabileceği tek şeyi yapmasını, yeni bir emperyalist soykırım gerçekleştirmesini engelliyor. Çünkü onu gerçekleştirmekten önce burjuvazinin işçi sınıfını yenebilmesi gerekiyor. Şimdi gündemde emperyalist savaş değil yaygın ve genel sınıf savaşı var. Burjuvazi emperyalist savaş hazırlıklarına devam etse de, sınıf savaşı birinci sorun haline geliyor: (kapitalizmin krize girmemiş tek sektörü olan) silah sanayisindeki satışların patlaması kapitalist devletleri devirmek isteyenlere karşı mücadeledeki genel artışı gizliyor. Fakat sermaye sınıf yüzleşmesine temelde bu şekilde değil, proleteryanın bastırılması ve mücadelelerinin saptırılması için bir bir çeşit plan kurarak hazırlanıyor. Dolayısıyla işçilerin mücadele kılıçlarının keskinleşmesine karşı burjuvazi basit ve açık baskı yöntemleri uygulamaktan aciz bir duruma düşüyor çünkü bu noktadan sonra böyle hareketler işçi mücadelelerini yatıştırmak yerine birleştirmek tehlikesini barındırıyor.

BURJUVAZİNİN SİLAHLARI

Burjuvazi, kendisini işçi mücadelelerini düzenli olarak bastırmaya adamadan önce geçmişte yaptığı gibi mücadeleleri çıkmaz sokaklara çekerek işçi sınıfının moralini bozmaya çalışacak. By yolda burjuvazinin, her biri sınıfı ‘onun' milli sermayesine ve ‘onun' devletine daha sıkıca bağlamayı hedefleyen üç tane temel silahı vardır. Bu silahlar anti-faşizm, öz-yönetim ve milli bağımsızlıktır.

Günümüzün tarihsel koşulları otuzlarla kıyaslandığında büyük farklılık gösterir. Ortada Hitler ve Musolini gibi faşistler olmadığı için ve anti-faşist burjuvazinin hemen emperyalist savaşın yolunu açması gerekmediği için, anti-faşizmin anlamı geçmişte olduğundan daha geniş olacaktır. Hem Doğu'da hem Batı'da, anti-faşizm demokratik ‘kazanımların' ve özgürlüklerin, sermayenin ‘sol', ‘ilerici', ‘demokrat' veya ‘liberal' kesimleri tarafından ‘gerici', ‘otoriter', ‘baskıcı', ‘faşist' hatta ‘Stalinist' tehditlere karşı savunulması bahanesiyle sermayenin proleter mücadelelere daha sert saldırması anlamına gelecek. İşçiler ne zaman çıkarlarını savunmak için mücadele etseler onlara ‘gericiliğin' ve ‘karşı-devrimciliğin' en korkunç ajanları olduğunun söylendiği bir durumla karşılaşacaklar.[3]

Öz-yönetim efsanesi de kapitalist solun işçilere karşı kullanacağı silahldan bir tanesi olacak. Hem krizin orataya çıkardığı iflaslar seli, hem de devletin bürokratik ellerinin toplum genelini boğmasına karşı oluşan anlaşılabilir tepki, öz-yönetim efsanesinin zemin bulmasına yardım edecek. İşçiler, kapitalistlerin ekonominin ‘demokratikleşmesi', patronların mallarının ‘kamulaştırılması', ‘komünist' veya ‘daha insani' üretim biçimlerinin oluştuşturulması hakkında söyledikleri şarkılara kulak vermemelidir. Bunlar sadece işçilerin kendi sömürülerinin bir parçası olmalarını ve onları çalıştıkları şirketlere veya mahallelere bölerek birleşmelerini engellemelerini hedefleyen laflardır.

Son olarak milli bağımsızlık silahı, hala unutamadığımız milli savunma kabusunun yeni modeli, burjuvazi tarafından, özellikle burjuvazinin en zayıf ve çaresiz olduğu ülkelerde kullanılacak. Bu aldatmaca, krizin ve başka bir ülkenin ‘yayılmacı hedeflerinin' getirdiği sömürü artışının, çok uluslu şirketlerin veya ‘devletsiz' kapitalizmin sorumluluğunu üzerinden atmak için şu veya bu emperyalizme karşı sınıflar arası bir birlik çağrısı yapmak için kullanılacak. Bu aldatmacaların biri veya diğerinin adı altında sermaye, heryerde işçilerin kendi taleplerini bir kenara bırakıp krizin aşılmasını beklerken fedakalık üstüne fedakarlık yapmasını sağlamaya çalışacak. Geçmişte olduğu gibi sol ve ‘işçi' partileri de saflarını belli edecekler. Burjuvazi, yarattığı aldatmacalar ve söylediği yalanların desteklenmesi konusunda, aynı yalanları daha radikal bir söylemle ifade edip daha radicak yöntemlkeri tercih eden solcu grupların "eleştirel desteklerine" güvecek. Elli yedi yıl önce Komünist Enternasyonal Manifestosu işçi sınıfını bu tehlikelere karşı uyarıyordu:

"Dünya Savaşı'ndan önce, sosyalizme aşamalı geçiş uğruna işçileri ılımlılığa çağıran ve savaş sırasından medeni barış ve milli savunma uğruna sınıfsal uysallık talep eden oportünistler, şimdi savaşın korkunç sonuçlarıyla baş edilmesi için yine proleteryanın kendisinden vazgeçmesini istiyorlar. Eğer bu vaazlar işçi kitleleri arasında kabul görecek olsaydı, kapitalist gelişim, yeni ve engellenemez bir dünya savaşını gündeme getirerek, yeni, çok daha yoğun ve korkunç bir şekilde geleccek birkaç neslin kemikleri üzerine inşa edilirdi."

Tarih, 1919 yılında devrimcilerin burjuva yalanlarına karşı aldıkları tumumun ne kadar net ve ileri görüşlü olduğunu, eşi benzeri görülmemiş bir trajediyle kanıtlamıştır.

Bugün burjuvazi geçmişti işçi sınıfını kontrol altında tutmak ve yenmek için kullandığı korkunç ve güçlü siyasi cephanesini yeniden doldururken, Enternasyonal Komünist Akım bütün yüreğiyle Komünist Enternasyonal'in sözlerini miras alıyor ve bir kez daha aynı sözleri söylüyor işçi sınıfına: "İşçiler, emperyalist savaşı hatırlayın!" demişti Komünist Enternasyonal. Bugünün işçileri, son yarım yüzyıllığın barbarlığını hatırlayın, ve burjuvazinin ve onun dalkavuklarının baştan çıkarıcı laflarını yeterince güçlü reddetmezseniz insanlığı neyin beklediğni düşünün.

MÜCADELENİN GELİŞİMİ VE PROLETERYANIN BİLİNCİ

Fakat eğer kapitalist sınıf düzenli olarak silahlarını hazırlıyorsa, proleterya da sermayenin yüzleşmek istediği çaresiz kurban değildir. Bazı elverişsiz koşullar mevcut olsa da, proleteryanın mücadelesine devam eddiği koşullar temelde proleteryanın lehinedir. Tarihte ilk defa işçi sınıfının devrimci hareketi bir savaşın sonunda değil bütün düzenin ekonomik krizinin sonucunda ortaya çıkmak üzeredir. Savaş proleteryanın siyasi düzeyde mücadelenin gerekliliğini çok hızlı bir şekilde kavramasını mümkün kılma ve yanına (burjuvazi dışındaki) proleter-olmayan katmanları getirebilme özelliğine sahipti. Fakat sadece savaş alanına dönmüş ülkelerdeki işçilerin ve özellikle yenilmiş ülkelerdeki işçilerin bilinçlerinin gelişiminde güçlü bir etmendi. Günümüzde gelişmekte olan kriz dünyadaki hiçbir ülkeyi esgeçmiyor. Burjuvazi onun gelişimini ne kadar yavaşlatmaya çalışırsa, etkilerini o kadar büyütüyor. Sonuç olarak sınıf mücadelesinin büyümesi bugün daha önce hiçbir zaman ulaşamadığı bir alanda gerçekleşmekte. Bu mücadele, ritmi yavaş ve düzensiz olsa da, çapı, durmadan dünya çapında gelişen bir devrimci hareketin sözde ‘ütopik' karakterinden bahseden yenilgi kahinlerini çürütmeye ise fazlasıyla yetmiş durumda.

Proleterya günümüzde sadece kendisinin yerine getirebileceği devasa görevlere sahip olsa da ve hareketin düzensiz niteliği, mücadele geleneklerinin büyük çoğunluğunu ve sınıfsal örgütlerinin tamamını kaybetmiş olduşundan kaynaklansa da, proleterya yüzleştiği krizin yavaş gelişimini, mücadele geleneklerini ve örgütlerini düzenli geliştirerek lehine kullanmalıdır. Birbirini izleyen ekonomik mücadeleleri yoluyla proleterya bir kez daha mücadelesinin siyasi niteliğinin farkına varacak, kısmi mücadelelerini yayarak genelleşmiş yüzleşmenin silahlarını dövecek. Bu mücadeleler karşsında sermayenin çaresizliği artacak ve işçilere hiçbir şey bahşedemeyeceği gerçeğini kullanarak işçileri ‘ılımlı' ve ‘fedakar' davranmaya çağıracak. Fakat işçiler anlamalıdır ki bu mücadeleler başarısız olursa ve ekonomik alanda katı yenilgilerle sonuçlanırsa bile, herşeye rağmen kesin zafer için gerekli koşullardır çünkü herbiri proleteryanın, mevcut düzenin iflasını ve onu yok etme gerekliliğini anlama yolunda attığı adımları gösterir. ‘Gerçekçilik' ve ‘ihtiyat' dersi verenlere karşı, işçiler bir mücadelenin gerçek başarısının anlık sonuçları olmadığını (ki olumlu sonuçlar bile krizin derinleşmesiyle tehlike altına girer), gerçek zaferin mücadelenin kendisinde ve mücadele ile gelişen örgütlülükte, dayanışmada ve bilinçte olduğunu göreceklerdir.

İki dünya savaşı arasında gerçekleşen büyük kriz döneminde yürütülen ve engellenemez yenilgisi sadece daha fazla moral bozukluğu ve tükeniş getiren mücadelelerin aksine, günümüzün mücadelelerinin her biri son zafere giden yolu aydınlatan ışklardan bir tanesi. Kısmi yenilgilerin tetiklediği anlık yılgınlıklar, gelecek mücadelelere gebe öfke kıvılcımlarına, kararlılığa ve bilince dönüşecekler.

Kriz, kötüleştikçe yeniden yapılanma döneminin, her gün daha düzenli ve bilimsel hale gelen sömürü karşılığı getirdiği birkaç gülünç ‘faydayı' da işçilerden söküm alacak. Kriz geliştikçe, işsizlik veya gerçek ücretlerdeki devasa düşüşler aracılığıyla daha büyük bir işçi kitlesini yoksulluğa, kıtlığa ve sefalete sürükleyecek. Tetiklediği ıstırap ile kriz, toplumu mahküm ettiği üretim ilişkilerinin barbarca niteliğini de gözler önüne sermektedir. Krizi sadece bir afet olarak görüp çaresizlik çığlıkları atmaktan başka bir şey yapamayanburjuva ve küçük-burjuva sınıfların aksine, işçiler krizi büyük bir ilgiyle selamlamalı ve onun içinde onlara eski dünyayla bağlarını kıracak gücü verecek olan, dolayısıyla kurtuluşları için gerekli koşulları hazırlayacak olan nefesi görmelidirler.

DEVRİMCİ ÖRGÜT

Sınıfın yürüttüğü mücadeleler ne kadar ciddi olursa olsun, ancak işçi sınıfı kendisine en önemli silahlarından birini, geçmişte yokluğu çok büyük acılara malolan bir silahı, devrimci partiyi sağlayabilirse kendisini kurtarabilir.

Proleteryayı devrimci sınıf yapan onun düzenin içerisindeki yeridir. Dolayısıyla, faaliyetlerinin vazgeçilmez koşulları düzenin çöküşü ve krizi tarafından yaratılmıştır. Fakat bütün tarihsel tecrübeler bunun kendi başına yeterli olmadığını göstermektedir. Proleterya bir yandan kendisini yeterli bilinç düzeyine çıkartmalı, diğer yandan da hem bu mücadelenin bir ürünü olan, hem de bu mücadelede faal bir etmen olan aracı, yani komünist öncü kolunu ortaya çıkartmalıdır; yoksa kendisini kapitalizmden kurtaramaz. Fakat bu öncü kolu sınıf mücadelesinin mekanik bir ürünü değildir. Sınıfın mevcut ve gelecek mücadeleleri bu öncü kolunun gelişimi için vazgeçilmez olan temeli sağlasalar bile, öncü kolunun kurulması ve görevlerini yerine getirmesi sadece devrimcilerin kendileri sorumluluklarının tamamen farkında olup kendilerini bu sorumlulukları yerine getirecek şekilde geliştirirlerse mümkün olur. Günümüzün devrimcileri, özellikle vazgeçilmez teorik netleşme, burjuvazinin yalanlarına düzenli olarak karşı koyma ve sınıfın mücadelelerine faal olarak müdahale etme görevlerini ancak onları hem tarihsel hem de coğrafi olarak birleştiren siyasi bağları yeniden oluşturarak yerine getirebilirler. Bu faaliyetlerinin temel koşuludur. Başka bir değişle, sınıfın yerine getirmeleri için devrimcileri ortaya çıkardığı görevleri yerine getirmek için, devrimciler hem sınfın hem de komünist akımların geçmişteki mücadelelerini sahiplenmeli ve sınıfın kendi çapında, yani dünya çapında örgütlenmelidirler.

Fakat bütün bu çabaların önünde, geçmişin komünist fraksiyonlarıyla olması gereken organik devamlılığın tamamen kırılmış olması gibi bir engel vardır. Sınıfın bütün geçmiş tecrübelerini toplayan ve onların derslerini çıkartan geçmişin komünist fraksiyonlarıyla siyasi olarak vazgeçilmez olan devamlılığın yeniden oluşturulma çabası, yine sınıfın ortaya çıkartmış olduğu bazı devrimci akımlar tarafından yavaşlatılmış hatta tıkanmıştır. Bu akımlar iki meseleye anlamakta güçlük çekmektedir: sınıfın içerisindeki özel işlevleri ve daha önemlisi hiçbir pratik deneyime sahip olmadıkları örgüt meselesi. Dahası, çöküş dönemiyle birlikte küçük-burjuvazinin çürümesi ve sonrasında proletleşmesi zorlukları daha da arttırmıştır. (En başından beri küçük-burjuvazi işçi hareketine köstek olmuştur.) Özellikle öğrenci hareketinin artıkları, kendi hesabına en yüksek mevkiye işçi sınıfının mücadele yolunu yeniden keşfettiği dönemde, devrimci örgütlerin bilincini körelterek çıkan entellektüel küçük-burjuvazinin içerisinde bulunduğu krizin bir ifadesidir. Yeniliğin, farklı olmanın, kalıplarla konuşmanın, bireyin, yabancılaşmadan arınmanın ve gösterinin kültünü yapmak küçük-burjuvazinin bu türüne özgüdür ve çoğu zaman sınıfın yeniden yükselişinden sonra doğurduğu pek çok grubu faaliyetleri küçük sorunlar ve kişisel hırslar etrafında dönen egzotik tarikatlara dönüştürmeyi başarmıştır. Bu gruplar, eskiden olumlu etmenlerken, sınıfın bilinç geliştirme sürecinin önünde engel halini almışlardır. Eğer icat edilmiş veya ikincil farklar adına devrimci güçlerin birleşmeye doğru yeniden örgütlenmesi önünde engel olmaya devam etmekte ısrar edecek olurlarsa, proleterya onları acımasızca yok edecektir.

Enternasyonal Komünist Akım, bütün mütevazi gücüyle kendisini bu uzun ve zor göreve, devrimcilerin net ve tutarlı bir program etrafından uluslararası düzlemde birleşmeleri ve yeniden örgütlenmeleri görevine adamıştır. EKA, tarikatların monolitizmine sırtına dönerek bütün ülkelerin komünistlerini sahip oldukları devasa sorumlulukların bilincine varmaya, onları ayıran sahte kavgaları bırakmaya, eski dünyanın onlara yüklediği yanıltıcı bölünmelerin üstesinden gelmeye; sınıf nihai mücadelelere girişmeden komünist öncü kolunun enternasyonal ve birleşik örgütünü yaratma çabasında kendisine katılmaya çağırıyor.

Sınıfın en bilinçi kesimi olan komünistler, sınıfa sınıfın sloganını sahiplenerek yolu göstermelidirler: "Bütün ülkelerin devrimcileri, birleşin!"

DÜNYANIN BÜTÜN İŞÇİLERİ!

Şu anda giriştiğiniz mücadeleler insanlık tarihinin en önemli mücadeleleridir. Sizin mücadelelerinizin yokluğunda insanlığın korkunç sonuçlarını tahmin bile edemeyeceğimiz bir üçüncü emperyalist soykırım yaşaması kaçınılmazdır. Böyle bir savaş insanlığın birkaç yüzyıl, hatta birkaç binyıl geriye gitmesi, yani en küçük bir sosyalizm umudunu imkansız kılan bir gerileme, hatta belki insanlığın basitçe yok olması anlamına gelebilir. Daha önce hiçbir zaman bir sınıf bu kadar büyük bir sorumluluğun ve bu kadar büyük bir umudun taşıyıcısı olmamıştır. Geçmiş mücadelelerinizde yaptığınız korkunç fedakarlıklar ve gelecekte sırtı duvara dayanmış burjuvazinin sizi yapmaya zorlayacağı ve belki daha da korkunç olacak fedakarlıklar boşuna yapılmadı ve yapılmayacak.

Sizin zaferiniz, insanlık için doğanın ve ekonominin kör kanunlarının zincirlerinden kesin kurtuluş anlamına gelecektir. İnsanlığın tarihöncesi döneminin sonunu getirecek ve gerçek tarihinin başlangıcını, gereklilik diyarının harabeleri üzerinde özgürlük diyarının kuruluşunu sağlayacak.

İşçiler, sizi bekleyen devasa kavgalar için, kapitalist dünyaya karşı son hücuma hazırlanmak için, sömürünün yok edilmesi için, komünizm için sınıfınızın savaş çığlını tekrar savaş çığlınız yapın:

DÜNYANIN BÜTÜN İŞÇİLERİ, BİRLEŞİN!



[1] Bu pasaj tabii ki altmışların sonunda, yarım yüzyıllık karşı devrimin ardından dünya proleteryasının uyanışından bahsetmektedir. Dönemin işçi mücadelelerinin tanımı sınıf mücadelesinin bugünkü durumundan çok uzak olduğu açıkça görünmektedir. Seksenlerin sonunda sözde ‘sosyalist' ülkelerin yıkılması işçi sınıfının bilinç düzeyinde ve militanlığında ciddi bir gerilemeye yol açmıştır. Bu gerilemenin ağırlığını, günümüzde bile, proleterya, sınıf kavgalarını geliştirken ve burjuvazinin yürüttüğü devasa ‘komünizmin ölümü' kampanyaları aracılığıyla izlerini silmeye çalıştığı devrimci görüş yolunu yeniden keşfetmeye çalışırken hissetmektedir. Öte yandan, dünya proleteryasının bu gerilemesi, altmışların sonundaki ilk mücadele dalgasının açtığı sınıf yüzleşmelerine doğru tarihsel gidişatı hiçbir şekilde sorgulamamıştır. Sınıf mücadelesinin dirilişinin yavaş ritmine rağmen, gelecek hala proleteryanın ellerindedir. Sınıf mücadelesi burjuvazi için daimi bir kabus olduğu için olduğu için burjuvazi bir hayli gelişkin ideolojik kampanyalar ve manevralarla proleter devin toplumsal düzlemde yeni yönetici sınıf olarak yerine geçmesini engellemeye çalışmakla yükümlüdür.

[2] Yalta görüşmelerinden çıkan iki emperyalist bloğun ortadan kalkışıyla üçüncü dünya savaşı tehlikesi şu anda ortadan kalkmış durumda. Dolayısıyla, militarizm ve savaş hala çöken kapitalizmin hayat biçiminin değişmez nitelikleri olsalar da, büyük küçük bütün devletlerin emperyalist politikaları, her koyunun kendi bacağından asıldığı kaotik mevcut tarihsel dünya koşullarına göre izleniyor. Merkezi ülkelerdeki proleteryanın üçüncü dünya savaşı için seferber edilmesi gündemde olmadığı için, tarihsel ikimem ya proleter devrim ya da insanlığın genel olarak barbarlığa sürüklenişi olarak şekillenmiş durumda.

[3] Fransa, Avusturya ve Belçika gibi bazı merkezi ülkelerde aşırı sağ kanat kesimlerin yükselişine tanık olmuş olsak da bu durum, faşizm ve Nazizm'in iktidara gelmesiyle sonuçlanan yirmiler ve otuzlardaki durumla hiçbir şekilde karşılaştırılamaz. Aşırı sağ kanat partilerin yeniden yükselişe geçmesi proleteryanın 1917-23 yıllarındaki devrimci dalganın bastırılması gibi tarihsel bir yenilgisinin değil, kapitalizmin çürümesinin, burjuvazinin siyasi aygıylarını yiyip bitirmekte olan ‘her koyun kendi bacağından asılır' düşüncesine doğru eğilimin bir sonucudur. Dahası, mevcut anti-faşist kampanyalar da, işçi sınıfını demokrasi bayrakları arkasında İkinci Dünya Savaşı'na seferber eden kampanyalarla aynı çapta değildir.