En Uzun Gece En Kısa "Grev"

Bilindiği üzere “Sağlık hakkı meclislerini kuruyoruz, 663 sayılı kanun hükmünde kararnameyi oyluyoruz!” adı altında “21 Aralık’ta grevdeyiz!” sloganıyla bugün bir iş bırakma eylemi düzenleniyor. Sağlık sektöründek sendikalar ve meslek birlikleri tarafından alınan bu “grev” kararına daha sonrasında KESK tarafından da destek verildi. Peki bu kararname neyi kapsıyordu? Bu, yeşil kartın iptal edilmesi, işçi sınıfından yeni bir sağlık priminin kesilmesi, hastanelerde ödenen katılım paylarının %300 ile %1500 arasında arttırılması gibi saldırılarla yine işçi sınıfının cebindeki üç beş kuruşa da el konacağı anlamına geliyor.

Kanun hükmünde kararnamelerle böyle saldırıların gerçekleştirilmesinden pek çok işçi, özellikle de sağlık çalışanları rahatsız ve mücadele etmek istiyorlar. Ancak “ ‘Demokrasi var’ denilen yerde böyle oyun bozanlık olmaz!” diyen sendikalar nasıl bir mücadele yöntemi öneriyor? Sendikalar bu saldırılar karşısında AKP hükümetine şunu söylüyorlar: Demokrasi var diyorsunuz ancak buna siz uymuyorsunuz. Peki bu ne anlama geliyor? Sendikalar, eğer demokrasi düzgün işlese böylesi sorunlar olmaz
demeye getiriyorlar, kısacası burjuvaziye akıl hocalığı yapıyorlar. Ancak bizler biliyoruz ki tarihteki hiçbir mücadele ne bu şekilde başlamış ne de bir sonuca ulaşmıştır. Dolayısıyla buradan ne sağlık işçileri, ne de sınıfımızın geri kalan kesimlerine işçi sınıfına ait herhangi bir mücadele yöntemi önerilmiyor.

KESK’in bu konudaki tavrı sağlık sektöründeki sendikaların grev kararını aldıktan sonra destekçi olarak katılmak oldu. Sağlık sektöründeki sendikalar kanun hükmündeki kararnamelerle yapılan saldırılarla değil bu saldırıların biçimiyle uğraşıyor. Dolayısıyla bir gölgeymişçesine, sağlık sendikaları ve meslek birlikleri burjuvazinin saldırılarına değmeden meselenin içinden geçip gidiyorlar. KESK ise meselenin biçimine dahi değinmeyen desteği ile yanılsamayı bir kat daha arttırarak gölgenin gölgesi
konumuna düşüyor.

Sürekli yapılan 1-2 günlük grev çağrıları işçi sınıfı nezdinde bir hava boşaltma işlevi de görüyor. Pek çok deneyimin gözler önüne serdiği üzere, böylesi 'grev'ler herhangi bir şekilde etkili olma veya saldırıları durdurma ihtimali barındırmıyorlar. Bizim kadar sendikalar da bu durumun bilincindeler. Fakat onlar şunu yapmayı tercih ediyorlar: 1-2 günlük grevlerle meseleyi manipüle ederek sorunun çözüm yöntemlerinin içini boşaltıyorlar. Sınıfın kendisine olan güvenini sarsıyor ve kolektif mücadele
etmeye yönelik dinamiklerinin önünü kesiyorlar. Sınıfın tarihsel olarak ortaya çıkardığı kolektif mücadele yöntemleri ‘kadrolu eylemciler’in aktivitesi haline getirilerek işçi sınıfının greve yönelik bakış açısı zedeleniyor.

Genel kanı itibariyle KESK'in sürece girmesinden itibaren 'grev'in tepeden alınma bir kararla örgütlendiği söylenebilir. Herhangi bir grevin bu şekilde örgütlenmesinin mümkün olmadığı doğrudur. Öte yandan bir grev ancak işçi sınıfının geniş yığınlarının bir sorun etrafında birleşmesiyle olgunlaşabilir. Gerçek bir grev ancak böylesi bir dinamiğin üzerinden yükselebilir. Sendikaların kendi tabanlarındaki üyelere sorarak böylesi bir karar almış ve hatta aylar boyunca çalışma yapmış olsalar dahi bu o grevi gerçek bir grev kılmaz. Dolayısıyla gerçek ve güçlü bir grev için, nasıl mücadele edileceğini yalnız şu veya bu sendika şubelerinin tartışması değil, sendikalı sendikasız bütün işçilerin tartışması gereklidir.

Grevi işçiler örgütler. Eğer sınıfımızın yaşama ve çalışma koşullarına karşı yapılan saldırılara karşı durmak istiyorsak, mücadelelerimizi bizzat kendi ellerimize almak zorundayız. Kapitalizmin bugün gibi karanlık günlerinde, burjuva demokrasisi işçi sınıfına çare olamaz.

İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!

EKA