Türkiye ve emperyalist meydan kavgası

Şu anda modern Türkiye devletinin işgal ettiği bölge, her zaman dünyanın kavşak noktası, tüm yolların, halkların ve etkilerin karşılaştığı bir alan olmuştur. Bu durum genellikle insanlığın gelişimi için çok olumlu olmuştur. Ancak bugün, Türkiye içinde ve çevresinde hiç de olumlu olmayan, daha ziyade kapitalizmin çıkmazını ve sadece Türkiye ve bölge nüfusu için değil, tüm insanlık için oluşturduğu tehdidi ifade eden birçok küresel etki ve çarpışma yaşanıyor. Çürüme evresindeki kapitalizmin etkileri bugün büyük güçlerde açıkça görülse de, aslında bu tüm devletlerde mevcut ve geçerli olan küresel bir fenomendir. Hatta bu fenomen, bugün ölmekte olan bir kapitalizmin tüm çelişkileri için artık bir çarpışma noktası haline gelmiş ve çürümenin dışa vurumlarının doğal bir kendi kendini yok etme eğilimi gösterdiği bir yer olan Türkiye'de özellikle ifade ediliyor. Bu eğilim yeryüzündeki her ülkeyi etkiliyor ve etkileyecek. Türkiye'de şu anda geçerli olan genel eğilimler diğer tüm kapitalist devletlerde olanlardan farksızdır ve kapitalizmin çözülemez ekonomik krizinin kaçınılmaz ilerleyişi göz önüne alındığında bunlar sadece şiddetlenebilir. Türkiye'yi vuran kaos, militarizm ve istikrarsızlık kapitalizmin geleceğinin habercisi ve şu anda Türkiye'nin de parçası olduğu Orta Doğu kazanı için çok tehlikeli.

Türkiye ekonomisi umutsuz ve iflas etmiş durumda. Yabancı yatırıma son derece ihtiyaç duyuyor ve yatırım çekme ihtimalinin zayıflamasıyla, Çin'den yatırım kabul etmekten kaçınma endişesi var. Huzursuzluğun çoğu dışa vuruluşunun acımasız bir şiddet ve baskı ile karşılaştığı bir ortamda, işçi sınıfının -muhtaç olduğu sağlık sistemi de dahil olmak üzere- yaşam koşulları sürekli saldırıya uğramaktadır. Son derece militarize olan Türkiye ve onun emperyalist hırsları, uzaklardaki dış askeri yağmaları bir delilikten daha fazlasını yansıtıyor: Türkiye iktidar kliğinin görkemli "vizyonunu", dünya sahnesindeki başlıca oyunculardan biri olma iddiasını. Türkiye emperyalizminin hem yakındaki hem uzaktaki maceraları, asla var olmamış görkemli bir geçmişe özlem duyuşu, Türkiye yabancı ülkelerden daha fazla düşman edindiği için ancak daha fazla sorun yaratabilir ve Türkiye’nin giderek daha mantıksız olan savaşlara katılımı yurt içinde de işçi sınıfından daha büyük fedakarlıklar talep ediyor. Türkiye devleti yüzeysel olarak güçlü görünmektedir, ancak tüm gösterişli yapısı zayıf temeller üzerine kurulmuştur; zayıflayan ekonomi, artan siyasi bölünmeler ve kimi kontrol kayıplarının zayıflatmaları, hem kritik 2017 seçimlerinde ve 2018 referandumunda, hem de bugün daha önce görece güçlü olan iktidardaki AKP'yi iktidarda kalabilmesi için sağcı Milliyetçi Hareket Partisine (MHP) yaslanmaya zorlamıştır. Dünya çapında bir fenomen olan ancak özellikle Türkiye ve Orta Doğu'da açığa çıkan, artan istikrarsızlığın bir başka unsuru da bölgede savaş ve militarizmin yayılması nedeniyle mültecilerin ve yerlerinden edilen halkların belirgin artışı. Ancak Türkiye devleti, bu kitleleri yalnızca Türkiye içinde ucuz ve güvencesiz emek için değil (özellikle Suriyeli mülteciler bu amaçla kullanılıyor) aynı zamanda Avrupa’ya karşı bir tehdit olarak da kullanarak bu sefaleti kendi lehine bir araç haline getirdi. Avrupa’dan, özellikle de Almanya’dan para koparmak için, istediğini elde etmezse Batı Avrupa’ya bir mülteci seli salacağı tehdidinde bulunuyor.

Her yerde olduğu gibi, Türkiye devleti de çevrenin yok edilmesine bilfiil dahil oluyor. Bu, doğal kaynakları kullanarak büyümeyi teşvik etme dolaplarıyla, örneğin geniş kapsamlı madencilik ve ormansızlaştırmayla veya Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisinin 2011'de "çılgın" olarak adlandırdığı[1] (ilk olarak 500 yıl önce Muhteşem Sultan Süleyman tarafından ortaya atılan) Karadeniz'den Marmara Denizi'ne bir kanal inşa etme projesi gibi emperyalist gösteriş projeleriyle vurgulanıyor. Kanalın tahmini maliyeti en az on milyar dolar; ayrıca yeni bir on milyar dolarlık havalimanı ve kargo merkeziyle birlikte yeni bir otoyol planları da var. Bunlar, kısmen, Türkiye Cumhuriyeti'nin 2023'teki yüzüncü yılını bir milliyetçilik çılgınlığı içinde kutlamaya yönelik projeler. Devletin kendi bilirkişilerinin de belirttiği gibi, Kanal İstanbul projesi yalnızca büyük çaplı bir ormansızlaştırma değil, Türkiye'nin su kaynaklarına yönelik de ciddi bir tehdit yaratıyor.

Bunlar, Türkiye'nin kapitalizmin çürümesinin bir örneği olduğunu ifade eden unsurlardan sadece birkaçı. Özellikle Türkiye on yıllardır, nispeten istikrarlı emperyalist blokların 1989'da çöküşünün getirdiği yeni ve daha tehlikeli bir kapitalist kurtlar sofrası döneminin yol açtığı ekonomik, askeri, politik ve toplumsal çalkantılarla harabeye dönmüş durumdaydı, şimdi ise çürüyen kapitalizmin en son felaketi olan Covid-19 salgınından zarar görüyor.

Covid-19 Pandemisi

Var olan tüm olumsuz unsurlar, özellikle de ekonomi, uzun süreceği öngörülen bu salgınla daha da kötüleşti ve birçok yeni sorun ortaya çıktı. Egemen sınıf, "kâr etmeyen" insan hayatını hor gördüğünü de gösterdi, özellikle de ilk başta bu geçici "grip benzeri hastalığın" iyi bir yanının olduğunu, yaşlıların ve hastaların çoğunu ortadan kaldıracağını ve devleti sömüremediklerine bakmanın pahalı yükünden kurtaracağını düşündüğünde[2]. Dünyanın bazı büyük başkentlerinde, en zengin ülkelerinde, işe yaramaz insanların yükümlülüklerinden kurtulma eğilimi, devletler tarafından cezai ihmaller ve özellikle de aşı daha ortada yokken ulusça uyulan "sürü bağışıklığı" ideolojisi yoluyla çokça teşvik edilmişti. Ve sonra, salgın doğal seyrini izlerken, burjuvaziye ve onun devletlerine bu tür bir pandeminin kapitalist ekonomiyi ciddi bir şekilde bozmakla kalmayıp, kolayca onun varlığına bir tehdit haline gelebileceği dank etti. Bu, ABD istihbarat teşkilatları da dahil olmak üzere çeşitli kurumlar tarafından önceden işaret edilmişti.

Salgının ilk aylarında Türkiye oldukça iyi durumda gibi görünüyordu; okulları, üniversiteleri ve eğlence sektörünü hızla kapatmıştı. Camilerde cemaat namazları yasaklanmıştı ve test sistemi etkin çalışıyor gibi görünüyordu. Ancak bunların çoğu, Erdoğan rejimi tarafından dikkatle düzenlenmiş, dünyanın Türkiye'nin başarılarını kıskandığını iddia eden bir propagandaydı. Fakat pandeminin erken döneminde bile, New York Times ölümlerin resmi rakamlardan çok daha yüksek olduğunu tespit ediyordu[3]. "Türkiye'de Covid-19 Pandemisi" için Vikipedi maddesi, AKP korsanlarından oluşan bir komite tarafından silah zoruyla yazdırılmış gibi görünüyor: her şey harika gidiyor; Türkiye'nin sağlam sağlık sistemi durumla olağanüstü -diğerlerinden çok daha iyi- bir şekilde başa çıktı ve ülke kontrolü elinde tutmaya devam ediyor. Maddede diğer ülkeler (en yakın emperyalist rakiplerinden bazıları), Türkiye'nin aksine yeterince hızlı hareket etmedikleri için azar işitiyor. Madde, Türkiye'nin virüsle mücadelede ön sıralarda yer alan ülkelerden biri olduğuna dair örneklerle bezenmiş. Verilerin hiçbiri inandırıcı değil ve madde Stalinist propagandanın tipik bir örneği gibi.

Gerçek şu ki, Türkiye ekonomiyi korumak için aylarca krizin gerçek boyutunu gizledi ve devletin bariz yalanları (her yerde olduğu gibi) virüsün yayılmasını destekledi. Türk Tabipler Birliği (TTB) yıl sonundan hemen önce, hükûmetin aslında "durumun kontrolünü kaybettiğini" söyledi[4].

Türkiye'deki doktorlar, virüs verilerine itiraz ettikleri, hastanelerin ve sağlık hizmetlerinin korkunç durumunu ve koruyucu ekipman eksikliğini belirttikleri için devlet tarafından doğrudan tehdit edildi. Erdoğan'ın hükûmet koalisyon ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli, Türk Tabipler Birliği'nin yasa dışı ilan edilmesi ve yöneticilerinin tutuklanması çağrısında bulundu[5]. Her yerde olduğu gibi Türkiye de salgını devletin baskıcı aygıtını güçlendirmek ve özellikle işçi sınıfını ezmek için kullanıyor. Mide bulandırıcı Vikipedi raporunun aksine, Londra merkezli Totalanalysis, birçok ülkeden Covid-19 vakalarını izliyordu ve Türkiye'nin 100 üzerinden 97. sırada yer aldığı Covid Veri Şeffaflığı Endeksi'ni yayınladı. Raporda Türkiye’den sonra gelen ülkeler Sırbistan, Türkmenistan ve Kuzey Kore. Pandemi ve aşıların silah haline getirilmesi ile ilgili (arkasının kesilmeyeceğinden emin olmakla birlikte) son bir iğrençlik de, Türk devletinin mültecilerin sefaletinden kâr elde etmesine benzer şekilde, Uygur mültecilerinden bazılarını, Çin Sinovac tedavisinin dozlarıyla takas etmek için zemin hazırlamış gözükmesidir. Peşin üç milyon doz ve her şey planlandığı gibi giderse devamı da gelecek[6]. Bugüne dek günlük vaka sayıları günlük ölümlerle birlikte artmaya devam etti ve genel ölüm oranı şu anda 30.000'in üzerinde.

Savaş ekonomisi, militarizm ve Türk emperyalizmi

Türkiye’nin başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye devletinin lideri rolüne tamı tamına uyan bir palavracı ve demagog. Yıllardır Türkiye'nin başarılarını, şanlı geçmişini ve Türkiye’nin büyük bir güç olmasının kaderinde olduğunu anlatıyor[7] ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk tarafından kurulmasının yüzüncü yıldönümüne yaklaşırken bu daha da yoğunlaşacak. Erdoğan, Türkiye'nin emperyalist emellerini gizleyen dini bir koz oynayarak tüm Müslümanların savunucusu kılığına girdi[8]. Blok sisteminin sona ermesi, Orta Doğu'da ABD'nin güç kaybetmesi ve yoğunlaşan “herkes birbirine karşı” eğilimi ile Erdoğan’ın Türkiye'nin vaktinin nihayet gelmiş olduğunu düşünmesi oldukça olası. Dünya arenasında daha büyük bir kaos ve istikrarsızlık içinde geçen son birkaç on yılda, riyakarlık ustası Erdoğan, kozlarını en uygun şekilde kullanarak Amerikalılarla, AB’yle ve Ruslarla her türlü oyunu oynadı. Ancak geçmişte Erdoğan, emperyalist satranç tahtasında büyük güçler tarafından oradan oraya itilmişti de: Türk emperyalizmine yönelik "vizyonu" bir "Türk kini" hissini besledi ve buna bağlı olarak sertleşti. Bu kin, başarısız olan 2016 darbesinde lideri bir ölüm mangasından kıl payı kurtulduğunda ve füze yüklü F-16'lar tarafından kovalandığında, Türk devleti için daha da somutlaştı. Ancak Türk devletinin emperyalist sızlanmaları ve arzuları tek bir adamın tepkilerine indirgenemez. Erdoğan'ın "vizyonu", militarizmin ve savaşın daha geniş çapta militarizm ve savaş ürettiği yıkıcı bir maddi gerçekliğe dönüşüyor.

Türkiye, kapitalist çürümenin tam bir örneğidir ve kendisini özellikle emperyalist düzeyde açığa vurur. Türkiye’nin eski hırsları, kapitalizmin krizinin dönüşüyle yeniden canlandı ve böylece kollarını hem yakına hem de uzağa germe politikasını geliştirdi. Yakın zamanda, Libya'da Rus güçlerine karşı kullandığı başarılı Bayraktar TB2 insansız hava aracı gibi silah satışları da dahil olmak üzere, Ukrayna’yla bazı anlaşmalar yaptı. Bu, Türkiye’nin Rusya’yla olan ilişkisinin sorunlu doğasının altını çiziyor. Türkiye, Rusya'nın Kırım'daki ilhakına karşı Ukrayna'yı destekledi[9]. Türkiye-Ukrayna ilişkileri birkaç yıldır ısınmaktaydı, fakat Rusya-Ukrayna sınırındaki gerginlik dönemiyle birlikte yeni bir zirveye ulaştı. Erdoğan kendisini alçak gönüllülükle "ara bulucu" olarak öne sürdü, ancak bu, Karadeniz çevresinde gerginliğe ve militarizmde büyük bir artışa yol açabilir.

"Afro-Avrasya" vizyonunun merkezinde Ankara

Türkiye kendine zemin hazırlamak için, hiç de azımsanmayacak kadar emperyalist olan "yumuşak gücünü" kullanarak askeri olarak Afrika'ya taşındı. Katar'da büyük bir askeri üs kurarak Basra Körfezi'ndeki nüfuzunu genişletirken, diğer Körfez güçleri olan Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri ile denge gösterisini devam ettirdi. Ankara yakın zamanda, Suudi ve BAE’nin beğenisini kazanmaya çalışan adımlar attı. Bunlara Suudi rejimiyle ortak insansız hava aracı üretimine girişmek, Mısır ile diplomasi ve istihbarat bağlarının yeniden kurulmasından söz etmek de dahil[10]. Son zamanlarda Tel Aviv ile aralarında samimi sözler sarf etseler de, istikrarsızlık ve herkesin birbirine karşı olma durumu hakimiyetini arttırdıkça Türkiye'nin denge gösterisi sadece daha da sorunlu hale gelecektir.

Türkiye nüfuzunu, Çin'i kendisine doğrudan tehdit ve rakip olarak gördüğü Orta Asya cumhuriyetleri, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan'a yaymış ve güçlendirmiştir. Ve geçen yıl müttefiki Azerbaycan'a, Ermenistan'la 44 günlük savaştan önce, silah ve özellikle de Ermenistan güçlerini alt eden, Suriye, Irak ve Libya'daki askeri operasyonlarda kendisinin de kullandığı silahlı insansız hava araçlarını sağlamak için yardıma koştu. İsrail de İran'a karşı tampon olarak gördüğü Azerbaycan'a destek verdi, ancak Ermeni güçlerini bozguna uğratan şey, “düşman” Şii ortağına tedarik edilen Türk silahları ve vekalet savaşçılarıydı. Türk emperyalist çıkarlarının göstergelerinden biri olan Türkiye'nin "Yeniden Asya Girişimi", Asya'daki Türkî devletleriyle ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlıyor. Türkiye, 2003 yılından bu yana Asya ülkelerinde 17 yeni misyon, 5 büyükelçilik ve 12 konsolosluk kurdu. Çin Türkiye ile ilgileniyor ama aynı zamanda ihtiyatlı davranıyor. Önceden Suudi Arabistan ve İran gibi Orta Doğu'daki diğer ülkelere daha açık olma eğilimindeydi. Ancak Türkiye'nin jeostratejik konumu ve Türkî devletler üzerindeki etkisi ve Çin'in "Kuşak ve Yol Girişimi" (BRI) nedeniyle, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, geçtiğimiz Nisan ayı başlarındaki Orta Doğu gezisinde Türkiye için samimi sözler sarf etti.

Son on yılda Türkiye Afrika'ya, özellikle de Doğu Afrika'ya çok daha fazla yerleşti ve bu da Türkiye’nin potansiyel üç çatallı askeri genişlemesini tamamlayarak kendisini bir "Afro-Avrasya devleti" olarak tanımlamasına neden oldu. 2009'da kıtaya yayılmış 12 büyükelçilik varken, on yıl sonra bu sayı 42'ye yükseldi ve yakında daha fazlası da gelecek. Aynı dönemde Sahra Altı ticareti bir milyar dolardan yaklaşık sekiz katına çıktı[11]. Ankara'nın en büyük askeri üssü, kendi kuvvetlerinin yerel birlikleri eğittiği Somali'dedir; Türkiye'nin "ikili" yardımının diğer alıcıları Sudan, Nijer, (3 yıl önce Çin'in ilk denizaşırı askeri üssünün kurulduğu yer olan) Cibuti, Çad ve Gine'dir. Türkiye, Afrika’ya karşı niyetinin sömürgeci değil, "kardeşçe" olduğu fikrini vurgulamıştı. Eski imparatorluk ile Doğu Afrika arasındaki bağlar göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin propagandasında neo-Osmanlı retoriği vardı, ancak Türk "yardımı" ve projeleri genellikle yerel burjuvaziler tarafından memnuniyetle karşılandı. Fransa’nın bölgedeki sorunlarına ve Çin’in menfaat sağlama çabalarına rağmen Türkiye, bu filizlenen emperyalist arenada Çin'in yanı sıra İran, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelere de rakip oluyor.

Türkiye Afrika’ya geçişiyle, bir zamanlar Erdoğan’ın müttefiki ve şimdi ise baş düşmanı olan ABD merkezli vaiz Fethullah Gülen'in diplomatik, iş ve eğitim girişimleriyle doğrudan karşı karşıya geliyor. Gülen'in Hizmet eğitim sistemi dünya çapında olsa da, seçkinlerin çocuklarına Fransız okullarından daha ucuz bir alternatif sağlama eğiliminde olduğu Afrika'da özellikle güçlüdür. Türkiye'nin "kardeşçe" olan maskesi, Afrika devletlerinin Gülen "terörist" ağını kapatmasını talep ederken otoriteryanizme dönüştü. Tıpkı askeri üsler ve bizzat muharebe alanındaki kara kuvvetleri gibi, Türkiye’nin Afrika’da ve başka yerlerde okulları, sağlık tesislerini, STK’leri vb. içeren "yumuşak güç" dalgasına devam eden yatırımı da sürdürülemez bir savaş ekonomisinin maliyetini fazlasıyla arttırıyor.

Emperyalist meydan kavgası asıl, Türkiye'nin merkezinde olduğu Orta Akdeniz'de, NATO'nun güney kanadında, artan gerilim ve çatışmaların daha keskin tehlikeler teşkil etmesiyle birlikte kızışıyor. Ankara'nın daha büyük bir bölgesel güç olma çabasıyla tüm bunlar daha da şiddetleniyor. Savaştan harap olmuş Libya uğruna akbabaların savaşında Türkiye ve Katar, BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükûmeti'ni (UMH) desteklerken, muhalif Libya Ulusal Ordusu (LUO) ise askeri ve mali olarak Rusya, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından ve aktif olarak da Fransa’dan destek görüyor. Geçtiğimiz Ekim’deki titrek ateşkesten bu yana, Ankara destekçisi Suriye güçleri de dahil olmak üzere binlerce yabancı asker ve paralı asker ülkede durmaya devam ediyor ve kırılgan "barışı" ve BM'nin "geçiş" programını tehdit ediyor. Türkiye'nin silah (özellikle insansız hava araçları) ve savaşçılarla UMH'ye desteği, Libya'daki dengenin değişmesine yardımcı oldu ve UMH'nin kilit alanların kontrolünü ele geçirmesini sağladı. UMH ile yaptığı anlaşma, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de petrol ve doğal gaz arama ve sondaj[12] amacıyla "sınırları çizilmiş" sulara erişimini içeriyordu, ancak bu sular Yunanistan, Mısır ve Kıbrıs tarafından tartışılıyor (hatta Girit ve Kıbrıs, Türkiye’nin hak iddia ettiği sular içinde bulunuyor). Yukarıdaki ülkeler ve İsrail, Türkiye'yi Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun (DAGF) dışında bıraktı, bu da Türkiye'nin onları (ve Fransa’yı) Libya'nın "demokrasi umuduna" zarar veren bir "kötülük ittifakı" olarak adlandırmasına neden oldu. Bu boru hattı planları petrol ve gaz nakliyesinden daha ucuz olsa da, ekonomik olarak çok tehlikeli öneriler gibi görünüyorlar ve Orta Doğu'ya musallat olan siyasi istikrarsızlığa eğilimliler. Ancak Türkiye, daha fazla enerji özerkliği elde etmek amacıyla "mavi vatan" dediği şeye erişme hakkı için mücadele ediyor ve bu nedenle Libya'yı Orta Akdeniz sularına erişim ve bu hayati bölgede daha güçlü bir yerleşim için bir sıçrama tahtası olarak kullanması uzun soluklu bir süreç olacak. Türkiye ve yeni geçici Libya hükûmetinin başı olan Başbakan Abdul Hamid Dbeibah, diğer devletleri kızdıran 2019 denizcilik anlaşmasını kısa süre önce (13 Nisan’da) yeniden onaylarken[13], Türkiye Libya hükûmetine 150.000 Covid-19 aşısı, Trablus'ta bir Covid-19 hastanesi ve Libya ordusunun yeniden inşasına Ankara desteği sözü verdi.

Ocak 2020'de başkanlar Putin ve Erdoğan tarafından açılan Rusya/Türkiye doğal gaz boru hattı TürkAkım, bu son derece nitelikli "ortaklığa" bel bağlıyor. Proje, 2014 yılında Türkiye-Suriye sınırında bir Rus Su-24 savaş uçağının Türkiye tarafından vurulmasının ardından Putin tarafından durduruldu ve Ankara'nın coşkun özrünün ardından yeniden başlatıldı. AB’nin mülteciler konusunda Türkiye'ye bel bağlıyor olması, AB’nin sularla ilgili meseleleri ve NATO üyeleri olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiyi düzenlemeye yönelik diplomatik çabalarını son derece zorlaştırıyor. Türkiye, kapasitesini aşırı zorlayarak ve boyunu aşacak kadar açılarak daha ciddi çatışmalara yol açıyor, bu da gerçek bir risk teşkil ediyor. Bu kadar çok cephede aktif olmak ve bu kadar çok düşman edinmek, kapitalist çürümede tipik olan bir mantıksızlığa işaret ediyor.

NATO ve Rusya ile zorlu ilişkiler daha fazla tehlike ve istikrarsızlık getiriyor

1989'a kadar Türkiye, büyük ve modern ordusuyla, 1974'te bir diğer NATO üyesi Yunanistan ile (80’lerin sonunda Varşova Paktı'nın patlamasıyla çok daha büyük ölçekte ortaya çıkan bazı sorunların habercisi olan) bir çatışma yaşamasına rağmen, Batı blokunun bir direğiydi. Bu tarihe kadar Türkiye, ABD'nin Orta Doğu, Avrasya ve Doğu Avrupa politikalarının temel taşıydı. Ancak 1989'da Pandora’nın kutusunun açılması, Orta Doğu ve ötesindeki tüm büyük ve ikincil güçler için durumu dramatik bir şekilde kötüleştirdi. Batı blokunu bir arada tutan, hiçbir zaman dayanıklı bir niteliğe sahip olmamış tutkal, 90'ların başındaki "Yeni Dünya Düzeni" ile yok olunca, bloku bir arada tutan disiplin de paramparça oldu. Türkiye, ABD'nin parçalanan eski bloku kendi himayesinde birleştirmeye yönelik başarısız girişimi olan Birinci Körfez Savaşı'nda ABD ile anlaşmazlığa düştü. NATO üyesi Türkiye’nin 2019’da Rus hava savunma sistemi S-400’ü satın alması ilişkilerin koptuğunu açığa çıkardı, çünkü sistem NATO’nun askeri çerçevesine entegre edilemez. Buna cevaben ABD, detayları S-400 sisteminin Türk asıllı Rus eğitmenlerine erişilir olabilecek F-35 savaş uçağının transferini yasakladı. F-35'in 937 ayrı parçasının Türkiye'de üretilmeye başlandığı[14] ve en az bir uçağın çoktan teslim edilmiş olduğu gerçeği durumu daha da karmaşık hale getiriyor.

Böylece Türkiye, Rusya ve kriz içindeki bir NATO arasında bölünmüş durumda, "Batıya" belirli bir düşmanlık içinde ve Rusya ile tehlikeli bir işbirliği alanına giriyor. Türkiye'nin tüm eski çelişkileri ve hırsları, 89’daki çöküşle yeniden tutuştu ve o zamandan beri alevlenmeye devam ediyor. Bu, artan merkezkaç eğilimlerin olduğu bir durumda daha çetin sorunlar ortaya çıkarıyor. Yukarıdaki örneklerin bazılarının gösterdiği gibi, Türkiye'nin Rusya ile mevcut ilişkileri açık ya da kesin değildir, ihtilaflara ve çatışmalara sonuna kadar açık olan olası ortak çıkarlara dayanmaktadır. Trump, Türkiye’nin Suriye'de "yasak bölgeye" girmesi halinde Türkiye’ye ekonomisini yok etme tehdidinde bulunurken, Putin de Kasım 2015'te SU-24 uçağının Suriye üzerinden düşürülmesinin ardından Türkiye’yi tehdit etti ve "teröristlerin suç ortakları tarafından sırtımızdan bıçaklandık" sözlerini de ekledi. Rusya ile ilişkilerde yaklaşan sorunlardan bazıları yukarıda belirtilmiştir: İstanbul Boğazı’nın Rus donanmasına kapatılması tehdidi ve Ukrayna ile ilişkilerin ısınmasıyla birlikte düşünüldüğünde Rusya için önemli bir tehdit haline gelen, ABD savaş gemilerinin önerilen yeni kanalı kullanmasına izin verilmesi ihtimali. Suriye'de Rusya, Suriye'nin kuzeybatısındaki Rus destekli Suriye güçlerine karşı mücadelelerinde Türk destekli milisleri vurdu: Ekim 2020'de bir askeri eğitim kampın Rus güçleri tarafından vurulmasıyla düzinelerce milis öldürüldü ve çok sayıda kişi yaralandı. Daha yakın bir zamanda, aynı bölgedeki Türk destekli kuvvetler, bildirilene göre Karadeniz'de bir Rus savaş gemisi tarafından fırlatılan parça tesirli bombalarla dolu bir füze yağmuruna tutuldu. Yıkım geniş çapta oldu ve sivil halkın süregelen kederine bir diğerini daha ekledi.

“Kürt Sorunu”

Orta Doğu'nun tamamı içinden çıkılmaz bir problem ve bunun içerisinde içinden çıkılmaz başka bir zorlu problem daha var: Kürt sorunu. Türkiye'nin son on yılda Kürtlere yönelik gönülsüz uzlaşmacı hareketlerini bir kenara bırakırsak, Türkiye'nin asıl korkusu Suriye ve Irak'ta faaliyet gösteren özerk Kürt bölgelerine odaklanıyor. Kürdistan İşçi Partisi (PKK - ABD tarafından "terör örgütü" olarak tanınmaktadır) ve onun Suriye kolu olan Demokratik Birlik Partisi ve YPG Halk Koruma Birlikleri Suriye bölgesinde kısmen güçlenmektedir. Bu, onları geri püskürtmek için 2019’da Türk askeri operasyonu "Barış Pınarı" ile Türkiye’nin müttefik Suriyeli gruplarla birlikte Suriye'ye girmesine neden oldu. ABD'nin Kürtleri IŞİD'le savaşması için gelişmiş ve hassas silahlarla[15] silahlandırmasıyla, Kürtler hem İranlılar hem de Amerikalılar tarafından IŞİD’e karşı kullanılan “yem” olmaktan öteye geçti. Kürt YPG komando birimleri(Yekineyen), ABD Özel Kuvvetleri tarafından kullanılan aynı yüksek teknolojili teçhizatla donatıldı (Pentagon'un bu teçhizatı başka kuvvetlere nakletmesine izin verilmez, bunu ancak CIA yapabilir ve yaptı).

Ekim 2019'un ortalarında Trump, ABD birliklerinin kenara çekilmesi emrini vererek, Türk kuvvetlerinin Kuzeydoğu Suriye'ye girmesine ve bir gün içerisinde değerli ve donatılmış ABD müttefiklerinden avlanan “teröristlere” dönüşen Kürt güçleri ile kapışmasına bilfiil izin verdi. Bu, Batı’nın Kürtlere “ihanetine” bir örnek daha. Kürtlerin ABD tarafından silahlandırılmasında önemli olan şey, her şeyden önce, Sam Amca'nın zayıflığını ve çaresizliğini açığa çıkarmasıdır. Bu, ABD liderliğinin çürümenin etkisiyle uzun süredir zayıflamasının bir parçasıdır. Kürtlerin silahlandırılması, Türkleri çileden çıkardı ve onları ABD’nin bu zayıflığından yararlanmaya zorladı, bu da bölgedeki genel kaos, istikrarsızlık ve savaş eğilimlerini artırdı. Aynı zamanda, Kürt güçlerinin parçalanması ve yeniden konumlandırılması, bazı YPG birimlerinin ve Yekineyen savaşçılarının muhtemelen "hassas" teçhizatlarıyla birlikte cani Esad'a daha güncel araçlar sunar bir halde Suriye ordusuna katılmasına yol açtı.

Türkiye'nin Irak Kürdistan’ında PKK'ye karşı savaşı, Türk insansız hava araçlarının ve savaş uçaklarının amansız saldırılarla daha fazla yıkıma neden olduğu Zagros sıradağları ve çevresinde şiddetlendi. Kürt milliyetçiliği her zaman emperyalizmin bir parçası olmuştur[16] ve onlarca yıldır hem küresel hem de bölgesel güçler tarafından yem olarak kullanıldıktan ve sürekli "ihanete uğradıktan" sonra, Kürtler "tek dostumuz dağlardır" sözünü geliştirdi. Ancak buradaki tabyalarında dağlar, sivil nüfusla birlikte onların hapishanelerine ve mezarlarına dönüştü. Kötüleşen durumun yol açtığı genel istikrarsızlık, Kuzey Irak'ta Kürtler arası çatışmalara da yol açtı.

Liderler barıştan bahsettiklerinde...

Yılın başından bu yana önem verilen şeyin değişmesiyle, Türkiye rakiplerine yönelik adımlar attı. Erdoğan kendisine ve Cumhurbaşkanı Macron'a "barışı sağlayanlar" diye hitap etti (bunca savaşın ortasında "barıştan" hiç bu kadar çok bahsedilmemiştir), Mısır ile diplomatik görüşmeler başlatıldı, BAE'ye sıcak sözler sarf edildi ve Suudi Arabistan ile ortak askeri anlaşmalar başlatıldı. Havacılık motorları ve füze teknolojisi dahil geniş bir operasyon yelpazesini kapsayan "Black Sea Shield" programıyla Ukrayna ile mevcut askeri anlaşmalar güçlendirildi[17]. 9 Nisan'da Türk Savunma Bakanlığı NATO'nun 72. kuruluş yıl dönümünü kutlayarak "birlikte daha güçlüyüz" dedi. Erdoğan Ocak ayında AB büyükelçilerine hitaben "ilişkileri yeniden rayına oturtmak için hazırız" dedi; Şubat ayında Erdoğan, doğrudan ABD'ye yönelik "ortak çıkarlarımız" vurgusunu yaptı. 24 Mart'ta AKP kongresinde, gerçeğe daha yakın bir şekilde, "her ülke ile ilişkilerimizi şekillendirmeye devam edeceğiz" dedi. Bunun gelecek için ne anlama geldiği öngörülemez, ancak Türkiye'nin, artan emperyalist gerilim ve istikrarsızlık durumunda (ki bu durumu Türkiye’nin eylemleri daha da ağırlaştıracaktır) birçok cepheden çok tehlikeli bölgelere doğru ilerliyor olduğu açıktır. "... Ankara'nın politikasının, militarizmin ve kaosun yayılmasına büyük katkı sağladığı ve istikrarsızlığın ve çatışmanın Sahel'den Afganistan'a kadar uzanan bir bölgeye yayılmasında önemli bir faktör olduğu açıktır. Kısacası, bölgeyi istikrara kavuşturma, emperyalist hırsları frenleme fikri saf bir hayal ürünüdür ve bölgeyi sert bir şekilde vuran Covid-19 pandemisinin etkisi, savaşı, barbarlığı ve kaosu yalnızca körükleyecektir"[18].

Ekonomik kriz, militarizm ve savaş çürüyen kapitalizmin tek perspektifidir

Ekonomi konusunda, ana küresel finans organları, Türkiye ekonomisinin umutsuzluğunda ve Erdoğan'ın bu durumu "alışılmışın dışında" bir şekilde ele aldığında hemfikirler[19]. Dolar/lira ilişkisini bir çeşit hileyle manipüle etmeye çalışırken, 2 yıl içinde üçüncü Merkez Bankası başkanını görevden aldı. Şu anda Türkiye Merkez Bankası, Türkiye'nin bankalarına on milyarlarca dolar borçludur ve bu bankanın bilançosunda büyük bir boşluk bırakmıştır (yakın geçmişte Türk bankaları, özellikle Halkbank, yaptırım bozma işine yoğun bir şekilde karışmıştır). Üçüncü Merkez Bankası başkanının görevden alınmasının ve yerine AKP'nin atadığı bir kişinin getirilmesinin ardından lira %15 düştü ve dolar borçları olan Türk şirketlerini çırpındırdı. Ortodoks ekonomi, enflasyonla mücadele için daha yüksek faiz oranlarına ihtiyaç olduğunu söylüyor, ancak Erdoğan buna karşı koyuyor, bunun sebebi kısmen "... (Erdoğan'ın) siyasi tabanının giderek daha önemli bir parçası olan Anadolu'daki ihracat odaklı üreticilerin" (Borzou Daragahi, Independent, 24 Mart 1921) olumsuz etkileniyor olması; yani Erdoğan'ın kısa vadeli mantıksızlığı Türkiye ekonomisinin genel sağlığına üstün geliyor. “Tehlikeyi göze alan" Erdoğan'ın son "çılgın" planı bir kez daha elinde patladı ve ülke ekonomisinin başını belaya soktu. Art arda altı aydır yükselen ve şu anda resmi olarak %16'nın biraz altında duran enflasyon, işçilerin ve yoksulların günlük temel kalemler için daha fazla ödeme yapacağı anlamına gelirken, resmi işsizlik Ocak ayında %13,4'e ve genç işsizliği (15-24) yaklaşık %27'ye kadar çıktı, ki her iki rakam da muhtemelen eksiktir. Türkiye'nin döviz rezervleri düşük ve azalmaya devam ediyor. 2008 ekonomik krizinin bıraktığı sefaletin ardından ve salgının neden olduğu yeni ekonomik sefaletle, özellikle de devletin kasasını boşaltan savaş ekonomisi yoğunlaştıkça, işçi sınıfını ileride daha fazla eziyet bekliyor.

Çaresiz siyasi manevralar, işçi sınıfına yönelik saldırılar yoğunlaşırken yönetici kliğin zayıflığını gösteriyor

Güçlü bir devlet görünümüne ve işaretlerine rağmen iktidardaki AKP baskılar altında zayıflıyor. 2019'un sonlarında ekonomik mucize sönümlenirken ve partinin destekçileri arasında bile memnuniyetsizlikler oluşurken partide bölünmeler yaşandı. Eski Başbakan ve AKP genel başkanı Ahmet Davutoğlu’nunki büyük bir istifaydı; eski ekonomi bakanı ve Türkiye'nin eşi benzeri olmayan büyümesine başkanlık etmesine itibar edilen Ali Babacan da yönetimden ayrıldı. Bunlar küçük rakamlar ancak AKP'nin (AKP'yi güçlendirmek için tasarlanmış) yeni sisteminde her oy çok önemli. Erdoğan'ın siyasi manevra marjı böylece daha sınırlı hale geliyor. Seçimleri kazanmak ve iktidarda kalmak için "cumhur ittifakında" Milliyetçi Hareket Partisine (MHP) güvenmek zorunda olması egemen sınıfın bir zayıflığı. AKP ile ilgili hoşnutsuzluk genel olarak artıyor, özellikle de anketlerde ve seçmenleri arasında Erdoğan'a verilen destek düşüyor. Ülkenin en büyük ikinci partisi olan ve 2002'den beri ana muhalefet olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de destek kaybediyor, bunda AKP'nin manevralarına ve baskısına suç ortaklığı etmesinin payı da var.

AKP'nin son Merkez Bankası başkanını görevden aldığı Mart ayında, Türk yetkililer, Kürt liderliğindeki solcu Halkın Demokratik Partisini (HDP - üçüncü büyük parti) yasa dışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile ilişkili olmakla suçlayarak partinin kapatılması için dava açtı. Sadece birkaç gün sonra Ankara’nın, sözleşmenin "eş cinselliği normalleştirmeye" çabalayan bir entrika olduğunu ve bunun Türkiye'nin "toplumsal ve ailevi değerleri" ile bağdaşmadığını söyleyerek kadına yönelik şiddete karşı 2011 İstanbul Sözleşmesi'nden çekileceğini açıklaması devam eden kampanyanın çılgın ve çaresiz doğasını gösteriyor. Bu, boş bir bildiriye karşı çevrilen bir numara, AKP'nin sert çekirdeğini desteklemek için yapılan bir saptırmaydı, ancak bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve birçok Afrika ülkesinde olduğu gibi, aynı zamanda şiddete kışkırtmayı ve burjuva düşüncesinin ne kadar aşağılık ve acımasız olduğunu da gösteriyor. Geri çekilme, kaçınılmaz olarak, dindarların AKP'ye desteğini güçlendirme etkisine sahip ve aynı zamanda proleter perspektif içermeyen, bize sınıfın bölünmesi konusunda bir ders olan bir dizi eyleme yol açtı.

Yaşam koşullarının kötüleşmesi ve işçi sınıfının yanıtının gerekliliği

Savaş ekonomisinden muzdarip olan proletarya her taraftan darbe yiyor. Devlet propagandası ile salgın ortaya çıkmadan önce de kötüleşmekte olan sağlık hizmetinin gerçekliği arasındaki uçurumu gördük. Diğer birçok ülke gibi, Türkiye'de de sağlık turizmi yükselişte ancak diğer birçok ülke gibi bu sağlık sisteminin ulaşılabilirliğinin ve sağlamlığının bir göstergesi değil; tam tersine, kısıtlamaların, özelleştirmelerin ve peşin ödemelerin artmasının bir işaretidir, bu da onu işçi sınıfı ve hizmete erişimi reddedilen ve sürekli uzayan bir sıranın arkasına gönderilen büyük çoğunluk için daha büyük bir endişe haline getirir. Uygun şartlara sahip olanlar için bile durum böyleyken, buna sahip olmayan birçok kişi de var; örneğin mezun olan öğrencilerin sağlık sigortası yok.

İşçilere yönelik bir diğer acımasız, cepheden saldırı ise şeytani Kod-29 ile geliyor. Kod-29, pandemi sırasında işten çıkarma yasağından yasal bir çıkış olarak kullanıldı. Ama yine belirtmeliyiz ki, işçi sınıfına yönelik bu saldırılar, salgından önce başladı ve salgın daha fazla saldırı için bir bahane olacak. Kod-29, 2018'den beri var ve bir işçinin "ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış" gösterdiği için işten çıkarılabileceğini söylüyor. Kod, patronlar tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır ve buna kurban giden işçilerin kıdem ve ihbar tazminatı ve işsizlik ödeneği alma hakları yoktur; sağlık hizmetlerine erişimleri de sorunlu olabilir. Kadın işçiler, Kod-29'dan kaynaklanan ek sorunlarla karşı karşıya. Kod yüzsüzce "ahlaksız davranıştan" bahsederken kadınlar “iş yerinde ne haltlar karıştırdıklarına" dair sorgulamalara maruz kalıyorlar; bu ağır ve aşağılayıcı bir baskı biçimidir. Kadın işçilere yönelik bu özel saldırı, yine AKP'nin muhafazakar tabanına istediğini veriyor; kadına yönelik şiddete karşı olan İstanbul Sözleşmesi'nin reddinde olduğu gibi, onları hoşnut edecek bir şey bu. Ancak son üç yılda yaklaşık yarım milyon işçi Kod-29[20] kapsamında işten çıkarıldı ve devletin de bildiği gibi sayılardan daha önemli olan bunun yaydığı korku faktörüdür. Vardiyalar 8 saatten 12 saate çıkarıldı, fazla mesai zorunlu hale getirildi (karşılığının ödenip ödenmediği belli değil), patronlar işçileri taşıyan otobüsleri iptal ederek onları fabrikalarda fiili mahkum haline getirdi. Ancak Kod-29 ile tek başına savaşmak veya onu daha makul hale getirmeye çalışmak sendikaların kampanyalarını belirli konulara odaklayarak oynadığı bir oyundur.

Her şeyden çok propaganda amacıyla uygulanan, hedeflenmiş bazı refah "reformlarına" rağmen, işçi sınıfı her taraftan saldırıya uğruyor. Enflasyon ve işsizlik kol geziyor ve devletin proletaryaya aldatıcı bir milliyetçilik ve acımasız baskıdan başka sunacak hiçbir şeyi yok. Resmi sendikaların iktidar partisine yakınlığı göz önüne alındığında, işçilerin kendilerini korumak için bağımsız sendikalara yönelmeleri şaşırtıcı değil, ancak mücadelelerinin ihtiyaçları söz konusu olduğunda bu bir hatadır. Resmi sendikalar itibarını yitirdiğinde, bağımsız sendikaların işlevi, mücadeleyi sendika çerçevesi içinde sınırlamak ve ardından zayıflatmaktır. Bu sendikalar devlet tarafından yasa dışı ilan edilse ve devletin unsurları onlara saldırıyor olsa bile, bu sendika yapılarının işlevi kesinlikle aynı kalır: sendika çerçevesini canlı tutmak ve sınıf mücadelesini devletin ve aldatıcı reform sınırları içinde tutmak[21]. Son yıllarda Çin, Vietnam, Güney Afrika, Mısır ve İran'da bağımsız sendikaların ortaya çıktığını görüyoruz. 1981'de işçi sınıfının önemli bir mücadelesini, Polonya sermayesini yeniden yapılandırma hareketine dönüştüren Polonya’nın bağımsız sendikası Solidarnosc’un ta kendisiydi.

Pandemiden önce işçi sınıfı için koşullar zordu, şimdi daha da zor. Covid-19'dan önce işçi sınıfı, kapitalizmin kendi yaşam koşullarına yönelik toplu saldırılarına geçici olarak yanıt vermeye başlıyordu, ancak bu, işçi sınıfının sağlığına ve yaşamına doğrudan meydan okuyan pandemi tarafından durdurulmuştu. Bununla birlikte, bu koşullarda bile, dünya çapında proletaryanın koşullarının savunulması için mücadeleler açığa çıkmıştır. Ancak, işçilerin bir araya gelip örgütlenme ihtiyaçları göz önüne alındığında, virüsün koşulları mücadeleye uygun değil. Bunun yeniden vurguladığı şey, Türk, Kürt ve Suriyeli işçiler arasında yapılanlar gibi, devletin kışkırttığı bölünmelerin üstesinden gelinmesi, "bağımsız" olsun ya da olmasın, sendika kontrolünün yerini öz-örgütlenmenin alması ve işçi meclislerinin kendi mücadelelerinin kontrolünü ele geçirmesi gerektiğidir. Şu an her yerde olan kapanmalar, sürekli saldırıların kısıtlayıcı etkisinin yanına, sadece sınıf mücadelesinin zorluklarına bir yenisini ekliyor, Türkiye’de de durum diğer yerlerden farklı değil. Ama "... işçi sınıfının sistemin krizine yanıt verme kapasitesi hiçbir şekilde kaybolmadı ve bu er ya da geç sermayenin şiddetli saldırısına kayda değer tepkiler göreceğimiz anlamına geliyor. Bu esnada, mevcut üretim sisteminin derinden ve geri döndürülemez biçimde iflas ettiğine dair daha derin bir farkındalığın ürünleri olan, dünya çapındaki küçük azınlıklarda şimdiden görülen bilincin, kırılgan ve yeşil filizlerini gübrelemek için devrimcilerin yapması gereken çok iş var"[22].

Baboon, 18.4.21

 

[1] Bloomberg, 10.12.2019. Çevre sorunları devletle çatışmalara neden oldu ve 2013 Gezi Parkı eylemlerinde büyük rol oynadı. Artık Türkiye'de amacı "vergi mükelleflerini korumak" olan sol görüşlü Halkların Demokratik Kongresi bileşeni olan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi var. Yeşil hareket, kapitalist devlet için kullanışlı bir yardımcıdır ve Almanya'da, hareketin Alman emperyalizminin çıkarlarını sonuna kadar desteklediğini görüyoruz. Türkiye, G20'den Paris İklim Anlaşması’nı onaylamayan tek ülke. 1936 Montrö Sözleşmesi'ni (MCRRS) yürürlükten kaldırarak, deniz hareketlerini kısıtlayan kanal projesini eleştiren on emekli Türk amirali, devlet tarafından tutuklandı. Bu tepki, antlaşmaları bozmaya artan genel eğiliminin içinde devletin paranoyasını  gösterdiği gibi, İstanbul Boğazı’nın Türkiye için önemine de işaret ediyor. Ancak bu yeni kanal, Karadeniz etrafındaki gerilimi artırabilir. Rusya'nın hakim olduğu suları militarize edip Türkiye'ye oynaması için önemli bir koz verirken Rusya ile çatışma riskini artırabilir.

[2] İngiliz Hazinesi, pandeminin maliyetinin bir bilançosunu hazırlarken, emekli aylığından ve hastalık tarafından "ayıklanan" yaşlılara yapılan diğer ödemelerden devletin tasarruf ettiklerini de dahil etti.

[4] Deutsche Welle, 15.12.20

[5] British Medical Journal (BMJ), 29.9.20. Boş bir tehdit değil. Merkez Komitesi'nin tamamı, 2018'de, Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahalesini eleştirdiği sırada tutuklandı. Ve 2016'daki başarısız darbenin ardından 3000'den fazla doktor, bir kararname ile işinden çıkarıldı.

[6] "Why Erdogan has abandoned the Uighurs", Foreign Policy, 3.2.21

[8] Bu dini unvanlar gericidir; faşist benzeri paramiliter grup Bozkurtlar, yer yer kendisini "Müslüman" olarak adlandırıyor.

[10] Erdoğan'ın sözcüsü İbrahim Kalın geçtiğimiz günlerde Arab News'e (16.3.21) Mısır'ın "Arap dünyasının beyni ve kalbi" olduğunu söyledi. Ayrıca bkz. https://carnegieendowment.org/2021/03/19/will-page-turn-on-turkish-egyptian-relations-pub-84124

[11] Deutsche Welle, 4.2.21

[12] Ahmed Helal, Atlantic Council, 28 Ekim 2020

[15] "Suriyeli Kürtler artık hassas ABD silahlarına sahip ve Pentagon bunu tedarik ettiğini reddediyor" (Military Times, 7.5.17)

[20] agencynews34.com/ssi-code-29-description-sputnik-turkey