DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
İngiltere'de, Mart 1984'te başlayıp Mart 1985'e kadar süren büyük madenci grevinin üzerinden 25 yıl geçti. Yaklaşık 120.000 işçi, bir yıl boyunca grevdeydi. Bugün bu deneyimin tarihin soyut akademik bir parçası olarak değil; işçi sınıfı ve komünistler için grevin kendisinden dersler çıkarma ve içinde bulunduğumuz tarihsel koşulları anlama fırsatı olarak ele alınması gerekiyor.
Tarihsel bağlamı içinde ele alacak olursak, Madenci Grevi, 1979'da İran'da, 1980'de Polonya'da, kitle grevleri biçiminde gelişen sınıf mücadelesinin yenilgiye uğramasının hemen ardından ortaya çıktı. 1979 kışında, İngiltere'de de, basın tarafından genellikle ‘Hoşnutsuzluk Kışı' olarak anılan büyük bir grev dalgası vardı. 29.474.000 işgünü kaybına neden olan bu büyük grev, hükümetin %5'lik ücret artışını yürürlüğe koymasına bir tepki olarak ortaya çıktı. Grevin sınırlarını ise, Ford Motors fabrikasında çalışan 17.000 işçi, %17'lik artış kazanarak yıktı. Bu kazanımla birlikte grev yayılmaya başladı.
Çöpler sokaklarda birikmeye başlamıştı, ölüler gömülmeden kalıyor, fabrikalar çalışmıyordu ve hastaneler sadece işçilerin acil olduğunu düşündüğü hastalara bakıyordu. Grevin bu kadar yaygınlaşması sonucunda James Callaghan'ın İşçi Partisi Hükümeti yıkıldı.
Sonraki seçimlerde sağ kanat Muhafazakâr Parti, dehşete düşmüş orta sınıfın korkularına oynadı ve Margaret Thatcher başbakan olarak seçildi. Bugün büyük bir politikacı olarak anılan Thatcher'ın başbakanlıktaki ilk dönemi kötü başlamıştı. Hükümete gelmeden önce, işçi sınıfının ve özellikle 1974 yılında, hükümetlerini devirmeleri nedeniyle partisi için bir nefret odağı olan maden işçilerinin gücünü kıracağına söz vermişti. Thatcher, daha başbakanlığının ilk döneminde, sözünü tutmak üzere harekete geçti ve 30.000 kişiyi işten çıkaracak bir düzenleme sundu. Bu düzenlemeye karşı çıkan, 50.000 demiryolu işçisi sendika onayı olmadan greve çıktı. Thatcher hükümeti ise tükürdüğünü yalayarak geri adım atmak zorunda kaldı. 1981 yılında, ülke tekrar kargaşa içindeydi. Tüm ülkede gençler, polis vahşetine karşı sokaklara dökülmüştü. Bu isyan tüm yaz boyunca devam etti. 10 açlık grevcisinin ölümünün ardından ise, Kuzey İrlanda'yı da mücadele alevleri sarmıştı.
Arjantin'de ise enflasyon %600'e ulaşmıştı ve sınıf mücadelesinin ortaya çıkması an meselesiydi. Bu durum yöneticileri korkutuyordu. Askeri cunta sınıf mücadelesini engellemek, enflasyonla mücadele etmek ve ülkenin uluslararası alanda kaybettiği itibarı kurtarmak amacıyla, İngiltere'ye ait, toplamda 3.000'den az nüfusu olan Falkland adalarını işgal etmeye karar verdi.
İngiltere'nin savaşa girmeyeceğini düşünen Arjantinli generaller büyük bir yanılgı içindeydiler.
Savaş, tam da Thatcher ve partisinin ihtiyaç duyduğu şeydi. Bayraklar çekildi, donanmalar gönderildi. (Bizim çocuklarımız vatan uğruna savaşırken,) grevde olan hemşireler, vatansever olmamakla suçlandı. 74 günlük savaşın ardından, 907 cesedin üstünde İngiliz bayrağı tekrar göndere çekildi. Bu zafer, Thatcher'ın bir sonraki seçimleri kaybedip, başarısız bir politikacı olarak sahneden çekilmesini engelledi. Dış tehdidi yenilgiye uğratan Thatcher ve Muhafazakâr Parti için sıra içerde nifak tohumları ekenlere yani işçi sınıfına gelmişti. Devlet çıkacağı öngörülen madenci grevi için kömür stoklayarak hazırlandı.
Ulusal Kömür İşletmesi'nin 74'deki grevin ardından yapılan anlaşmayı bozarak, 20 madenin kapatılacağını ve 20.000 işçinin işten çıkarılacağını duyurmasının ardından, 5 Mart'ta maden işçileri greve çıktı. İşçiler grevi diğer maden ocaklarına gezici grev gözcüleri aracılığıyla taşıdı ve bir hafta içinde sendika, sadece Yorkshire'da da olsa grevi legalleştirmek zorunda kaldı. Aynı zamanda sözde sol kanat sendika yetkilileri grev gözcülerinden grevi bitirmelerini istedi, polisle çatıştıkları için onları suçladı. Grevin ikinci haftasının ortasında, Madenciler Sendikası lideri Arthur Scargill, tansiyonun düşürülmesinden bahsederken, neredeyse 196.000 işgücünün yarısı greve katılmıştı.
Grev yayılmaya devam ederken devlet elindeki silahların tümünü işçilere doğrulttu. Polis paramiliter bir güç olarak kullanıldı. Gezici grev gözcülerinin faaliyet yürütebileceği tüm alanları abluka altına alarak, gezici grev gözcülerini durdurdu. Gözcü hattına ve grevcilerin yaşadığı köylere saldırdı. Mahkemelerde de gezici grev gözcülüğünün yasadışı olduğu ilan edildi. Soldan sağa tüm partilerden politikacılar grevcilere saldırdı. Sağ, işçi sınıfına karşı duyduğu açık nefretle saldırırken, sol da sınıfın kullandığı şiddeti kınadı. Medyanın işçilerin ne kadar anti demokratik olduğuna dair yürüttüğü propaganda ise bu saldırıların arka planını oluşturdu.
Elbette bunların hiçbiri sürpriz değildi, olması beklenen, öngörülebilir olaylardı ancak işçileri asıl şaşırtan "kendi" sendikalarının grevi yenilgiye götürüşüydü. Maden işçileri arasındaki temel bölünmelerden biri Nottinghamshire ve Kuzey Wales gibi bölgelerde işçilerinin çoğunun grevi desteklememesiydi. Fakat grevin ilk haftalarında, Ulusal Maden İşçileri Sendikası gezici grev gözcülüğünü durdurmadan önce, grevdeki işçiler yoldaşlarını bu bölgelere gönderip, buralardaki işçilerle iletişim kurabiliyorlardı. Grevdeki işçilerin gidip doğrudan diğer işçilerle görüşmesi ve dayanışma içine girmek istemeleri, bürokratik sendika manevralarına ters düşüyordu. Sendika bu uygulamaya son vermeye yönelik çalışmalar yaptı ve başarılı oldu. Sendika ve sınıf arasındaki çatışmanın bir diğer örneği de, polisin büyük çapta varlığına ve sendikanın talimatlarına karşı, 300 grev gözcüsünün Harworth maden ocağını kapatmasıydı. Gezici grev gözcüleri sendika tarafından durdurulduktan sonra, sendika yetkilileri için üzerinde diledikleri gibi oynayabilecekleri bir alan oluşmuştu. Böylelikle grevi engellemek amacıyla, grev için referandum yapılması ve ardından ret oyu için yürütecekleri kampanyayı hazırlayabileceklerdi.
Maden işçilerini kendi aralarında böldükten sonra sıra şimdi onları sınıfın geri kalanından soyutlamaya gelmişti. İşçi sınıfı içersinde, madencilere karşı yaygın bir sempati olmasına rağmen, demiryolu işçileri, liman işçileri ve denizciler madencilerle dayanışma eylemi olarak, grev kırıcı nitelikte olduğunu düşündükleri kömür taşıma işini reddetmelerine rağmen Sendika Kongresi liderleri sadece grevi desteklememekle kalmayıp, hükümete grevi yenilgiye uğratmasını sağlayacak bilgiler sızdırdılar. Scargill bunu "Zafere çok yakınken, ihanete uğradık" diyerek açıkça ifade etti. Zaten işçilerin sendikadan dayanışma eylemleri örgütleyeceğini beklemeleri yanlış olurdu. 25.000 liman çalışanı çok benzer talepler öne sürdüklerinde bile, sendikalar umutsuzca grevlerin birleşmesini engellemeye ve işçilerin parçalanmış hallerini muhafaza etmeye çalıştı.
Yazın ortalarında, sendika hükümet üzerindeki baskıyı arttırmaya karar verdi ve demir işçilerini işten çıkarmaya karar verdi. Aslında bu demir işinin kendisi sendikanın işçilerin kömürü ilk etapta kullanmalarına izin vermesi nedeniyle devam ediyordu. Stratejinin değişmesi, işçilerin sendikanın izin verdiği miktarda kömürden fazlasını kullanmalarıyla bağlantılıydı. 18 Haziran'da madenciler Orgreave Biritanya Çelik Fabrikası'na gittiler.
Birçok açıdan bu olay, Birmingham yakınlarındaki kok kömürü ambarında, 1972 grevinde gerçekleşen olayı anımsatıyordu. Grevdeki işçilerin ambarı kapatması onların etkili bir şekilde kazanmalarını sağlamıştı. Bu sefer ise 6.000 işçi 8.000 polisle karşı karşıya geldi ve çıkan büyük çatışmada polis tarafından dövüldüler. 1984 Orgreave ile 1972 Saltely arasında önemli bir fark vardı. İlk olarak grevdeki madencilerin ardından 100.000 kadar mühendis ve Birmingham şehrinden işçiler de dayanışmak amacıyla greve katılmıştı. Sadece greve katılan işçi sayısının büyüklüğü değil, bu grevinin genel greve dönüşme ihtimali taşıması da devleti korkutmuştu.
Burjuvazi işçi sınıfını nasıl gördüğünü gizleme gereği duymamış, tavrını açıkça ortaya koymuştu. Orgreavedeki olaylardan bahsederken, Thatcher "sadece Falkland adalarındaki düşmanlarla değil, tüm düşmanlarla mücadele etmek zorundayız. Mücadele etmesi çok daha zor olan ve özgürlük için çok daha büyük tehlike oluşturan iç tehdide karşı her zaman tetikte olmalıyız" demişti. Buradan da anladığımız üzere yöneticilerimiz için işçi sınıfı, diğer devletlere göre çok daha büyük bir tehlike oluşturuyor.
Orgrave'de yaşanan olaylara rağmen, Temmuz ve Ağustos'ta, liman işçileri mücadeleye katıldığında, Ekim'de maden mühendisleri 24 saatliğine greve çıktığında, grevi kazanma şansı hala vardı. Thatcher'ın daha sonra ifade ettiği gibi, şayet bu olsaydı, hükümet yenildiğini kabul etmek zorunda kalacaktı. Kışa gelindiğinde ise, maden işçilerinin yenileceği çok daha açık hale gelmişti. Grevi destekleyenler gittikçe azalıyor ve binlerce işçi grevi bırakıp işe dönüyordu. Martın başında kitlesel olarak işe dönüşler başladığında işçilerin sadece %60'ı hala grevdeydi. Bu yıl içinde, işçi sınıfına genel saldırılar oldu. Farklı sektörlerdeki işçiler, liman işçileri, feribot kaptanları, bir yıldır grevde olan matbaacılar izole edildi ve grevlerinde yenildi. Postacılar ve Telekom işçilerinin büyük çaptaki grevleri ise yenilgiye uğramadı. Fakat alınan yenilgiler ve özellikle madencilerin grevinin yenilgiye uğraması işçi sınıfı için büyük bir yıkım oldu, tekrar ayağa kalkması için 15 yıl geçmesi gerekti. Tüm dünyanın işçileri İngiltere'deki mücadeleyi izliyor ve madencilerin militanlığından ve kavgasından ilham alıyordu. Bu nedenle, İngiltere'deki yenilginin uluslararası bir etkisi oldu. Maden işçilerinin kendisi de büyük bir yenilgi almıştı. İngiltere'deki maden ocaklarının büyük bir kısmı kapatıldı ve geriye ancak birkaç bin maden işçisi kaldı.
2003 yılından beri ise, tüm dünyada, işçi sınıfı mücadelesi bir canlanma içinde. Böylesi bir canlanma için çok uzun süre geçmesi gerekti ki bu da bize 80'lerde alınan yenilginin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. İşçi sınıfının artık var olmadığını iddia eden ve ona elveda demeye can atan sözde Marxist entelektüellere rağmen, son birkaç yıldır işçi sınıfı mücadelesinin tüm dünyada yeniden canlandığına tanık olduk. İngiltere madenciler grevinin bize öğrettiği en önemli noktalar sendikaların mücadele içersindeki karşı devrimci konumları, izole olmuş işçilerin zayıflığı, işçilerin kendi mücadelelerinin kontrolünü kendi ellerine almaları gerektiği, diğer işçilerle doğrudan kendilerinin kurduğu ilişkinin mücadeleyi yaygınlaştırmada ne kadar önemli olduğu oldu. Tüm bu dersler, sınıf için paha biçilmez değere sahip.
Patrick