DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
Aralık ayında İran'da yine kitlesel eylemler baş gösterdi. 'Muhalif' molla Büyük Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri'nin Qom'da gerçekleşen cenazesinde yüzbinlerce insan sokağa döküldü ve Aşure vaktine gelininceye kadar bütün ülkede protestocular ile güvenlik güçleri arasında çatışmalar başlamıştı ve İran devlet televizyonuna göre 15 kişi hayatını kaybetmiş, ve binlerce kişi tutuklanmıştı. İran dışından gelen kaynaklara göre ise, ölü sayısı iddia edilenin bir hayli üstündeydi ve polislerin eylemcilere ateş açmayı reddedip onların saflarına katılmaları ve eylemcilerin bir polis istasyonuna saldırıp ele geçirmesi gibi olaylar gerçekleşmişti.
Şu anda İran'da olan bitenin tam olarak ne olduğunu bilmenin zor olmasına rağmen, komünistlerin ne olup bittiğini analiz etmesi ve anlamaya çalışması bizce önem taşımaktadır. Belki de bu işe girişmenin en iyi yolu, öncelikle reddettiğimiz yaklaşımların ne olduklarını ortaya koymak ve bu yaklaşımlarda sorunlu gördüğümüz noktaların altını çizmek olacaktır.
İlkin, özellikle Batı ülkelerinden kimi sözde 'anti-emperyalist'lerin takındığı tutumu tamamen gerici gördüğümüzü belirtmek istiyoruz. Bu yaklaşım, en aşağlık biçiminde 'CIA kaynaklı küçük burjuva hareketin' İran devleti tarafından bastırılmasına topyekün destek sunmakta. Bize göre CIA'in bu hareketi etkilemeye çalıştığı şüphesiz doğru olmakla birlikte, katılan insanların sayısı bize gerçekleşenlerin Washington'dan çıkma olmadığını, İran'da gerçekten geniş bir destek gördüğünü gösteriyor.
Öte yandan şu anda 'halk iktidari' şiarına kapılmış solcuların düştüğü tuzağa düşmeyi doğru bulmuyoruz. Sosyalizmi muzaffer kılmak amacıyla gerçekleştirilen bir işçi sınıfı devrimi ile geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde Avrupa'da defalarca gördüğümüz, ve İran'daki olayların dahil edilmeye çalışıldığı 'renkli' devrimler arasında devasa bir fark mevcut.
Hakim sınıfın, şu veya bu devleti kim kontrol edecek kavgasına tutuşmuş kesimlerini desteklemek, emekçi insanlara hiçbir getiri sağlamıyor. Musevi ve onun muhalefeti şüphesiz bu şekilde değerlendirilmelidir. Musevi bilindiği üzere İslami Cumhuriyet'in ilk yıllarında, toplumsal muhalefete karşı toleranssızlığı ile nam salmış bir hükümetin başbakanlığı görevini sekiz yıl boyunca sürdürmüş bir kişidir. Ayrıca kendisi şu anda en yüksek koltukta oturan Büyük Ayetullah Ali Hüseyin Hamaney'in de akrabasıdır (Musevi'nin büyük annesi, Hamaney'in halasıdır). Musevi 'düzeni düzeltmek' laflarını ağzından düşürmese de, o düzenin bir parçasıdır.
Buna rağmen Musevi'nin kampanyası, geniş bir destek çekmiş ve yüzbinlerce insanı bütün hayati tehlikelere rağmen sokaklara döktü. Tabii ki, bütün bu olanların kaynağı olarak Musevi'ye destek veriliyor olması gösterilemez. Pek çok kişi rejimden memnuniyetsizlik duyuyor ve devletin bariz bir biçimde seçimde hileye başvurmasına karşı doğan öfkeyi, rahatsızlıklarını ifade etmek için kullanıyor. Tabii ki, Musevi'nin programı da özellikle kadınların desteğini çekiyor. İran'daki öğrenci kitlesinin %60'ını oluşturan kadınlar, Musevi'nin sözde ahlak polisini lağvetme ve İranlı kadınların erkeklerle eşit konumda olmasına dair verdiği sözlerden etkileniyorlar ve bu eylemlerdeki kitlesel öğrenci katlımının kısmen nedenini oluşturuyor.
Musevi'nin hareketinin işçilerin hayatlarında gerçek bir değişikliğe yol açıp açmayacağı da kendimize sormamız gereken bir soru. Şüphesiz, iktisadi alanda Musevi'nin programı ancak çok ufak bir değişikliğe yol açabilir. Bütün renklerden siyasi partiler, krize karşı aldıkları önlemlerde çok az farklılık gösteriyorlar, ve bu önlemler her daim işçilerin yaşam standartlarına saldırıları içeriyor. Bu alanda ne söz veriliyorsa bunlar boş sözlerdir. Bir sektör vahşice saldırılara maruz bırakılmıyorsa, bu öteki sektörlere daha sert saldırılar olacak demektir. Toplımsal alanda da, Musevi'nin geçmişteki eylemlerinin siciline bakarsak, kadın haklarına dair bütün laflarına rağmen, eğer iktidara gelirse devletle uzlaşmaya gideceğini ve çok az değişiklik olacağını söyleyebiliriz. Tayyip nasıl kendisi başbakan olunca devletteki Kemalistlerin kendiliklerinden ortadan kalkmadıklarını gördüyse, Musevi de de dini muhafazakarların kendiliklerinden ortadan kalkmayacağını görecektir. Ayrıca zaten devlet içerisinde fazlasıyla yavaş olsa dahi bir liberalleşme eğilimi mevcuttur. Tahran sokaklarında bugünlerde biraz gezmek ve insanların yirmi yıl öncesine kıyasla nasıl giyindiklerini gözlemlemek bu durumu açıkça gözler önüne serecektir.
Peki, komünistler İran'da olanlara dair bugün nerede durmalıdır? Yeşil hareketin tamamen burjuva bir hareket olduğu ve işçi sınıfına hiçbir şey önermediği su götürmez bir gerçektir. Ayrıca bu hareket gücünü kaybediyor gibi gözükmektedir. İlk protesto eylemleri sokaklara yüz binlerce insanı dökmüş olsa da, bugün sayılar küçüldükçe küçülüyor gibidir. Mücadelenin ilk günlerinde işçi sınıfının sahneye çıkması mümkün gözüküyordu. Tahran'daki eylemcilere karşı uygulanan polis baskısının ardından devasa Khodro araba fabrikasındaki işçiler bir günlük bir greve çıkmışlardı ve açık açık seçimlerdeki bir adayı desteklediklerinden değil devlet baskısına karşı olduklarından bu eylemi gerçekleştirdiklerini ifade etmişlerdi. Fakat otobüs şöförleri sendikasının yayınladığı birkaç bildiri haricinde, işçilerin işçiler olarak harekete katılımı bununla sınırlı kaldı. Tabii ki eylemlere katılan çok sayıda işçi vardı, fakat bu katılım bireysel bir biçimde gerçekleşti, kollektif bir güç olarak değil. Böylesi durumlarda, birden fazla sınıfı kapsayan bir harekette (ki İran'dan farklı solcu yapıların verdikleri bilgilerin hepsi hareketin böylesi bir niteliği olduğunu ifade etmektedir) işçiler kollektif bir güç olarak hareket etmiyorlarsa, onların büyük 'halk' kitlesinin bir parçası olarak görülmeleri kaçınılmazdır. Bu 'halk' kitlesi ise başka sınıf güçlerinin kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için kullandıkları bir kitledir.
Örgütümüzün 1979 yılında İran devrimine dair yazdıkları hala doğruluklarını korumaktadırlar, hatta geçtiğimiz seneki mücadelelerde işçi sınıfının namevcudiyeti tarafından doğrulanmaktadırlar: "Sokaktaki insanların rejimi devirdiğine dair bütün laflara rağmen, 1979'da net olan şuydu ki İranlı işçilerin grevleri, Şah rejiminin devrilmesini sağlayan temel ve siyasi unsurdu. Bütün kitlesel eylemlere rağmen, İran'daki bütün ezilmiş kesimleri içeren 'halk' hareketi yılgın düşmeye başlamışkeni mücadeleye 1978'in Ekim ayının başında, özellikle petrol sektöründe İran proleteryasının girişi, yalnızca rejim karşıtı ajitasyona can vermekle kalmayarak milli sermayenin önüne, eski hükümet ekibinin yerini dolduracak yeni bir ekibin yokluğunda çözümü imkansız bir sorun çıkardı. Baskı ufak tüccarları, öğrencileri ve işsizleri geri çekilmeye zorlamaya yeterliydi, fakat işçilerin grevlerinin yarattığı iktisadi felçe karşı güçsüz bir silah olduğu ortaya çıkacaktı."
Musevi hareketinin, kimi talepleri devlet politikasına eklenerek yavaşça sönümlenmesi kuvvetle muhtemeldir. İran bir devrimin eşiğinde değildir. Önümüzdeki aylar rejimin değil, 'Yeşil hareket'in ölümünü getirecektir. Bu çok kanlı bir süreç olabilir ve eğer işçiler birbirleriyle cebelleşen politikacıların çıkarları için değil kendi çıkarları için mücadeleye girmezlerse dökülecek kanların önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır.