DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
Bu yazıyla birlikte, Türkiye’deki sendikaların ve sendikalizmin tarihine dair bir yazı dizisine başlıyoruz. Bu yazı dizisini hazırlarkenki amacımız, sendikaların ortaya çıkışını, kapitalizmin geçirdiği dönemsel değişikliklerden etkilenişini ve sendikal kurumların nasıl burjuvazinin silahlarına ve bugün gördüğümüz karşı-devrimci işleve sahip devlet kurumlarına dönüştüğünü, tarihsel bir çerçeve ile açıklamaktır. Bu bağlamda yazı dizimizi Osmanlı İmparatorluğu dönemindem başlatmayı uygun bulduk, zira hem Türkiye’deki işçi sınıfı hareketleri bu dönemde başladığı, hem de Türkiye’deki hakim burjuva siyasi rejiminin kökenleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini yöneten İttihat ve Terakki Partisi’nde olduğu için hikayemiz pek çok açıdan burada başlamaktadır. Bunun yanısıra Osmanlı İmparatorluğu’ndaki işçi hareketinin, sendikaların ve sosyalist yapıların, tarihsel siyasi gelişimler göz önünde bulundurularak incelenmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezinde kapitalist olmayan bir üretim ilişkisinin hakim olduğu ve burjuva devrimini Kemalist milliyetçi hareketin gerçekleştirdiği efsanesinin saçmalığını ortaya koymak açısından da bir önem taşımaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Sanayileşme, Kapitalizm ve İlk İşçi Mücadeleleri
Osmanlı İmparatorluğu’nda burjuvazinin doğuşunun ve kapitalizmin Osmanlı topraklarında yayılmaya başlayışının temelinde, şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist Batı ile olan ilişkiler vardır. Yine şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist ilişkileri Osmanlı toplumuna ilk sokanlar, Batı ile ilişkileri daha yakın olan ve toplumun önemli bir kesimini oluşturan gayrimüslim kesimdir. Gayrimüslim burjuvazinin gelişimi özellikle başlangıçta Batı sermayesine, ticaretine ve himayesine doğrudan bağlı bir biçimde gerçekleşmiştir. Gayrimüslimler arasından çıkan kapitalizm öncesi dönemin tüccarları ve esnafları, bu kesimin ciddi bir parçası olmasalar da, işlerini büyüterek, zenginliklerin topraktan ve toprağın işlenişinden kaynaklandığı bir ortamda kapitalist sermaye birikimi gerçekleştirmeye başlayarak giderek artan bir önem kazandılar.[1]
Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, gayrimüslim burjuvazinin ortaya çıkan ve öncelikle gayrimüslim toplum içerisinde kendisini gösteren bu sosyal egemenlik durumu, bilinçsel ve ideolojik bakımdan da kendisini gösterdi. Gayrimüslim burjuvazi, köylere kadar uzanan okullar kurarak burada pozitif bilimler, ayrıca liberalizm ve milli ideolojiler gibi yeni burjuva fikirleri yaydı, köyden kente göç yoğunlaştıkça kentlerde oluşmuş olan fabrikalardaki iş gücünü oluşturacak işçi sınıfı meydana gelmeye başladı. Böylece şehirlerde sanayileşme ve kapitalist ilişkiler başlarken, hem kırsalda hem de şehirlerde ilk defa burjuva ideolojisi yayılmaya başlamış oluyordu. Fakat Osmanlı devleti, kendi düzenine ve dünya görüşüne tamamen aykırı gördüğü bu gelişmelerden hoşnut değildi ve bir hayli baskıcı bir yaklaşım benimsedi, bu baskı koşulları da gelişen burjuvazinin ideolojisinin özellikle milliyetçi yanını körükleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Gayrimüslim burjuvazinin belirli bölgelerde Rumlar gibi kimi kesimleri kendi burjuva devletlerini kurmayı başarırken, çoğunlukla Ermeniler gibi farklı kesimleri, Rumların aksine nüfusta çok yoğun oldukları özel bir bölge olmadığı için, bütün önemlerine rağmen bunu başaramadılar. Bu bağlamda gayrimüslimlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sanayi burjuvazisi olma önemi devam etti. Ayrıca bu yükselen gücün siyasi etkisi de Osmanlı İmparatorluğu siyasetine etki etmeye başladı. Hem gayrimüslim burjuvazi, hem de onu destekleyen Batı kapitalizmi, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki baskılar karşısında çeşitli reformlar yapılmasını istemekteydiler.[2]
Fakat bu güçlerin, şaşırtıcı bir biçimde benzer isteklere sahip, beklenmeyen bir ‘müttefiki’ daha vardı. Bu müttefik ise Osmanlı devlet bürokrasisi idi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son birkaç yüzyılda, diğer devletlerle rekabet etmedeki başarısızlığı sonucunda, devlet bürokrasisi içerisinde Batı ülkeleriyle rekabet edebilmek için yalnızca gelişmiş silahlar değil, ayrıca teknoloji, burjuva idari yöntemleri, sanayi ve bilime gerek olduğu yönünde düşünceler filizlenmeye başlamıştı. Bu bağlamda tarihsel olarak bir hayli ilginç bir biçimde, eski rejimi sembolize eden devletin tabanı mevcut koşullar dahilinde radikalleşmeye ve eski rejime karşı toplumun kapitalistleşmesini, ve hatta modern burjuva demokratik devlet modeline geçilmesini savunmaya başladı. Bu durum da Osmanlı devleti içerisinde de kapitalist ilişkilerin, nüveler halinde olsa da ortaya çıkmaya başlamasına da bir bakıma yol açıyordu.[3] Bu genel durumun ciddiyetini gösteren etkileri Yunanistan’ın kurulması (1929) ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin mevcut iç ve dış dinamikler doğrultusunda ilk tarihsel öneme sahip taviz sayılabilecek Tanzimat Fermanı (1939) ile ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar Osmanlı toplumunda kapitalist ilişkilerin, temelde iki koldan (gayrimüslim sermaye ve devlet bürokrasisi) hızla ilerlemekte olduğunu göstermekteydi. Ayrıca 1830’lardan itibaren Müslüman kesimde de özel sanayi zanaatin yerini almaya başlamıştı.[4]
Kaçınılmaz olarak, toplumda ortaya çıkan kapitalist ilişkiler kısa süre içerisinde proleterleşmiş binlerce kişinin ortaya koyacağı sınıfsal mücadeleleri de beraberinde getirdi. 1800’lerden itibaren ortaya çıkmakta olan fabrikalarda protestoların yanı sıra yüksek olan vergilere karşı da İmparatorluğun çeşitli yörelerinde protestolar gerçekleştirildi. Fakat işçi hareketinin Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk yaygın biçimi, ilk fabrikalarda yapılmaya başlayan makineleri kırmak gibi sabotaj yöntemleriydi, bu tür eylemler, grevler 20. yüzyıla yaklaşırken yaygınlaşmaya başladıkça, ona kıyasla daha etkisiz oldukları için terkedildiler, fakat o zamana kadar devam ettiler. Hükümetin bu tür eylemlere karşı tavrı ise bir hayli baskıcı idi. Osmanlı Devleti’nde şu ana kadar araştırmalar sonucunda saptanmış ilk grev 1863’te Ereğli kömür madenlerinde örgütlendi. Fakat grevler mevcut kayıtlara göre 1870’lerin başında yaygınlaşmaya başladılar. 1872’de tersanede çalışmak için getirilmiş İngiliz işçilerin bir günlük grev yapmasının ardından, Şubat ayında Beyoğlu telgrafhanesi işçileri greve çıktılar. Nisan ayında ise Haydarpaşa-İzmit demiryolunda işçiler greve çıktılar. Bu dönemde sanayi artık iyice gelişmmekteydi, ve bu gelişim için İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerden pek çok uzman ve işçi getirtilmişti. Özellikle Haydarpaşa-İzmit demiryolu grevinde, bu işkolunda çalışan bütün işçiler birlikte harekete geçtiler. Bu durum, mücadele deneyimi daha az olan yerli işçilerin, Avrupa’dan gelmiş işçilerle iyi ilişkiler kurmasını, görüş alışverişi yapmasını ve Avrupa işçi sınıfının deneyimleri ve tecrübelerine dair birinci elden bilgi edinebilmesini mümkün kıldı. O dönemde işçilerin çeşitli mahallelerde birlikte oturmaları ve nüfusun çok yoğun olmaması da, bu deneyim ve kazanımların mahalleden mahalleye, kahveden kahveye yayılmasına olanak tanımış oldu. Ocak 1873’te yüzlerce yerli Hristiyan ve Müslüman Kasımpaşa tershane işçileri, birlikte bir hafta grev yaptılar. 1875’te bu defa bini aşkın yerli ve yabancı işçi yine birlikte, korkunç sömürü koşullarına karşı greve gittiler.[5] Bütün bu tecrübelerle birlikte, daha önce ortaya çıkmamış olan işçi sınıfının ilk örgütlenmeleri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayacaktı artık.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki İşçi Örgütlenmelerinin Ortaya Çıkışı ve Siyasi Durum
1876 Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbinde önemli işçi eylemlerinin gerçekleştiği bir sene oldu. Bu işçi eylemleri de, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi sayılacak yerlerde ilk işçi örgütlenmelerinin, grev komiteleri biçiminde ortaya çıkışını gördü. [6]
Tabii ki gayrimuslim işçiler aslında daha önce özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da bulunan topraklarında çeşitli örgütlenmeler ortaya çıkartmışlardı, fakat bu yapılar genelde etnik bazda yapılmaktaydı.[7] 1880’li yıllarda işçiler Batı’daki işçi hareketinin deneyimlerinden esinlenerek çeşitli sendikal yapılar veya yardım sandıkları oluşturmaya çalışsılar da bu çabalar Abdülhamit tarafından bastırıldı.[8] Grevler de, 1886’ya kadar azalarak devam etmekle birlikte, bu tarihin ardından Sultan II. Abdulhamit’in 1878’den itibaren iyice belirginleşmiş baskılarının bir sonucu olarak artık büyük ölçüde yapılmaz oldu. Bu durgunluk dönemi tam yirmi dört yıl sürecek olsa da 1902’den sonra Osmanlı işçi sınıfı tekrar büyük bir mücadele dalgası ortaya koyacaktı.[9]
Fakat bu baskı dönemi, kitlesel işçi eylemlerini bir nevi sekteye uğratmış olsa da, 1872 ile 1886 arasındaki işçi mücadelelerinin deneyimlerine sahip olan bir kesimin, Abdulhamit baskısı altında bu deneyimleri radikalleşerek içselleştirmelerine de sahne oldu. 1894 veya 1895’te, İstanbul Tophane savaş sanayisi fabrikaları işçileri tarafından Amele-i Osmanlı Cemiyeti (Osmanlı İşçi Topluluğu) isimli bir örgüt kuruldu. Bu örgüt gizli bir örgüttü ve hem işçileri örgütlemeyi hedeflerken aynı zamanda onları Abdulhamit’e karşı ayaklanmaya teşvik etmeye çalışıyordu. Bu örgütlenmenin liderleri bir yıllık bir faaliyetin ardından ciddi bir tehdit olarak algılanarak tutuklandılar, yapılanma dağıtıldı. Örgütün kurucuları 1901-2’de İstanbul’a geri dönerek örgütü yeniden canlandırmaya çalıştılar. Bu çabalar büyük bir ilgiyle karşılaşmış ve örgütün yeniden yapılanması amacıyla pek çok tartışma toplantısı düzenlenmiş olsa da, devlet baskıları örgüt kurucularını tekrar mahpus ederken örgütü yeniden çökertti. [10] Amele-i Osmanlı Cemiyeti, çeşitli kaynaklara göre Paris Komünü’nünden ciddi bir biçimde etkilenmişti ve Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’sundaki fikirleri yaymak amacındaydı.[11] Bu radikal, yarı-siyasi yarı-sendikal gelenek pek çok açıdan hem Osmanlı İmparatorluğu’nun en son döneminde ortaya çıkacak olan işçi örgütlerinden, hem de Kemalist harekete karşı çıkacak olan işçilerin örgütleniş biçimine kadar işçi hareketine damgasını vuracaktı. Yine 1894’te, Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp ve Romanya’lı sosyalistler de benzer bir niteliğe sahip bir yapılanma kurmak amacı ile – fakat Fransa’da sürgündeyken – “Balkan Konfederasyonu Ligası” adlı bir örgüt kurdular.[12] Bu yapılanmanın ardılları, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki işçi hareketinde çok önemli bir rol oynayacaklardı.
Abdülhamit döneminin baskısı hiç şüphesiz mücadele eden işçi sınıfına olduğu kadar, sosyal alanda artık tamamen ilişkilerini egemen kılmış olan devletteki bürokratik burjuvazi ile gayrimüslim burjuvazinin, hükümet yönetimindeki çürümüş sultanlık rejiminden yediği ciddi siyasi darbelerdi. Baskılar devlet kademeleri içerisinde, özellikle ordu içerisindeki bürokratik devlet burjuvazisinin çıkarlarını ifade eden, ve daha önce aynı kesimin Birinci Meşrutiyet ile mücadelesinin bayrağı olan Yeni Osmanlılar’ın ardılı olan İttihat ve Terakki Fırkasını ve ayrıca radikal milliyetçi gayrimüslim siyasi hareketleri de güçlendirmişti. Aynı zamanda İttihat ve Terakki partisinden kopmuş olan ve zayıf müslüman Osmanlı özel sermayesinin çıkarlarını ve siyasetini temsil ettiği söylenebilecek olan Adem-i Merkeziyetçiler (“Merkeziyetçilik Karşıtları”, liberaller) daha az miktarda olsa da güçlenmişti. Osmanlı devletinin tepesindeki ufak hakim monarşiye karşı çıkarları o an için ortak olan bu kesimlerin ittifakı 1907’de düzenlenen II. Jön Türk Kongresine İttihat ve Terakki Fırkası, Adem-i Merkeziyetçiler ve radikal milliyetçi Ermeni Taşnaksutyun Partisi’nin bir araya gelmesiyle gözler önüne serildi.[13] Bu birliktelik büyük olaylara gebeydi.
1908, Kapitalizmin Çöküş Dönemi Arifesinde İşçi Hareketi ve Sosyalizm
Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908’de gerçekleşen olaylar, hem bir dönemin sonunu, hem de 1908-1913 arasında gerçekleşecek olan, ve galibinin eskiden Osmanlı İmparatorluğu’nun bulunduğu topraklarda günümüze dek hüküm sürmesiyle sonuçlanacak olan bir kapışmanın başlangıcını simgeliyorlardı. 1908 olayının yönlendirenlerin temsil ettiği üretim ilişkisi, aslında Osmanlı toplumunda sosyal bazda egemendi, fakat devlet iktidarı başka, eski bir sınıfın elindeydi ve bu sınıf sosyal egemenliğini kaybetmiş olmak karşısında elinde kalmış son kaleyi, yani devlet iktidarını da kaybetmemek için baskıcı yöntemlere başvurmuş, bu da uzun vadede istenilenin tam tersi bir etki yaratarak Osmanlı burjuvazisinin neredeyse tamamı için birleşerek devletin tepesinde bulunan bu geleneksel sınıfı etkisiz hale getirmeyi zorunlu kılmıştı.[14]
Aslında 1908’e giden bir süreçti. İşçi sınıfı, Abdülhamit dönemi baskılarına rağmen 1902’de tekrar sınıfsal mücadelelerine başlamıştı. 1908’e kadar, özellikle 1904-1906 arasında, başta Selanik ve İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında bulunan Kavala, Manastır, Vodenli, Üsküp gibi şehirlerde binlerce işçinin katıldığı grevler gerçekleşti. Bu grev dalgasının Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki topraklarında gerçekleşmiş olması da pek şaşırtıcı bir durum değildi, zira burası bürokratik burjuvazinin İttihatçı hareketinin de gayrimüslim sermayenin ve örgütlerinin de güçlü olduğu, sanayileşmiş bir yerdi ve pek çok açıdan İmparatorluğun en gelişmiş kesimiydi. Bu grevler dalgası anlık bir patlama olmaktan ziyade otuz yıldır devam eden baskıcı Abdülhamit yönetimine, ağır ve zorlu ekonomik koşullara ve tarımsal üretimdeki sıkıntılara ve kıtlıklara karşı işçi sınıfının hoşnutsuzluğunun, çeşitli makamlara yapılan çaresiz başvuruların sonuç vermemasinin bir ifadesiydi.[15] Grevlerin gerçekleşmesine neden olan en temel mesele, ekonomik sıkıntılardan dolayı hem devletin hem de özel işletmelerin işçilerin maaşlarını ödeyememeleriydi. Bu grevlerin ilginç fakat aslında şaşırtıcı olmayan yanı ise çoğunlukla gayrimüslümlerin elinde bulunan özel işletmelerde oldukları kadar, kamu sektöründe de gerçekleştirilmeleriydi.[16] Kamu emekçilerinin greve gitmekte olması Osmanlı devlet yapısının sınıfsal niteliğini net bir biçimde ortaya koyuyordu. Bu dönemde işçi mücadelelerinin yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki şehirlerinde işçi örgütleri ortaya çıkıp güçlenmeye başlamıştı.[17]
Bununla birlikte 1908 olayı işçi sınıfının mücadelesine inanılmaz bir etki yaptı, ve işçi sınıfının büyük bir kesiminin uzun yıllarca Abdülhamit rejimi altında yaşamaktan dolayı birikmiş olan hoşnutsuzluğu adeta patladı. 1908 Temmuz’undan itibaren, Selanik’ten İstanbul’a, İzmir’den Beyrut’a, Aydın’dan Bağdat’a, Kavala’dan Şam’a, onlarca şehirde yüzden fazla grev gerçekleşti. Aralık’a kadar devam eden bu olaylarda Osmanlı koşulları da göz önünde bulundurulmalı. Devasa grev dalgasına sadece Temmuz ile Ekim arasında yüz bine yakın, belki de yüz bini aşkın sayıda işçi katıldı.[18] Troçki, 1908 olaylarında işçi sınıfına dair şöyle yazacaktı:
“Türk endüstrisi söylediğimiz gibi çok zayıf. Sultan rejimi yalnızca ülkenin ekonomik kuruluşlarını aşındırmakla kalmadı, proletaryanın gelişmesi korkusuyla fabrikaların yapılmasına da bile bile engel oldu. Ama aynı zamanda, rejimi bu tehlikeye karşı tamamen korumanın olanaksız olduğu da ortaya çıktı. Türk devriminin ilk haftalarına, fırınlarda, matbaalarda, tekstilde, toplu taşımacılıkta, tütün imalatında çalışanların, demiryolu ve liman işçilerinin grevleri damgasını vurdu.
Avusturyalı marşandizlerin boykotu için, Türkiye’nin henüz çok genç olan ve bu kampanyada kararlı bir rol üstlenen proletaryası (özellikle liman işçilerini) esin kaynağı olacak ve onları harekete geçirecekti. Peki, yeni rejim işçi sınıfının politik uyanışını nasıl karşıladı? Grevleri zor kullanarak engellemeyi öngören bir yasayla. “Jöntürkler”in programında, çalışanların lehine alınacak önlemlere ilişkin tek bir sözcük yer almadı. Ama Türk proletaryasını bir “quantité négligeable” (“önemsiz nicelik”, orijinal metinde Fransızca) olarak değerlendirmek, ciddi sürprizlerle karşılaşma riskine girmek anlamına geliyor. Bir sınıfın önemi hiçbir zaman yalnızca sayısıyla değerlendirilmez. Günümüzde proletaryanın gücü, sayıca çok az da olsa, ülkenin yoğunlaşmış üreteci gücünü ve en önemli iletişim araçlarının denetimini ellerinde tutması olgusundadır.
“Jön Türkler” Partisi, bu basit kapitalist ekonomi politik olgunun karşısında, gerçekliğe sertçe çarpacaktır.”[19]
Gerçekten de bu denli güçlü bir mücadelenin ciddi etkileri olmayacağını düşünmek mantıklı olmazdı. Hem burjuvazinin önemleri açısından, hem de işçi sınıfı güçlerinin çıkarttığı dersler açısından 1908 olaylarının ardından gerçekleşen grev dalgasının çok ciddi etkileri oldu. Herşeyden önce bu grev dalgası işçilerin 1908 olayının başında gelen İttihat ve Terakki Fırkasına ve bu olayların farklı temel siyasi aktörlerine duydukları güvenin sarsılmasına neden oldu. Gerçekleşen grev dalgası, hem yerli hem de yabancı sermaye çevrelerinde ciddi bir şaşkınlık, huzursuzluk ve korku yaratmıştı, hele grevlere müslüman kesimden sayılan işçilerin de gayrimüslim işçiler kadar kitlesel bir biçimde katılmış olması daha da korkutucuydu. Burjuvazinin bütün kesimleri, hem İttihat ve Terakki partisinin ifade ettiği devlet sermayesi ve yeni yeni oluşan bodur müslüman kesimden sermaye, hem gayrimüslim sermayesi, hem de yabancı sermaye, işçi sınıfına karşı önlemler alınması gerektiği konusunda birleşiyorlardı. Öncelikle bütün bu kesimler ortaklaşarak Tatil-i Eşgal Kanun-u Mavakkati adlı kanunu çıkartarak grev ve sendikaları yasakladılar. Ayrıca işçi sınıfı içerisinde yayılmaya başlamış olan sosyalizm düşüncesine karşı da ideolojik mücadele şiddetlendi. Daha sonra Türkiye’de sınıfların olmadığını iddia edecek olan Kemalist propagandanın ardılı olacak bir biçimde, burjuvazi Osmanlı’daki işçiler arasında sosyalizmin yayılamayacağını, yayılmaması gerektiğini söyleyerek, Avrupa’dan farklı koşulları olduğunu iddia etti.[20]
1908 olaylarının işçi hareketi için bir diğer önemli etkisi de işçi hareketinin hem bu deneyimleri hem de geçmiş deneyimleri içselleştirmesi, ve bu bağlamda işçiler arasında mücadelenin siyasal niteliğinin, yani sosyalist fikirlerin güçlenmesi, sosyalistlerin fikirlerinin de netleşmesiydi. Aslında hem İkinci Enternasyonal hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda etkin olan Avram Benayora gibi çeşitli sosyalistler ilkin 1908 olaylarını desteklerken, 1908’i inceleyen Troçki ve Rakovsky gibi sol sosyalistler, İkinci Enternasyonal’den ve Benayora gibi sosyalistlerden daha temkinli yaklaşmalarına rağmen, olayları tereddütsüzce bir devrim olarak nitelendirmişti. Troçki ve Rakovsky’den çok daha temkinli yaklaşan Lenin bile, 1908 olaylarının 19. yüzyıldaki burjuva devrimlerinden niteliksel bir farkı olduğunu ortaya koymasına, çok kısa bir süre içerisinde grevcilerin, olayların temel siyasi mimarlarıyla karşı karşıya gelişlerinden haberdar olduğu için olayların 19. yüzyıldaki devrimlerin aksine bir “halk ayaklanması” niteliğine sahip olduğunu vurgulmasına rağmen, yine de olayların, gerçekleştikten iki hafta sonra söylediği üzere “yarım kalmış” bir devrim olduğunu söyler.
Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu
Fakat özellikle Osmanlı’daki sosyalist hareket kısa süre içerisinde, işçilerin tecrübesinin etkisiyle gerekli dersleri çıkartır. 1909’de Selanik’te biri çoğu Bulgar diğeri çoğu Yahudi işçilerce oluşturulmuş iki tane sosyalist grubun birleşmesiyle, Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu oluşturuldu. Selanik merkezli örgüt, Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’nden esinlenmiş bir biçimde, federatif bir örgütlenme benimsemişti ve Selanik’teki dört etnik grubu temsilen Yahudi, Bulgar, Rum ve Türk şubeleri vardı.
Federatif yapıya dair bütün kafa karışıklarına rağmen bu örgüt Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı etnik kökenlerden işçilerin bir arada bulunduğu ilk örgüttü ve ayrıca enternasyonalist bir örgüttü. Örgüt dört dilde, Ladino, Bulgarca, Yunanca ve Türkçe yayın yapıyordu fakat en etkin yayını Osmanlı Yahudilerinin dili olan Ladino dilindeki Solidaridad Obradera (İşçi Dayanışması) idi. Bu örgütün liderlerinden Avram Benayora, monarşinin son çırpınışı sayılabilecek 31 Mart Ayaklanmasına karşı gönderilen 1909’daki Hareket Ordusu’na bile katılmıştı fakat sosyalist-karşıtı yasalar ve Benayora dahil önemli kişilerin hapsedilmesi örgütü kısa süre içerisinde radikal bir noktaya çekti.[21] Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu hem enternasyonalist sosyalist bir siyasi örgüttü, hem de içerisinde farklı etnik kökenlerden işçileri birleştiren pek çok sendika vardı, geniş işçi kesimlerinin bir parçası olduğu kitlesel ve güçlü bir örgüttü. Bu bağlamda Amele-i Osmanlı Cemiyeti’ne benzer bir nitelik taşıyordu, fakat çok daha etkin ve geniş bir yapılanmaydı. Bu örgütlenme Osmanlı seçimlerinde Meclis-i Mebusan’a sosyalist delegeler göndermeyi bile başarmıştı ki bu delegelerin parlementer faaliyetleri temelde işçiler ve sosyalistler üzerindeki baskıcı uygulamalara ve yasalara karşı çıkmak çerçevesindeydi. Benyora’ya göre, Selanik ve İstanbul merkezli olmasına rağmen İzmir, Zonguldak, Manastır gibi şehirlerde de örgütlü olan Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’nun 1910’a gelindiğinde bütün Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde 125.000 ile 150.000 arası üyesi vardı.[22] Hem kitlesel niteliği, hem de siyasal niteliği göz önünde bulundursa Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu bir devrimci sendika idi, ki daha önce daha ufak bir biçimde geliyorum demiş olan bu gelenek 1917 sonrasında devrimci dalganın Türkiye’de, işçi sınıfının Kemalizme karşı mücadelesinde Kızıl Sendikalar’ın ortaya çıkışında da izlerini sürdürecekti.
Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu kadar büyük bir önem taşımasa da İstanbul siyasi çevrelerinde aldığı tutumlarla dikkat çeken Osmanlı Sosyalist Fırkasına da değinmek gereklidir. Eylül 1910’da İstanbul’da kurulan ve İştirak gazetesini çıkartan Osmanlı Sosyalist Fırkası, hiçbir zaman Sosyalist İşçi Federasyonu’nunkine yakın bir güce ulaşmamasına, ve oportünizme ve reformizme Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’ndan çok daha yakın olmasına rağmen ilk yıllarında hem İttihat ve Terakki’ye, hem de onlara karşı çıkan Hürriyet ve İtilaf Fırkası benzeri burjuva kesimlerine de “metelik vermeden”, “gözünü budaktan sakınmayan” bir muhalefet yürütmüştü. Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın yayınları bu cesurca muhalefet yüzünden defalarca kapandı ve birkaç yıl içerisinde parti dağıldı. Fakat bu örgütün en önemli lideri olan Hüseyin Hilmi, savaş sonrasında gönderildiği sürgünden dönüp Osmanlı Sosyalist Fırkası’ndan çok daha etkin olacak, fakat etkisi Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın aksine zararlı olacak olan, artık karşı-devrimci olduğu gün gibi ortada olan İkinci Enternasyonal çizgisindeki Türkiye Sosyalist Fırkası’nı kuracaktı. [23]
Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu sonraki yıllarda örgütlenmesine devam etti, bu yapılanma çevresinde pek çok sosyalist klüp, dernek vb. de kuruldu. Bu örgüt aynı zamanda Balkan sosyalist hareketi ile yakın ilişkiler içerisindeydi ve Balkan Sosyal Demokrat Kongrelerinde yer aldı. 1912’de patlak veren Balkan savaşında bölgedeki bütün sosyalistler enternasyonalist bir tutum takındı. İtalyan komünist solunun liderlerinden olacak olan, şu anda ise İtalyan Sosyalist Partisi’nin enternasyonalist sol kanadının ateşli liderlerinden olan Amadeo Bordiga, şöyle yazacaktı bu savaşa dair: “Savaşa karşı çıkan Bulgar ve Sırp yoldaşların kahramanca tavrını alkışlıyoruz ... Sosyalizm fetih savaşları ile bağımsızlık savaşları arasında niteliksel bir ayrım yapmadan bütün savaşlara karşı çıkmalıdır ... Hırslı düşleri uğruna bunca gencin katledilmesine yol açanları daha büyük bir medeniyet adına lanetliyoruz! Suç ne kadar vahşi olursa olsun, burjuvazinin hadımağaları onun kahramanlığını ve geleneğini yücelteceklerdir!” yazıyordu.[24] Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’nun enternasyonalist geleneği, bu örgütten gelenlerin 1914’te başlayan emperyalist savaşa karşı çıkışıyla kendisini gösterdi.
Siyasi gelişmeler Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’nu parçalarken, özellikle bu örgütün Balkanlar’daki bileşenleri, sendikal niteliklerini bir ölçüde kaybederek farklı unsurlarla Balkan Sosyal Demokrat İşçi Federasyonu’nu oluşturarak “kahrolsun savaş, yaşasın enternasyonalist sosyalizm” gibi sloganlar öne attılar[25]. Daha sonra bu örgüt Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya gibi Balkan ülkelerindeki Komünist Parti’lerin temelini oluşturmaya gidecekti. İstanbul’da bu örgütten kalanlar ise Beynelmilel İşçiler İttihadı (Enternasyonal İşçiler Birliği) adlı örgütü oluşturacak ve bu örgüt aracılığıyla uluslararası devrimci dalga sırasında Kızıl Sendikaların, dolayısıyla da Türkiye Komünist Partisi’nin çok önemli bir unsuru olacaklardı.
Yazı dizimizin bir sonraki yazısında devrimci dalga dönemindeki işçi hareketini ve Kızıl Sendikaları ele alacağız.
[1] “Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1783
[2] “Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1784
[3] “Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1785
[4] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1796
[5] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1797, 1798, 1800
[6] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1802, 1804
[7] Aytekin, E. Atilla. “The Ottoman-Turkish Labour Movement and International Solidarity: A Hundred Years Ago, A Hundred Years Later”. Middle East Technical University, Ankara, Binghamton University, SUNY, Binghamton, NY. 2002. s. 4
[8] Küpeli, Yusuf. “Türkiye proletaryasının tarih sahnesine çıkışı, Mütareke yıllarına dek örgütlenme ve mücadele deneyimleri, İştirakçi Hilmi, Mustafa Suphi, İttehat ve Terakki ve diğerleri üzerine kısa notlar”. https://www.sinbad.nu/tcprolet.htm
[9] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1813
[10] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1816
[11] Küpeli, Yusuf. “Türkiye proletaryasının tarih sahnesine çıkışı, Mütareke yıllarına dek örgütlenme ve mücadele deneyimleri, İştirakçi Hilmi, Mustafa Suphi, İttehat ve Terakki ve diğerleri üzerine kısa notlar”. https://www.sinbad.nu/tcprolet.htm
[13] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1820
[14] Bir hayli önemli bir konu olmasına rağmen, konudan sapmamak için 1908 olayının niteliğinin incelenmesinin detaylarına burada girmemeyi uygun buluyoruz.
[15] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1813
[16] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1814
[17] “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1814
[18] “Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1836
[19] Troçki, Leon. “Yeni Türkiye (1908 Devriminin Ardından)”. Kievskaya Mysl, sayı 3, 3 Ocak 1909. https://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=19001
[20] “Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1837
[21] “Avraam Benayora”. Wikipedia. 17:33. 26 Şubat 2008. https://en.wikipedia.org/wiki/Avraam_Benaroya
[22] “Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1837
[23] “Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1841
[24] Bordiga, Amadeo. “The Balkan War”. L’Avanguardia 1.12.1912 https://www.sinistra.net/lib/upt/comlef/cote/cotesdadae.html