DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
“Avam tabakası yağmur için, sağlıklı çocuklar için ve hiç bitmeyecek bir yaz mevsimi için dua ederler. Büyük lordlar taht oyunlarını oynayıp oynamadıkları, rahat bırakıldıkları takdirde onlar için fark etmez. Ve hiçbir zaman rahat bırakılmazlar.”
"Başrahip bir keresinde bana günah işledikçe acı çektiğimizi söylemişti... Öyleyse Lord Eddard, söyleyin bana... Neden siz büyük lordlar taht oyunlarınızı oynadığınız zaman en fazla acı çeken masum insanlar oluyor?"
Fantastik edebiyat ve bilim kurgu edebiyatı, uzun yıllardır siyasi çevrelerce, çok da haksız olmayan nedenlerle bir kaçış edebiyatı olma yaftasına maruz kaldı. Şüphesiz, insanın ancak düşlerinde görebildiklerini bir gerçeklik olarak betimleyen bu iki edebiyat türünün de, sırf bu yönleriyle dahi böylesi bir yaftaya en azından açık kapı bıraktığını söylemek mümkün olacaktır. Dahası, bilim kurgu edebiyatına, farklı, hatta komünist gelecek tasfirlerini mümkün kılmasından dolayı, yine çok ciddiye alınmasa da, Rus Bolşevik Alexander Bogdanov ve İngiliz sosyalist William Morris gibi devrimcilerin bu tür popüler olmadan çok önce bilim kurgu yazmış olmalarından dolayı sempatiyle bakılagelmişti. Buna karşı Orta Çağ temalarıyla fantastik edebiyat ise, yine haksız olmayan nedenlerle, en iyi ihtimalle feodal döneme bir matem niteliği taşıyan muhafazakar, en kötü ihtimalle ise, dünyayı beyaz, güzel, asil ve soylu iyiler ile kara, çirkin, soysuz avamlar arasında haklı bir savaş olarak yansıtan açıktan açığa gerici, hatta karşı-devrimci bir edebiyat türü olarak görülmüştü. Her ne kadar fantastik edebiyatın gerçek kökenleri olan halk efsanelerine ve mitolojik destanlara böylesi bir bakış geliştirmek haksızlık olacaksa da, Yüzüklerin Efendisi ile başlayan ve onun birkaç istisna hariç gittikçe daha da sığ ve yüzeysel bir surete bürünen takipçilerinin oluşturduğu modern fantastik edebiyat geleneği için böylesi bir değerlendirmenin gerçeğin pek de uzağına düşmediğini düşündüğümüzü belirtmemiz gerekir. Öte yandan Amerikalı yazar George R. R. Martin'in Buz ve Ateşin Şarkısı adını verdiği, herbiri yüzlerce sayfalık kitaplardan oluşan serisinin ilk kitabı Taht Oyunları'nın, başka bir fantastik edebiyatın mümkün olduğunu gösterdiğini söylememiz, çok abartılı olmayacaktır.
Öncelikle yazar George R. R. Martin'den birkaç cümleyle de olsa bahsetmekte fayda görüyoruz. İlkin, şunu belirtmek gerekir ki George R. R. Martin'in, bilim kurgu ve fantastik edebiyat türünde yazan Ursula K. Le Guin gibi nadir devrimci yazar gibi siyasi bir kaygısı olmadığını belirtmek gerekiyor. Her ne kadar işçi sınıfından bir aileden geldiğini, gençliğinde Vietnam savaşı karşıtı harekete katıldığını ve bugün de ABD'nin Irak ve Afganistan'daki savaşlarına karşı olduğunu açıkça ifade etse de, yazarın temel kaygısı, kendi ifadesiyle "hikayesini anlatabilmek". Peki George R. R. Martin'in hikayesini, fantastik edebiyatın kitapçıları dolduran sayısız örneğinden ayıran ve ona dünya çapında bu edebiyat türünün dar takipçilerinin çok daha geniş bir okuyucu kitlesi kazandıran nedir? Şüphesiz yazarın yaratıcılığını, dilinin akıcılığını ve karakterlerinin derinliğini göz ardı etmek mümkün değil. Öte yandan, Taht Oyunları'nı mensubu sayıldığı türün diğer örneklerinden ayıran en temel unsurun, gerçekçiliği olduğu kanısındayız. Şöyle ki, Taht Oyunları'nda pek çok fantastik edebiyat ürününde bulduğumuz gereğinden fazla uzatılmış bir masal havasını bulmuyoruz. Karşımızda "yaşasın kötülük" naraları atan çirkin, kapkara yaratıkları katleden iyi yürekli şovelyeler, beyaz atlı prensler, yakışıklı kahramanlar ve bu sığ çatışma çerçevesinde yüceltilmiş bir Avrupa feodalizmi kopyası yok. Taht Oyunları da feodal bir dünya tasarımından yola çıkıyor, fakat Martin'in kurguladığı dünya, en az yaşadığımız dünya kadar acımasız. Taht Oyunları'nda karşımıza çıkan feodalizm ise, bizim bildiğimiz feodalizmden aşağı kalmayacak vahşilikte bir düzen.
Taht Oyunları'nın işlediği temel konu, isminden de anlaşılabileceği üzere iktidar mücadelesi. Yazar, hikayesini farklı karakterlerin bakış açıları üzerinden anlatıyor, böylelikle de bu iktidar savaşında esasında iyilerin ve kötülerin olmadığını başarılı bir biçimde gösterebiliyor. Martin'in kurguladığı dünyada daha ziyade kazananları ve kaybedenleri, ezenleri ve ezilenleri, yönetenleri ve yönetilenleri, ve kurbanları, en fazla da herşeyden ziyade koşulların kurbanlarını buluyoruz. Soylu lordlar taht oyunlarını oynuyorlar, asil şovalyeler birbirlerine karşı kılıç oynatıyorlar, kazananlar yönetiyor kaybedenler ölüyor veya kaçıyor, fakat ne olursa olsun bu savaşlarda en büyük acıları hep sıradan insanlar, emekçiler ve köylüler çekiyor. Her ne kadar Martin'in temel karakterlerinin arasında ezilmiş, hor görülmüş, itilip kakılmış pek çok kişi olsa da, alt sınıflar hikayenin merkezinde değil. Bununla birlikte, serinin sonraki kitaplarında işlenen yan temalardan bir tanesi, savaş yüzünden herşeylerinden olmuş köylülerin ve fukaranın canlarını korumak için "Bayraksız Kardeşlik" ismi altında silahlanması oluyor.
George R. R. Martin'in fantastik evreninde büyüsel unsurlar mevcut, fakat hikayenin olabildiğince çeperinde, asgari düzeydeler. İşlenişleri biçimiyle, bir açıdan Gabriel Garcia Marquez veya Latife Tekin gibi yazarların eserlerinde görülen büyüsel gerçekçiliğe benzeştiklerini söyleyebiliriz. Hikayenin geri kalan unsurlarıyla birleşince bu durum Taht Oyunları'nı modern fantastik edebiyatın büyük ölçüde mahkum olduğu kaçış edebiyatı kategorisinden bir noktaya kadar çıkartmayı mümkün kılıyor. Martin'in eseri temel alınarak yapılan dizinin, gerçek olmayan bir diyarda gerçekleşmesine rağmen, izleyici tarihi bir dönemi anlatma iddiasındaki pek çok diziden daha gerçekçi gelmesi de bu noktaya işaret ediyor.
Taht Oyunları bir başyapıt olarak nitelendirilebilir mi, buna karar vermek önümüzdeki nesillerin işi. Biz böylesi bir nitelendirmenin doğru olmayacağını, fazla abartılı olacağını düşünüyoruz. Bununla birlikte, George R. R. Martin'in modern fantastik edebiyatın geleneksel kalıplarını kırarak bir kaçış edebiyatı olmaktan çıkan eserini, günümüzün önemli ve başarılı edebiyat eserleri arasında konumlandırmakta bir sakınca görmüyoruz, ve bu kitabu okurlarımıza öneriyoruz.
Pardayan