DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
Giriş
“Bizim kesin bir biçimde cevap vermemiz gereken soru şudur: kapitalizmi nasıl yıkarız, bu sonuca doğru nasıl hareket edebiliriz ki bütün süreç boyunca proletarya kontrolü elden bırakmasın?”
(Komünist Enternasyonal 3. Kongresi’nde Alman Komünist İşçi Partisi Sunumu, 1921)
İşçi hareketinin örgütlenmesi sorunu, hareketin tarihi boyunca, yazılar, tartışmalar ve ayrışmalar tetiklemiştir. Örneğin, Birinci Enternasyonal içerisindeki tartışmaları, Lenin, Luxemburg ve Troçki arasındaki polemikleri ve bu konu üzerine İtalyan ve Alman sol komünist hareketinin yazılarını anımsayabiliriz. Devrimcilerin, kendi örgütsel yöntemlerini, işçi sınıfı içerisindeki görevlerini ve müdahalelerinin doğasını netleştirmek zorunda oluşları doğaldır. İşçi sınıfı şu mühim soru ile karşı karşıyadır: işçi sınıfının kapitalist sistemi anlayışı nasıl geliştirilebilir? Kapitalizm ile son yüzleşmesine nasıl hazırlanacaktır?
Proletarya, işçi sınıfı hareketinin doğuşundan bu yana, onun sendikal örgütlenmelerinin yaratılmasına paralel olarak, devrimci bilinç silahını kuşanmayı gerekli görmüştür. Bunun için, kitle örgütleri kendi başına yetersizdir. İşçi sınıfının özgürleşmesi, devrimcilerin örgütüne; yani siyasi partiye eşit derecede bağlıdır.
İşçi sınıfı hareketinin nihai hedef anlayışını derinleştirmek ve kapitalizmin yokedilişini sağlamak için proletarya basitçe acil çıkarlarının savunusu etrafında örgütlenemez. Aşağıdaki sorunları pratikte çözebilmelidir:
Sınıfın gündelik mücadelelerinden siyasi bir taaruz nasıl gelişebilir?
Ekonomik istemlerin ötesine geçme ve mevcut toplumu devirme gerekliliği anlayışı, işçi sınıfı içerisinde nasıl gelişebilir?
İşçi sınıfı, burjuva ideolojisinin egemenliğine karşı nasıl mücadele eder?
Bugün, kalıcı reformların artık mümkün olmadığı “toplumsal devrimler çağı”nda, bu sorulara cevap verebilmek daha da önemlidir. Kapitalizmin geri çevrilemez çöküşünün kanıtlandığı 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden önce dahi, bu soruna işçi sınıfı hareketi içerisinde bir çözüm geliştirilmişti. İşçi konseyleri, iktidarı fethetmek için işçi sınıfı tarafından yaratılmış örgütlenme biçimiydi; devrimci azınlıklara devrimci süreci hızlandırma görevi verilmişti. Yirmilerin devrimci dalgasının yenilgisinden sonra bile, en sağlıklı devrimci unsurlar, karşı-devrim saldırısından sağ çıktılar. Bu fraksiyonlar geçmişin siyasi kazanımlarını koruyabildiler. Karşı-devrimin elli yılından sonra, yeni örgütlülükler, devrimci gruplar ve tartışma çevreleri, altmışların sınıf mücadelesi ortamında su yüzüne çıktılar. Bunlardan Enternasyonal Komünist Akım da dahil olmak üzere bazıları açık bir şekilde tanımlanmış bir program etrafında ve uluslararası ölçekten başlayarak örgütlendiler. Ancak proletarya tarafından devrime giden yolu aydınlatmak için ortaya konan bu çabaların tek ifadesi EKA değildi. Eski sol komünist hareketten doğan gruplar, tartışma çevreleri, EKA’ya az çok yakın pozisyonları savunan örgütlenmeler, bütün bunlar işçi sınıfı içerisinde devrimci bilincin yeniden doğuşunun ifadeleriydi. Bu toplulukların çoğu halen farklılıklarını ve uzlaşı noktalarını netleştirmek amacıyla tartışmalarda yer alıyorlar. Bu örgütlülüklerin yer aldığı Uluslararası Konferanslar, bir uluslararası partinin yaratılmasına yönelik uğraşının gerekliliği kavrayışının, proleter hareket içerisindeki bir ifadesiydi.
Bu tartışmaların birçoğunun merkezinde partinin rolü ve devrimcilerin görevleri vardı. Bu tartışmalar, yorum farklılıklarımızı anlayabileceğimiz genel çatıyı netleştirmek yönünde kısıtlanmıştı. EKA olarak devrimcilerin rolünün kendi kavrayışımız açısından siyasi çatısını belirlemenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Daha somut ve pratik konuları ele alacak gelecek broşürler bu analizi destekleyecektir. Ancak bir ilk adım olarak aşağıdaki noktaları anlamanın gerekli olduğunu söyleyebiliriz:
- Komünizmin ve komünist devrimin ne demek olduğunu;
- İşçi sıfını bilincini geçmişteki bütün farklı fikirlerden neyin ayırdığını;
- Sınıf bilincinin doğasının bir işlevi olarak, devrimcilerin rolünü;
Görüşlerimizin genel yapısının taslağını çizmek için soruna şu şekilde yaklaştık: devrimci müdahale sorunu ile uğraşmadan önce, bir herşeye kadir bir partinin olağanüstü niteliklerinden (!) ziyade, yöntemlerin, eylem biçimlerinin ve devrimci sürecin somut gerekliliklerine muhakkak cevap vermesi gereken işçi sıfınının örgüt biçimleri ve devrimcilerin müdahalesini kaçınılmaz yapan işçi sınıfı bilincinin gelişimini ortaya koymaya çalışacağız.
Bu da sadece, komünist devrimin geçmiş devrimlerden nasıl farklı olacağı ve işçi sınıfı bilincinin neden devrimci örgüt ihtiyacı ve devrimcilerin rolü olarak anlaşılan bir ideoloji olmadığını anlamakla olur.
Ancak işçi sınıfı mücadelesinin yeniden ortaya çıkışı çoktan müdahale pratiğimizde bu sorun ile karşı karşıya kalmamıza yol açtı. Her gün yeni, somut, mümkün olduğunca süratli bir şekilde çözülmesi gereken problemlerle karşılaştık. Tutumlarımız, işçi sınıfı deneyiminin gerçekliği aracılığıyla süzüldü ve zenginleştirildi. Bu gerçekliğin siyasi derslerini resmedebilmeliyiz. Müdahalemiz, artan şekilde sınıf mücadelesinin kendisine yöneliktir, eğer sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına hızlı bir şekilde cevap verilecekse, çözümlemelerimiz daha somut olmalıdır.
Günümüzde partinin görevlerinin kavranması, hala fazlasıyla teorik ölçek üzerinde duruyor. Sorunun bütünü hala geçmişin, burjuva ideolojisinin adeta bütün olarak egemenliğinin elli yılı aracılığıyla pekiştirilen yanlış anlamaları tarafından karartılmış durumdadır. Bizler komünist gelenek ile olan bağlarımızı geçmişin tuzaklarından kaçınarak yenilemeliyiz. Dahası, işçi sınıfının yenilenen mücadeleleri hala başlangıç aşamasındadır.
1.Komünizm nedir?
Bu soruyu kesin bir şekilde cevaplamak imkansız. İlk olarak, burjuva ideolojisinin günümüz basıncı gelecekteki toplumun nesnel bir biçimde tanımlanmasını zorlaştırıyor. Burjuva ideolojisinin amacı, kapitalizmin ölümsüz olduğunu kabul ettirmektir. Dolayısıyla burjuva ideolojisinin baskısı komünizmi ve proleter devrimi tanımlama yönündeki bütün çabaları bozar, deforme eder.
Böylece birçok işçi için komünizm, devlet kapitalizminin ‘cenneti’ ve Rusya, Çin, Küba ve diğer sözde ‘sosyalist’ ülkelerde görülen emeğin askerileşmesidir. Ancak ek olarak komünizmin doğasının kendisi herhangi bir detaylı ya da eksiksiz tanımı imkansızlaştırıyor.
“Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir DURUM, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ÜLKÜDÜR. Biz, bugünkü duruma son verecek GERÇEK harekete komünizm diyoruz.” (Marx; Alman İdeolojisi)
Bu ne anlama geliyor? Bu basitçe komünist toplumun bir avuç ‘aydın’ insanın hayalgücünden doğan soyut bir hedef olmadığı anlamına geliyor. Bu soyut bir ‘mükemmeliyet’ fikri olarak görülemez. Hegel’in (Marx’ın diyalektik yönteminden esin aldığı, 19. yüzyılın başlarında yaşamış Alman filozof) tasarımlarına karşıt olarak, tarih bir düşüncenin (insan fikri ya da komünizm düşüncesi) ilerlemeci gerçekleşmesi değildir. Komünizm ruhani bir yaratım, insanlığın amacı olarak hizmet gören bir fantazi değildir. Komünizm eski topluma içkin çelişkilerden ve o toplumun gelişmesinin gerekli bir sonucu olarak doğar.
Bunun yanısıra, komünizm kaçınılmaz değildir. Gerçek ve somut koşulların, kapitalizmdeki toplumsal ve iktisadi çelişkilerin ürünü olsa bile, komünist toplum herşeyden önce insan türünün bütün pratik, kolektif akli bilinçli yaratımıdır. Tarihte ilk defa bir toplumsal sınıf kendi kaderini kontrol edebilme şansına sahiptir. Ancak bunu sadece örgütlü ve bilinçli bir yöntemle gerçekleşebilir. Bu sebeple komünizm ne entelektüel bir ‘proje’, ne de kör ve mekanik kaçınılmazlıktır. Komünizm, mevcut toplumsal ilişkilerin şiddetli yokoluşunu takiben insan topluluğu tarafından eski dünyanın bilinçli ve ilerleyen dönüşümünün sonucu olacaktır.
Dolayısıyla bu gerçek hareketi komünizme doğru yönelten öznel ve somut koşullar bugün varolan koşulların ürünüdürler. Bir kere komünizm tarihsel anlamda mümkün olduğunda, bu olanağın gerçekleşmesi günümüzde bilincin gelişmesi üzerinde öznel bir gelişime bağımlı hale gelir. Bu nedenle, komünizm gibi, devrimin kendisi de, başarısının proletaryanın eriştiği örgütlülük seviyesi ve bilince bağlı olacağı bilinçli siyasi rol haline gelmelidir. Bu temelde insan ortaklığının yalnızca nesnel bir imkan değil, bir gerçeklik olabilir.
Bundandır ki, komünist toplumun ayrıntılı bir resmini çizmenin imkansız olduğunun farkında olmakla birlikte, komünist devrimin temel biçimlerini ve bu devrimin amaçlayacağı nihai hedefleri tanımlamanın zaruri olduğunu düşünüyoruz.
Komünist devrim, sadece kendisinin bilincinde bir hareket olabileceği için, komünizmin ortaya çıkartacağı yeni toplumsal ilişkiler, sınıf bilincinin ve proletaryanın örgütsel biçiminin gelişiminin yolunu belirlerler. İleriki bölümlerde bu iki önemli konuya dönebiliriz.
1. a) Komünizmin Doğası
Komünizmin bir ütopya ya da soyut bir düşünce olmadığından, kökleri kendisini önceleyen toplumda yatar. Komünizmin mümkünlüğü ve somut koşulları, kapitalizmin içsel çelişkilerinden ve devrimci sınıfın kapitalist toplumu alaşağı edecek siyasi kabiliyetinden türer. Her ikisi de üretici güçlerinin gelişimi ve gelecek toplumun gelişimi için besinler olan proletaryada somutlaşan toplumsal ilişkilerin doğasının seviyeleridir. Sadece üretici güçlerin gelişimi kesin bir evreye eriştiğinde, ileride önceleyen toplum için başka olasılık bulunmadığında, bir ileriki kapitalist üretim ilişkileri ile üretici güçlerin gelişmesi arasındaki çelişkiye borçlu olarak komünizm ve proleter devrim nesnel gereklilikler olurlar.
Bütün üretim araçlarına el konulması “ancak gerçekleşmesinin maddi koşulları bir kez verildikten sonra olanaklı olabilir, ancak bundan sonra tarihsel bir zorunluluk durumuna gelebilirdi. Bütün öbür toplumsal ilerlemeler gibi, bu ilerleme de, sınıfların varlığının, adalet, eşitlik, vb. ile çatıştığı gerçeğinin kavranması ile, salt bu sınıfların ortadan kaldırılması istenci ile değil, ama bazı yeni iktisadi koşullar ile uygulanabilir bir duruma gelir.” (Engels, Anti-Dühring, 1894)
Bu yeni somut koşullar açık bir şekilde gösteriyor ki sermaye ve ücret sistemini ortadan kaldıracak, meta üretimi ve tüm ulusal ve sınıfsal ayrımları dağıtacak, sermaye ve emek arasındaki farkı yokedecek, insanlığın güncel ihtiyaçlarına cevap vercek, üretici güçlerin ileriye yönelik gelişimini mümkün kılacak olan sadece toplumsal ilişkilerdir.
Bu aşağıdakileri saptamamıza mümkün kılıyor:
- Komünizm sınıfsız, insanın insan tarafından sömürülmediği ve özel veya kolektif mülkiyetin olmadığı bir toplum olmalıdır. Kapitalizm eliyle üretimin sosyalizasyonun tek mümkün sonucu, toplumun tamamı tarafından tüm üretim araçlarına toplumsal olarak el konulmasıdır. Sadece sınıf ayrıcalıklarının ve özel mülkün kaldırılması üretimin toplumsal doğası ile toplumsal ilişkilerin kapitalist doğası arasındaki çekişkiyi çözebilir.
Tüm üretici güçlerin ve üretim araçlarının bu toplumsal mülkiyeti sadece (sömürülen, iktisadi mülkü ve bir üretici kolektiflik işlevi olmayan bir sınıf olan) proletarya tarafından ele alınabilir.
- Komünist toplum bu nedenle kıtlığın yokedilişinin ve insan ihtiyaçları için üretim üzerinde kurulur. Komünizm, bütün türlü insani ihtiyaçların tatminine olanak sağlayacak bir bolluk toplumudur. Üretici güçlerin, beşeri bilimin, teknoloji ve bilginin gelişim aşaması kör iktisadi güçlerin gelişim düzeyi, insanlığın kör iktisadi güçlerin egemenliğinden kurtuluşuna imkan verecektir.
Tarihte ilk kez, insan varlığı kendi yaşamı ve yeniden üretimi belirleyecek koşullar üzerinde bilinçli olarak egemen olacak ve "zorunluluğun hükümdarlığından özgürlüğün dünyasına" geçecektir.
İnsan ihtiyaçlarının bu üretimi, yani insanlığın kurtuluşu açıktır ki sadece küresel bir ölçekte ve iktisadi ve toplumsal yaşamın tüm görünümlerinin devrimi ile gerçekleştirilebilir. Bu sebeple, komünizm değer yasasını yerle bir eder. Sosyalizasyon süreci tamamlanmış ve insan varlığı tarafından her seviyede planlanmış komünist üretimin temelinde sadece sosyalize edilmiş ve mübadeleyi, pazarları ve parayı dıştalayan kullanım değerinin üretimi ve onun doğrudan dağıtımı vardır.
- İnsanın insan tarafından sömürüldüğü, ekonomik rekabetin kol gezdiği, iktisadi anarşi ve bireyler ile sınıflar arasındaki çelişki ve çatışmanın hüküm sürdüğü bir sömürü toplumundan komünizmde insan ortaklığının damgasını vurduğu bir topluma giriş yapacaktır.
Bu toplulukta bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki hakimiyetini koruyan siyasi gücün bütün biçimleri (hükümetler, devlet, polis ve benzerleri), sömürü ve sınıf ayrılıkları da eş zamanda ortadan kalkacaktır. İnsanlığı ve insan yaratıcılığının bütün yöntemlerle baskı altında tutan hükümetlerin ortadan kaldırılması işlerin basit yönetimine ve bir "özgür üreticiler ortaklığı"na olanak sağlayacaktır.
Komünizmin bu karakteristikleri çerçevesi çizilebilecek asgari konulardır. Bunun (yukarıda sözünü ettiklerimizin akılda yarattıklarının) ötesinde herhangi bir tanım ister istemez kaba genellemelerle sınırlı kalacaktır. Kaldı ki, bu kısa tanımlama, ne insan ilişkileri için yeni yaşam tarzının sonuçları ile alakalıdır; ne de bölünme ve sosyal ayrılıkların, yabancılaşmanın, insan ile güç arasındaki ilişkilerin toplum içerisindeki yıkımının çıkarsanımlarıdır.
Ne var ki, bu geniş çerçeve bile geleceğin dünyasını, kapitalist toplum ve bütün önceki toplumlardan ayıran devasa uçurumu gösterir.
Sömürünün olmadığı bir toplum! İstek ve arzularımıza göre yaşadığımız bir yer! Kafa ve kol emeği arasında ayrılığın olmadığı bir yer! Özgürlüğün, insanın işgücünü satma özgürlüğünden daha fazlası anlamına geldiği yer! Kulağa hayal edilemeyecek kadar güzel geliyor.
İnsanlığın yapmak zorunda olacağı bu çok büyük sıçrayışını ayrıntılarıyla idrak edemesek de, kesin olan şu ki; insanlık tarihinde daha önce bu çeşit bir nitelik sıçraması için gerekliliği olmamıştı.
Bu durum açık bir şekilde ikili bir anlama sahip. Aşikar olan bu tür bir sıçrayışın tarihsel misyonuna tamamen hakim toplumsal bir sınıf tarafından başarılabileceğidir. Ancak bu bilinç seviyesine gelebilecek olan sınıf, en korkunç mahrumiyet, en vahşi sömürü ve burjuva ideolojisinin sürekli baskısına boyun eğdirilen işçi sınıfıdır.
Dolayısıyla komünizmin onu bütün geçmiş toplumlardan insanlık derecesini uzak ara üstün kılan bütün nitelikleri kendisini zayıflığa, mahrumiyete ve proletaryanın varoluşunun insanlıkdışılığına bağımlı kılmaktadır. Çünkü "toplumsal varoluşun tüm insalıkdışılığı, yoğun bir biçimde proletaryanın varoluş koşullarında vardır", işçi sınıfı "kendisini onun durumunda yoğunlaşam günümüz toplumunun bütün vahşi görünümlerinden ortadan kaldırmadan kendisini özgürleştiremez" (Marx, Engels Kutsal Aile, 1844). Bu sınıfların ve sömürünün olmadığı bir toplumu yaratmak için toplumun bütününü özgürleşmeye zorlayan sömürülen bir sınıf olarak proletaryanın konumudur.
Toplum içinde bütün ekonomik gücü esirgenen, üretim aşamasında sömürülen proletarya, kendi özgürlüğü için sadece kendisine bakabilir. Sadece kendi dayanışması ve kendi bilinciyle kapitalizme karşı koyabilir: gelecek toplumun karakteristik ilkelerini kendilerinin şekillendirdiği silahlardır aynı zamanda bu iki olgu.
Ama bu gerçeklik burjuva toplumuna karşı olan proleter muhalefetin aynı zamanda çok güçsüz ve kırılgan olduğu anlamına gelmektedir. Burjuva topluma karşı koyuşunda temellendireceği ekonomik ayrıcalıklara sahip olmayışı proletaryayı, amacı proletaryayı özgürleşmek için nihai mücadele yolundan saptırmak olan burjuva ideolojisinin kalıcı baskısı karşısında aşırı derecede savunmasız kılmaktadır.
BU NEDENLE KOMÜNİZME GİDEN YOL KAÇINILMAZ DEĞİLDİR. KOMÜNİZM UZUN VE SANCILI BİR MÜCADELENİN ÜRÜNÜDÜR. DOLAYISIYLA, zincirlerinden başka kaybedecek birşeyi olmayan ancak kazanacağı bir dünya olan proletaryanın olağandışı devrimci kapasitesine rağmen, GELİŞİMİNİN HERHANGİ BİR DETERMİNİSTİK VİZYONU OLMADIĞI GİBİ, DEVRİMİN ZAFERİNİN KESİN GARANTİSİ YOKTUR. ANCAK BU YENİ TARİHSEL DÖNEM GELMEZSE, ARDINDAN İNSANLIK İSİMSİZ BİR BARBARLIĞA ÇÖKECEK, BELKİ DE NİHAİ OLARAK YOKOLACAKTIR.
Böylece komünizme giden yol, yani sınıf mücadelesi bir zaferler ve yenilgiler dizisi, bir gerilemeler ve yeniden yükselmeler silsilesidir. İstenç ve bilinç arasında bir gerilim, devamlı tekrar eden değerlendirme ve özeleştiri suretini alır.
1.b Komünist Devrim
“Burjuva devrimleri, 18. yüzyılın devrimleri olarak, hızla başarıdan başarıya atılıyorlar, onların dramatik etkisi kendilerini de aşıyor, insanlar ve şeyler, elmasların parıltılarının cazibesine yakalanmıştır sanki, sık sık vecde gelmek, toplumun sürekli durumu olmuştur, ama bu devrimler kısa sürelidir. Çabucak, en yüksek noktalarına varıyorlar ve devrimin fırtınalı döneminin sonuçlarını soğukkanlılıkla ve ağırbaşlılıkla kendine maletmeyi öğreninceye kadar, uzun bir huzursuzluk toplumun yakasına yapışıyor. Buna karşılık, proletarya devrimleri, 19. yüzyılın devrimleri olarak, durmadan kendi kendilerini eleştirirler, her an kendi akışlarını durdururlar, yeni baştan başlamak üzere, daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri dönerler, kendi ilk girişimlerinin kararsızlıkları ile, zaafları ile ve zavallılığı ile alay ederler, hasımlarını, salt, topraktan yeniden güç almasına ve yeniden korkunç bir güçle karşılarına dikilmesine meydan vermek için yere serermiş gibi görünürler, kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında boyuna, daima yeniden gerilerler, ta ki, her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar: İşte hendek, işte deve! Gül burada, burada raksetmelisin!”
(Marx, Louis Bonaparte'ın 18. Brumaire'i, 1852).
Bu sürekli hareketin ve daimi öz-eleştiri temelinde, proleter devrim bir çetrefilli komünizm yolunu arar. Nitekim, komünist devrim iktisadi bir sürecin sonucu değil, yalnızca iktisadi ve toplumsal bir dönüşümün ön koşuludur. Eski toplumun bütün dönüşüm süreci için ayrım noktasıdır. Geçmişte, bir sınıfın ekonomik gücü ve yeni toplumsal ilişkiler sistemini dayatma kapasitesi pratikte aynı anlamdaydılar, toplumsal gelişmeye vücut veren ve zor ya da ikna yoluyla topluma dayatılan yeni sosyal yapılar gerekçelerini özelde devrimci sınıfın ekonomik çıkarlarında bulmuşlardı. Bunu anlatmak için feodal toplumun burjuvazi tarafından nasıl yokedildiğini anımsamak yeterlidir.
15. ve 16. yüzyıllardan bu yana, büyük burjuva aileleri, özellikle Güney Avrupa’dakiler, ticaret ve tecimin tartışmasız hakimiydiler. Kara ve deniz yolları üzerindeki ticaret rotaları boyunca metal, tekstil ve baharat akışları gerçekleşiyordu... Bu altın denizi, yeni ticaret merkezlerine bağlanan yollar etrafındaki kasabalara taştı. Sanat, bilim, yazılar ve fikirler gelişti. Bilimsel ve teknik keşifler kat kat ilerlemeye başladı, bunun sonuçları da sanayi şehirleri gibi örneklerle yayıldı. Çok geçmeden Kopernik gök cisimlerinin hareket teorisini geliştirecekti. Olağanüstü gelişmeler insan anlayışı seviyesinde gerçekleşti: her yerde hız ve kesinlik belirgindi, bu durum sanayi üretiminde olduğu kadar mali ve ticari meseleler için de geçerliydi. Bir toplumsal sınıf toplumu dönüştürme ve dünyayı fethetme sürecindeydi. Bunun için tutarlı bir güç sahibiydi: finans ve paranın gücü. Feodal aristokrasi zamanından kalma siyasi güce doğrudan meydan okumadan toplum üzerinde kendi kanunlarını dayattı.
“Burjuvazinin feodal soyluluğa karşı savaşımı, kentin kıra, sanayinin toprak sahipliğine, para iktisadının doğal iktisada karşı savaşımıdır ve burjuvaların bu savaşımdaki kararlaştırıcı silahları da sanayinin önce zanaatkarlığa, sonra manüfaktüre değin ilerleyen gelişmesi ve ticaretin genişlemesi ile durmadan artan iktisadi güç araçları olmuştur. Bütün bu savaşım boyunca siyasal güç soyluluğun elindeydi...” (Engels, Anti-Duhring)
Kapitalizmden komünizme geçiş, yani sömürünün tüm biçimlerinin yıkımı için proletarya iktisadi gücün bu çeşidini kullanamaz, zira böylesi bir güce sahip değildir. Proletaryanın mücadelesinde paraya, mülkiyete ya da endüstriyel güce ihtiyacı olmayacak. Kapitalizmin gücünün dağıtılması ve komünizme kademeli geçişi temin edecek iktisadi bir kuvvet yoktur. Kapitalist toplumsal ilişkilerin hakimiyetinin genel çerçevesinde, proletaryanın üretim araçlarının, makinaların hatta fabrikaların aidiyeti ile hangi somut güce sahip olabildi? Proletarya tarafından bütün üretim araçlarına ya da üretimin tüm meyvalarına sahip olma ya da kısmen elinde bulundurma fikri, kapitalist işleyiş içerisinde maddi bir imkansızlık, bir tuzak, bir mistifikasyondur. Sadece şiddete dayalı, dünya çapında bir devrim, bütün üretim araçlarının ya da üretimin tüm meyvalarının kolektif tahsisini temelde sağlayabilir.
Proletarya eğer herhangi bir ekonomik çıkar ya da mülkiyet üzerinde konumlanmamış olduğu sürece, yeni bir tür sömüren toplumun inşasını tasavvur edemez. Tam da tarihteki son sömürülen, “zincirlerinden başka kaybedeceği başka birşeyi olmayan” sınıf olması proletaryayı nesnel olarak sınıfsız, sömürüsüz bir toplumun inşaa etmeye yönlendirir. Proletarya devrimden, yani siyasi iktidarı aldıktan sonra sömürülen bir sınıf olarak kalacaktır. Siyasi iktidarı ele geçirme –proletarya diktatörlüğünün başlaması- ile komünizm arasında bir geçiş dönemi gereklidir. Bu dönemde proletarya kendi koşullarını diğer sosyal sınıflar ve katmanları üretici emeğe dahil ederek toplumun tümüne genellemek ile yükümlü olacaktır. Bu toplumsal dönüşüm olmadan, sınıfların ileriye yönelik böylesi bir tasfiyesi olmadan proletarya dünya çapında siyasi bir devrim olmuş olsa bile sömürülen (diğer toplumsal katmanların asalak tüketimi için artı-değer üreten) bir sınıf olarak kalacaktır.
Komünist devrim ile alakalı aşağıdaki sorular çok sıkça ortaya atılmaktadır: “Hiçbir şey proletaryanın bir kere gücü eline almasıyla (öc almak için) diğer sınıfları sömürmeyeceğini kanıtlayamaz: Rusya’da ne olduğuna bakın!” ya da “en iyi niyetle bile olsa güç yozlaştırır”, vb. Bu soruların soruluş biçimleri dahi onların kusurlu mantıklarını ifşa ediyor.
Böylesi sorular hem sömürülen hem de devrimci proletaryanın doğasını anlayamama üzerinde temellendirilmişlerdir. Onlar şunları hesaba katmıyorlar:
- Sınıf baskısının mümkün tek unsuru olan, işçi sınıfının sahip olduğu herhangi somut bir iktisadi gücün maddi bir temelinin olmayışı durumu.
- Sınıfsız bir toplumun devam eden üretici güçlerin gelişimi için tek olası ilke olarak gerekliliği ve nesnel olarak mümkünlüğü.
Bunları göremeyenler bu türden, bir mazeret, kapitalist toplumsal ilişkileri temellendirmek için bir gerekçelendirme olan boş laflara kolaylıkla yöneliyorlar. Burjuva ideolojisinin karakteristiği olan bu miyopluk, devrimden sonra işçi sınıfının bir bölümünün (işçi sınıfının tamamının kendisini sömürmesini hayal etmek açıkça komedidir) diğerlerini sömürmeye başlarsa, bunun devrimin geri çekilişi, kapitalizmin yeniden ortaya çıkışından başka birşeye işaret edemeyeceğini göremiyorlar; ”sömüren işçiler” gerçekte ve nesnel ölçekte (yeni bir sınıfın değil) burjuvazinin temsilcileri olabilirler; bu durumda yalnızca devrim ve kapitalizmin yokedilişi ertelenmiştir.
Komünist devrimin dünya çapındaki zaferi kendi içerisinde ne nihaidir, ne de komünizmin zaferinin mutlak bir garantisidir. Geçiş dönemi sırasında, kapitalist topluma geri dönüş hala olasıdır. Proletaryanın kendi bilinci ve dayanışmasının gelişimi yönünde muazzam çabası, böyle bir dönüş olasılığına karşı mücadele etmek için gerekli olacaktır.
Bu sebeple proletaryayanın elinde bu mücadele için yalnızca kısıtlı sayıda silahı vardır. Herşeyden önce şu açıktır ki; proleter devrim ve proleter diktatörlük eski kapitalist gücün kalıntılarına tahammül edemez. Buna karşıt olarak bu tür kalıntılar geçiş döneminde sürekli bir şekilde parçalamalı ve yokedilmelilerdir. Geçmişte önceki kurumların bu kadar net bir şekilde süpürülmesi gerekli değildi.
Burjuva devrimi düşünce biçimlerini ve davranışları dönüştürürken bu dönüşüm birçok kapitalizm-öncesi toplumsal yapıyı dönüştürmeyi de içerisinde barındırıyordu, ancak kapitalizm-öncesi toplumun esas temelini, insanın insan tarafından sömürüsünü ve bu sömürüyü güçlendiren aparatları ortadan kaldırmak gibi bir hedefi asla olmadı. Engizisyon baltasının yerine, giyotinin ‘demokrasi’ bıçağı gelecekti. Yeni efendilerimiz, geleceğin sömürülen sınıfını feodal serflikten ‘özgürleştirirken’, kendilerini yeterince kolay bir biçimde eski rejimin feodal devlet aygıtlarının baskıcı araçları gibi görece ‘saldırgan olmayan’ bakış açılarına uydurabiliyorlardı. Onlar basitçe bu aparatı modern gerekliliklere uygun bir hale getirdiler. Polis, memurlar, araştırmacılar üniformalarını değiştirdiler. Düşünürler, öğretmenler, filozoflar doktrinlerini değiştirdiler. Almanya ve Rusya gibi kesin örneklerdei yirminci yüzyılın başında, burjuva iktisadi gücü bir dizi aristokratla, Junkerlerle, imparatorluk memuru ve bürokratlarla, asillerle, prens ve hükümdarlarla birlikte varolabildi.
Çünkü bu basitçe baskıcı bir toplumun diğeri ile yer değiştirmesi söz konusuydu, burjuvazi feodal iktidarın gerçekte burjuva iktisadi gücünün tahsisi için zorunlu olan eski baskıcı yapılarını iyi bir şekilde kullanabildi.
Bunların hiçbir biçimi, bir hakim sınıf olarak konumlanışı burjuva devletin her yönden yokedilişinin temelinde mümkün olabilecek proletarya için mümkün değildir. Paris Komünü deneyimi göstermiştir ki; proletarya varolan devleti basitçe devralamaz, onu tepeden tırnağa yoketmelidir.
Proletarya mücadele ve komünist topluma uygun toplumsal dönüşüm silahlarını yaratmak zorundadır. Proletaryanın örgütlülük biçimi, devrimci bir sınıf olarak örgütlenmiş olması toplumsal devrimin ve proletarya tarafından başlatılacak toplumun yeni biçiminin doğasına uygun olmalıdır.
“Bu maledinme ancak, proletaryanın karakteri gereği kendisi de ancak evrensel olabilecek bir birliktelik yoluyla; ve bir yandan bir önceki üretim tarzını, karşılıklı ilişkiyi ve toplumsal örgütlenmeyi devirerek, öte yandan ise, proletaryanın evrensel karakterini ve enerjisini geliştirerek —ki bu olmadan devrim gerçekleşemez—, ve nihayet, proletaryanın onu toplumdaki eski konumuna bağlayan ne varsa hepsinden kurtaracak bir devrim yoluyla gerçekleştirilebilir.” (Marx, Alman İdeolojisi)
İşçi sınıfının kolektif örgütlülüğü, sınıf dayanışması, devrimci bilincinin gelişimi, bilinçli ve yorulmak bilmez eylemi, geleceğin büyük görevlerini yerine getirirken bütün çalışan sınıfın yaratıcı katılımı: devrimin, iktidarın ele geçirilişinin ve komünizmin verimli toprakları işte bunlardır.
Dünya proleter devrimi, kolektif ve sert bir süreç olmanın yanında, herşeyin üzerinde sınıf bilincinin gelişimine bağlıdır.
Geçmişte nesnel koşullar toplumsal dönüşümde erkek ile kadınların istenç ve bilinçlerinden daha geniş bir yer kaplıyordu. Farklı üretim biçimlerinin birbirinin yerine geçmesi, bir ölçüde erkek ve kadınların ve toplumsal sınıfların “başlarının üzerinde” doğdu. Üretim güçlerinin azgelişmişliği tarafından hükmedilen, devrimci sınıf özerk, gizemli ve sabit görünen bir gerçekliğe mahkum edilmeye zorlandı. Tarihsel güçler kör, vahşi, keyfi ve kontrol edilemez doğal güçler olarak görüldü.
“Komünizm, kendinden önce gelen bütün hareketlerden, daha önceki bütün üretim ve karşılıklı ilişkilerin temelini altüst etmesi bakımından, bütün doğal öncülleri, ilk kez, bizden önceki insanların yarattıkları öncüller olarak bilinçle ele alması bakımından, bu öncülleri doğal niteliklerinden soyup onları birleşmiş bireylerin gücüne bağımlı kılması bakımından, ayrılır.” (Marx, Alman İdeolojisi, vurgular bizim)
Dolayısıyla yukarıda belirttiğimiz gibi, komünizm ve komünizme, yani devrime doğru ilerleme aynı sürecin kısımlarıdır ve aynı sorunları ortaya çıkarırlar. Bu hareketin her özel aşaması (bunlar birbirinden yalıtılmış olarak anlaşılmaması gereken evrelerdir) nihai amacın karakteristik niteliklerini çoktan içerisinde taşırlar. Bu algıyla, eğer komünizm insan ihtiyaçları için üretimin bilinçli örgütlülüğü anlamına geliyorsa, komünizm öncesinde gerçekleşecek toplumsal dönüşüm ile devrim sadece bilinçli eylemler olabilirler. Proletarya bu gerçekliği önyargısız anlamalıdır, çünkü proletarya bunu yapabilecek ilk sınıftır.
Geçmişin devrimci sınıfları devam eden toplumsal düzen ile ilişikte ilerici olan ancak herşeye rağmen sömürünün yeni bir biçimi üzerinde temellenen toplumsal bir düzen için mücadele ettiler. Bu sınıflar tarafından onların mücadeleleri yoluyla kazanılan bilinç sadece bulandırılmış bir bilinç olabildi çünkü sömürüyü gizlemek ya da haklı çıkarmak zorundaydı. Proleter mücadele yeni bir sömürü biçimine önderlik etmeyecek, toplumun bütün sömürü biçimlerinden özgürleşmesini sağlayacaktır. Bu açıdan, proleter sınıf bilinci gerçekten bilimsel bir yöntem yoluyla toplumsal gerçekliği anlayabilecek bir ilk olacaktır.
Kesin olarak, sınıf bilincinin gelişimi asla tamamlanmış bir süreç değidir; ilk işçi mücadelelerinin 'kendiliğinden' bir sonucu hiç değildir. Aksine, somut şartların basıncı altında derece derece ve sınıfın tarihsel deneyimi, gelişimi ve zenginleşmesinin süregelişi olarak gelişir. Bununla birlikte:
- Sınıf bilincinin gelişiminin asla ‘mükemmelik’ aşamasına eremeyeceği doğruysa, bu devrimin devrimci sınıf bilinci olmadan da gerçekleşebileceği anlamına gelmez. Ne kendiliğindencilik, ne de volantrizm devrimin dayanağı olabilir.
- İktidarın proletarya tarafından fethi, ‘tarihsel görevinin’ tamamen bilincinde bir sınıf gerektirir. Gerekli bilinç derecesini rakamlara dökmek imkansızdır. Bunun yanında, devrim ve komünizmin ihtiyaçlarına cevap vermelidir. Dahası, sınıf bilincinin gelişimi sadece kolektif bir süreç olabilir. Bu gelişim sınıfın nesnel koşulları ve öznel kabiliyetinden doğacak farklı etkenlerin bir birleşimidir. Bir sonraki kısımda bu sorunu ele alacağız.