12 Eylül, “Demokrasi” ve Sol

12 Eylül darbesi, onlarca insanın öldüğü, hapishanelerde onlarca yılın geçirildiği ve her anlamda bedelini işçi sınıfının ödediği, burjuva gericiliğinin gerçek yüzlerinden biridir. Burjuvazi şimdilerde ise bu darbeyi yine kendi siyasi amaçları doğrultusunda “12 Eylül ile hesaplaşıyoruz!” propagandasını kullanarak, işçi sınıfını kandırmakta, darbe mağdurları tarafından açılan utanç müzeleri, 12 Eylül'de işkence merkezleri olan bazı hapisanelerin yine müze haline getirilmesi için yapılan çalışmalar, burjuva demokrasisinin aklanmasına istenilen desteği sunmaktadır. Aslında darbe döneminde öldürülenlerin kanlı giysileri burjuva demokrasisinin kenar süsü haline getirildi. 12 Eylül'ün mağduru olduğunu söyleyen sol, sendikalar ve diğer yapılar, demokrasi yalanının yanında ya da karşısında yer alan pozisyonlarıyla buna ortak olarak işçi sınıfı açısından bir truva atı rolündeler. Bu bakımdan geçen yıl yapılan referandum solun olduğu yeri net bir şekilde göstermiş oldu.

Türkiye kapitalizmi gelişiminin bir dışa vurumu olan darbeler, burjuvazinin siyasi hakimiyetinin temel aracı olarak hep işlev gördüler. Bunun temelinde Türkiye kapitalizminin özellikle Batı Avrupa kapitalizmlerinin ürettiği biçimde bir demokrasiye sahip olamayışı yatıyor. Dolayısıyla da bu nedenden burjuvazinin siyasi müdahaleleri biçim bakımından hem sert, hem de kanlı olabiliyor. Şimdilerde ise artık Türkiye'de darbe dönemlerinin kapandığı, “demokratikleşme” döneminin başladığı propagandası yapılıyor. Demokratikleşme kanısını, solun bir kısmı doğrudan, bir kısmı ise dolaylı bir politakayla büyük oranda taşıyor, paylaşıyor. Demokratikleşme ise kapitalizmde sömürünün yeniden organize edilmesi anlamına geliyor.

Şunu belirtmek gerekiyor ki; kapitalizmde demokrasi denen şeyin sınırları ancak onun iktisadi sınırları kadardır. Demokrasi, iktisadi yapının korunması ve onun yeniden üretilmesi için genel üst yapı örgütlenmesidir. Dolayısıyla işçi sınıfı açısından cunta, parlamenter demokrasi, vs. gibi rejimlerin hükümet etmesinin, iyi ya da kötü anlamda bir karşılığı yoktur. Çünkü bu rejimler de burjuva sınıfın ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Hepsi özünde burjuva diktatörlüğüdür ve ücretli emeği azami ölçüde sömürerek yaşamaya programlanmıştır. Kapitalizm koşullarında işçi sınıfı için bir demokrasiden söz edemeyiz; bunun mümkün olduğunu söyleyenler ya da demokratik talepler ileri sürenler, ücretli emeğin sömürülmesine hizmet etmektedirler.

12 Eylül darbesinin yaşandığı günlerde Türk burjuvalarından birisi, şu sözlerle darbeyi anlamlandırmaktaydı:“Bugüne kadar hep işçiler güldü; biraz da biz gülelim.” Bu sözler ücretli emeğin darbe öncesinden daha fazla ve acımasızca sömüreleceğinin habercisiydi. Nitekim öyle de oldu; darbe sonrası işçi sınıfına yoğun bir saldırı dalgası başladı ve hala devam etmekte.

Bu darbelerden ya da siyasi müdahalelerden her bakımından diğerlerinden farklı olanı kuşkusuz 12 Eylül darbesi. 12 Eylül darbesinin temel argümanı ise iktisadi yapının küresel kapitalizm ile doğrudan uyumlu hale getirilmesi. İki kutuplu dünya döneminin sonunun gelmesiyle, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika kapitalizmi küresel anlamda hakim hale geldi. Türkiye burjuvaları bu değişen sürece ayak uydurmak ve küresel kapitalizm ile uyumlu çalışmak üzere 24 Ocak Kararları olarak da bilinen yönelimle, 12 Eylül 1980 tarihinde planlanan askeri darbeyi gerçekleştirdi. Ardından hızla devlet elindeki tüm ekonomik yapılanmalar özel sermayeye geçerek, hızlı bir iktisadi entegrasyon ile işçi sınıfına bugün Tekel gibi süreçlerde gördüğümüz saldırıları hazırladı.

Bu tip darbeler sadece Türkiye'de değil, dünyanın birçok ülkesinde yaşandı ve hatta işçi sınıfına Türkiye'dekinden daha ağır zararlar verdi. Çöküş dönemindeki kapitalizm işçi sınıfına daha fazla saldırarak ve onu daha çok yıkıma uğratarak siyasi ve iktisadi krizlerinden çıkmaya çalışacaktır. Bu tip darbelerde onun içsel çelişkilerinin ürünüdür.

Ekrem

Tags: