DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
İleri marşa gelince pek çokları bilmez
Esas düşmanın askerlerin başında yürüdüğünü.
Emirler verip duran ses
Düşmanın sesidir.
Düşmandan bahsedip duran adam ise
Düşmanın ta kendisidir.
Bu gece
Evli çiftler
Uzanmışlar yataklarında.
Yetim çocuklar getirecek
Genç kadınlar dünyaya.
Bertold Brecht, Svendborg Şiirleri
Emperyalist TC ordusunun 27. defa Irak Kürdistanı'na girdiği iddialarının Türk basınında yer aldığı şu günlerde, TSK'nın ve PKK'nin iddialarına göre yaklaşık üç günlük bir süreç içerisinde, TC emperyalizmi ile Kürt burjuvazisi arasındaki savaşta iki yüze yakın işçi çocuğu hayatlarını kaybetmiş bulunmakta. PKK, son günlerdeki çatışmalarda ölen askerlerin sayısının, devlet kaynaklarının iddialarının aksine 24 değil 81 olduğunu iddia ediyor. PKK'nin olaylara dair yaptığı açıklama bir hayli detaylı ve ikna edici olması, bu iddianın doğruluğuna işaret ediyor. TSK ise yaptığı son açıklamada 90 ile 100 arası gerillanın öldürüldüğünü iddia ediyor ki bu rakam her ne kadar belki biraz abartılı olsa da, gerçek rakama PKK'nin kendi ölülerinin sayısını 10'un altında veren iddiasından daha yakın durduğunu tahmin edebiliriz. PKK, TC ordusunun Irak Kürdistanı'na girdiği yönündeki iddiaları Türk basınının fazla havaya girmesi sonucunda ortaya çıkmış yalanlar olarak nitelendiriyor ki TSK'nın "operasyonlar içeride" açıklaması, gerçekten de daha kara harekatının başlamamış olabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Kürdistan'da şiddeti gittikçe artan savaş ortamında, iki tarafın söyledikleri için de neyin gerçek, neyinse savaş propagandası olduğunu kesin olarak söylemek zorlaşıyor. Devlet adamları, siyasiler ve gerilla şefleri intikam yeminleri ediyor, gözdağı veriyor, "kazanıyoruz!" diyorlar. İki taraf da ne kadar fazla düşman öldürdüğünü övünerek, böbürlenerek, göğüsünü gere gere söylüyor. Bu sırada Türkiye'de devlet kuduz köpeklerini sokağa salmış durumda: intikam için "yaşasın ölüm!" diye uluyorlar, ellerinde bayraklarla nüfusu milliyetçi nefret sloganlarıyla galeyana getirmeye uğraşıyorlar. Nazi Almanya'sını hatırlatan bu ulumalardan olayla hiçbir alakası olmayan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve her türlü "düşman" da nasibini alıyor. Devletin bütün bu çabaları da tabii ki karşılıksız kalmıyor: İstanbul, Adana ve Elazığ gibi şehirlerde Kürtlere karşı etnik kıyım teşebbüsleri başlamış durumda. Gerek bu gösteriler için, gerekse saldırı teşebbüsleri için ise en fazla gençleri kullanıyor devletin hizmetkarları ve devletin zirvesi bu saldırıları 'makul' olarak nitelendiriyor.
Öte yandan bütün bunlara rağmen endişe verici bir durum var hakim sınıf için. Birşeyler eksik gibi sanki. Mesele ünlüler dünyasının ciddi bir azınlığının intikam çığlıklarına kapılmayıp kısa bir süreye kadar egemenlerin ağızlarından düşürmediği "barış" ve "çözüm" gibi kelimeleri ifade edişi değil, hatta İstiklal Caddesi'nde bin kadar sol eğilimli gencin ve sanatçının 'intikam değil barış istiyoruz' eylemi de değil. Özellikle yıllardır ağızlara sakız edildikleri için ve dahası bu son savaş çözüm ve barış umutlarından doğmuş olduğu için, egemenler bu sözlerden hiç korkmuyorlar artık. Zaten daha çok Kürt tarafı ama iki taraf da barışın sağlanamamasından ve bir çözüm bulunamayışından karşı tarafı suçluyor. Belki intikam rüzgarlarının estiği şu günlerde barış talepleri milliyetçi deliliğe kendisini kaptırmış birkaç kişiyi rahatsız ediyor fakat egemenler biliyorlar ki; bu savaştan sonra yeni barışlar da olacak ve o barışlar yine yeni savaşlar doğuracak. Fakat daha genel olarak tarihin bize gösterdiği üzere pasifist sloganlar emperyalist savaşı zora sokabilecek bir mahiyete sahip değiller; şu anda tarafların başını çeken siyasi özneler ise bu soruna bir çözüm getirebilmekten acizler. Türk ve Kürt burjuvazisinin böylesi bir çözüm bulma çabasının, barış pazarlığının geçtiğimiz aylardan savaşın yeniden şiddetlenmesinin ardından yüzlerce işçi çocuğunun canına malolmuş olması, pasifist sloganlardan hiçbir çözüm umulamayacağını gösteriyor. Savaşanların barışmasının ancak yeni savaşlara gebe olabileceği koşullarda, 'barış' sloganları ne Kürdistan'daki mevcut emperyalist savaşın, ne de Kürt sorununun çözümüne ışık tutuyor.
Peki o zaman devleti gerçekten ne rahatsız ediyor? Devleti PKK'nin öldürdüğü Er Yunus Yılmaz'ın "Niçin zenginlerin çocuğu şehit olmuyor da hep garibanlar şehit oluyor?" diyen babası Hasan Yılmaz rahatsız ediyor. Devleti Hasan Yılmaz'ın erlerin dağda çay, şeker, bot gibi en insani ihtiyaçlarından mahrum olduklarını ortaya koyması rahatsız ediyor. Devleti yine PKK tarafından öldürülen Er Eyüp Çolakoğlu'nun teyzesinin subaylara "Bir rahat bırakın, yeter. Sanki bugüne kadar yanımızdaydınız" demesi rahatsız ediyor. Asker cenazelerinde atılan "Tayyip oğlunu askere gönder" sloganları, "Hep garibanlar ölüyor" tepkileri rahatsız ediyor. Bunlar yeni ortaya çıkmış tepkiler değil ama hep birikmiş ve son dönemde artmış tepkiler. Artık çok az kişi evladının ölümünü gönül rahatlığıyla "Vatan sağolsun" diyerek karşılıyor. Artan sayıda "gariban" çocuklarının ölümünden, saldırı emri veren PKK'li liderler kadar, TSK'nın başını çekenleri ve Türk burjuvazisini sorumlu tutuyor. Bir yandan da dünya genelinde kitle hareketlerinin yükselmekte olduğu koşullar içerisinde bu tepkiler, şimdilik hala yetersiz olsalar da devleti tedirgin ediyorlar. Bu yüzden de basın, Erdoğan'ın "milli olun" emri kapsamında ölen askerlerin yakınlarının isyanını ve sınıfsal tepkilerini yansıtmamak için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Türkiye, hem Kürdistan'da hem de genel olarak Orta Doğu'da emperyalist emeller peşinde koşan bir devlet. PKK ise, henüz bir devlet olmayı başaramış olsa da Türkiye'deki milliyetçi Kürt burjuvazisinin temel aygıtı olarak bir devlet gibi hareket ediyor; faaliyet alanında bir devlet gibi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışıyor ve şu veya bu noktada TC emperyalizminin rakibi olan şu veya bu emperyalist devletin doğrudan veya dolaylı desteğine dayanıyor. Böylelikle de, güçleri emperyalist TC'ye kıyasla daha zayıf, çıkarları ise daha dar olsa da, dünya emperyalizminin TC kadar bir parçası konumunda bulunuyor. Kürdistan'da son aylarda şiddetlendikçe şiddetlenen bu savaş, halihazırda dünyada devam eden bütün savaşlar gibi emperyalist bir savaş. Efendilerinin çıkarları için ölmek veya sınıf kardeşlerini öldürmek ise ne Türk işçilerin, ne de Kürt işçilerin çıkarına.
Emperyalist savaşa karşı tek çözüm ise emperyalist savaşın sınıf savaşına dönüştürülmesi, Kürt ve Türk işçilerin birbirleriyle ve bütün dünya işçileriyle dayanışmayı yükseltmesi. Bu Kürdistan'da gerilla ile askerin, iki tarafında da komutanlarına ve liderlerine karşı kardeşleşmesi ve mücadele etmesi; özellikle hem Türk hem de Kürt nüfusun yoğun olduğu şehirlerde tüm işçilerin etnik kıyım ve etnik çatışma ihtimaline karşı birbirleriyle dayanışması ve genel olarak hem Türkiye'de hem de Kürdistan'da bulunan bütün kökenlerden işçilerin dünya genelinde sermaye düzenine karşı gelişen hareketlerin bir parçasını yaratması anlamına geliyor. Gerek emperyalist savaşa, gerek ulusal baskıya gerçekten dur demenin tek yolu enternasyonalist sınıf savaşından geçiyor. Kabul ediyoruz, şavaşa karşı sınıfsal tepki her ne kadar mevcut ve hakim sınıf için tedirgin edici olsa da, şu an için bu noktaya ulaşmış değil. Öte yandan intikam çığlıkları atanların sorunun kökünü kanla kazıması, otuz yıldır sözde "bitme aşamasında" olan PKK'yi alt ederek "Türk-Kürt kardeşliğini" temin etmeleri daha olası bir çözüm mü? Peki ya bu savaşı seferber eden burjuvaların ve komutanların öpüşüp barışması ve bir daha hiç işçi kanı dökmemesi? Ya da bu sorunun burjuvazinin sirki olan TBMM'de çözülmesi?
Kapitalizmin çöküş evresinde ne emperyalist savaşlara ne de ulusal sorunlara böylesi yaklaşımların hiçbiri çözüm olmamıştır. Öte yandan işçi sınıfının alternatifi, tarihin ilk dünya savaşını bir uluslararası devrimci dalga ile durdurmayı başarmıştır. Otuzu aşkın yılın ve on binlerce işçi çocğunun akan kanının ardından hala çözüm için burjuvaziden medet umanlar kendilerini kandırmasın!
Savaşa proleter ve enternasyonalist bir çözümün mümkün olmayacağını iddia edenlere işçi sınıfının tarihsel çözümünün, burjuvazinin önerdiği bütün çözümlerden bin kat daha gerçekçi olduğunu haykırıyoruz!
Gerdûn