EKA tarafından tarihinde gönderildi
Bu yazı ilk kez Enternasyonal Komünist Akım'ın Fransa'daki yayın organı Révolution Internationale'in 385. sayısında basılmıştır.
Kasım ortasında, Dubai işçileri, devasa ve spontene ayaklanmalarının sona ermesinin ardından işlerine geri dönerken, televizyonlar Dubai Kralı Abdullah'ın yeğeni Al Walid ibni Talal'ın şahsi kullanım için satıl adığı Airbus A380'den bahsediyorlardı.
Bu devasa grev hareketiyle ilgili tek bir kelime bile söylenmiyordu! Aşırı sömürüye maruz kalan yüzbinlerce işçinin bu açık isyanına dair tek bir kelime yoktu! Burjuvazi bir kez daha uluslarası basını bir kez daha sınıf mücadele haberlerine karartma uygulamıştı.
Burjuvazinin insanlık dışı sömürüsüne karşı....
Geçtiğimiz senelerde Dubai, herbiri diğerinden daha inanılmaz sayısız gökdelenin mantar gibi bittiği bir inşaa sahası haline gelmişti. Bu Emirlik, burjuvazinin, Orta Doğu'nun doğusundaki ‘ekonomik mucize' simgelerinden biri. Fakat yaldızlı perdelerin arkasında çok farklı bir gerçeklik yatıyor: turistlere ve işadamlarına sunulan gerçeklik değil, ‘mimari rüyalar' için kan ter içinde çalışan işçi sınıfının gerçekliği.
Emirliğin bir milyonluk nüfusunun %80'inden fazlası büyük bir çoğunluğu Hindistan'dan gelen ama aralarında Pakistanlı, Bangladeşli ve Çinlilerin de bulundupu yabancı uyruklu işçiler oluşturuyor. Görünüşe göre Arap işçilerden daha ucuza mal ediliyorlar! İnşaat alanlarını yedi gün yirmi dört saat, neredeyse hiçbir şey karşılığında çalıştırıyorlar. Kazandıkları para ayda 170- 250 YTL civarına denk düşüyor. Prestijli kuleleri ve sarayları inşaa ediyorlar ama şehrin dışında, çöldeki kulubelerde, pek çok kişiyle sıkış tıkış kalmak zorunda oldukları odacıklarda yaşıyorlar. İşe otobüs adı takılmış sığır kamyonlarında götürülüyorlar. Tabii ki bütün bunların yanı sıra ne tıbbi güvenlilikleri ne de emeklilik şansları var... ve bütün direniş tehlikesini ortadan kaldırmak için işveren pasaportlarına ne olur ne olmaz diye el koyuyor. Tabii ki ülkelerinde kalmış olan işçi ailelerine de hiçbir haber verilmiyor. İşçiler onları sadece 2-3 yılda bir görebiliyorlar çünkü yolculuk parasını bulmak çok zor.
Fakat insanlara böyle davranıp sürekli paçayı sıyırmak da mümkün değil.
....proleteryanın devasa mücadelesi
2006 yazında Dubai işçileri çoktan güçlü ve kollektif mücadele verme kaabiliyetlerini göstermişlerdi. Geçmişteki mücadelelerin bastırılmasına rağmen bugün tekrar sömürenlerine ve işkencecilerine karşı durmaya cesaret ettiler. Bu sefalet ve kölelik hayatına karşı birleşerek bu kavgalarla, yürekliliklerini ve olağandışı mücadele isteklerini gösterdiler. Mısır'daki sınıf kardeşleri gibi, bütün riskleri göze alarak mevcut güçlere karşı geldiler. Emirlikte yasak olan ve anında cezalandırılan grevlerin getirdiği riskler arasında çalışma izninin alınması, çalışma yasağı da vardı.
Ve yinede, aylardır maaşları ödenmeyen ve bu durumdan bıkmış olan "4000 inşaat işçisi 27 Ekim Cumartesi günü sokağa çıktı, Jebel Ali endüstri bölgesine giden yolları kapadı ve polise taşlar yağdırdı. Onları işe götürmesi için daha fazla otobüs temin edilmesini, konutların daha az kalabalık olmasını ve onurlarıyla yaşamalarına yetecek kadar maaş istiyorlardı" (Courrier International, 2.11.07). Bu mücadelenin kendilerinin de mücadelesi olduğunun farkına varan farklı işyerlerinde çalışan binlerce işçi de grevcilere katıldı.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, burjuvazi ve devleti sertçe cevap verdi. Unsurprisingly, the bourgeoisie and its state responded violently. Ayaklanmaya karşı yerel çevik kuvvet ekibi, göstericileri panzerlerle su fışkırtarak dağıttı ve pekçoklarını polis araçlarını tıkarak gözaltına aldı. "Bu ‘barbarca davranışı' kınayan Emek bakanı onlara iki seçenekleri olduğunu söyledi: ilki işlerine dönmek, ikincisi sözleşmelerinin iptali, sınır dışı edilmek ve hiçbir tazminat da alamamak. " (https://www.lemaroc.org/economie/article_8622.html). Bu polis baskısına ve hükümetin tehditlerine rağmen, grev hareketi Dubai'deki üç ayrı bölgede yayılmaya devam etti. 5 Kasım'da Associated Press'deki bir cümlede 400,000 işçinin grevde olduğu söyleniyordu!
Ceza ve baskı tehditleri, polis araçlarının zarar gördüğü bahanesiyle savuruluyordu: tabii ki polis araçlarının zarar görmesi burjuva düzeni için bir hayli kabul edilmez bir durum! Fakat en korkunç şiddetten kim sorumluydu? Cevap açık: yüzbinlerce işçinin hayatını tam bir cehenneme çevirenler.
Böyle mücadelelerin perspektifi nedir?
Dubai'de proleterya gücünü ve kararlılığını göstermiştir. Burjuvazi, sadece baskıcı taktiklerini bir kenara bırakarak geçici olarak geri adım atmak durumunda kaldı. Dolayısıyla, hareketi başlatan 4000 Asyalı işçinin kovulduğunu açıklılmasının ardından, "Çarşamba günü hükümetin tonu olayları sakinleştirmeye yönelikti" (AFP). Mücadelenin devasa oluşu yüzünden "Dubai hükümeti biraz esnemek ve bakanlardan ve işverenlerden maaşları gözden geçirmelerini ve bir taban maaş uygulaması başlatmalarını istemek durumunda kaldı "... tabii ki resmi olarak. Fakat gerçekte, burjuvazi saldırılarına devam edecek. Hareketin başını çekenlere karşı yaptırımlar değişmemiş gibi görünüyor. Ve şüphesiz burjuvazi bu durumu sıkıca kontrol etmek ve Dubai'deki acımasız ve korkunç sömürü koşullarını korumak isteyecek.
Öte yandan, yöneten sınıf, işçi sınıfının bu kesiminin, mücadele tecrübesinin yüksek olmamasına rağmen yükselen militanlığını dikkate almak durumunda kaldı. İşte bu yüzden yöneten sınıf başka yollardan da saldırmaya çalışıyor, baskının yanı sıra ideolojik araçları da kullanmak istiyor. Bunu ilk kullanma çabası ise gülünç ve etkisiz oldu. Anlaşmazlıkların çoğalması karşısında, "otoriteler polis kuvvetleri içinde işçilerin sorunlarını çözmekle görevli bir birim yarattılar ve işçilere, büyük çoğunluğu maaşların ödenmemesiyle ilgili olan şikayetlerini dile getirmek için ücretsiz olarak arayabilecekleri bir numara verdiler". Şikayetleri doğruca baskı kuvvetlerine yapmak -daha provakatif olunamazdı herhalde! Fakat hükümetin bundan daha zekice bir taktiği, işyerlerinde gelecek mücadeleleri ‘içerden' kontrol altına almak için sendika kurma çabası oldu.
Buradaki sorun Dubai gibi bir mini-devletteki bir mücadelenin perspektifinden ziyade bu mücadelenin çok daha geniş bir hareketin parçası oluşudur: işçi sınıfının uluslararası mücadelesi. Marks ve Engels 1848'de, Komünist Manifesto'da "İşçilerin vatanı yoktur" demişlerdi. Proleteryanın mevcut mücadelelerin hepsi, kapitalist sömürüye karşı aynı mücadeleler zincirinin parçasıdır. Hindistan'dan Dubai'ye, Mısır'dan Orta Doğu'ya, Afrika'dan Latin Amerika'ya, Avrupa ülkelerinden Kuzey Amerika'ya, işçi mücadelesi yükseliyor. Sınıf mücadelesinin uluslar arası gelişmi, hareket nerede yükseliyorsa orada işçiler için devasa bir cesaret kaynağı. Özellikle Dubai, Bangladeş veya Mısır gibi ülklerde devasa hareketlerin yükselişi, gelişmiş ülkelerdeki işçiler için bir uyarıcı olmalı, ve onların mücadelesi de birikmiş tecrübelerini paylaşarak, mücadelenin nasıl işçilerin kendi ellerine alınacağını, neden sendikalara ve sermayenin soluna bu işi bizim için yapmaları için güvenemeyeceğimizi göstererek mücadelenin sistemin bütününe karşı geliştireceği perspektifi duyurma sorumluluğunu sahiplenmelidir.
Burjuvazi onun basını, mücadele tecrübesinin paylaşılmasını engellemek amacıyla dünyanın heryerinden gelen işçi mücadelesi haberlerini bastırmak için ellerinden geleni yapıyor. Dubai'deki mücadeleler, heryerde işçi sınıfının dünya ekonomik krizinin korkunç etkilerinin acısını çektiğinin ve heryerde işçi sınıfının buna karşı mücadele ve dayanışma silahlarını bilediğinin bir kanıtıdır.