Sendikal Güç Birliği, İşçi Sınıfından Yana Mı?

Bir süredir emek dünyası ile ilgili gündemi takip edenler Sendikal Güç Birlği Platformu (SGBP) adında bir oluşumun varlığından haberdardır. Buna göre Türk-İş sendikalar konfederasyonu bünyesinde bulunan ve kendilerini Türk-İş'e “muhalif” ilan eden 10 sendikanın belli başlı şubeleri bir dizi başlık ile bir toplantı gündemi belirlemişti ve bu toplantılar İstanbul, Bursa, Lüleburgaz, Diyarbakır ve Ordu gibi illerde gerçekleştirilmişti.

Demokratik, mücadeleci ve güçlü yeni bir sendikal hareket için” başlığı altında toplanan bu on sendikanın[1] yapmak istediklerini yapılan bir basın açıklaması ile duyururken basın metinlerinde “yüzü sınıfa dönük, mücadeleci, birleşik bir sendikal hareketi yaratmak” için yola çıkıldığından bahsediliyor ve işçi sınıfının dayanışmasının örüleceğinden, sendika içi demokrasinin tesis edileceğinden bahsediliyordu.

SGB bir dizi toplantı sonrasında 26 Kasım'da İstanbul'da yaptığı son toplantısının ardından bir sonuç bildirgesi[2] yayınladı. Bu bildirgede “mevcut hükümetin politikalarının sendikaları hedef aldığından”, “işçi sınıfının mevzileri olan sendikalara saldırıldığından”, “sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma yoluyla işçi sınıfının örgütsüzleştirilmek istendiğinden”, “malum saldırılara karşı gelecek Türk-İş Genel Kurulu'nun öneminden” ve “en acil görev olarak hükümetin saldırılarının önünü kesmek gerekliliğinden” dem vuruluyordu.

Bütün bu ritüellerin kendisi bir tarafa bırakılırsa, toplantılara katılan sendika üyesi işçilerin bu 10 sendikanın yöneticilerinin de hazır bulunduğu toplantılarda söz alarak sendikaların kendisine yönelttikleri eleştiriler önemli bir yer turuyordu. Söz alan işçiler salonda bulunan sendika yöneticilerini “ücretli kölelik anlaşmalarına imza atmakla”, “Türk-İş'e muhalif olunurken aynı zihniyetin bir başka yüzü olmakla” ve “taşeronlaştırma gibi saldırılara karşı olduklarını ifade ederken kendi sendika binalarında taşeron işçi çalıştırdıklarına işaret ederek” eleştirildiler. Yeri gelmişken şunu da belirtmeden geçmemek gerekiyor. Türkiş yönetimine muhalif olan sendikaların içinde de sendika yönetimlerine ve sendikalizme karşı olan işçi grupları ya da platformlar mevcut. Sendikal Güç Birliği Platformunun başını çeken Tek Gıda İş ve Belediye İş gibi sendikaların üyesi olan işçilerin kurduğu Direnişteki İşçiler Platformu bu duruma en iyi örnek olarak görülebilir.

Nitekim orada konuşulanlardan öte, konuşanlar sözü edilenlerin aksine işçi sınıfının belleğinde bir yer etmiş durumdaydılar. Örneğin son İstanbul toplantısında Tek-Gıda-İş Sendikası adına söz alan ve özellikle TEKEL işçilerinin yakından tanıdığı, malum sınıf düşmanı Mustafa Türkel ifadelerinde “platformun dışında kalan sendika yöneticilerinin bu hareketleri ile büyük bir vebalin altında kalıyor olmalarından”, “güçlü bir sınıf hareketi yaratmaktan” ve “emeğin iktidarını kurmaktan” bahsediyordu. Çürümüş aygıtlar olarak sendikaların kokuşmuş mekanizmalarının somut bir yansıması olarak ortaya çıkan bu sınıfa karşı konumlanışın arsız göstergesi olarak Türkel, TEKEL mücadelesi süreci boyunca işçi sınıfı nezdinde yeteri kadar “üne” sahiptir. Kendisi bütün geçmiş pratiğini görmezden gelerek, utanmadan bu sözleri söylerken insan hiç acaba TEKEL mücadelesinde türlü bahanelerle işçileri oyalayan, çeşitli ayak oyunları ile işçi sınıfını kandıran, 4 Nisan'larda “Dağılıyoruz!” diyerek polis kordonunun ardından “meçhule karışan”, sendika binasının önüne lüks aracıyla gelirken işçileri dövdürme emri veren. Tekme, tokat darp ettirdiği işçinin durumundan haberi var mıdır, ya da 18 yıldır aynı sendika binasında çalışan bir işçiyi yine sudan bahanelerle kapı dışarı eden zihniyet ile yukarıdaki sözler arasında açı farkı çok mu dur diye sormaz mı? “Ayıyla girdiğiniz yataktan tırmalanmış olarak çıkarken” bu alçağın yüzünde hiç mi yara yoktur? İşte sendikaların insanı getirdiği nokta: Sınıfa göz göre göre yalan söylemek, sırtından bıçaklamak, ihanet etmek!

Türkel dışında diğer sendikaların yönetici takımının yaptığı bir çok konuşma da bir çok gerekçe ile eleştirildi ve samimi bulunmadığı ifade edildi. Zaten Türkel'in içerisinde bulunduğu bileşenin iradesinin sorgulanması da ayrı bir yer turuyor. Bu da üyesi oldukları sendikaların da aslında kendisinden şüphe duyduğu bir kitleyi de içerisinde barındırıyor olduğuna işaret etmekte. Böyle bir potansiyelin taşınıyor olduğu varsayımından hareketle düşünsek bile, sendikaların gerekliliği ve günümüz koşullarında tuttukları yerin proletarya nezdinde nereye denk düştüğünü görmek için TEKEL'e bakmak lazım. Yukarı da bahsettiğimiz sendika içindeki bu potansiyel, işçilerin sendikacıların ve sendikalizmin her türlü ayak oyunu ve pisliğine karşı durmaya çalıştığını gösteriyor. Fakat bu çabaların sendikalizmden kurtulması ve sendikaların burjuva aygıtlara dönüştüğünü görmeleri gerekiyor. Sınıf hareketindeki her deneyim sendikaların ipliğini pazara çıkarıyor aslında; kendi çıkarları için hareket eden işçiler, burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden sendikaları karşılarında buluyor. Sınıf içinde kendi karşıtını yaratan Sendikal Güç Birliği Platformu böyle bir zeminde duruyor.

Bütün burada anlatılanlardaki sorunu ve suçu sadece tekil biçimde sendika yöneticilerinde aramak yerine sendikalarda, yapısal bir sorundan öte çöküş döneminin kendisine has mücadele mecralarının tükenmiş olmasında ve artık demokrasicilik oyununun absürd bir hal alıyor oluşunda aramak gerekiyor. İşte, göstermelik sahte gövde gösterilerinin gölgesinde birbirinin kopyası cümleler ile bezeli basın açıklamaları, sözde dayanışma mesajları ve hesapta birlik kuruluyor izlenimi verilerek sınıfı oyalamanın yegane aracı : sendikalar!

Grevlerde yalnız bırakma, toplu iş sözleşmelerinde sefalet koşullarına talim etme, işyerlerinde emeğin rasyonel olarak devamlılığını sağlama, işçileri sadece aidat getiren canlı emek gücü olarak görme ve sadece şube lokallerinde yapılan sohbetleri ile “varolan”, kapitalizmin çöküşünün sınıfın hafızasında kaybedişlerin hatıraları ile “yaşayan” ölü yapılar, dünün işçi örgütü, bu günün sermaye araçları: sendikalar!

Bütün bu verilerin ışığında, işçi sınıfının sendikalar içerisinde varolmaları ile kendi sınıflarına kazandırabilecekleri ne vardır diye soruyoruz! Sendika tabanında görev yapan şube temsilcileri, sendika çalışanları, vb. işçiler için söylenebilecek bir şey var ise o da eleştirmekten de öte bu yapıların yıkılarak işçi sınıfının kendi inisiyatifini kendi eline alabildiği organların yaratımı için şimdiden tartışmaya ve sınırsız eleştiri zemininde mücadelenin düşük olduğu şu dönemlerde bile bitmek tükenmek bilmeyen bir azim ile bütün diğer sınıf kardeşlerimizle dayanışma, sınıf içerisinde tartışma açmaktır. Yaşamımızın öenmli bir kısmını harcadığımız, hayatlarımızı bıraktığımız işletmelerde bir patron varken, bir de her fırsatını yakaladığında bizlere ihanetin daniskasını gösteren, işletme polisliği yapan sendikalara işçi sınıfının ihtiyacı yoktur!

Dolayısıyla, Sendikal Güç Birliği Platformu işçi sınıfından yana değil, ona karşıdır ve işçilerin kurtuluşu, mücadelesi içerisinde kendisini eğitmesi ve komünist azınlığın mayası ile katıklanması zaman alabilecek olsa da yine de kendi eseri olacaktır.

Nevin

 

  1. Bu sendikalar Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Tez Koop-İş, TGS ve TÜMTİS'ten oluşuyor.

  2. www.kizilbayrak.net/sinif-hareketi/haber/arsiv/2011/11/29/artikel/170/sg...