DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
Bundan bir süre önce, yeni yeni gündeme gelen ve arkasından türlü yaygara kopartılan yeni sendikalar yasası üzerine düşüncelerimizi belirtmiştik.[1] Buna dair birtakım öngörülerimiz bulunuyordu ve yeni gelişmeler sonrasında tasarının burjuvazinin meclis ve komisyonlarında görüşülerek netleştirilmesi ve yasalaşması üzerine bu yazıyı kaleme almayı önemli görüyoruz.
Bunu yaparken de önceki yazımızdaki belli başlı noktalara dikkat çekmemiz gerekiyor. İlk yazımızda yasa ile ilgili esas hatlarıyla okuyucularımıza Türk-İş ile DİSK arasındaki aslında varolmayan "ayrım"dan sözetmiştik. Bunun bir sanal ayrışma olduğu, tamamen dönemin Türkiye'sine has bir özellik olarak gelişen muhalefet ortamında burjuva tarafların kendi içerisindeki, yine kendileri gibi sermayenin bir aygıtı olarak devletin yönetiminin paylaşılamaması ile ilgili bir çelişkinin sınıf-içi bir çözüm arayışı olarak yansıyor olduğundan bahsetmiş, yeni sendikalar yasasının sendikaların önünü açan, daha da merkezileştiren ve mümkün olduğu kadar da meşrulaştıran bir tarafı olduğunu ve bu gibi bir refleksin de altının boş olmadığını, planlı bir amacın göstergesi olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştık.
Buradan hareketle yeni yasalaşan bu tasarının maddelerinde şöyle bir göz gezdirdiğimizde karşımıza çıkanlar konu ile ilgili görüşlerimizi, devlet kapitalizminin Türkiye'deki temsilcilerinin gelecekteki manevralarına dair bir ışık tutuyor. Yeni işkolu sayısı olarak 21'in kesinleştiği yasada, sendikalara üyelikte noter şartının kaldırılması, aynı işkolunda ancak farklı işletmelerde farklı ve birden çok sendikaya üye olunabilecek. E-devlet üzerinden takip edilebilecek olan sendika(lar) üyeliğinin yanısıra sendikaların istedikleri ve kasalarındaki sermayenin %40'ını aşmayacak şekilde sanayi ve ticaret kuruluşlarına yatırım yapabilecek. İşçi temsilcilerinin atama yoluyla göreve başlaması uygulamasına devam edildiği gözlenen yeni yasada, taslakta üyelik için aranan 15 yaş sınırı da korunmuş görünüyor.
Bizce bu basit bir yasal düzenleme değil. Devlet eliyle sendikaların meşru kılınmasının önünün açılmasıdır. Sendikaların işyerinde devletin polisliğini, patronun yandaşlığını üstlendiğinin birçok örneği ile bu görüşümüzü yerli yerine oturtmamız, okuyucularımız tarafından daha net anlaşılmamız açısından işlevli olacaktır. Artık işletme odaklı yatırımlar yapan, işçilerinden aldığı parayı sektör(ler)de gerçekleyen, 15 yaşında olan bir işsizi işçiyi bile üye kabul edebilecek bir yapı ile karşı karşıya olacağız.
Türkiye sınırları içerisindeki sendikal gündemin başını, aslında ara ara ısınan, bazen de soğuyup ilerleyen dönemlerin gündemlerine yedirilen bir "Türk-İş / DİSK" gündemi vardır. Burada konu üzerinde saflaşanların büyük bir bölümü (ki bu büyük bölümün neredeyse tamamını burjuva solu oluşturuyor) DİSK'in savunusu, ve kimi zaman da yüzeyin sığlığını aşamayan sendikal bürokrasi eleştirileri ile süsleniyorken ve hatta Türk-İş'ten ayrılan işçilerin DİSK gibi başka bir sendikaya üyeliğini geçirmesini mutlulukları ve büyük puntolu manşetleri[2] ile ilan ediyorlar. Bütün dertler bir sendikadan diğerine geçişin bir an önce gerçekleşmesi, sonrasında burjuva solunun etki alanına girecek işçiler arasından devşirilecek yeni "kahramanlar" ve kendi siyasetlerinin dogmalar ile kutsanması. Ancak konunun esas kilit noktası gözden kaçırılıyor: sendikalar niye var?
Günümüzün durumu, sistemi göstermelik "restore" edebilmenin araçları, göstermelik birkaç "ağıza bal çalma" manevrası dışında işçi sınıfının yaşamında herhangi bir değişikliğe denk gelmeyecek demokrasi oyunları olarak, kapitalizmde (ekonomik, siyasi ya da toplumsal) reformların artık mümkün olmadığını işaret ediyor. Bu da elbette devrimcilerin aklına gaipten inmiyor. Bunun da somut sebepleri var ve devlet yapısı içerisinde genel bir eğilim olarak şu adımları izliyorlar:
-Devletin, bir yönetme ve hükmetme araçlarının sürekli yenilenmesi,
-Silah üretimine yapılan muazzam harcama (Rusya ve ABD gibi ülkelerin ülke bütçelerinin neredeyse %50'sini bu harcamalar oluşturuyor),
-Kronikleşen açıklarından muzdarip birçok sektöre devletin uyguladığı sübvansiyonlar,
-Maliyetli olmalarının yanısıra sistemin çelişkilerinin ve absürdüğünün bir göstergesi olarak pazarlama, tanıtım, ve genel olarak sermayenin sözde 'üçüncül' sektöründe maliyetleri yükseltme,
-Son olarak, sermayenin sürekli olarak işçi sınıfının sömürüsünü, çöküş dönemindeki kapitalizmin karakteristiklerinden olan üretici olmayan harcamaları karşılayabilmek için haddin, eşiğin ve dayanma noktasının ötesinde arttırma.[3]
Bütün bunların yanına, birer "harcama kalemi" olarak sistem üstleniyorken işçi sınıfının yaşamında gözle görülür ve hissedilir oranda artan sömürüsünün ve yaşam koşullarının da ters oranda düşmesini de ekliyoruz. Mesela üretimin fazlalaştırılması ve süreklileştirilmesi için çalışma saatlerinin uzatılması buna bir örnek teşkil ediyor. Birbirleri ile rekabet halindeki kapitalist işletmelerin bu tür bir manevrası, bir sınıf olarak burjuvazinin düsturu olagelmişken, artık "yeniden bir doğuş"u imkansız olan kapitalizmin barbarlığa dümen kıran gemisinde bu artık içinden çıkılmaz bir hal almaya başlıyor. Bu koşuldan ileri gelen işçinin makinanın bir parçası olması, yaşamına ve dolayısıyla kendisine, bir sınıf olarak içerisinde bulunduğu toplumsal kategoriye yabancılaşması, güncel hayattan kopuşu, adeta bir android misali düşünmeyen bir mekanik uzuv haline gelmesi, artan iş cinayetleri,vb. gibi koşulları daha da ağırlaştırıyor. İşte sistemin üretiminin süreklileştirilmesi noktasında devlet kapitalizmin resmi birer aparatı olarak devreye sendikalar giriyor.
1. Dünya Savaş'ında oylanan ve sosyal-demokrat partilerin yanında yer alarak savaş harcamaları lehinde oy veren birer güdümlü sermaye aracı olarak sendikalar, savaşın sonrasında proletaryanın yüzyüze kaldığı kıtlık, açlık ve ağır yaşam koşullarına karşı her türlü başkaldırısında bir güç olarak konumlanıyor ve bu hareketleri bastırmak için elinden geleni yapıyor. Sınıfın her mücadelesinde bir karşı-sınıf refleksi olarak sendikalar devletin yanındaki işlevlerini;
-ekonomiyi rasyonalize etmek, emek gücünün satışını bir düzene oturtmak için aktif rol üstlenme ve
-grev ve isyanları raydan çıkartmak için sektörlerin keskin çizgilerine hapsettikleri politikaları ile sınıf mücadelesini sabote ederek yerine getiriyorlar.[4]
Konunun daha da netleşmesi ve okuyucu tarafından daha net bir platformda anlaşılmamız açısından "sendikaların varoluş maddeleri"nizi şu biçimde aktarabiliriz. Devletin birer aygıtı olarak sendikaların işçi mücadelelerini sabote etme niteliklerine binlerce örnek verilebilir. Ancak ondan önce kendimize ve okuyucuya yönelttiğimiz sendikaların varoluşları üzerine sorumuzu cevaplayalım. Sendikalar varlar çünkü;
-Sendikalar, mücadelerin içeriğini ulusalcı, milliyetçi ve hatta ırkçı çıkmaz sonlara sürüklerler;
-Sendikalar, mücadeleyi ülke ya da yerellik ölçeğinde izole ederler;
-Sendikalar, sınıfın birliği karşısında organizasyonsuzluk sergilerler;
-Sendikalar, sınıfın militanlığını faydasız ve moral bozucu eylemliliklere sürüklerler;
-Sendikalar, sınıf dayanışması pratiğini zayıflatırlar.[5]
Peki bütün bunların oturduğu maddi bir temel yok mudur? Okuyucunun zihninde oluşanları nesnel bir zemine oturtmak için şu örnekleri vermemiz bizce faydalı olacaktır. Nitekim yaşamın "yeşil" hareketliliği, dinamizmi ve akışı teorinin griliğinden de öte bir şeydir :
-1979'da sendika aparatı, Fransız metal işçilerinin militanlıklarını, vagonlar dolusu "Alman demiri"ne karşılık "Fransız malı üretelim!" nidalarıyla milliyetçi eylemliliklere saptırdı;
-1970'te yeni çıkacak olan yasayı protesto için birkaç günlük eylemlilikler ile işçi sınıfının hem gazını hem de desteğini alarak Türkiye'deki işçi sınıfının eğilimini TİP eksenine kaydırmak için düzenlenen eylemliliklerin kontrollerinden çıkarak giderek militanlaşması ve siyasileşmesi, üzerine radyodan "Anayasamız her türlü toplantı ve yürüyüşlerin silahsız ve saldırısız olacağını emreder. Bizler anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için hiçbir hareketimiz anayasaya aykırı olamaz." diyerek işçileri uyardı ve sorumluluğu üzerinden attı;
-Britanyalı maden işçilerinin grevinde, mücadeleyi tek bir sektörle sınırladı. Bu manevra "kömür, sadaka değil" sloganıyla neticelendirildi. Maden sendikası NUM, kendisini sözde radikal göstererek "sendikaların işçi sınıfı doğası"na vurgu yapıp diğer sendikaların madencilerin grevini desteklemesinin önüne geçti;
-1984'te Lorraine'deki metal işçilerine bulundukları bölgeye giden bütün yollara barikatlar kurdurarak işçilerin mücadelesini diğer bölgelerden izole etmekle kalmadı, kendi içlerinde de bölünmelerinin önünü açtı;
-Doğu Almanya'da, 35 saatlik çalışma haftası kampanyası, sendikalar tarafından dikkatlice kontrol edilen ve yönlendiren bir grev "düzenleyerek" döne döne, şehir şehir, bölge bölge, saat saat işçi sınıfının militan itkisini pratikte dağıtmak amaçlı bir yöntem izledi.
-İtalya'da işçi sınfının öfkesini, "Roma'ya Yürüyüş" adı altında şehrin sokaklarında yaklaşık 1 milyon işçiyi iç karartıcı bir gezintiye çıkararak spektaküler ve umutsuz eylemliliklere kanalize ettiler.
-Britanya'daki madenciler grevi sırasında, işçi sınıfı içerisinde gelişmekte olan dayanışma manevralarını ikame ederek finansal tahsilat ve "satış için" saptırdılar;
-Türkiye'deki TEKEL mücadelesinde önce "anam avradım olsun bu davadan dönersem" deyip, sonra sözde konfederasyonları ve sendikaları ile birlikte grevler ilan edip ardından temsili katılım manevrasıyla aslında hiçbir zaman gerçekleşmeyecek "genel grevler" örgütlediler;
-2011'de Fransa'daki emeklilik maaşı ve yaşı protestoları sırasında kendi toplantılarını kapalı kapılar ardında, üye işçilerinden habersiz yaparak hem mücadelenin yönünü belirlemeye çalıştılar, hem de kurulan genel asamblelerdeki işçilerin kendi aralarındaki iletişime müdahale etmek için ses araçlarının volümlerini açtılar;
-Ve yine ama bu sefer 2012'de, G.Afrika'da daha iyi bir ücret için greve başlayan maden işçileri adına patron ile yaptığı anlaşma sonrasında aynı işçilerin anlaşmayı yeterli bulmaması üzerine işlerine gitmeyi reddederek "yasadışı" grevlere başvurması sonrasınra polisi göreve çağırdılar ve iki işçinin ölmesine neden oldular.[6]
Bir diğer konu olarak işçi sınıfının hala sendikalar gibi aygıtlara sahip olduğu, buraların mücadele odakları olduğu ve kazanılması, başına devrimcilerin ya da devrimci işçilerin getirilmesi ile bu çürümüş yapıların "devrimcileşmesi"nin mümkün olduğunun savunusu yapanların ilgi alanına giren "'işçilerin evi' : sendikalar" bakışı önümüzde duruyor. Burjuva solunun cengaverlerine göre, işçiler eğer sendikaları ele geçirirlerse bürokrasiden, seçim ve kulis oyunlarından bu kurumlar arındırılabilecek, sendikalar işçiler için tekrar bir adres olacak ve bundan sonra da işçi mücadelesi adına her şey daha güzel olacaktır. Ancak kazın ayağı bizce öyle değil. Bunun ötesinde, sonra hangi sendika gerçekten "iyi" birer sendika olabilir sorusunu yöneltmeyenlerin düştüğü acziyeti de işaret etmek istiyoruz.
Bu konu, proletaryanın bir sınıf olarak uluslararası konumlanışı ve somut varlık koşulları ekseninde değerlendirilmesi gereken, işçi sınıfının kendi mücadelesini geliştirmesinin önünde bir engel olarak duran diğer bütün konular olarak ulusal sorun, seçimler, parlamentolar gibi düzenin dekompozisyonu, sistemin çürümüşlüğü ve artık her anlamda barbarlığa geçişin arifesini yaşadığımız bu dönemde, kapitalizme karakterize olmuş niteliklerinin yanınıda gücünü militarizasyon çizgisinde merkezileştirme eğilimindeki devlet kapitalizminin, işçilerin yaşamında direkt olarak etkisi olan önemli bir faktörü olarak sendikalar da bulunuyor.
Hatta tarihin ilerleyişini nacizane bir "ders" gibi sunacak olursak, içerisinden geçmekte olduğumuz, yani üretim araçlarının gelişiminin önündeki engel olarak toplumsal üretim ilişkilerinin ulaştığı aşama itibariyle demokrasinin de bu konuda yaya kaldığını ve neticede sınıfın canlı ve sürekli hareket eden doğasının ve onun karşıt sınıfı ile sürekli çatışmasının gündelik yaşamda da bunun yansımasını karşıt sınıf güçlerinin kendi aralarındaki sürekli mücadelesinde olduğunu görebilmemiz gerekiyor. Bu dersler ise şu belli başlıklar altında bir anlam kazanıyor; sınıf adına bir deneyimsel kazanım olarak bir "yenilgi" ya da sınıfın tarihsel bir adımı olarak çetin sınıf mücadeleleri. "Nasıl?" sorusunun cevaplarını aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:
-İmzalanmış protokoller ile gelen bütün eylemsizliklerin reddi,
-Kendi gücünü birleştirmek için meslek, ırk ve ulus kategorilerinin ötesinde araçlar geliştirmek,
-Erki elinde bulunduran sınıfın güç odaklarına (onun devlet ve hükümetlerine) karşı direkt mücadele,
-Sistemin iktisadi mantığına karşı kendi çıkarlarını savunmasının gerekliliği[7]
Tek bir yasa taslağı bile bugün devletin merkezileşmesi yönündeki eğilimi ve emeği mümkün olduğunca sürekli kılmasının önünü açması eğilimi ile sendikaları bu siyasetlerinin birer aracı, kendi mekanizmalarının birer aparatı olarak kurgulamalarında şaşıracak bir şey yok. Çünkü bu aygıtlar artık çürümüşler ve bizlere, işçi sınıfına herhangi bir mücadele alternatifini sunacak durumda değiller. Yazımızın sonunda başlıklarımızı, sınıfın da kendi içerisinde, kendi mücadelelerini kendi ellerine alması yönündeki bütün isteklerinde somutlanmasını umut ettiğimiz tartışma başlıkları olarak şu biçimde netleştirebiliriz:
- Kapitalizm artık işçi sınıfı lehine reforme edilemiyor;
- İşçi sınıfından gelecek kitlesel, radikal ve siyasi bir karşı duruşun gerekliliği var;
- İyi sendikacılık ya da devrimci sendikacılık mümkün değil ve
- İşçi sınıfının, insanlığın geleceği açısından taşıdığı tarihsel sorumluluk gerektirdiğince sendikaları yıkması da gerekiyor. Bütün bunları yaratacak olan da işçi sınıfının dayanışma kararlılığı, mücadele azmi ve hayatının umut vermeyen geri kalanı için kaybedeceği birşeyi olmadığı günümüzde, "günümüz"ü de kendi sınıfsal konumlanışını da aşarak değiştirmesi ve yok etmesidir.
Bunçuk
1. https://tr.internationalism.org/yeni-sendikalar-yasasi-uezerine-duesuenc...
2. https://www.kizilbayrak.net/sinif-hareketi/haber/arsiv/2012/03/15/artike...
3. "İşçi Sınıfına Karşı Sendikalar" kitapçığı: https://en.internationalism.org/pamphlets/unions.htm
4. age
5. age
6. https://tr.internationalism.org/gueney-afrikada-isciler-patron-ve-sendik...
7. age