Kemalizme Karşı Komünizm (4)

Kafkaslar ve Orta Asya'da Bolşeviklerle İttihatçılar Arasında Savaş Esirleri

Savaş kaybeden tüm ülkelerde olduğu üzere, Birinci Dünya Savaşı sırasında çok ciddi miktarda Osmanlı İmparatorluğu askeri ve subayı esir düşmüşlerdi. Bu rakam, Osmanlı'nın savaşmakta olduğu ülkelerin tamamına esir düşen toplam kişi sayısı olarak 145,000 kişiyi bulmaktaydı.1 Bu rakamın yaklaşık 21,400'ü er, 1180'i subay, 250'si de sivil olmak üzere, 22,830'ü Çarlık Rusya'sına esir düşmüşlerdi. Erlerin yaklaşık 18,00'i, subayların ise 400'ü nihayetinde ülkelerine döneceklerdi.2 Savaşın ardından Rusya'daki devrime tanıklık edecek bu kişilerin, bahsi geçen 145,000 kişinin geri kalanına nazaran en ilginç esaret deneyimini yaşadıklarını kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu esirlerin koşullarına dair değinilmeye değer olan bir diğer önemli nokta, esir düşleri bölgede Azeriler, Tatarlar, Başkırlar gibi aynı dili konuştukları pek çok kesim olmasıydı. Ayrıca, savaş sonrası dönemde, Kafkaslar ve Orta Asya pek çok İttihatçı için de bir sığınak haline gelecekti. Tüm bu unsurlar, devrimin ardından Kafkaslar ve Orta Asya'yı, Türkiye'deki gelişmeleri de etkileyecek bir bölge yapmıştı.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Rusya sınırları içerisinde pek çok milletten hatrı sayılır miktarda savaş esiri bulunmaktaydı. Bolşevikler, bu savaş esirleri arasında siyasi çalışma yapmanın, uluslararası harekete faydalı olacağını düşünerek hem savaş yıllarında, hem de savaş sonrası dönemde böylesi bir pratik içerisine girmişlerdi. Bu doğrultuda, esirler arasında destekçi kazanmaya çalışıyorlardı. Osmanlı kökenli savaş esirleri de, bu çabaların hedeflerinden biriydi. Bu kesim içerisinden öne çıkan isim ise Mustafa Suphi isminde İttihatçılara muhalif eski bir Türk milliyetçisi olacaktı. 1882'de doğan Mustafa Suphi, iyi eğitim görmüş, önce İstanbul'da hukuk sonra da Fransa'da siyaset okumuştu. İstanbul'a döndükten sonra, İttihat ve Terakki rejimine muhalif İfham isimli bir gazete çıkartmıştı. Mustafa Suphi'nin siyasete ilgisi, Rusya'ya gitmesinin öncesine dayanmaktaydı. İfham gazetesini çıkarttığı dönemde Suphi, milliyetçiliğiyle öne çıkan ama İttihatçıları sertçe eleştiren Milli Meşrutiyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer almıştı. Mustafa Suphi, Rusya'daki savaş esirlerinin büyük çoğunun aksine, asker değildi. Muhalif siyasi görüşleri nedeniyle Mustafa Suphi 1913 senesinde İstanbul'dan sürgün edilen çok sayıda siyasetçi ve aydından biri olacaktı. Suphi ve arkadaşları, 24 Mayıs 1914'te, sürgünde oldukları Sinop'tan Rusya'ya kaçtılar. Fakat Birinci Dünya Savaşı başladıktan ve Osmanlı İmparatorluğu savaşa girdikten sonra, bir düşman ülke vatandaşı olarak Mustafa Suphi yakalanılacak ve önce Kaluga'ya, 9 Eylül 1915'te de Uralsk'a sürülecekti ve sosyalizmi bu tarihten sonra benimseyecekti.3 Çarlık rejimi savaş esirleriyle siyasi mahkumları aynı kamplara göndermekteydi ve Mustafa Suphi'nin Bolşeviklerle tanışması Uralsk'ta, Bolşeviklerle daha önceden ilişki içerisinde olan Maksut Ekşi isminde bir Türk vesilesiyle olacaktı.4

Mustafa Suphi, 1918'in başlarında Moskova'ya geldi, ve Milliyetler Komiserliği'nin Rusya'daki Müslümanlarla ilişkili birimi olan Merkezi Müslüman İşleri Komiserliği'ne gitti. Mustafa Suphi burada Müslüman Komiserliği içinde bir Türk Şubesi kurulmasını isteyecekti.5 Müslüman İşleri Komiserliği, veya kısa ismiyle Muskom Ocak 1918'de kurulmuştu. Muskom'un kökenleri, Temmuz 1917'de Kazan'da kurulan Müslüman Sosyalist Komitesi'ndeydi. Genel çizgisi itibarıyla Bolşeviklere sempati duyan fakat farklı yapılardan üyelerin oluşturduğu bu örgütün kurucuları, Mollanur Vahidov ve Mirsaid Sultangaliyev isimli iki Tatardı. Mollanur Vahidov uzun süredir hareket içerisindeydi, fakat Bolşevik partisinin üyesi değildi. Sultangaliyev ise Kasım 1917'de Bolşeviklere katılacaktı. Muskom kurulduktan sonra, Mollanur Vahidov, Muskom'un başkanı, Sultangaliyev ise Muskom içerisindeki resmi parti temsilcisi oldu.6 Vahidov'un 1918 ortalarından Kazan'ı ele geçiren karşı devrimcilerce öldürülmesinin ardından ise, Sultangaliyev Muskom'un, Aralık 1918'de ise ayrıca Nisan'da kurulmuş Merkezi Müslüman Askeri Komitesi'nin başına geçecekti.7

Müslüman Komiserliği, Mustafa Suphi'nin isteğini geri çevirmedi. Mustafa Suphi, 27 Nisan 1918'de, Yeni Dünya isimli bir gazete çıkartmaya başlayacaktı. Gazetenin üçüncü sayısında, bunun sosyalist bir gazete olduğu, ve Müslüman Sosyalist Komitesi'nin himayesi altında çıktığı ifade edilecekti.8 Mustafa Suphi ayrıca, kendisinden on yaş küçük olan, 1892 doğumlu Mirsaid Sultangaliyev'in sekreterliğini yapmaya başlayacaktı.9 Daha bu tarihte, Orta Asya ülkelerindeki komünist örgütlenmelerde sol ve sağ kanatlar arasında bir ayrışma gerçekleşmemişti, öte yandan gelecekte bu partilerin sağ kanadının başını çekecek olan Sultangaliyev'in görüşleri, daha 1918'de net bir biçimde şekillenmişti:

 “Müslüman halklar, proleter halklardır... Müslüman ülkelerdeki milli hareketler,  sosyalist devrimin niteliklerine sahiptirler.10

Mustafa Suphi, her ne kadar Sultangaliyev'in aksine hiçbir zaman milliyetçi bir sağ muhalefet örgütlemeye girişmese ve genel olarak Rusya Komünist Partisi'nin çizgisine uyumlu hareket etse de, Sultangaliyev'in 'milli komünist' diye anılan görüşlerinin izlerini de taşımaktaydı.11 Temmuz 1918'de Mustafa Suphi, 202'si Türk olmak üzere, farklı ülkelerden 400'e yakın savaş esirinin katılımıyla Birinci Türk Sol Sosyalistleri Kongresi'ni düzenledi.12 Bu kongrede Mustafa Suhpi, şöyle konuşacaktı:

Biz bugün, insaniyetin şu kan ve ateşle kaynayan kesiminden yana tutum almakla,  Türklerin uygarlıklar topluluğu içinde, toplumsal hak hayatlarından bir ilim, bir  işaret yükseltmiş oluyoruz. Biz bugün Rusya Devrimi'nin önemli bir etkeni olan  Müslüman kuvvetlerin Moskova'daki merkezinde toplanmakla, İslam aleminin  Enternasyonal durumuna dair yaklaşımını da açıkça meydana koymuş oluyoruz. Bizim  bugün tuttuğumuz yoldan daha dün Tatarlar yürümeye başlamışlardı. Yarın da  Araplar, İranlılar o kurtuluş yolunu tutacak ve bütün İslamiyet alemi böylece hakiki  kardeşlik, hakiki birlik, hakiki özgürlük yoluna girmiş olacaktır.13

Bu konferansın sonucu olarak Türkiye Komünist Teşkilatı isimli örgüt doğacaktı. Bundan sonraki süreçte ise, Mustafa Suphi ve arkadaşları, Türk savaş esirlerini örgütleyerek Rusya'da süregelmekte olan iç savaşta Kızıl Ordu'ya destek olmaya çalışacaklardı. Bu doğrultuda Temmuz Konferansının ardından Tatar-Başkır Tugayının Üçüncü Bölüğü olarak Türk Kızıl Bölüğü, Ocak 1919'da ise Kırım'da Beynelmilel Şark Alayı kurulacaktı.14 Mart 1919'da ise, Mustafa Suphi, Komünist Enternasyonal'in Kuruluş Kongresi'ne katılacaktı. Bu kongrede yaptığı konuşmada Mustafa Suphi bu çalışmalara dair şunları ifade edecekti:

Avrupa sermayesine karşı Doğu halklarının ayaklanması, Rus devrimi için olduğu  kadar bugün bütün ülkeler proletaryalarına varlığıyla güç veren genç Alman devrimi  için de gereklidir. Bugün Alman devrimi İngiliz-Amerikan baskısının sürekli tehdidi  altında bulunuyor ve bizden, Doğu'dan yardım istiyor.

Bu nedenle III. Enternasyonal'in bundan sonraki görevi Doğu halkları arasında  devrim ocakları kurmak olmalıdır.

Güçlü genç Rus Kızıl Ordusu saflarında savaşçı-devrimci Türk örgütünün hücreleri  kurulmakta ve güçlenmektedir. Bugün Rusya'nın birçok cephelerinde Sovyet  iktidarının savunusu için savaşan binlerce Türk Kızıl Muhafız faaş görev almıştır.15

Türkiye Komünist Teşkilatı, ilerleyen süreçte başta Volga-Ural bölgesinde, ayrıca Kırım'da ve Türkistan'da faaliyet gösterecek, Azerbaycan'ın Bakü Komünü'nün bastırılmasının ardından tekrar Sovyetler'in eline geçmesinin ardından bu faaliyet Bakü'de de yürütülmeye başlanacaktı. 1920 ortalarına gelindiğinde, Türkiye Komünist Teşkilatı'nın Volga-Ural bölgesindeki, başta Moskova, Kazan, Saratov ve Samara gibi şehirlerde olmak üzere 500, sadece Bakü'de ise 200 üyesi bulunmaktaydı.16 Türkiye Komünist Teşkilatı'nın başını çeken isimleri arasında, Mustafa Suphi ve Maksut Ekşi'nin yanısıra, Suphi'nin Komünist Enternasyonal Kuruluş Kongresi'ne birlikte katıldığı İsmail Hakkı Kayserili17 vardı. Bunlar haricinde, bu çevreyle ilişkiye girenler içinde, gelecekte hareket içerisinde oynayacakları rolden dolayı dört kişiden bahsetmek yerinde olacaktır: Şerif Manatov, Hüseyin Hüsnü, Süleyman Nuri ve Ahmet Cevat Emre.

Daha önce 1919'da, Komünist Enternasyonal'in ilk resmi temsilcilerinden biri olarak İstanbul'a gittiğinden bahsettiğimiz Şerif Manatov, 1887'de Başkırdistan'da doğmuştu. Babası bir mollaydı, ve eğitimine bir medresede başlayacaktı. Manatov, 1911'de Petrograd'da üniversite okumaya başlamıştı, fakat okumayı yarım bıraktı, bir dönem gazetecilik yaptıktan sonra 1914'te İstanbul'a giderek İstanbul Üniversitesi'ne kayıt yaptırdı. Osmanlı'nın da savaşa girmesinin ardından, burada da çok durmayan Manatov Ocak 1915'te bir çikulata fabrikasında , sonrasında da çiftliklerde işçilik yapacağı İsviçre'ye gitti ve burada Lenin ile tanıştı. Ocak 1917'de Martov'un başını çektiği Enternasyonalist Menşevikler grubuna katılmıştı. Şubat Devrimi'nin ardından Başkırdistan'a dönen Manatov, burada Başkır ulusal hareketi içerisinde faaliyet göstermeye başladı. Manatov, Başkır Bölge Şurası'nın başkanı seçildi. Ekim Devrimi'nin ardından, Aralık'ta 3. Başkır Kongresi gerçekleşti.18 Manatov, burada Beyazları desteklemekten yana olanlara ve tarafsız kalma yanlısı Başkır milliyetçisi Zeki Velidov'a karşı, sol kanadı oluşturarak Sovyetlerle işbirliği yapmaya savundu. Aralık ayınım sonlarına doğru kurulacak Özerk Başkırdistan hükümetinin yeni başkanı da Zeki Velidov olacaktı.19 Şerif Manatov, Ocak 1918'de Petrograd'a giderek Lenin'le görüştü, bu görüşmenin ardından Müslüman Komiserliği'nin kurulması kararı alındı ve Manatov başkan yardımcılarından biri olarak Muskom'da çalışmaya başladı. Şubat 1918'de, Zeki Velidov'un başını çektiği hükümet Orenburg'a dönen Manatov'u tutukladı fakat Manatov Bolşeviklerin müdahalesiyle serbest bırakıldı. Mustafa Suphi, Muskom'a ilk geldiğinde karşılaşacağı görevli Manatov olacaktı.  Mayıs 1918'de, Manatov Rusya Komünist Partisi'ne katıldı.20

Orenburg'a Bolşeviklerin girmesiyle, bu sefer Zeki Velidov tutuklanacak fakat Nisan ayında karşı-devrimcilerin şehre saldırısı sonucu serbest bırakılacaktı. Sonrasında Velidov, ve komutasındaki Başkır milliyetçileri, 1919'un başına kadar Beyazlarla birlikte, Sovyetlere karşı savaşacaktı. Fakat 1919'un başında Velidov Bolşeviklerle anlaşarak taraf değiştirecekti.21 İşte bu da Şerif Manatov'u hem Başkırdistan'da, hem de Muskom'da istenmeyen adam yapacaktı – yeni Başkır Cumuhbaşkanı Velidov böylesine keskin bir komünisti yanında veya yakınında istemiyordu.22 Hüseyin Hüsnü ise, 1918'de Mustafa Suphi'nin teşkilatına katılmış ve Kiev ile Odessa'da Müslümanlar arasında çalışma yapmış bir savaş esiriydi. Zeki Velidov'la problem yaratmaması için ortalıkta gözükmemesi için, 1919'da Komünist Enternasyonal temsilcisi olarak İstanbul'a gönderilen Şerif Manatov'un yanı sıra Mustafa Suphi tarafından Hüseyin Hüsnü de İstanbul'a gönderilmişti. Burada, resmi bir temsilci olan Manatov'un aksine, Hüseyin Hüsnü bizzat Sosyal Demokrat Fırkası'nda Ziynetullah Nevşirvanov'la birlikte faaliyet göstermeye başlayacaktı. Şerif Manatov'un Anadolu'ya geçmesinin, Nevşirvanov'un da yeni yoldaşını takip etmesinin ardından, Hüseyin Hüsnü de bir dizi macera yaşayarak  Anadolu'ya geçecek, hem komünist faaliyetlerde yer alacak, hem de Sovyet temsilcisi Jan Upmal-Angarskiy'nin yardımcısı olacaktı.23

Mustafa Suphi'nin Türkiye Komünist Teşkilatı isimli örgütlenmesi içerisinde muhalefet yapan unsurlar da vardı. Genel olarak, Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk komünistleri arasında muhalif unsurların başında gelecek olan isim, Süleyman Nuri olacaktı. Süleyman Nuri, 1895'te, bir demircinin oğlu olarak İstanbul'da doğmuştu. 1915'te Çanakkale cephesine gönderilmiş, 1917'de Osmanlı ordusundan kendi ifadesiyle harp macerasından sıyrılmak arzusuyla firar ederek Ruslara sığınmış ve savaş esiri olmuştu. Süleyman Nuri, 1918'de patlak veren Bakü Komünü'ne kadar, şehrin yakınlarındaki esir kamplarında kalacaktı. Sonraki dokuz ayı Hazar denizinde bir tankerde çalışarak geçiren Süleyman Nuri, yıkıcı propaganda yaptığı için tutuklanacak, ve aralarında Bakü Komünü'nün lideri Ermeni Bolşevilk Stepan Shaumyan'ın da bulunduğu idam edilecek Bakü Komiserleriyle birlikte hapis yapacaktı. Hapisten kurtulunca Bakü'ye gidecek, burada Türk savaş esirlerinin içerisinde siyasi çalışma yapmaya ve Bolşevik Süleyman diye anılmaya başlayacaktı. İlerleyen süreçte Kızıl Ordu'ya da katılacak olan Süleyman Nuri, 1920 Mayıs'ında Mustafa Suphi'nin Bakü'ye gelmesi ve Türkiye Komünist Teşkilatı'nın Bakü şubesini oluşturması üzerine bu örgüte katılacaktı.24

Süleyman Nuri'nin, Mustafa Suphi'nin Türkiye Komünist Teşkilatı'nı örgütlerken hatalar yapıyor oluşu görüşü bu noktadan sonra ortaya çıkacaktı. Süleyman Nuri'ye göre, Mustafa Suphi'nin örgütledikleri arasında pek çok İttihatçı veya milli mücadeleci ajan vardı. Süleyman Nuri, aynı zamanda, Mustafa Suphi'nin, bir sabotör olarak gördüğü Ahmet Cevat Emre'ye bu kadar yüz vermesini de eleştiriyordu.25 Eski bir Jöntürk olan Ahmet Cevat Emre, bir halı tüccarıydı ve Batum'a gidip geliyordu. Sınırlar kapanınca ticaret işi zorlaşmış, Ahmet Cevat Emre de halı işinin yanında öğretmenlik yapmaya başlamıştı.26 Ahmet Cevat Emre, öncelikle din öğretmişti.27 Ahmet Cevat Emre, tesadüf üzerine komünistlerle tanışacaktı. Buna rağmen uzun yıllar, devrimci kesimlerin muhalefetine rağmen hareketin saygın bir unsuru gibi muamele görecekti.

Savaşın ardından Kafkasya ve 1918'de, İngilizlerin yardımıyla Bakü Komünü'nün bastırılıp Türk milliyetçisi Musavat Partisi'nin iktidara getirilmesinin ardından özellikle Bakü, İttihatçılar için de bir sığınak halini alacaktı. Dahası, Ermeni soykırımındaki rollerinden dolayı başları Batı güçleri ile belada olan, ve eski koruyucuları Almanya'nın pek kimseyi koruyacak hali kalmamışken, İttihatçılar Bolşeviklerden medet ummaya da başlayacaklardı. 1919 ortalarında, İttihatçı liderlerden Talat Paşa ile Enver Paşa, Bolşeviklerin Almanya'daki devrimci süreçte kendilerini temsil etmeleri için göndermiş oldukları, Polonya asıllı Karl Radek'i, Radek'in kaldığı hapishanede ziyarete gideceklerdi. Radek, uzun yıllar boyunca uluslararası sosyalist hareketin, ilk yılında da komünist hareketin sol kanadında yer almış ve ulusal kurtuluş hareketlerinin desteklenmesine karşı çıkmıştı. Öte yandan artık Radek'in eski siyasi ilkelerinin yerini düşler ve hırslar almıştı – Alman Devrimi'nin başına geçmesi için bu ülkeye yollanmış bu adam, uzun yıllarca yeraltında mücadele ettikten sonra, tarihi etkileyebilecek bir konumda olduğu düşüncesiyle sarhoş olmuş vaziyetteydi. Talat Paşa, bu görüşmede Radek'e şöyle demişti:

Müslüman Doğu kölelikten, ancak halk kitlelerine ve Sovyet Rusya’yla kurulacak bir  ittifaka dayanarak kurtulabilir.28

Radek ile Talat paşa, daha bir yıl önce Brest-Litovsk görüşmelerinde aynı masanın karşı taraflarında oturmuşlardı. Radek, ziyaretçilerine İngilizlere karşı bir Sovyet-Müslüman ittifakı örgütlenmesini, ve Rus Bolşevizmi ile Türk milliyetçiliği arasında bir anlaşma önerecekti. Talat Paşa'dan daha genç olan Enver Paşa, Radek'i daha fazla etkileyecekti ve Radek onu Moskova'ya davet edecekti. Daha birkaç yıl önce uzlaşmaz bir biçimde karşı çıkmış olduğu savaşa katılan emperyalist devletlerden birinin, korkunç bir soykırıma imza atmış devlet adamlarıyla konuşmakta olduğunu unutacak kadar büyük bir akıl tutulması yaşamakta olan Radek, görüşmelerin ardından büyük bir heyecanla şöyle diyecekti:

Enver Paşa, bizim Türkiye’deki Kurtuluş Savaşı’na yardımımızı istiyor. Buna  karşılık Hindistan’da İngiliz emperyalizmine karşı direnişi ve isyanı örgütleyip,  başlatacak!29

Bununla birlikte, İttihatçıların birinci adamı hala Talat Paşa'ydı, ve Sovyetlerle anlaşma fikri de onun başının altından çıkmıştı. 1919'un başlarında, Türkiye dışındaki İttihatçılar, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İslam Devrim Toplulukları Birliği) ismi altında örgütlenmişti. Talat Paşa'nın İttihatçılar için belirlediği strateji şuydu:

1. Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında anlaşma sağlamak. 2. İngiltere ve öteki  batılılarla ilişki kurma yoluna gitmek. 3. Anadolu hareketini desteklemek”.30

Radek ile görüşmenin ardından, Enver Paşa ve İttihatçıların en önemli ideologlarından Bahaettin Şakir, İttihatçıların temsilcileri olarak Rusya'ya gönderileceklerdi. 1920'nin ilkbaharına gelindiğnde, İttihatçıların en önemli liderlerinin büyük bir kısmı Kafkasya, Orta Asya veya Moskova'daydı. Bunların arasında Enver Paşa ve Bahaettin Şakir'in yanı sıra, Mustafa Kemal tarafından gönderilmiş Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa, savaş yıllarında ismi Talat ve Enver'in yanında anılmış Cemal Paşa, Enver Paşa'nın üvey kardeşi Nuri Paşa, İttihat ve Terakki Merkez Komitesi üyesi Küçük Talat Muşkara, Kazım Karabekir'in Bolşeviklerle temas kurması için gönderdiği Dr. Fuat Sabit ve Karakol Cemiyetinin kurucusu Baha Sait bulunuyordu.31

1920'nin Nisan ayında, Enver Paşa ile olduğu kadar Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir, dolayısıyla Anadolu'daki milliyetçi hareketle de bağlantılı olan İttihatçılar, Bakü'de Türk Komünist Fırkası isminde bir örgüt kuracaklardı. Bu örgütün şefleri arasında Halil Paşa, Dr. Fuat Sabit ve Bah Sait vardı. Böylesi bir örgütlenmeye gidilmesi, ne diğer İttihatçılardan bir kopuşu temsil ediyordu, ne de komünizmle alakalı bir yapıydı. Temel amacı, İttihatçı siyasetin yeniden oluşturulup Bolşeviklerce kabul edilecek bir kılıfa sokulmasıydı.32  Bu çevrenin komünizmi, milliyetçilik ve Müslümanlıkla sentezlenmek kisvesi altında, milliyetçilik ve müslümanlığı kızıla boyamaktan öte bir derinliğe sahip değildi. Bununla birlikte, Sultangaliyev gibi Bolşevik Parti üyelerinin görüşlerinin de bu İttihatçıların bu noktada ifade ettiği görüşlerden çok farklı olduğu söylenemezdi.

Öyle ya da böyle, Azerbaycan'da Bolşeviklerin yeniden iktidara gelmesinin ardından Türkiye Komünist Teşkilatı'nın faaliylerinin merkezini Bakü'ye taşıyacak olan Mustafa Suphi, Türk Komünist Fırkası'nı dağıtacaktı.33 Bu hamlenin arkasında belirli siyasi kaygılar olduğu, Mustafa Suphi'nin bu çevrenin niyetlerinden şüphe duyduğu ortadaydı ki, bu yapılanmayla ilgili Mustafa Suphi şunları diyecekti:

Bir müddetten beri Anadolu isyan hareketini devrimci Rusya ile birleştirmek ve  Azerbaycan Şuralar Hükümetini oluşturmak amacıyla Kafkas ülkesi ve Bolşevik  partisiyle beraber çalışan arkadaşlar bir (...) Türk Komünist Fırkası oluşturarak  merkezi komitelerini seçmişlerdir. Buraya İttihat ve Terakki Hükümeti'nin savaş  zamanında büyük roller oynamış bazı kimseleri ithal edilmişti.

Yakın geçmeşleri memleketin son savaş felaketleriyle alakadar olan bu kişilerle işçi ve  rençber fırkasının kurulması ve temsil edilmesi olamazdı.

Onun için, bu teşkilatın dağıtılmasında tereddüt edilmemiştir.34

Bununla birlikte, İttihatçıların Türk Komünist Fırkası'nın dağıtılmasından, Mustafa Suphi'nin Türkiye Komünist Teşkilatı'nın elde edeceği pratik bir çıkar da olduğu barizdi. Zaten özellikle daha alt mevkideki, daha genç İttihatçı kadrolar, Rusya'daki atmosferden etkilenmekteydi. Mustafa Suphi'nin bu hamlesi, Türk Komünist Fırkası'nın üyelerinin belirli bir kesiminin Türkiye Komünist Teşkilatı'na kaymasına neden olacaktı. Öte yandan, bu kanaldan Türkiye Komünist Teşkilatı'na, dolayısıyla da komünist harekete gelecek isimlerin yarardan ziyade zarar getirdiği söylenebilir. Burada verilmesi gereken örnek ise eski Deyrizor Kaymakamı Salih Zeki'dir. Eski görev yerinden esinlenerek kendisine Zor soyadını takacak olan Salih Zeki, Ermeni soykırımı sırasınca burada toplam 200,000 insanın katledilmesinin sorumlusudur. Salih Zeki Zor'un, soykırımın ardından bir muhabirle arasında geçen şu diyalog meşhurdur:

“-Senin için 10.000 Ermeni imha etti diyorlar
-Benim namusum var. On bine tenezzül etmem. Daha çık bakalım.”
35

Burjuvazinin, 200,000 işçi ve köylünün canına kıymış bir celladının, komünist hareketin saflarına sorgusuz sualsiz kabul edilmiş olması, yalnız Mustafa Suphi ve Türkiye Komünist Teşkilatı'nın saflığı veya kayıtsızlığının değil, Bolşeviklerin ulusal soruna yönelik politikalarının genelinin komünistlerin alnına sürmüş olduğu bir lekedir.

Anadolu'da Sol Milliyetçilik: Çeteler, Yeşil Ordu ve Halk Zümresi

Anadolu'daki milliyetçi çetelerin geneline verilmiş Kuvva-i Milliye hareketinin mevcudu, 1919'un sonlarına kadar 6,500 ile 7,500 arasındaydı, 1920 ortalarına gelinceye kadar ise 15,000'i bulmuştu.36 Bunlar karşılık, 1921'in başına kadar, TBMM'ye bağlı düzenli ordunun sayısal gücü 6,000 kadardı.37 Dolayısıyla, askeri güçleri kısıtlığı olduğu müddetçe TBMM, Kuvva-i Milliye ile birlikte çalışmak durumundaydı. Öte yandan bu istenir bir durum değildi. İlkin, milliyetçi çeteler ile eşkiyalar ve yağmacılar arasındaki fark net değildi. Dahası, böylesi bir silahlı güç karşısında kendi gücü yeterli olmayan TBMM kendisini tedirgin hissediyordu. Ve en nihayetinde, milliyetçi çeteler ve elebaşları başarı ve ün kazandıkça, Mustafa Kemal'in hareketin önderi konumuna tehdit teşkil etmeye başlıyorlardı. Bu yüzden ilkin Mustafa Kemal ve yandaşları, TBMM'de alınan kararla bu hareketi düzenli bir ordu biçimine sokmaya çalışacaklardı ki bu da Kuvva-i Milliye hareketi içerisindeki imtiyazlı kesime çekici gelecekti. 38 Şüphesiz, kimi milliyetçi çete komutanlarının düzenli orduya girmemek için – ellerindeki gücü bırakmamak gibi – anlaşılabilir nedenleri olabilirdi, öte yandan eğer bu hareketin tabanında düzenli orduya karşı bir tepki olmasaydı, bu hareketin hiçbir mensubu düzenli orduya karşı tutum alamazdı. İşte Anadolu'da milliyetçi çetelerin sola kaymaya başlaması, böylesi bir toplumsal zeminde gerçekleşecekti.

Sol görüşlerin içerisinde en fazla yaygınlaşacağı milliyetçi çete, Kuvva-i Milliye hareketi içinde de en güçlü birlik olan, Çerkez Ethem komutasında 1919 yazında kurulmuş, ve 1920 sonlarında sayısı 5,000 kadar olacak Kuvva-i Seyyare idi.39 Çerkez Ethem, beş çocuklu bir ailenin en ufak oğlu olarak 1886'da doğmuştu. Ağabeylerinden ikisi Rumlarla çatışırken ölecek olan Ethem'in diğer iki ağabeyi, Reşit ve Tevfik, babaları tarafından Harbiye'ye gönderilmiş, asker olmasına babası izin vermeyen Ethem evden kaçarak İstanbul'da Süvari Küçük Zabit Mektebi'ne girmiş, başçavuş olmuş ve Birinci Dünya Savaşı'na katılmıştı. Ethem büyük ağabeyi Reşit, hem bir İttihatçı, hem de Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi ki Ethem ağabeyi aracılığıyla Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkisiye girmişti. Çerkez Ethem'in Anadolu'da silahlı bir çete örgütlemesinde, Mustafa Kemal'in önemli yandaşlarından biri olan eski komutanı Rauf Orbay rol oynayacaktı. Ethem'in, başlangıçta çoğunlukla Çerkezlere dayanarak kuracağı silahlı çete, kısa zaman içerisinde gerek Yunanistan Ordusu'nun ilerlemesini engellemek gerekse TBMM'ye karşı İstanbul hükümeti yanlısı isyanları bastırmakta en önemli askeri güç konumuna gelecekti. Ethem'in ağabeylerinden Tevfik, Kuvva-i Seyyare'nin komutanlarından biri, diğeri Reşit ise TBMM'de milletvekili olacaktı. Açıktı ki, Kuvva-i Milliye hareketi içerisinde Çerkez Ethem'in ve Kuvva-i Seyyare birliklerinin öne çıkmasında, Ethem'in Teşkilat-ı Mahsusa ile bağlarının önemli bir payı vardı.40

Çerkez Ethem'in ordusunun önemli bir özelliği, Kuvva-i Seyyare'nin mali kaynaklarını, bölgedeki zenginlerden 'zorunlu yardım' toplayarak sağlıyor olmasıydı. Bu da, haliyle, ulusal kurtuluş savaşını kendi kurtuluş savaşları olarak gören zenginleri rahatsız ediyor, Ethem'e ancak istemeden katlanılmasını sağlıyordu.41 Öte yandan, Ethem ve ailesi, büyük toprak sahibi sınıfa mensuplardı ve çeteciliği bir meslek olarak görüyorlardı. Ethem, haraca bağladığı zenginlerden elde ettiği kaynakla ve el koyduğu mallarla öncelikle kendi örgütünü güçlendirecekti.42 Bununla birlikte, Kuvva-i Seyyare tabanında, Ekim Devrimi'nin etkileri görülmekteydi. Kuvva-i Seyyare içerisinde, Eskişehir'den gelmiş 700 kişilik Bolşevik Taburu isminde bir birlik vardı. Bu taburun komutanı, Anadolu'ya çalışma yapmak için Mustafa Suphi tarafından gönderilmişti ve savaşmaktan çok karşıdaki orduya savaş karşıtı propaganda yapmakla ilgiliydi. Tabura bu isim, komutanından dolayı verilmişti.43 Genel olarak hareketin tabanı Bolşevizme ilgili duyuyordu, dahası Eskişehir'de Hüseyin Hilmi'nin Türkiye Sosyalist Fırkası'nın, haliyle İstanbul'daki merkezden bir hayli kopuk bir şubesi vardı. Bu arkaplan, Çerkez Ethem'i sol siyasete yaklaştıracak, Ethem, Bolşevizmle ilgili şöyle diyecekti:

Bolşevizm dünyayı zapt edecektir. Bunu gerekli şekilde kabul edip karşılayacak  olursak millet her şekilde mutlu olacaktır. Bolşeviklik, geleceğimiz için çok yararlı ve  verimli olacaktır. Buna emin olunuz, Bolşevizm şimdi yurdumuzu kurtarmakta,  gelecekte de insanların hayat ve mutluluğunu koruyacaktır.44

Bu genel durum, TBMM içerisindeki kimi muhalif veya muhalif gözüken unsurların da müdahalesini getirecekti. 1920'nin Mayıs ayında, daha örgütlü bir ifade bulmamış bu hissayat, TBMM'den, içlerinde en öne çıkan isimler Tokat milletvekili Nazım Resmor, Denizli milletvekili Hakkı Behiç, İzmir Milletvekili Yunus Nadi ve Bursa milletvekili Şeyh Servet olan ön dört milletvekilinin, Yeşil Ordu Teşkilatı'nı kurmasına yol açtı. Yeşil Ordu'nun kurucuları arasında dikkate değer bir diğer kişi, Saruhan milletvekili ve Çerkez Ethem'in ağabeyi olan Reşit Beydi. Yeşil Ordu'nun Genel Sekreteri Nazım Resmor'du. Eski bir İttihatçı olan Nazım Resmor, 1868'de Erzurum'da doğmuş ve Harput valiliği yapmıştı.45 Nazım Resmor, 1918'e kadar İstanbul'da İngiliz yanlısı bir cemiyetie üyeyken sonrasında Anadolu'ya geçerek milliyetçilere katılmıştı.46 Ziynetullah Nevşirvanov, Yeşil Ordu'nun kuruluşunu şöyle açıklayacaktı:

Değişik burjuva gruplarından meydana gelen TBMM içinde bir sınıf, daha doğrusu  bir grup vardı ki, devrimci emekçi unsurlar ile askeri tahakkümcü ve muhafazakar  politika izleyen unsurlar arasında yer alıyordu. Bu grup uzun süren savaş yıllarında  tüccarlık etmiş, değişik mali ve ticari cemiyetlerde çalışmış ve az da olsa, ticari ya da  mali sermaye sahibi olmuş kililerden oluşuyordu.

Kendisiyle işbirliğinden yarar uman doktor, avukat, gazeteci ve diğer mebuslar da,  mevcut sosyal düzeni tamamen yıkmamakla birlikte, sermayenin daha hızlı dönmesi ve  ticaretin daha iyi gelişmesi için zemini hazırlayacak kapsamlı sosyal reformlar için  çalışan bu grubun yanında yer alıyordu. Bu grubu oluşturanlar, bütün dünya savaşı  boyunca muhafazakarlığın korunmasında çıkarı olan subay, büyük çiftlik sahibi ve  mollalarla birlikte İttihat ve Terakki Fırkası üyesiydi ve bu üyeliği şimdi de  koruyorlardı. Onlar baştan kimi devrimci unsurlarla işbirliğine başladı ve amacı milli  ve İslamcı sosyalizm olan Yeşil Ordu teşkilatını kurdu.47

Bununla birlikte Yeşil Ordu Nizamnamesi, bu yapının nerede durduğunu, önceliklerini ve kendisine biçtiği pratiği netçe açıklayan bir belgeydi:

Türkiye Yeşil Ordu Teşkilatı Avrupa emperyalizminin işgal ve istila siyasetini  kovmak üzere kurulmuş bir mücadele teşkilatıdır.

Yeşil Ordu, tüm Türkiye'de dahi her tür emperyalizm akımlarını ve sermayelerin  haksız zorbalık ve baskılarını gidermek ve yok etmekte tereddüt etmez.

Yeşil Ordu, arazi ve genel kaynaklarından nüfusun bütün fertlerinin ancak kendi  emekleri, maddi kabiliyetleri ve maneviyetlerine göre faydalanmalarını temin ettmeye  çalışır.
(...)
Yeşil Ordu, toplum hayatında halk hükümeti ve  tam bir çalışma ortaklığı usulünü  kabul eder.

Yeşir Ordu, savaş, askerlik ve muharebeyi, haksız güç elde etmenin bir yolu olarak  görür. Muharebe ve mücadeleyi ancak bunlara engel olmak için emperyalizmi imha  edinceye kadar meşru görebilir.

Yeşil Ordu, kendisine miras kalan altınların gölgesinde daima egemen ve baskı  uygulayıcı bir azınlık olarak yaşayanlara karşı, en temel ihtiyaçlarını bile  karşılayamayan, bu azınlıkların hesabına çalışan esir insanların teşkil edeceği  çoğunluğun ordusudur ve hedefi bu çoğunluğun refah ve mutluluğu, özgürlüğü ve  selametidir.

Yeşir Ordu yalnız bedeni veya fikri emeğinin karşılığı olarak yaşayan rençber, işçi,  hademe ve memur gibi insaniyetin gerçek hizmetçilerini örgütünün en sağlam unsuru  olarak bilir.

Yeşil Ordu, aile hayatına hürmetkardır.

Yeşil Ordu, İslamiyet'in bütün toplumsal temeline dayanarak gerçek mutluluk asrına  dönmenin yolunun, Batı'dan gelme ihtiraslar düzenini Asya'dan çıkartmak olduğunu  hak yolu, Allah yolu bilir.
(...)
Yeşil Ordu, Kızıl Devrim Ordularının samimi bir bir kardeşlik duygusuyla sonsuza  dek dostu ve müttefikidir.

Yeşil Ordu'nun simgesi yeşil bayraktır. İslam kardeşliğinin bu bayrak altında  toplanması ve tüm insanlığın kızıl ve yeşil bayrakların altında birleşmeleri, şanlı  devrime ve gerçek mutluluğa yönelmesiyle tamamlanacaktır.48

Yeşil Ordu'nun Talimatnamesi de örgütün siyaseten nerede durduğunu ifade etmekteydi. Ayrıca talimatname, Rusya'dan gönderileceklere ilişkin tutumu da ortaya koymaktaydı:

Yeşil Ordu'nun yeşil cihat bayrağına şu cümle kazınmıştır: Asya, Asyalılarındır.  Asya, kapılarını muharebe, sermaye, zorbalık, sınıf ve ihtiras facialarına ebediyen  kapatmıştır.
(...)
Yeşil Ordu, sosyalist ve özellikle Bolşevik hareketin kamuoyunda yanlış anlaşılmaması  için gayret edecek, bu görüşten kesimleri kendi amacına çekecek ve kendi bünyesinde  toplayacak. Özellikle Rusya'dan bizim tarafa geçecek herhangi bir kişi dikkatle  denetim altında tutulacak ve durumuna göre el altında bulundurulacaktır.
(...)
Dünya büyük bir devrim karşısındadır. Avrupa'da bir kısım iyiliksever, 'sosyalizm'  uğraşı içerisinde, Batı'nın medeniyet perdesi ardındaki cinayetleri ortadan kaldırmak  için, 'burjuvazi' denen hırslı vurguncularla mücadele ediyor. Bunların en büyük  gayesi, çok zenginlerin taşkın birikimleriyle fakir kesimin yoksulluktan doğan  sefaletine bir hat çekmektir. İslamiyet ve Şeriat bu esasları 1300 yıl önce zekat, fitre,  kurban gibi  yükümlülüklerle koymuş ve belirlemiş olduğundan Müslümanlar bu  sosyal devrimden zarar görmek değil, aksine faydalanacaklardır. Bunun için  teşkilatımızın bir ilkesi de sosyalizm hareketinden faydalanmak ve ona yardım  etmektir.
49

Esasında, gördüğümüz gibi Yeşil Ordu Teşkilatı, siyaseti ve ideolojisi itibarıyla, Hüseyin Hilmi'nin İstanbul'daki Türkiye Sosyalist Fırkası'nın İstanbul hükümeti değil Ankara hükümeti, İtilafçı değil İttihatçı, İngiliz değil Rus yanlısı bir ikizi gibiydi. Bununla birlikte, Yeşil Ordu, temel bir özelliğiyle Türkiye Sosyalist Fırkası'ndan ayrılmaktaydı: Yeşil Ordu'nun kurucuları, Hüseyin Hilmi ve aydın arkadaşlarına kıyasla burjuva siyaset sahnesinde çok daha etkili kişilerdi. Yeşil Ordu'nun ilk kurulduğu dönemde üç farklı kesimden oluştuğunu söyleyebiliriz. Enver Paşa'nın Bolşeviklerle yakınlaşmasının kendisi için oluşturduğu tehditin boyutlarını fark eden Mustafa Kemal, Anadolu hükümeti saflarında İslamiyet ve Bolşevizmi uzlaştıracak bir örgütlenme olmasına ihtiyaç duymuştu.50 Dolayısıyla kendisine yakın kimi sol İttihatçıları buraya yönlendirmişti. Bu kesimin başını Hakkı Behiç çekmekteydi. İşlevlerini yerine getirince, Mustafa Kemal'in bu kesimle işi kalmayacak, ve bu grubu oluşturanların büyük çoğu tasfiye edilecek ve siyasi hayatları bitecekti. İkinci bir kesimi, bu noktaya kadar Mustafa Kemal'in yakın çevresinin dışında kalmış olan İttihatçılar oluşturuyorlardı. Kimi noktalarda sosyal devrim şiarını yükseltmekle birlikte, bu kesim için Yeşil Ordu mevcut dalgayı çıkarlarına kullanmaları için bir araçtan ibaretti ve görüşleri Enver Paşa'nın görüşlerine yakındı. Bu kesimin en önemli temsilcisi Yunus Nadi'ydi ki yeni koşullar bu kesimin önüne olumlu fırsatlar sunacaktı. Öte yandan, gerçek anlamıyla enternasyonalist sosyalist veya komünist sayılamayacak olsalar da, en azından Mustafa Kemal'e muhalefetleri ve Sovyet taraftarlıkları konusunda ciddi ve samimi olan, ve gerçekten toplumsal bir devrimin Türkiye'de gerekli olduğu sonucuna varmaya başlamış, yani sol düşünceleri İslamcılıklarına değilse bile İttihatçılıklarına ağır basmaya başlamış bir kesim de Yeşil Ordu içerisinde bulunuyordu. Bu kesimin başını da Nazım Resmor ve Şeyh Servet çekmekteydi. Yeşil Ordu'nun temel belgelerini yazan ve en fazla ciddiye alan da bu kesimdi.51

Ankara'daki kuruluşunun ardından, Yeşil Ordu, hızla örgütlenmeye girişerek Eskişehir'de ikinci bir şube açtı, Bursa, Amasya, Elazığ ve Konya gibi illerde çalışma yapmaya başladı.  Bu çalışma temelde bürokrasinin olanaklarını kullanarak örgütün programını yaymaktan ve yeni üyeler kazanmaktan oluşuyordu. Üyeler, Yeşil Ordu'ya yemin ederek katılıyorlardı – nihayetinde Yeşil Ordu gizli bir teşkilattı.52 Bu çalışmalarla birlikte, dağılana kadar Yeşil Ordu, Ankara ve Eskişehir'in yanısıra Bursa, Konya, Malatya, Kayseri ve Elazığ'da örgütlenecekti.53 Yeşil Ordu'nun üyeleri TBMM'de faal olsalar ve siyasi güce, belirli bir siyasi bilgiye ve deneyime sahip olsalar da, Yeşil Ordu içinde şu veya bu şekilde Mustafa Kemal'e gerçekten muhalif olanların elini zayıflatan, Mustafa Kemal'in adamlarının ise süreçte etkin olmalarını sağlayan bir olgu vardı: Yeşil Ordu aslında bir ordu değildi, ve herhangi bir askeri gücü yoktu. Bu durum böyle oldukça da Mustafa Kemal'in Yeşil Ordu'da muhaliflerin barınmasından korkmasına gerek yoktu. Öte yandan Çerkez Ethem'in ağabeyi olan Reşit Bey'in Yeşil Ordu'nun kuruluşunda yer almış olması, Ethem'in Kuvva-i Seyyare'sinin Yeşil Ordu'yu gerçekten bir ordu yapması olanağını barındırıyordu. Şüphesiz, Yeşil Ordu'nun Kuvva-i Seyyare'ye ihtiyacı olduğu kadar, Kuvva-i Seyyare'nin de Yeşil Ordu'ya ihtiyacı vardı: Yeşil Ordu, belirgin bir siyaseti ve dolayısıyla siyasi bir iddiası olmayan Kuvva-i Seyyare'ye siyasi bir kanat kazandırabilirdi. Reşit Bey'in Yeşil Ordu kurucuları arasında yer alması, Kuvva-i Seyyare'nin, kendisinin de aralarında bulunduğu kurmaylarının da mevcut olanakları görmüş olduğunu göstermekteydi. Bu minvalde, Reşit Bey, esasında Yeşil Ordu'nun en kritik üyesiydi. Tek bir sorun vardı: Çerkez Ethem 1920'nin büyük bir kısmını, TBMM'ye karşı İstanbul hükümeti ve Hilafet yanlısı ayaklanmaları bastırarak geçirmişti ve Ankara hükümeti, Ethem'den Yeşil Ordu'nun kurulduğu dönemde patlak veren ve gün geçtikçe büyüyüp Ankara'yı tehdit eder noktaya gelen Yozgat isyanını bastırmasını rica etmek durumunda kalmıştı.54 Yeşil Ordu'nun kaderini, Çerkez Ethem'in Yozgat'ta ne yapacağı belirleyecekti.

1920'nin Temmuz ayında, Çerkez Ethem muzaffer ve hiç olmadığı kadar güçlenmiş bir şekilde Ankara'ya döndü. Çerkez Ethem'in bu noktada Yeşil Ordu'ya bizzat katılması, dolayısıyla Yeşil Ordu'nun genişlemesinin Kuvva-i Seyyare'yi de kapsaması, Yeşil Ordu'nun durumunu ve dengeleri tamamen değiştirecekti. Mustafa Kemal, Çerkez Ethem'in Yeşil Ordu'ya katıldığı haberini alır almaz teşkilatın faaliyetini durdurmasını savunacaktı ama artık çok geçti.55 Çerkez Ethem, ilk hücumu, Yozgat ayaklanmasının suçunu, isyanın hilafet yanlısı liderlerini uyarmakla itham ettiği Ankara valisi Yahya Galip'e yükleyip ve bu kişinin tutuklanarak Yozgat'a gönderilmesini isteyerek yapmıştı. Yahya Galip Mustafa Kemal'in yakın çevresindendi, ve Çerkez Ethem'in belki de bir sonraki adım olarak sorumluluğu Mustafa Kemal'e atmak niyetiyle yaptığı bu hamleye karşı Mustafa Kemal bir ayak oyunuyla Yahya Galip'i kurtarmıştı. Ankara'dan Eskişehir'e dönerken Çerkez Ethem Mustafa Kemal'e dair şöyle diyecekti:

Ankara'ya döndüğümde Büyük Millet Meclisi Başkanı'nı meclisin önünde  astıracağım.56

Çerkez Ethem, Eskişehir'e döndükten sonra, burada Yeşil Ordu'nun kuruluş döneminde önüne koyduğu hedeflerden birini gerçekleştirerek burada bir günlük gazete çıkartılmasını sağlayacaktı. Bu gazeteyi çıkartacak olan isim, Çerkez Ethem'in Kuvva-i Seyyare saflarında rastladığı Arif Oruç adlı bir gazeteciydi. Ethem, hem Arif Oruç'a matbaa kuracak, hem de düzenli para yardımı yapmaya başlayacaktı.57 Gazetenin ismi Seyyare Yeni Dünya – Kuvva-i Seyyare'nin Yeni Dünya'sı anlamında – olarak belirlendi. Çerkez Ethem, böylelikle, hem Mustafa Suphi'nin Rusya'da çıkardığı yayınla aynı ismi alarak Bolşeviklere bir selam göndermiş oluyor, hem de yayının ismine kendi silahlı kuvvetlerinin ismini ekleyerek Kuvva-i Seyyare'yi Mustafa Suphi'nin komünizmine bağlıyordu. Cumartesi günleri hariç günlük yayınlanan Seyyare Yeni Dünya'nın her sayısı 3,000 nüsha basılıyordu. Seyyare Yeni Dünya, İslami Bolşevik Gazete ünvanıyla çıkıyordu, ve sloganı 'Dünyanın fukara-i kasibesi (fakir çalışanları), birleşin' idi ki bu ifade, Azeri Bolşeviklerinin yayınlarında sürekli kullanılmaktaydı.58 Seyyare Yeni Dünya gazetesinin çıkmaya başlaması, Yeşil Ordu'nun örgütlenme ve propaganda çalışmalarına hız katacak, gazeteye abone sağlamak faaliyetin önemli bir kısmı haline gelecekti.59

Çerkez Ethem'in Yeşil Ordu'ya katılması, esasında Çerkez Ethem'in Yeşil Ordu'nun kontrolünü ele alması anlamına gelmişti. Çerkez Ethem ve kardeşleri, eski İttihatçılar olmalarına rağmen, Yeşil Ordu içerisindeki diğer üç kesimden ayrı, dördüncü bir kesim olarak değerlendirilebilirlerdi ancak. Düzenli ordunun başındaki Mustafa Kemal, gücünü düzensiz birliklerden alan Çerkez Ethem'in doğal rakibiydi, dolayısıyla Yeşil Ordu'nun Çerkez Ethem'in kontrolüne geçmesiyle Mustafa Kemal'e yakın grubun Yeşil Ordu içerisinde doğrudan bir etkisi kalmamıştı. Öte yandan, Ethem diğer iki gruptan müttefiklerini korumaktaydı. Bu noktada Çerkez Ethem'in askeri gücü, himaye ettiği çeteci Demirci Mehmet Efe'nin 800 kişilik birliğiyle ve kendisine sempati duyan diğer Kuvva-i Milliye şeflerinin olası desteğiyle, düzenli orduya en azından denkti. Hatta Ethem'in kuvvetlerinin hem Kuvva-i İnzibatiye'ye hem de Yunanistan Ordusu'na karşı başarıları ve düzenli ordunun firar sorunu düşünülünce, büyük ihtimalle Ethem'le düzenli ordu arasında topyekün bir savaş olsaydı, Ethem kazanırdı. Öte yandan Yunanistan Ordusu, hem Kuvva-i Seyyare ve düzenli ordunun toplamından birkaç kat daha güçlüydü. Bu yüzden Çerkez Ethem de, Mustafa Kemal de birbirleriyle çatışmak istemiyorlardı. Bu da Yeşil Ordu'yu, ivme kaybetmemek için Ankara'daki mecliste elini denemeye yönelik harekete geçmeye zorlamaktaydı.

1920'nin Ağustos ayının sonlarında, Yeşil Ordu Genel Sekreteri Nazım Resmor'un TBMM'deki diplomatik çabaları sonucu, Yeşil Ordu'nun TBMM'deki üyeleri, Halk Zümresi adı altında örgütlendiler. Halk Zümresi, bu noktada meclisin toplam 85 üyesini kapsamaktaydı. Halk Zümresi, TBMM içerisinde bir grup olarak, haliyle Yeşil Ordu'dan farklı bir siyasi programa sahipti. Bu programı, Yeşil Ordusu içerisindeki muhalif İttihatçı kanadın lideri Yunus Nadi yazmıştı:60

Memlekette her durum ve koşulda halkı hakim kılmak üzere Halk Zümresi  kurulmuştur.
(...)
Zümre İslamiyet'in kutsal kurallarını korumayı ve Müslümanlığın ilk dönemindeki  saadet asrı düzenine geçmeyi ve Batı'dan gelecek her türlü ahlaki bozulmayla ve  zorbalıkla mücadele yolunu Hak yolu, Allah yolu bilir.

Zümre'nin hedefi halkın genel refahını eşit hale getirmek için hizmet etmektir.  Zümre'nin nazarında; bedeni ve fikri emeği ile geçinen rençber, işçi, zanaatkar,  öğretmen, memur, hademe gibi mesleklerde çalışanlar toplumsal hayatın gerçek yol  göstericileridir.
(...)
Zümre, kapitalistlerin uydurması ve emperyalistlerin haksız müdahalesi ve tahakkümu  olan dış borçları ve yabancılara imtiyazları, masum halk adına, en haksız bir zalim  külfet olarak görür.
61

Halk Zümresi'nin programında ayrıca ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık, işçi ve köylülerin çalışma koşullarının düzenlenmesi, toprak reformu, üretim ve tüketim kooperatiflerinin kurulması, 18 yaşında gelen herkese seçme, 25 yaşına gelen herkese seçilme hakkı verilmesi ve isim olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi yerine Büyük Şura isminin kullanılması vardı. Burada dikkat çekici olan, Padihşahlık ve Hilafet vurgusu yapılmayarak, ilk defa TBMM'de bir padişah veya halifenin olmayacağı bir yapılanma, yani bir cumhuriyet yapılanması fikrini gündeme getirmesiydi. Bu görüşler arasındakilerin kimi Mustafa Kemal'in kendi görüşlerine gayet yakındı, öte yandan bu fikirler şeklen Rusya'yla da uyumlu olacak biçimde ifadelendirilmişlerdi ki Mustafa Kemal'in daha Batılı fikirleriyle bu noktada çelişmekteydiler.62 Her halükarda, Ziynetullah Nevşirvanov'un Halk Zümresi'ne dair şu yorumu, gerçeği yeterli biçimde yansıtıyordu:

Bu grubun programı ustaca hazırlanmıştı ve Meclisteki devrimci, reformcu ve hatta  muhafazakar-şeriatçı unsurları bile ürkütmeyecek kadar üstü örtülü ve esnekti.63

Toplam mevcudu 200 civarı olan TBMM'de 85 kişilik az bir rakam değildi. Halk Zümresi, mecliste hamlesini 4 Eylül'de yaptı. Yapılacak Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) seçimlerinde Halk Zümresi, Yeşil Ordu'nun Genel Sekreteri Nazım Resmor'u aday gösterdi, ve Nazım Resmor, ikinci turda, Mustafa Kemal'in 65 oy alan adayı Refet Bele'ye karşı 98 oyla kazandı. Bu bir güç gösterisiydi, fakat yine de hatalı bir hamleydi. Askeri açıdan Çerkez Ethem Eskişehir'de güçlüydü – Mustafa Kemal Ankara'da güçlüydü, ve meclis Ankara'daydı. Çerkez Ethem'in Ankara'ya askeri bir müdahalesinin söz konusu olmaması da, aslında Mustafa Kemal ve yandaşlarına Ankara'da mutlak bir müdahale alanı veriyordu. Mustafa Kemal, bu gücünü daha kullanmamıştı – büyük ithimalle Halk Zümresi'nin şefleri buna kanmışlardı – ama kullanacaktı. Öncelikle, iki gün içerisinde Mustafa Kemal'in bizzat kendisine karşı demeçleri ve alttan yoğun baskı ve tehditler sonucunda Nazım Resmor bakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.64 Sonrasında, Yunus Nadi'nin Yeşil Ordu içerisinde artık bir ağırlığı kalmamış olsa da Halk Zümresi'nde ezici bir çoğunluğa sahip olan muhalif İttihatçı arkadaşlarıyla anlaşma sağladı. Yunus Nadi bu noktadan sonra tamamen Mustafa Kemal'in çizgisine ve çevresine kayacaktı.65 Nazım Resmor'un istifasının ardından yapılan seçimlerde, Mustafa Kemal'in adayı Refet Bele, 131 oyla seçilecekti.

Yeşil Ordu içerisinde yer alan muhalif İttihatçılar, temelde Mustafa Kemal'in etrafında oluşmuş bloğun içerisinde kendilerine yer bulamadıkları için böylesi bir işe girmişlerdi. Ortada hem tehdit unsuru, hem de baştan istedikleri iktidara dahil olma şansı olunca, Mustafa Kemal'in bu kanadı kazanması zor olmayacaktı. Böylelikle Çerkez Ethem'e yalnızca Yeşil Ordu'nun üçüncü grubu, yani Mustafa Kemal'e muhalefetlerinde ve Sovyet yanlılıklarında daha ciddi olanlar kalıyordu. Bu grup ise mağlup olmuştu ve meclis içerisindeki milletvekili sayısı bir avucu geçmiyordu. Çerkez Ethem'in Ankara'daki iddiası, neredeyse başlamadan bitmişti.

Gerdûn

2Özdemir, Ahmet. “Savaş Esirlerinin Milli Mücadeledeki Yeri”. Atatürk Yolu, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi, C. 2, Yıl: 3, Sayı: 6 (Kasım 1990), s. 322

3Akkor, Mahmut. “I. Dünya Savaşında Çeşitli Ülkelerdeki Türk Esir Kampları” Sakarya Üniversitesi, Sakarya 2006. s. 169-170

4Topçuoğlu, İbrahim. “Neden 2 Sosyalist Partisi 1946: TKP Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi 1914-1960”, Eser Matbaası, 1976. s. 56

5Manatov, Şerif. “Mustafa Suphi Beş Sene Evvel Moskova'da”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 46

6en.wikipedia.org/wiki/Sultan_Galiev

8Akkor, Mahmut. “I. Dünya Savaşında Çeşitli Ülkelerdeki Türk Esir Kampları” Sakarya Üniversitesi, Sakarya 2006. s. 171

9Duman, Oğuz Şaban. Doğu-Batı Meselesi ve Sultan Galiyev. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını. 1999. s. 100-1

11Tunçay, Mete. Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler. İstanbul: Belge Yayınları, 1982. s. 53

12Akkor, Mahmut. “I. Dünya Savaşında Çeşitli Ülkelerdeki Türk Esir Kampları” Sakarya Üniversitesi, Sakarya 2006. s. 172

13Suphi, Mustafa. “1918 Moskova'da Türk Sol Sosyalistleri Kongresinde Mustafa Suphi Yoldaş'ın Nutku”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 60

14Akkor, Mahmut. “I. Dünya Savaşında Çeşitli Ülkelerdeki Türk Esir Kampları” Sakarya Üniversitesi, Sakarya 2006. s. 172

15Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 202

16Suphi, Mustafa. “Türkiye Komünist Teşkilatı Merkezi Heyeti'nin Faaliyeti Hakkında Bakü Kongresinde Mustafa Suphi'nin Raporu”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 98- 104

17Boran, A. Metin. “Suphilerin Anadolu'ya Gelişi”. https://marksistteori.com/suphilerin-anadoluya-gelisi/

19Bennigsen, Alexandre and Chantal Lemercier-Quelquejay. “Islam in the Soviet Union”. Praeger, 1967, Londra. s. 85

22Harris, George S. “Türkiye'de Komünizmin Kaynakları”. Boğaziçi, 1975, İstanbul. s. 98-99

23Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 154, 332

24Tunçay, Mete. “Eski Sol Üzerine Yeni Belgeler”. Belge Yayınları, 1982, İstanbul. s. 11-4

25Tunçay, Mete. “Eski Sol Üzerine Yeni Belgeler”. Belge Yayınları, 1982, İstanbul. s.14

26Topçuoğlu, İbrahim. “Neden 2 Sosyalist Partisi 1946: TKP Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi 1914-1960”, Eser Matbaası, 1976. s. 88

27Ginzberg, Rolland ve Süleyman Nuri. “Sol Muhalefet'in Deklerasyonu”. “Komintern Belgelerinde Nazım Hikmet”. Derleyen: Erden Akbulut. Tüstav, 2002, s. 59

28Çolak, Özlem. “Lenin Döneminde Türk-Rus İlişkileri”. Süleyman Demiral Üniversitesi. Isparta 2010. s. 26

29Çolak, Özlem. “Lenin Döneminde Türk-Rus İlişkileri”. Süleyman Demiral Üniversitesi. Isparta 2010. s. 27

30Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 39

31Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 39-41

32Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 43

33Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 45

34Suphi, Mustafa. “Türkiye Komünist Teşkilatı Merkezi Heyeti'nin Faaliyeti Hakkında Bakü Kongresinde Mustafa Suphi'nin Raporu”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 103

35Uzun, Selçuk. “Der Zor Cehenneminden TKP Teşkilat Bürosuna: Salih Zeki (Zor)”. 2012. https://www.kuyerel.com/modules/AMS/article.php?storyid=6919

36tr.wikipedia.org/wiki/Kuva-yi_Milliye

38Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 119-120

40Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 82-3

41Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 85

42Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 88-9

43Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 86

44Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 14

45Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 55-7

46Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 155

47Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 121

48Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 18-9

49Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 22-3

50Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 55

51Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 60-3, 71

52Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 72

53Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 104

54Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 84

55Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 73

56Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 87

57Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 86

58Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 91

59Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 72

60Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 24-5, 156-7

61Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 28

62Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 136-7

63Nevşirvanov, Ziynetullah. “Türkiye İnklapçı Hareketinin Tarihiyle İlgili Materyaller”. Milli Azadlık Savaşı Anıları. İstanbul, TÜSTAV, 2006. s. 121

64Akbulut, Erden ve Mete Tunçay. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”. Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul. s. 24

65Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 69

 

Tags: 

Rubric: 

Türkiye Komünist Partisi’nde Sol Kanat