DünyaDevrimi tarafından tarihinde gönderildi
Bakü'den Karadenize: 'Uyanan Esirler'in 10 Eylül Trajedisi
Sovyet Rusya sınırları dahilinde örgütlü olan Türkiye Komünist Teşkilatı, ismindeki Türkiye ifadesinden de anlaşılabileceği üzere, kuruluşundan beri Türkiye'de faaliyet gösteren bir yapıya dönüşmek gibi bir hayale sahipti. Komünist Enternasyonal de Türkiye'de faaliyet göstermeyi önemli görüyordu. Bu dönemde Türkiye, Ortadoğu geneline yayılmak için en önemli nokta olarak görülüyor, Orta Doğu'da Komünist Enternasyonal'in varlığını geliştirebilmek için Türkiye'de güçlü bir örgütlenmenin gerekli olduğu düşünülüyordu ki bu, esasında Bolşeviklerin ulusal soruna dair politikaları engeline takılmasa başarılı bir strateji olabilirdi. Bu amaç doğrultusunda Türkiye Komünist Teşkilatı en uygun araç görüntüsü vermekteydi. Ayrıca, Müslüman Komiserliği de Türkiye Komünist Teşkilatı ile yakın çalışmaktaydı. Örgütün Yeni Dünya isimli yayınının 1920'nin Eylül ayına kadar çıkan 11 sayısının her birinin 2,000 tanesi Türkiye'ye gönderilirken yalnız 1,000 tanesi Azerbaycan'a, 350 tanesi Türkistan'a ve 350 tanesi Rusya ve İran'a gönderilmekteydi.1 Bu, Türkiye'ye belirgin ağırlık verildiği, kullanılan yayınların yarısından fazlasının Türkiye'ye gittiğini göstermekteydi. Türkiye'ye sadece düzenli yayınlar da gönderilmeyecekti – ayrıca Türkiye Komünist Teşkilatı'nın üyeleri, örgütün kuruluşunun ardından ülkede belirli bölgelere savaş esirleri arasından çeşitli kişiler de burada çalışma yapmaları amacıyla Türkiye'ye gönderileceklerdi. Bu kişilerin görevleri, gittikleri yerelliklerde varsa komünist fikirlere yakın mevcut örgütlenmelerle temasa geçmek, yoksa komünist gruplar oluşturmaktı.
Türkiye Komünist Teşkilatı, Komünist Enternasyonal'in gözünde, Türkiye'deki hareketi yönetecek liderleri içerisinde barındıran örgüttü. Öte yandan örgütün Türkiye'ye dair görüşleri, Türkiye içerisinde faaliyet gösteren militanların görüşlerinden ciddi bir şekilde ayrılmaktaydı. Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi'nde, Türkiye Komünist Teşkilatı adına konuşan İsmail Hakkı Kayserili, şöyle konuşacaktı:
“Türkiye'nin Avrupa kapitalistleri tarafından bölüşülmesinden sonra, Türk halkı İngiliz ve Fransız kapitalistlerinin gerçek yüzünü görünce – bu andan itibaren Türkiye'de yeni bir hareket başlamaktadır, bir kurtuluş hareketi. Şimdi demokratik partilerin önderlik ettiği Anadolu hükümeti, Türkiye'nin Batı tarafından uğratıldığı hayasız sömürüye en iyi cevaptır. İstanbul'un işgali, bardağı taşıran son damla oldu ve harekete hız verdi. Bütün Batı düşmanı güçleri çevresinde toplayan ve emperyalizme karşı öteden beri nefret duygularıyla dolup taşan Anadolu'daki devrimci hükümet, şimdi Avrupa Emperyalizmine karşı bir savaşıma girişmeye hazırlanmaktadır. Türkiye'nin emekçi kitleleri, bir daha Batı'nın baskısına boyun eymeyeceklerdir. Emekçi Türkiye'nin en iyi dostu olan Rus Devrimi sayesinde Türk ulusu kısa zamanda tam özgürlüğe kavuşacak ve öteki ülkelerin işçi kitleleriyle birlikte dünya emperyalistlerine karşı güçlü bir savaşıma başlayacaktır.”2
Oysa tam da Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi'nin gerçekleşmekte olduğu kongrede Anadolu'da kurulan Türkiye Komünist Partisi'nin Kemalist hükümete ve ulusal kurtuluş hareketine bakışı, yukarıda ifade edilen görüşlerin tam zıddıydı. Bakü Doğu Halklar Kongresi'nde de Türkiye Komünist Teşkilatı heyeti benzer bir tutum içerisinde olacaktı. Kongre'de, yazdığı mesaj okumadan önce bir balkonda gözükerek kalabalığı selamlayıp yerine dönen Enver Paşa, Türkiye Komünist Teşkilatı tarafından şiddetl bir biçimde protesto edilecekti. Öte yandan Enver Paşa'ya karşı yapılan protestolar milliyetçi içerikliydi; belliydi ki Türkiye Komünist Teşkilatı'nın ne Radek'in Enver ve Talat Paşalarla görüşmesinden, ne de Talat Paşa'nın ağırlığından dolayı bu noktada Enver Paşa'nın da Mustafa Kemal'i destekliyor olduğundan haberleri yoktu. Örgütün onbeş-yirmi kişilik heyeti şöyle itirazlar edeceklerdi:
“O bir katildir, ona söz yok! Zinoviev yoldaş, ona söz vermeyin! O kimin namına konuşacak? Öldürttüğü binlerce Türkün namına mı yoksa ölümle karşı karşıya bırakarak kaçtığı Türkiye vatandaşı ve Türkiye namına mı? Paşa diye kendini satan bu adam, Türkler adına tek bir söz dahi konuşamaz. Mustafa Kemal gibi Milli Mücadele kahramanları arasında değil de, buralarda ne işi var? O, onların arasına da giremez, çünkü onların da düşmanıdır. O, yıkılan saltanatını, dağılan haremini, kaybettiği kadın bacaklarını ve Padişahını arıyor. Padişah devrildi, saltanat yıkıldı, artık söz Türk milletinindir, ona söz yok!”3
1 ile 7 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen Bakü Doğu Halklar Kongresi'nden üç gün sonra aynı şehirde Türkiye Komünist Teşkilatı'nın Birinci Kongresi'si gerçekleşecekti. Tam oy sahibi 32, danışmacı oyu sahip 42 kişiyle toplam 74 delegenin mevcut bulunduğu kongre, şehirdeki Kızıl Ordu klübünde yapılmıştı. Kongre, 10 Eylül 1920, Cuma günü saat 5 sularında, Mustafa Suphi'nin alkışlar ve mızıka ile çalınan Enternasyonal marşı eşliğinde, delegeleri Türkiye Komünist Teşkilatının Birinci Kongresi'ni açmaktan duyduğu mutluluğu ifade edişiyle başlayacaktı.4 Birden fazla açıdan hatalı bir biçimde, Türkiye Komünist Partisi'nin kurulduğu tarih olarak bilinen 10 Eylül'de, 1918'den beri mevcut olan Türkiye Komünist Teşkilatı'nın Birinci Kongresi olarak açılacak olan bu kongre, sona erdiği 16 Eylül tarihinde gerçekten de Türkiye Komünist Fırkası isimli bir örgütün Kuruluş Kongresi olarak kapanacaktı. Öte yandan kurulan, komünist adını taşıyan ne ilk, ne de tek partiydi.
Kongre gerçekleştiğinde Türkiye Komünist Partisi'nin 14 Temmuz'da zaten kurulmuş olduğu bilinmiyordu. Öte yandan belki bu bilinse bile partinin bu kongrede 'yeniden' kurulmasına engel olunamazdı, zira Komintern Türkiye Komünist Teşkilatı'nın merkezinde olduğu bir parti isteyecekti. Kongrede, Türkiye Komünist Teşkilatı haricinde tek bir yapılanmanın delegeleri mevcuttu: İstanbul'da bulunan ve esasında bir aydın çevresi olan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi. Ethem Nejat ve Hakkı Hilmioğlu bu partiyi temsilen Bakü'deydiler. Ciddi bir kısmı partiyi terk ederek Anadolu'daki milliyetçilere katılmış olan İşçi ve Çiftçi Partisi, radikalleşmişti, ve şimdi Alman bağımsız sosyalistlerinin etkisini reddediyor, fakat bir yandan da doktrinini İkinci Enternasyonal misali ortodoks marksizm olarak tanımlıyordu.5 İşçi ve Çiftçi Partisi haricinde, Türkiye Komünist Teşkilatı'nın Karadeniz bölgesinde oluşturduğu gruplar da kongrede temsil ediliyorlardı.6
Esasında Mustafa Suphi ve arkadaşları, Kongre'de Türkiye Komünist Teşkilatı'nın Türkiye Komünist Fırkası ismini almasını zaten planlamışlardı. Ethem Nejat ve Hakkı Hilmioğlu, kendi gruplarının kongre sırasında Türkiye Komünist Fırkası ismini almış örgüte katılması ve böylelikle komünistlerin birliğinin sağlanması için bir teklif sundular ve teklif oybirliği ile kabul edildi. Kongrede Mustafa Suphi, Ethem Nejat, İsmail Hakkı Kayserili, Hakkı Hilmioğlu, Süleyman Nuri gibi isimler merkez komiteye seçildiler.7 Mustafa Suphi partinin başkanı, Ethem Nejat ise genel sekreteri olacaktı. Kongrenin programında Komintern'in genel çizgisinin etkileri net bir biçimde görülmekteydi. Haliyle, Türkiye Komünist Fırkası'nın Kemalistlere yönelik alacağı karar da bu hareketi desteklemek ve yüceltmek biçimindeydi:
“Anadolu'da devam eden milli devrimci hareketin tüm dünya emperyalizmine karşı mücadelesiyle bütün dünya proletarya hareketine yardım ettiğine kaniyiz, bu milli hareketin memleket dahilinde gelişmesi ve derinleşmesiyle, sınıf bilincinin meydana gelmesine hizmet ettiği ve böylece yarınki toplumsal devrime uygun bir alan hazırladığı kesindir.
Türkiye Komünist Fırkası bir taraftan Türkiye'de emperyalizme karşı olan bu hareketin derinleşmesine yardım etmekle beraber diğer taraftan rençber, işçi halkın asıl maksadı ve son emeli olan çalışanlar hakimiyetini elde etmek esaslarını hazırlamak için uğraşacaktır.”8
Kongre'de Ermeni soykırımı da ele alındı. Ulusal sorun konusu ele alınırken değinilen bu konuya yönelik yaklaşım, şövenist bir tutum olmasa da, olanları Ermenilerin başlattığını öne sürüyor, dolayısıyla Türk burjuva propagandasının etkisinin bu militanlar üzerinde hala izler taşıdığını gösteriyordu. Bununla birlikte Salih Zeki Zor gibi, Ermeni soykırımında 200,000 insanın canına kıymış bir canavarın üyesi olduğu bir örgüt için, bu tutum yine bir hayli ileriydi:
“Türk ve Ermeni halk arasına husumet sokmaktan çekinmediler. Tarih boyunca beraber yaşayan bu iki milleti birbirine düşman ettiler. Her yerde ve her zaman ölen, ezilen ve yaşama hakkından mahrum, fakir, çaresiz halklı. Avrupa emperyalizminin bir neticesi olan Dünya Savaşı esnasında zavallı fakir Ermeni köylüsü yine İngilizlerin yalanlarına, Taşnakların, papazların doldurmalarına alet oldu. Van ve Bitlis taraflarında Müslüman fakir halkı kesmeye, evlerini yakmaya, mallarını yağmalamaya başladı... Buna karşı İttihat ve Terakki hükümeti amansız davrandı, Ermeniler tehcir edildiler; malları alındı ve gizli emirlerle büyük kısmı öldürüldü.”9
Eylül 1920'de Bakü'de kurulan parti, özü itibarıyla Türkiye'nin yalnız Karadeniz bölgesinde birkaç ufak hücreye sahip bir örgütle, İstanbul'da bulunan küçük ve pasif bir aydın çevresinin birleşmesiydi. Türkiye'de gerçekten komünist faaliyet gösteren örgütlenmeler, kongrede bulunmuyorlardı. İstanbul'da büyük çoğunu Osmanlı sosyalist hareketinden gelen gayrimüslimlerin oluşturduğu Komünist Grup yeraltı faaliyeti içerisindeydi ve Türkiye Komünist Teşkilatı'nın gönderdiği temsilciler büyük ihtimalle bu grupla temasa geçmeyi dahi başaramamışlardı. Anadolu'da ise Türkiye Komünist Teşkilatını temsil eden ve Türkiye'ye geçer geçmez Kemalistlere ajanlık yapmaya başlamış olan Süleyman Sami Türkiye Komünist Partisi'yle temasa geçerek gerçekleşecek kongreye çağırmıştı, fakat Anadolu'daki parti maddi kaynak sıkıntısı çektiği için Bakü'ye temsilci gönderemedi. Kongre kurulduğunda haberi gelmemişti ama, Anadolu'daki parti kendisini Komünist Enternasyonal'in bir şubesi olarak görüyordu ve Bakü'deki örgütü tanımaya hazırdı. Öte yandan Bakü teşkilatı Anadolu'daki partiyle hiçbir zaman irtibata geçemeyecekti.10
10 Eylül 1920, Türkiye komünist hareketi için büyük bir talihsizlikti. Bir birlik kongresi olma iddiasındaydı, fakat Türkiye'de fiili olarak mücadele eden komünistleri dışarıda bırakıyordu. 10 Eylül'de birleşen, büyük ölçüde komünist hareketin milliyetçi yönü hala mevcut olan, Mustafa Kemal'i heyecanla destekleyen sağ kesimiydi. Bu noktada, İstanbul'daki dünya komünist hareketinin ve sosyalist hareketin tutumunu daha iyi bilen gayrimüslim komünistler de kağıt üzerinde Mustafa Kemal'i destekliyorlardı ama haliyle bunu milliyetçi damarlarını anti-emperyalist sloganlarla ifade etmek biçiminde yapmıyorlardı. Anadolu'daki parti ise Kemalist harekete tamamen karşıydı ki böylesi bir tutumu ilk ve en net geliştirenin, Mustafa Kemal ve hükümetini en yakından tanıyanlar olması şaşırtıcı değildi. Süleyman Nuri'nin ifadesiyle 'uyanan esirler' iyi niyetliydiler, ama bu kongre onlara da fayda getirmeyecekti. 10 Eylül Kongresi'nin kazananı, bu kongrede mevcut bulunmayan bir kişi olacaktı. Tarihin bir cilvesi, bu kongrede Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi delegelerinin mevcut olması bu partinin İstanbul'daki genel sekreterinin uzun yıllar boyunca İstanbul'da ve Türkiye'de Komintern'de, Enternasyonal'in resmi şubesinin lideri olarak tanınmasına neden olacaktı. Zayıf, etkisiz ve hareketsiz bir aydın çevresinin genel sekreteriyken parmağını bile kıpırdatmadan kendi başına hiçbir şekilde elde edemeyeceği böylesi bir konuma kavuşan bu adamın adı, Şefik Hüsnü'ydü.
Kongre'nin ardından Mustafa Suphi ve ekibi, Türkiye'ye dönme planları yapmaya başladılar. Şüphesiz Mustafa Suphi, Lenin'in Şubat Devrimi'nden sonra Türkiye'ye döndüşünün hikayelerini duymuştu ve ona göre Mustafa Kemal hareketi Türkiye'de bir milli devrim yapıyordu. Mustafa Suphi şüphesiz bu hareketin bir parçası olmak ve nihayetinde hareketi 'derinleştirerek' başına geçmek hayalleri kuruyordu. Öte yandan Mustafa Suphi'ye göre bunlar çok uzun vadeli planlardı, bu yüzden Suphi Mustafa Kemal'e desteğinde de samimiydi. Ona göre TBMM, sovyetlere benzer bir yapılanmaydı, Mustafa Kemal büyük işler yapmaktaydı, Anadolu hükümetiyle ve meclisle temasa geçmek gerekliydi.11 Bu nedenle, Türkiye Komünist Teşkilatı döneminde Mustafa Kemal ile temasa geçmiş olan Mustafa Suphi, Ethem Nejat'la birlikte Bakü'de kurulan Türkiye Komünist Fırkası'nın Merkez Komitesi adına Mustafa Kemal'e resmi bir mektup kaleme alacaktı:
“Teşkilatımız Bakü Kongresinde bir program ve teşkilat nizamnamesini kabul ile fırka haline geldikten sonra, memlekette takip edeceği siyaseti belirlemiştir. TKF TBMM Hükümetini emperyalist devletlerle savaş halinde bulunduğu müddet içerisinde bütün kuvvetiyle destekleyemeye, savaş cephelerinde zaaf ve dağılmaya neden olacak her türlü haddini bilmezlikten kaçınmaya karar verdiği gibi, zulüm ve yağmaya karşı savaş hislerinin halk içerisinde derinleşmesini temin etmek üzere fırka faaliyetine geçmeye gerek görmüştür ki, bunun yasal biçimde gerçekleşmesi için TBMM Hükümetinin izni esirgemeyeceğini ummaktadır.”12
Mustafa Kemal de, Mustafa Suphi'ye güven vermek ve onu etkilemek için elinden geleni yapıyordu. Bakü'deki Türkiye Komünist Fırkası kurulmadan önce, Mustafa Suphi'ye gönderdiği bir mektupta Mustafa Kemal şöyle yazmıştı:
“Memleket ve milletimiz her taraftan emperyalist ve kapitalistlerin hücumlarına maruz kaldığı gibi fiilen bunlara katılan İstanbul hükümetinin padişahına atfen ülke dahilinde işlenen fesatlıklara, sürekli ortaya çıkan yerel isyanlara dar karşı koymak mecburiyetindedir (...) Bu gerekliliği gözönünde bulunduran TBMM toplumsal devrimi sükunetle ve esaslı surette uygulamaktadır.
Amaç ve prensip itibarıyla bizimle tamamen ortak olan Türkiye Komünist Teşkilatı'ndan maddi ve manevi olarak hakkıyla faydalanabilmemiz için teşkilatınızın özel olarak TBMM Başkanlığıyla irtibat kurması ve sürdürmesi gereklidir. Türkiye içinde kurulabilecek her tür teşkilat ve devrimcilik ancak bu kanal vasıtasıyla yapılabilir.”13
Esasında, Mustafa Kemal'in Mustafa Suphi'yi etkilemek için bu kadar dil dökmesine de pek gerek olduğu söylenemezdi. Mustafa Suphi, Kemal'e inanmaya dünden hazırdı ve parti kurulduktan sonra Anadolu'ya gitme planları yapmaya başlayacaktı. Öte yandan Bakü örgütünde Mustafa Suphi'nin milliyetçiliğe dair tutumuna ve Mustafa Kemal'e duyduğu güvene sıcak bakmayan, Anadolu'ya açık şekilde geçmenin tehlikeli olduğunu söyleyenler de vardı. Bu çizgiyi savunanların başında Süleyman Nuri geliyordu. Süleyman Nuri Türkiye Komünist Teşkilatı'nın Anadolu'ya göndermiş olduğu kişilerdendi ve burada Salih Hacıoğlu ile görüşmüş, Salih Hacıoğlu da Mustafa Kemal'in bir diktatör olduğunu, hiç kimseye Bir şey yaptırmamak istediğini, Odessa'dan gelen bir işçi temsilcisinin Bolşevik olduğunu söylediği halde işkencede öldürüldüğünü anlatmıştı. Süleyman Nuri Mustafa Kemal'in komünizme karşı olduğu kanaatindeydi ve ona göre bu şekilde Anadolu'ya gitmek, büyük bir tedbirsizlik olurdu.14 Türkiye'den sınırdışı edilmiş ve Bakü'ye dönmüş olan Şerif Manatov da Mustafa Suphi'yi benzer şekilde uyaracaktı. Manatov ölümünün beşinci yılında Mustafa Suphi'ye dair kaleme aldığı bir yazıda, Mustafa Suphi ile aralarında geçen konuşmayı şöyle aktaracaktı:
“Suphi Türkiye'ye gitmek fikriyle hastalanmış, fakat bir parça tereddüt ediyordu.
Kemal tarafından benim tutuklanmam ve Türkiye'den sınırdışı edilmem meselesi onun tereddütünü daha da arttırdı.
Fakat 'ben Kazım Karabekir Paşa ile yazışıyorum, o beni davet ediyor' diyordu.
'Türk paşalarını siz bilmiyor değilsiniz. Onların sözüne inanmaya gelmez. Onlar eski kurtlardır' diye benim tarafımdan edilen itirazdan sonra 'o halde biraz bekleyelim' dedi.
Suphi'yi arkadaşlarından bir çoğunun daima Türkiye'ye gitmek için cesaretlendirdiği anlaşılıyordu. Bir ay sonra (...) ben Karabekir'i Suphi'ye gayet uzman bir asker, pek kurnaz bir diplomat diye tarif ettim. Fakat yoldaşları Suphi'yi Türkiye'ye gitmeye tamamen ikna etmişler, tarafımdan verilen bilgilerin ona hiç etki etmediğini hissettim. Artık Suphi Türkiye'ye gitmek için karar vermişti.”15
Mustafa Suphi esasında bu uyarıların yanı sıra, şüphesiz Anadolu'daki Türkiye Komünist Partisi'nin siyasi olarak Kemalizme karşı tutum aldığını da duyuyor ve bundan rahatsız oluyordu. Kaleme aldığı bir yazıda, komünistler içerisinde Mustafa Kemal'e karşı olan eğilimden şöyle şikayet edecekti:
“Şimdiye kadar Anadolu'da arasıra meydana çıkarak komünizmden bahseden bazı kişilerin yeryüzünü birdenbire her türlü pislikten, her türlü zulüm, rahatsızlık ve kıtlıktan temizlemek istemeleriyle ilgili, şüphesiz ki yüksek ve insani fakat aynı zamanda aşırı ifadeleri hükümetin bazı kesimlerinde Türkiye Komünist Fırkası'nın Ufak Asya'da toplumsal devrimin gerçekleşmesi için gerekli olan şartların olgunlaştığını düşünmesi gibi yanlış bir fikrin doğmasına nede olmuştu. Diğer taraftan Anadolu'da kalkışma hareketi başladıktan sonra Büyük Millet Meclisi içinde eski politikacılarımız tarafından vücuda getirilen yeni parti ve zümrelerin, şahsi mülkiyet meselesine bile değinmeksizin, sola doğru her adımda birkaç menzil atlayıvermeleri, komünistlerden bazı yoldaşların 'yine mi suni ve yalancı hareketler karşısında bulunuyoruz?' kuşkularını uyandırmıştı. Biz ise bu yanlış düşünce ve fena anlayışların yeri olmadığını, Ufak Asya'da başlayan hareketlerin ise doğallığını iddia ediyoruz. Rusya'da başlayarak Avrupa ve Amerika içlerine doğru dalgalanıp ilerleyen toplumsal hareketin, Rusya'nın karşısındaki Ufak Asya'ya karşı etkisiz kalması mümkün müdür? Büyük Millet Meclisi'nin esas teşkilatı olan halkçı ve halk zümreleri partisi de, işçi ve ırgat devriminin – bolşevizmin – rüzgarı içinde doğmuş birtakım hücrelerdir.”16
Mustafa Suphi, Kemalist harekete karşı çıkan komünistlerin iyi niyetli, ama gerçekçilikten uzak, saf ve hayalci olduklarını düşünmüştü. Oysa ki çok kısa bir süre içerisinde ortaya çıkacaktı ki, Mustada Kemal'le iyi niyet temelinde birlikte çalışma düşüncesi, Anadolu'da toplumsal devrimin gerçekleşmesi düşüncesinden bin kat daha hayalci, Mustafa Suphi'nin Anadolu'ya elini kolunu sallayarak girme planı, Anadolu komünistlerinin Mustafa Kemal'e karşı tutumundan bin kat daha safçaydı.
28 Aralık tarihinde, Ankara'ya gönderilen Sovyet Büyükelçisi Polikarp Mdivani ve heyetiyle birlikte, Mustafa Suphi ve içlerinde Ethem Nejat, Hakkı Hilmioğlu, Süleyman Sami ve Maksut Ekşi gibi isimler de olan arkadaşları Kars'a vardılar. Burada, 2 Ocak tarihinde Ankara hükümetinin Rusya'ya gönderdiği yeni büyükelçi Ali Fuat Cebesoy ile görüştüler. Bu görüşmede Mustafa Suphi, Ali Fuat Cebesoy'a şöyle söyleyecekti:
“Üçüncü Enternasyonal Türkiye dahilinde mutlaka komünizmin kurulmasını kabul etmiş değildir. Türkiye'nin toplumsal kaderi kendisine bırakılmıştır. Anadolu hareketinin toplumsal bir devrim olmaktan ziyade, Türk milletinin emperyalist düşmanlara karşı istiklal ve hürriyetini kurtarmasından başka bir şey olmadığına kani bulunuyoruz. Türkiye'deki bey ve paşaları burjuva sınıfından görmüyoruz. Aksine halk kitlelerinin en yakın yardımcıları olarak biliyoruz. Anadolu hareketini yönetenlerin ve özellikle Mustafa Kemal Paşa'nın prensiplerini anlamaya çalışıyoruz. Anlayabildiklerimizi kamusal siyaset açısından uygun görüyoruz.”17
Mustafa Suphi'nin anlayamadığı, Mustafa Kemal'in prensipleri olmadığıydı. Mustafa Suphi ve kafilesi, Kars'tan Erzurum'a geçtiler. Bir noktada Erzurum'da Erzincan merkezli bir şura hükümeti hakim olmuştu, fakat artık Erzurum'da düzen hüküm sürmekteydi. Anadolu ve Rumeli Mudafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Erzurum şubesi olan Erzurum Müdafa-i Mukaddesat Cemiyeti'nin provokasyonuyla Erzurum'da nüfusun bir kısmı galeyana gelerek Mustafa Suphi ve arkadaşlarına salldırdı. Burada Kazım Karabekir'le görüşen Mustafa Suphi, ufak gruplar halinde hareket etmeyi düşündü, fakat Kazım Karabekir'in cevabı ya birlikte gidersiniz ya da geri dönersiniz oldu. Mustafa Suphi ve arkadaşları buradan Trabzon'a devam ettiler.18 Kemalist ajan Süleyman Sami, etkisi altına aldığı bir merkez komite üyesi olan Mehmet Emin'le birlikte Maçka'da kafileden ayrılmıştı.19 Burada da, Yahya Kahya isimli bir çetecinin başını çektiği Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti benzer bir provokasyon yaptı. Bu noktadan sonra, geri dönmeye karar veren Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı, 28 Ocak'ı 29 Ocak'a bağlayan gece, bir tekneyle Karadeniz'e açıldılar. Yahya Kahya'nın adamları da başka bir tekneyle Mustafa Suphi'lerin teknesinin peşine düştüler ve denizde onları yakalayarak, hepsi silahsız olan onbeş komünisti katlettiler.20 Yahya Kahya, Mustafa Kemal'in koruması ve tetikçisi olan Topal Osman'ın adamıydı. Dahası, Mustafa Kemal 22 Ocak 1921 tarihinde, TBMM'nin konuyla ilgili gizli oturumunda, bir kısmı hala sansürlü olsa dahi yeterince açıklayıcı olan şu sözleri söylemişti:
“Vaktiyle Baku’da Mustafa Suphi başkanlığında bir heyetin memlekete gelmek isteğinde bulunduklarından, bunların bir komünist partisine bağlı olduklarından bizi haberdar etmişlerdi. Bu Mustafa Suphi’nin ahlakı hakkında bilgi sahibi olan bir çok arkadaşlarımız var. Saygıdeğer Erzurum halkı bunu en yakından tanıyanlardır. Halbuki Mustafa Suphi son zamanlarda memleketimize gelmek üzere bulunuyordu. Bunların bir kısmını sahil yolula göndermişler, kendisi de Kars üzerinden gelmek istiyordu. Bunu haber alan Erzurumlular böyle bir adamın memleket dahiline girmesinden son derece heyecanlanmışlar ve memlekete sokulmaması için girişimlerde bulundular. Resmi makamlara başvurdular. Bu adam memleketimize girerse parçalarız.
(...)
Bendenize gizli olarak başvurmuştu ve diyordu ki... ahalinin tezahüratı karşısında mümkün değildir. Kendisi sonradan sınır dışına çıkarılmak üzere koruma altında sınır dışına... Benim de görüşümü soruyordu... Geldiği sanılan bir adamın memleket dahilinde serbest bırakılması... Erzurumda uygulanması tasarlanan... uygun buldum ve kendilerine yazdım. Bu telgraf da ondan sonra geliyor.”21
Onbeşlerin katledilmesinden bir süre sonra, Yahya Kahya TBMM Reisi Mustafa Kemal imzalı şu telgrafı alacaktı:
“Vatansever hissiyat ve eylemlerinize teşekkür ederim.”22
Mustafa Kemal'in farkında olmadığı şuydu ki eğer Mustafa Suphi ve yoldaşları katledilmeyip Ankara'ya ulaşsalar, ve çizgilerini buradaki komünist harekete kılmayı başarsalar, hareket güçlenmekten ziyade, siyasi olarak zayıflardı. Fakat Mustafa Suphi bile, Bolşeviklerle yakın ilişkilerinden ve Ekim Devrimi'ne katılmış olmasından dolayı, Kemalist burjuvazi için bir tehditti. Daha önce Kemalistlerin yaptığı hiçbir eylem Bolşeviklere Mustafa Kemal ve yandaşlarının nasıl bir siyaset izlediğini göstermemişse, onbeşlerin katli gözlerini açmalıydı. Fakat Bolşevikler, ulusal sorun politikalarının diğer bütün olumsuz sonuçları gibi, bu cinayetlere de kayıtsız kalacaklardı. Ulusal kurtuluş hareketlerine destek politikasının Türkiye'deki komünist faaliyetlere ve sınıf mücadelesine vereceği zarar daha yeni başlıyordu.
Gerdûn
1Suphi, Mustafa. “Türkiye Komünist Teşkilatı Merkezi Heyeti'nin Faaliyeti Hakkında Bakü Kongresinde Mustafa Suphi'nin Raporu”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 106
2Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 207-8
3Topçuoğlu, İbrahim. “Neden 2 Sosyalist Partisi 1946: TKP Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi 1914-1960”, Eser Matbaası, 1976. s. 68-9
4Tunçay, Mete. Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler. İstanbul: Belge Yayınları, 1982. s. 53
5Tunçay, Mete. Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler. İstanbul: Belge Yayınları, 1982. s. 121
6Suphi, Mustafa. “Türkiye Komünist Teşkilatı Merkezi Heyeti'nin Faaliyeti Hakkında Bakü Kongresinde Mustafa Suphi'nin Raporu”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 105
7Tunçay, Mete. Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler. İstanbul: Belge Yayınları, 1982. s. 130, 134
8Tunçay, Mete. Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler. İstanbul: Belge Yayınları, 1982. s. 65-6
9Tunçay, Mete. Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler. İstanbul: Belge Yayınları, 1982. s. 88
10Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 167-8
11Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 227-8
12Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 233
13Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 230
14Dervişoğlu, Sinan. “28 Kanunisani’yi Unutma! ‘Dönüş Belgeleri’ Üzerine.” Fabrika. Nisan 2004. s. 49
15Manatov, Şerif. “Mustafa Suphi Beş Sene Evvel Moskova'da”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 27-8
16Suphi, Mustafa. “Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Komünist Fırkası”. Mustafa Suphi ve Yoldaşları. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul. s. 87-8
17Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 230, 233
18Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 229, 234-5
19Erdem, Hamit. “1920 Yılı ve Sol Muhalefet”. Sel Yayıncılık, Şubat 2010, İstanbul. s. 168, 175
20Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 236-7
21Ulusoy, Talat. “Gizli Oturum 1”. https://www.sesonline.net/php/genel_sayfa_yazar.php?KartNo=56800&Yazar=T...
22Kutay, Cemal Tarih Sohbetleri Mecmuası, sayı 8,, Mayıs 1968, İstanbul. s. 227