Kürt Meselesi: Burjuvazi Kan İstiyor

Temmuz ayı ortalarında devlet ile PKK arasında süren savaşın alevlenmesinin ardından geçen iki ay içerisinde toplamda sayıları yüzlerce olan asker, gerilla ve sivil hayatını kaybetti. Gerek hükümet ve devlet cephesinde, gerekse PKK cephesinde şimdi büyük ölçüde savaş çığırtkanlığı başlamış vaziyette. Siyasetçiler verdikleri demeçlerde ölüm tehditleri yağdırıyor; PKK ise, bize güçleri yetmez, hodri meydan diye cevap veriyor. Metropollerde etnik çatışma havası esiyor; devletin faşistleri gölgelere gizlenmiş, saldırı emri bekliyor. Son dönemde 90'larda yedikleri haltlardan utanıp sıkılan, değiştiklerini iddia eden gazeteci ve sunucu müsvetteleri, pek çabuk dönüverdiler eski hallerine. Kan istiyoruz diye bağırıyorlar. Burjuvazi yine ölüm saçıyor.

AKP'nin Osmanlı Oyunu

Görünüşe aldananlar, her söylenene inananlar, satır aralarını önemsiz bulanlar siyasi atmosferin kısa bir süre içerisinde ne kadar hızla değiştiğine şaşırabilirler. Ne az zaman geçti Kürt açılımı politikalarından, TRT Şeş'lerden, barış sözlerinin sarf edilmesinden beri değil mi? AKP sanki daha dün çözüyordu Kürt meselesini. Ne oldu da bir anda 90'lara dönüverdik?

Esasında AKP iktidarı döneminde bütün o açılım iddialarının, demokrasi laflarının ardında eski savaş politikasının aynısı sürüyordu. TC devleti, Kürt meselesini çözemeyecek biçimde kemikleşmiş bir yapıdır. Bütün mekanizması ve ideolojisi bu sorunun gerçek çözümünün önüne yığılmış paslı bir yığın gibidir; bütün refleksleri sorunun devamını gerektirir niteliktedir. Bu minvalde, bu devletin tepesine gelen herhangi bir hükümetin, meseleye dair hareket kabiliyeti fazlasıyla sınırlıdır ve dahası o mekanizmanın bir parçası olan herhangi bir hükümetin çıkarlarının yönelimi, aynı politikaları şu veya bu şekilde sürdürmekten başka birşey olamaz. Politika farklılıkları ancak anlık, gösterişsel değişiklikler olabilir; genel strateji ne olursa olsun değişemez. Türkiye'de Kürtlere uygulanan ulusal baskının kaynağı emperyalist TC devletinin kendisidir ve bu devletin herhangi bir hükümeti ister açıktan açığa, ister üstü örtülü bir biçimde bu baskıyı uygulamaya devam edecektir.

AKP hükümeti de, bütün o şatafatlı sözlerinin altına saklanarak tam da bunu yaptı. Binlerce kişinin KCK davasından tutuklanması, ateşkes dönemlerinde PKK'liler geri çekilirken yüzlerce gerillanın arkadan vurularak katledilmesi, Kürtlerin yaptıkları eylemlere pek çok kişinin yaralanmasına neden olan ve kimilerinin öldürülmesiyle sonuçlanan sert polis saldırıları, Türk şehirlerindeki Kürtlere karşı toplumsal baskının teşvik edilmesi, linç girişimleri... Durum belki meclisteki Kürt burjuva siyasetçileri için 90'lardakinden farklı hissediliyordu fakat Kürt işçi sınıfı için pratikte durum ne kadar değişmişti? Öte yandan, AKP hükümetinin stratejisi önceki hükümetlerle aynı olsa da, taktikleri önceki hükümetlerden bir hayli farklıydı. Özünde aynı baskı politikasını sürdürürken bir yandan TRT Şeş'i kurmak ve Habur olayına müsade etmek gibi ayak oyunları ve göstermelik jestlerle görünürde Kürt hareketinin Türkiye siyasetindeki temsilcilerini (önce DTP sonra BDP) arka planda ise PKK'yi oyalamak bir hayli hırslı bir plandı. Oyunun son parçası ise bütün bunlara ek olarak Türkiye Kürdistanı'nda muhtelif gıda, ev eşyası ve benzeri yardımlar yaparak ve dini ideolojiden beslenerek Kürt hareketinin kitlesel desteğini ele geçirmekti. Bu nokta AKP hükümetinin planının belki en önemli kısmıydı; zira devletin geri kalanı gibi onlar da PKK'nin salt silahlı güçle alt edilmesinin mümkün olmadığının farkındaydılar. Bu yüzden Türkiye Kürdistanı'nda önce PKK'ye alternatif, sonra da ondan baskın ve onu marjinalleştirecek bir güç olmaya çalışmayı hedeflediler. Usta işi bir plandı, nihayetinde tutmadı. Son olaylar bu Osmanlı oyununun AKP hükümetinin elinde patladığını gözler önüne sermekteler.

Kürt Burjuvazisinin Yenilgi İçinde Zaferi

AKP'nin bu planı neden tutmadı? Bunun nedeni Kürt hareketinin oyuna gelmemiş olması değildi. Türkiye'deki Kürt burjuvazisinin PKK'den DTP ve BDP'ye, DTK'den Kürt işadamları derneklerine, ufak partilerine ve farklı bireysel siyasi temsilcilerine tamamı uzunca bir süre AKP'nin oyununa gayet güzel geldi. Zira nasıl devlet, PKK'yi ve Kürt hareketini salt silahlı güçle yenemeyeceğini anlamışsa, PKK ve DTP/BDP de devletten istediklerini, yani Türkiye Kürdistanı'ndaki güçlerinin tanınması ve resmen iktidar sıfatını kazanmasının salt silahlı güçle mümkün olmadığını fark etmiş durumdaydı. Buradan yola çıkılarak yapılan teorik formülasyon, savaş ile elde edilecek bağımsız bir devlet yerine uzlaşı ve siyasetle elde edilecek demokratik özerklik olarak ifade edilmişti. Bu yaklaşım, savaştan yılmış ve Irak Kürdistanı'ndaki Federe Kürt devletinin baskıcılığını ve zorbalığını bilen veya hiç değilse duyan Kürt işçi kitlelerince iyi kötü benimsenmişti. Tabii ki Kürt sorunun çözümünün esasında burada gündemde olmadığını anlamak kolaydır; zira zaten temelde Kürt işçi sınıfına uygulanan ulusal baskının, bu baskının kökeni ve uygulayıcısı olan TC devleti ile uzlaşarak nasıl ortadan kaldırılabileceği sorusuna verilecek hiçbir cevap yoktur. Kürt burjuvazisinin Kürt işçi sınıfı içerisinde yarattığı biat kültürü, bu sorunun yaygın bir biçimde sorulmasını halen engellemektedir. Öte yandan biz enternasyonalist marksistler netçe görebiliyoruz ki DTP/BDP'nin ve PKK'nin devletle uzlaşı talebinin ifade ettiği yaklaşım, Kürt burjuvazisinin stratejisinin Türk devletine eklemlenmek ve Türkiye Kürdistanı'nda, TC devletinin bir parçası olarak hükmetmektir. Geçtiğimiz seçimler öncesinde gündeme gelen, AB Belediyeler Yasası kapsamında belediyelere vali yetkilerinin verilmesi talebi, bu çabanın pratik yansımalarından yalnızca bir tanesidir. İşte bu stratejisinden dolayı Kürt burjuva hareketi, uzunca bir süre AKP hükümetinin ağzına çaldığı bir parmak bala kandı; hatta bu umutlarla ateşkes süresince yapılanları ve tutuklamaları o kadar da gündeme getirmemeyi tercih etti. Bardağı taşıran son damla ne olmuştur meçhul ama bir tahmin yürütmek gerekirse, yasal Kürt siyasi hareketinin başına geçmesi umulan Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin önüne geçilmesinin Kürt burjuva hareketini TC'ye eklemlenme düşlerinden şimdilik kesin olarak uyandıran bir tokat olduğunu söyleyebiliriz.

Öte yandan bu uyanışı tetikleyenin ne olduğundan daha önemlisi, bunu mümkün kılanın ne olduğudur. AKP hükümeti, PKK'den her anlamda daha kudretli gözüken bir gücü, benzeri Osmanlı misali ayak oyunlarıyla alt etmeyi becermişti zira. DP-AP-ANAP'ın sağ liberal Türk burjuva geleneğinin mirasçısı AKP, hem askeri anlamda hem de destekçi sayısı bakımından Kürt burjuvazisinden daha güçlü olan geleneksel rakibi Türk askeri ve bürokratik burjuvazisine diz çöktürmeyi başarmıştı. Bu çabanın sonucu olarak özellikle ordunun itibarı ciddi bir biçimde düşmüş ve askeri burjuvazinin en güçlü siyasi uzantısı olan CHP dahi orduyla arasına mesafe koymak zorunda kalmıştı. Nasıl oldu da askeri ve bürokratik Türk burjuvazisini alt eden oyunlar nihayetinde Kürt burjuvazisine karşı amaca ulaşamadı? Bunun nedeni AKP hükümeti ile askeri ve bürokratik burjuvazinin iktisadi çıkarlarını birbirine bağlayanların, hükümetle Kürt burjuvazisinin iktisadi çıkarlarını birbirine bağlayanlardan çok daha fazla olmasıdır. AKP, hükümetteki mutlak egemenliğiyle, sahip olduğu devasa halk desteğiyle, içinde barındırdığı fazlasıyla kaşarlanmış uzman ve siyasetçi kadrosuyla kurduğu oyunlar karşısında uzun vadede Türk burjuvazisinin kendilerine rakip kesimlerinin kalelerinin hiçbirinin dayanmayacağını hesaplamıştı. Tamamen haklıydı. Arka arkaya askeri ve bürokratik burjuvazinin bütün kaleleri düştü. Kürt burjuvazisinin hemen hemen hiçbir kalesi düşmedi; çünkü Kürt burjuvazisi Türk burjuvazisinin bir parçası değildi; farklı ekonomik ve toplumsal dinamiklere dayanan, gücünü farklı koşullardan alan, farklı bir burjuvaziydi. İşte AKP hükümetinin planındaki hata buradaydı. Kim bilir? Belki kendi attıkları "tek Türkiye" yalanlarına kendileri de inandılar. Her halükarda, kazanan Kürt burjuvazisi oldu. Bıçağın kemiğe dayandığını hisseden Kürt burjuvazisi, devletin Öcalan kozunu da, yakalanışından itibaren ilk defa göz ardı ederek karşı-saldırıya geçti. Bu konumdaki bir ulusal burjuva hareketi kenetlenmek zorundadır. Dolayısıyla hareketin içindeki ayrımlar silikleşti; Kürt hareketi içerisinde gayrı resmi bir milli cephe oluştu. Daha seçimlerden önce bile, Altan Tan ve Şerafettin Elçi gibi İslamcı Kürt burjuva siyasetçileri BDP'ye eklemlenmekten başka çareleri kalmadığını fark etmişlerdi. Olan, tam da olaylar patlamadan Türkiye'ye gelen zavallı Kemal Burkay'a oldu; tam burjuva siyaseti sahnesinde hakettiği yeri alacağını sandığı anda çatışmaların yeniden patlaması, 'Apê' Kemal'in kendi partisini AKP destekli evcil Kürt siyasetinin yüzü yapma umutlarını paramparça etti. Son süreçte Burkay'ın Haklar ve Özgürlükler Partisi bile BDP'nin çatı partisi sürecinde yer almaya yönelmek durumunda kaldı.

Kriz ve Savaş: Kimin Gücü Kime Yetiyor?

Sonrası malum: Yine işçi çocukları birbirlerini öldürmeye giriştiler, yine siviller öldürülmeye başlandı. Hangi taraftan ne kadar insan ölmüştür kestiremiyoruz ama bildiğimiz birşey varsa birkaç haftalık bir süreçte burjuva siyaseti işçi sınıfının yüzlerce genç evladının canını aldı. Emperyalist TC devletinin savaş uçaklarının bombalamaları sonucu içinde hamile bir kadın ve bir bebeğin bulunduğu sivillerin katledilmesi sonrasında HPG: "Güçleri bize yetmiyor, o yüzden sivilleri öldürüyorlar" şeklinde bir açıklamada bulundu. Bu açıklamada, açıklamayı yapanların kendileri için olmasa dahi bir doğruluk payı var. Devletin gücü gerçekten Kürt burjuvazisine yetmiyor; Öcalan avuçlarındayken ona dokunamıyorlar, Karayılan'ın yakalandığı söylentilerini çıkartıp sonra rezil oluyorlar; PKK'nin kamplarına ajanlarını sızdırmamış olma ihtimalleri yok denecek kadar az olsa da hareketin önemli önderlerinin yanından bile geçemiyorlar. Ne yapıyorlarsa, ya silahsız işçilere, köylülere, hamile kadınlara, çocuklara, bebeklere yapıyorlar; ya da Kürt işçi sınıfının köyü yakıldığından, devlet ve aşiret baskısından ve benzeri bir sürü nedenden dağa çıkmak zorunda kalmış kız ve oğullarına yapıyorlar. Öte yandan PKK'nin, HPG'nin gücü neye yetiyor? Onların gücü bu baskı politikalarının sorumlularına, Erdoğan'a, AKP hükümetinin öteki önde gelenlerine ve hatta katliam emirlerini veren generallere yetiyor mu? Hayır onlar da Türk burjuvazisinin temsilcilerine dokunamıyorlar, dokunmuyorlar. Onların gücü de Türk işçi sınıfının daha on sekizinde anasının bağrından zorla koparılmış, eline bir silah verilip ölmeye ve sınıf kardeşlerini öldürmeye gönderilmiş evlatlarına veya bombalı saldırılarda can veren sivillere yetiyor.

Kürt ve Türk burjuvazisi işte böylece yıllardır oynadıkları satranç oyununa dönmüş durumdalar. Ve kendilerini medeni medeni birbirleriyle oyun oynayan iki satranç oyuncusu kadar güvende hissediyorlar. Kürt burjuvazisi yaklaşan ekonomik krizin kendisini çok etkilemeyeceğini hesap ediyor. Hamlesini Türkiye ekonomisinin sıcak paraya ne kadar muhtaç olduğunu düşünerek yapıyor, rakip oyuncuyu yaklaşan kriz karşısında ekonomik istikrarını bozarak vurmak istiyor. Türk burjuvazisi karşı hamlesini bir yandan büyük operasyonlarla istikrarı yeniden sağlamaya çalışırken, diğer yandan milliyetçiliği ve etnik çatışmayı tırmandırarak savaşın yanı sıra yaklaşan krizin bedelini de işçi sınıfına ödetmeye hazırlanarak karşılık veriyor. Burjuvazi kan istiyoruz diye bağırıyor ama istedikleri birbirlerinin kanı değil, işçi sınıfının kanı; analarımızın, babalarımızın, kardeşlerimizin ve evlatlarımızın canı, bizim canımız.

Burjuvazinin gücü işçi sınıfına ancak dağınıksak, biat ediyorsak, ses çıkartmıyorsak, mücadele edemiyorsak, düşmanlarımızı ve sınıf kardeşlerimizi tanımıyorsak, ülke sınırlarının ötesini göremiyorsak, bütün dünyayı hepimizin bellemiyorsak yeter. Hem Kürdistan'dan hem de Türkiye'den bakınca durum kötü, durum acı gözüküyor şu anda.

Fakat her şeye rağmen cılız bir ses yankılanıyor milliyetçi fırtınanının arasından: Ölü askerlerin ailelerinin "tüm askerleri davar sürer gibi kırdırmanın sebebi başındaki komutanlardır, bunun sorumlusu komutanlardır” diye, “oğlumu tabutla gelsin diye yollamadım” diye, savaşa gitmeyi reddeden Kürt işçi çocuklarının “bu savaşın acısını en çok çekenleriz, bu savaşın bir tarafı olmayacağız” diye fısıldayan sesleri... Kısık, kafası karışık ve yalnız gözüken ama sessiz kitlelerin hissettiklerini yansıtan sesler... Yalnızca Türkiye'de değil, bütün Orta Doğu'da, bütün dünyada kapitalist savaşlara kurban edilen ve onları seven herkesin kalbinden geçen sesler... İşte bu seslerledir ki gün gelecek bir fısıltıdan burjuvaziyi sağır edecek billur bir intikam çığlığına dönüşecek ve bu çığlıkla dünya işçi sınıfı, sınırları yok ederek ve tüm devletleri yıkarak Kürt sorunu dahil tüm ulusal sorunlara gerçek ve enternasyonalist bir çözüm getirecektir.

Gerdûn

Tags: